PANDEMİ VE TURİZM
CENNETİ...
Pandemi reel sektörü
tam duraksattı. Bacasız sanayi turizmi de. Mevsim öncesi olmasına rağmen
belirsizlik hala devam ediyor. O yüzden yaz, deniz, yayla, tarih, kültür,
sağlık turizminde, devam eden pandemi ve sonrasına dair akıl ve bilim
ölçütlerinde planlama gerekiyor....
Memleketin zengin
turizm ve ticaret potansiyeli gerçeğine sığınıp beklemekle olmayacağı açık.
Çünkü her yıl elli milyonun üzerinde turisti misafir eden bir sektör söz
konusu. Oluruna bırakılırsa kan kaybedilir. Sektör yaklaşık kırk, elli milyar
dolarlık bir ekonomik girdiye sahip. Pandemiyi çözmekte gecikilirse para
kazanılamaz...
Zaten ilk koronavirüs
vakası peşine uygulanmayan karantina yüzünden salgın turizmi de vurdu. Böylece
turizmde fırsat yakalama imkanı da kısmen kaybedildi. Oysa özellikle Avrupa'nın
salgından aşırı derecede etkilenmesi dış turizmi cazip hale getirmişti. Ancak
şimdi şu cennet memleket bu turist akınından arzuladığınca ve yeterince
yararlanamayabilir. Gidişata göre komşu Yunanlılar yaz ve deniz turizminde bir
adım önde gibi.
Diğer turizm
alanlarında memleket dünya ile başabaş. Özellikle sağlık turizminde ise önde.
Gerek pandemiyle olumlu bulunan mücadele, akılcı sağlık yatırımları, teşhis ve
tedavideki önderlik, geçmiş yılların başarılı performansı bu alandaki avantajı
devam ettiriyor gibi.
Bunda gerek aracı
firmaların ve gerekse özel üniversite hastanelerinin tanıtımları, tanıtımların
uluslararası düzeyde ve çeşitli kanallardan artırılarak yapılması sektörün
önünü açacak gibi. Sosyal medya, dijital tanıtım, özel konsept programlar
yurtdışı eksenli olduğundan sağlık turizmi mutlaka hareketlenecektir. Yani
istenen ivme kısa sürede yakalanabilir.
Tanıtımın yanısıra
özellikle otel, butik otel, apartlar vasıtasıyla yeterli konaklama ve diğer
lojistik hizmetlerle desteklenen sağlık turizmi pandemi öncesi konumunu korur.
Ayrıca her çeşit
bölgesel turizm de teşvik edilmelidir. Çünkü turizmin geliştirilmesi, bölgesel
ticaret ve sosyal yaşamı da yakından etkiler. Güçlendirir.
Pandemi sonrası her
ülke, her bölge, her sektör için yapyeni bir dönem. Değişen dünyada devletlere
ve hükümetlere büyük iş düşüyor. O nedenle turizmde bakanlık düzeyinde
çokuluslu koordinasyona ve özel anlaşmalara gereksinim var. Bunun için de başta
dünya ile iyi geçinmek şart. Anca barışı önde tutan bir politikayla, resmi özel
kurumlarda aranan kriterleri yükselterek hazır hale gelinmesi turizmi
canlandırır.
Turizmin lokomotifi
görülenler dışında doğa, kış, dağcılık, mağara, termal, din, spor, kongre
turizmi gibi çeşitlendirilebilecek her alanda turist çekebilen sistem dizaynı
ve güncellemeleri bir an evvel yapılmalıdır. Olanların yanı sıra farklı turizm
alternatifleri bulunmalı ve turistlere sunulmalıdır. Her türlü turizmde cazip
seçenekleri bulunan memleket olma hali pandemi süreci ve sonrasında hakkıyla
değerlendirilmelidir.
Elbette pandemi turizm
maliyetlerini de ağırlaştırmıştır. O yüzden artan maliyeti ortaklaşa
yüklenebilecek bir ekonomik model de geliştirilmelidir.
İlk başta döviz kuru
nedeniyle doğan negatif etki giderilmeli, komşu ülkelerin turistlere sunduğu
imkânlar ve fiyat aralığı mutlaka eşitlenmelidir.
Görünen turizm sektörü
pandemi ve pandemi sonrası çok zorlanacak. Belki bocalayacak. Ama çıkış yolunu
süreç içinde kesinlikle bulacaktır.
Memleketin turizm
cenneti olma durumu özverili girişimlerle güçlenerek devam edecektir...
PANDEMİK TARIM,
SİSTEMATİK ÜRETİM...
Pandemi vuralı beri
2020 yılı, şu zengin memlekette dünyaya koşut, her sektörel alanda kayıp yıl.
Özellikle üretim açısından. Hele tarım da tam panik. Pandemik tarım, sistematik
üretim şart ama hasada dönük zemin ve temin şimdilik yok gibi...
Kainat yüzyılın en acı
gerçekliğine ev sahipliği yaptı, yapıyor. Evlerden dışarı pandemi, Korona,
korunma peşindeyken ekim dikim ayları ne yazık ki geçip gitti. Zamanın tozu
atıldı ama tohumlar toprağa atılamadı. Fideler bahçelere, seralara dikilemedi.
İlaçlar ve gübreler atılamadı. Sözün özü hasat tehlikede. Yani tarımda
çaresizlik diz boyu.
Memlekette resmen tarım
sahipsiz, devlet de desteklemiyor havası hakim. Yaklaşık yirmi yıldır mesele
havada asılı. Orada burada hava atanlar her seçimde oyları yine ayni yere
gömünce, her hasat dönemi topluca ağlanıyor. Sonra diğer hasat bekleniyor. Bu
arada organik toprak beslemesi ve yerli tohum güçlendirmesi bile yapılmıyor.
Tarımda kalite giderek
bozuluyor. Tüm bunlara pandemi saldırısı da eklenince durum hepten vahim.
Zaten on yıllardır
ortaklaşa, birlikte değer üretme, birlikte tüketme dinamiği sığ bir anlayışla,
köktenci bir duruşla sürekli sekterlendi...
Oysa tarım sosyal ve
kalkınma odaklı sektör. Ekonomik kalkınmanın ince ayarı. Yaşam kaynağı.
Kolaycıl kolektivizmin üretici damarı. Bu damarlar yıllar yılı tıkandı.
Kanalları açacak ve müstahsili rahatlatacak birlikler ve kooperatifler zaman
içinde bitirildi. Ve tarım da bitti.
Pandemiyle birlikte
asla tarımsız olmayacağı da ortaya çıktı...
Pandemiyle tarımda
değişim ve dönüşüm özgürlüğü, rantabl sistematik üretim aciliyeti aşırı önem
kazandı. Pandemik tarımla istihdam yaratma, üretilen ürünleri, doğal kaynakları
rantabl kullanma, tarımsal yatırımlar gerçekleştirme ve ekonomiyi
sürdürülebilir ve kalkınabilir kılmanın gerçekleştirilebileceği anlaşıldı. Yani
yarınların esenliği öncelikle tarıma bağlı. Geç kalınmış olsa da bir yerlerden
başlanmalı...
Bu gün dünya işte tam o
aşamada. Bitişi ve başlangıcı gördü. Yerküre korona ile çalkalanırken, hızla
büyüyen ekonomi olmanın ilk hamlesi tarım. Şu zengin memlekette sosyal ve
toplumsal hayat bu atılıma da uygun. Üretilenden nasiplenmek ise herkesin ana
gayesi.
Ana gaye daima buydu
ancak neden ise fakir bırakılmaya, gerileştirilmeye özen gösterilen şu zengin
memlekette tarım hep tırpanlandı. Etkin ve sürdürülebilir tarım sanki özellikle
darbelendi. Emperyalistlerce en başta korkulan yarımsal üretim oldu. Bu yüzden
memleket büyürken tarım alanları küçüldü, küçültüldü, küçülttürüldü. Mahsuller
kotalandı...
Ve bu tarihsel zıtlık
Dünya ile entegre olmanın gereği adledildi. Bu yanlış ve yanıltıcı algıyla
tarımda dışa bağımlılığın yolları açıldı. Açıktan açığa sömürülme benimsendi…
Küresel sermaye ve
emperyal güçler bu kadarla da yetinmeyerek, tarımsal üretimin her aşamasını
denetledi ve kontrol etti. Hatta acımasızca tarım üreticilerini resmen batıran
alım fiyatları uygulandı. Uygulatıldı. Sözde her yeni adımla tarım için süreç
tersine ve dip yapmaya dönük işletildi.
Ancak pandemi pik
yapınca tarımda dibe vurmuşluk, akla ilk takılan mesele oldu. Çünkü koronavirüs
avuç kadar toprağı olanın aklını başına devşirdi. Ekim dikim prensipleri
kurtuluş olarak benimsenmeye başlandı. Açıkçası egemenlerce ‘...gıdayı kontrol
eden insanları kontrol eder’ denmesi kimselere dokunmazken, pandemiyle
birikimler ve birikmişler bir anda bitince ucu herkese dokundu. Ve tarım çare
görülmeye başlandı. Ayrıca çokuluslu sermayenin kendine bile çare olmadığı
tescillenince, memlekete kaç yıla mal olduğu belirsiz tarımdan kopuşun
hesapları içten içe yapılmaya başlandı.
Bu nedenle şimdiden
yarına nicel ve nitel manada tarım seferberliği kaçınılmaz gereklilik. Tarımsal
devrim ilk yapılması gereken devrim. Kısmen yaşanıyor zaten.
Taromın temel girdi
maliyetlerinin yüksekliği yüzünden şehirlerde veya kırsalda küçük üretim
çiftlikleri yoluyla tarımsal üretimin yaygınlaşması şart. Bu tarıma endekali
yayılmanın devletçe önü açılmalı ve desteklenmeli.
Diğer yandan yıllar
yılı kötülenen ve belleklerden çıkarılmaya zorlanan tarımda kooperatifleşme ve
kolektivizmin artık ortak ekonomik yararlar sağlayacağı da gözetilmeli. Dünya
anladı, şu zengin memlekete de usulünce anlatma zamanı...
Çünkü yaşanan pandemik
travmayla alenen en başa dönüldü. Resmen on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına
geri gidildi. O yüzden tarım toplumu oluşun gereği, tarım ülkesi olmanın gereği
tüm gerekler bir bir yerine getirilmeli. Yani pandemik tarım, sistematik üretim.
Elbette çare var...
ÇAMUR BANYOSU
Kuzeyin güneyin,
doğunun batının farklı yaşam tarzları, farklı yaşam ve yerleşim kabiliyetleri
büyük kentlere göçünce elverişsiz koşullarda çamur deryasıyla boğuşan hayatlar
oluştu. Rota hayatı geliştirmek ve yırtmak üzerine değişti. Sınıf atlamak. Birçok
meşguliyet zaman içinde merkezileşirken çamur belasından kurtulmak epey zaman
aldı. Veya anlık kararlarla hayat pahasına öncelendi. Merkezle ücra arasını
çamur açtı, asfaltlama kapattı, ölüm tekrardan açtı...
O kapalı dönemlerde çatkapı
Azraile bulaşıldı. Çamur banyosu dönemlerden hatıra bu arıza, minyatür
yabanilik. Bir türlü yaralı bedenlerden çıkarılamadı. Çamurlu bir kılık,
kıytırık kara kıyafet hiç yakışıksız, giyildi çıkarıldı. Yalnızca çamurlaşmanın
ve buharlaşmanın şablonu olarak.
Her şey enseye şaplağı
yiyene kadardı. Dahası da var, çamur deryasından kurtulanlar bilir o ilahi
kurtuluşu da...
Öyle ki çatkapı çamur
banyosu peşine, körebe taklidi ve saklambaç oyunu. Misafirlere mızıkçılık. Düdüklü
şeytan yalağında yalakalık. Ebelemece. Hayatı hecelemece. Ve çocukça
şeytanlıklar...
Misal çamur at izi
kalsın misali. Üzerine toprak serpilmiş minyatür şehirlerde çamur deresi. Çamur
deryası. Hünkâr beğendi faslı, şark kurnazlığı...
Diğer yanda çatladıkapıda,
sahillerden içeri çatık kaşlı Deniz insanları. İdam sehpasına koşar adım
mitolojik bedenler. Canavarlarla boğuşma ya giden cengâverler...
Karasabanla sürülmüş
bir tarlada yol yordam arama yorgunluğundan, çatkapı belalara açılmak. Çamur çemberi,
çamur deryası, çamur banyosu. Çamur, su ve kan. Tek hamlede kaburga kemiğinin
kırılması. Kurşun deliğinden fışkıran yalazlı alev ve çamur kokusu.
Çatal dilli kurşun
yağmurunda, çamuru delik deşik eden kıpırtılar. Gökyüzü çatlaması. Gök kubbede
ateşkes çağrısı. Duyulur duyulmaz, çamur sessizliği. Çam kokusu cam kırılması. Madeni
bir dehşet. Dellendiren kızılçam rengi ve ıhlamur kokusu. Çamur banyosuna bando
mızıka. Resmen hayata mızıkçılık...
Anı anıları bir, çamura
teslim olma ve can teslim etme ikilemi. Çamur deryasında açılan çukurlara kan
dolması. Kan tutması. Çamur çıkmazında esrarengiz kuşatma. Dalavere versiyonu. Dört
koldan kıskaç. Sonu gelmez tehlikeli oyunların mükâfatı çatkapı misafirlikler.
Misafirlere
mızıkçılığın gerçek yüzü yüzsüzlük. meymenetsizlik. Meyillenilen çamur
deryasına bulanma. Yüzüne gözüne bulaştırma. Arsızca hainlik. Çamurdan olmanın
çırpıntısı. Çarpık çapsızlığa hizmet. Hizmetçilik. Üzerine toprak serilesi
şeytanlık...
Çamur haznesinde çamur
kalmayınca, şeytanın avukatlığına soyunmak. En değerli hazine sayılan ne varsa
iç etmek. Hiç etmek. Kim içerler kim duvara çerçeveler hiç düşünmeden
minyatürleşme. Minyatür yataklık, minyatür yabanilik.
İlahi Kurtuluş ta
gecikince, tekrar tekrar çamur banyosu...
Okunmalı; Çamur, su ve
kan- Halil Kara-Su Yayınları
DOĞAL DÖNGÜ
Şüphesiz doğal döngüde
doğa, her şeyin kaynağı. Buyruğunun önüne geçmek imkânsız ve çok zor. İnsan da
doğanın bir parçası. İnsanlığın doğaya hâkimiyet kurma güdüsü belli
periyotlarda başa olmadık işler açıyor. Savunma sistemlerini felç edecek dozda
ve boyutta kırım. Son pandemiyle insanlık cezalandırılma gerçekliğine tutsak...
Doğal döngüde doğa,
doğal ve doğaya özgü yollardan etki ve yetki gücüne bilinçsiz başkaldırıları
hiç affetmez. Hele doğal dengenin bozulmasını akla gelmedik biçimde ve ölçüde
cezalandırır. Bin yıllardır öğrenilemeyen işleyiş böyle. Ayrıca dilsel dinsel
ruhsal ve sınıfsal ayrım da yapmaz, onu yapanlarda insanlar...
Kâinatta kontrol
edilemez bir refleks gösterir. Kitleler halinde pandemik ölçüde diyalektiğe
ters düşüşün, çarpık duruşun ve evrensel bozukluğun farkına varılmasını sağlar.
Kısa sürede otokontrol tamamen doğa kurgusunun eline geçer. İşte o saatten
sonra sınırları aşan, varoluş düzeneğini sorgulatan günler başlar. Vazgeçilen
temel ögeler bir bir anımsanır. Değişik kriter arayışları başlar bambaşka tezgahlara
düşülür.
Doğal koşullara sadakatin
tekrar güncellenmesi içindir tüm acıtan yaratı. Doğal döngüde doğa, yeniliğin
ve gelişimin tek kaynağıdır. Her azıtışın sonunda, her taşın altında kurucu ayarlara
geri dönüşün de mimarı. Bu arada doğal döngü kör ve itaatkâr nesli daha çok
sallar. Polimci kazanımların hiçbir işe yaramadığını da bir güzel tesciller.
Doğal format reddedildikçe miras körkuyu adaleti ile
çarçur edildikçe, emanete hıyanet başlayıp her kutlu değer iç ve hiç edildikçe
doğa kanunları işler. İhtiras, vitrin ve vizyon çöküşü sanki bir yerlerden
düğmeye basılmışçasına hızlanır. Her şey bir anda tersdüz olur. Tersyüz olur. Düğümler
tek tek çözülür.
Bilinçaltı kuruntularla,
kurucu ayarlar değiştirildikçe doğa yenilginin ve hezimetin takvimini geriye
işletir, yenilenme ve hizaya gelmeyi ileriye düzenler. Umulmadık sonuçlara gebe
düzelme düzeltmeyle birlikte küresel selleniş başlar.
Ve kozmozun sınırları
içinde hesap kitap günleri insanlığı bekler. Akıbeti belirler...
Modernleşmenin klasik
tarihini bile yeniden yazdıracak boyutta değer kaybedilir. Dünyanın oryantal
akılla, kaderiymiş denilip geçilemeyecek derecede yıkımlar başlar. Rutine
bağlanmış ne varsa doğa kanunlarına çarpar parçalanır. Sonra parçacıklar
yeniden belirlenir. Geriye tek amaç kalır doğal şartlara uyum ve doğanın
güdümünde hayatta kalma. Şüphesiz doğal döngüde doğa her muhteşem görülen ne
varsa güncel öğütücüsü ve hayat aktarım düzeneğidir. Akla karayı ayıran en
dürüst ve en radikal mekanizma, çağı döndüren kutlu ve kutsal kükremedir.
İşte o küskün doğal
döngüde insanlık, belli süredir benzersiz biçimde eldeki olanaklarla doğaya
hükmedilemeyeceğini yaşıyor.
Öğrenilecek gibi görünmüyor
ama doğal gerçek on binlerce yıldır bu...
EPİK HİKÂYE, VİRÜS
SALTANATI VE BAYRAM…
Saldırgan virüs saltanatında, yaşanan epik hikâyelerden
yeni başlangıçlara geçiş devri. Tarihe geçen bu illet vakadan dolayı
bayramlarda ev hapsi. Karantina. Geçici süre, virüs geçene kadar. Vakitli vakitsiz
ve art niyetsiz, anakara kıyılarında bayramlarla vedalaşma. Hatta virüs
felaketi yüzünden, aklı kurcalayan hatıralara ara. Sonrasında takipli takipsiz
yolculuklar…
Devir kalp kırıklığının ötesinde silik maceralardan
ibaret mecralara, ibretlik manzaralara ister istemez bulaşma devri. Demek
bunlar da gelecekti başa, geldi geçti. Şimdinin hali virüssel azaptan ve gazaptan
kurtulma acelesi. Buhranın ritmini biraz yavaşlatma. Düşler rıhtımında virüs
batağına düşmeden başka bayramlara yelken açma.
Ama tüm bunlara karşın hala bin yılda bir karşılaşılan epik hikâye, virüs
saltanatı ve bayram üçgenindeki bu çok garip manzaraya makam arama derdi. Ne
gerekse...
Oysa bütün dengeleri bozan, kötüye işaret gece
karanlığına bayramlık işaret fişeği çakılmalı. Çünkü sahili döven hırçın
dalgaların, kara bulutların ufku kaplayışına müjde gerek. Ve meraklara meram sunma.
Melezi merkezi evrende kapkara bir nokta. Hayat işte o kara lekeden ibaret gözüpekliği.
Ve tam ibretlik bir bayram. Bayramlaşamadan evde karantina…
Evde kalıp hayatı toptan değiştirmek için kulaktan
kulağa üflenmiş eksik bir hikâye bu; memlekete çoktan yayılmış virüse ve kayboluş
uğultusuna dosdoğru karşı çıkış. Derme çatma hayatın içine içine düşen virüssel
kargaşa ve kasırgaya direniş. Hayata yeniden başlayış azmi. Evde kalmaktan
başka çare yok, bayram da olsa izlenimi…
Deniz kabuklarıyla örülü bir mezara bulaşmaktansa
maksadı belli evde bayramın makus talihe katkısı olacağına inanmak. Maksadı aşan
biçimde hayattan mezun olmamak ya da hayata çakılmamak için. Evla olan nereye
ait olunduğu belirsiz bir yeniyetme kaçamağı yaşamaktan ise bayram
karantinasına harfiyen uymak. Virüs insafsızlığına bizzat uğramak, kör talih deyip
buruk anılarda hayalet ve adalet arasında cirit oynamaktansa evde bayramlara
rıza göstermek. Virüs saltanatını elbirliğiyle yıkmak için saflaşmak. İşte epik
hikâyenin özü bu…
Civarı etkileyen ciltler dolgusu saygısızlık ve salt
düşüncesizlikten ibaret. İbrasızlık virüs batağında yatıyor zaten. Bu yüzden bayramlarla
ataktan kurtulma, gizlice saygınlıkları budama olmamalı. Budalaca sempati
yoksulluğunu baş göz üstüne kabulleniş hiç. Erken bastırılması gerekli içgüdünün
her yeni başlangıca yeni epik bir hikâye düzmesi belki. Bu ne dümen kırmak ne
bayramlaşmamak meselesi. Mesele virüs doğurganlığını kırmak…
Rahatsızlık veren ibretlik bağ kurma veya kuramama
ayıbı. Hiçlikten gelme, hiçlikte anlık gerileyiş ve küllerinden diriliş. Virüs
döşeli çorak arazide, bitik ve bitkin düşürecek arsız bayram samimiyetlerini de
bu yüzden erteleme. İlanlara düşen ibretlik bataklık hikâyelerinin ve kızılcık
şerbetini yudumlamanın terki...
Ayıp, kayıp, sayıp ortamında, sisli kaldırımlarda
ipsiz sapsız dolaşmaları, aptalca ihtirasları, ibretlik delilikleri virüs
tuzağında bırakmak ve sonrasında hangi epik hikâyenin derin bataklığıysa batılan
son hamle kurtulmak. Kurtulmak için bayram işte o bayram…
Şimdi küçük detaylara kapılmanın sarhoşluğuyla,
devrin derinliğinde güzelden kopuş, loş ışıkta dökme pik korkuluklara asılan giderilemez
gerginlik. Eceline susamış epik bir hikâye. Dört bir yanda pik yapan, hikâyeden
kahramanlığa soyunan virüsün hikâyesi bitmek üzere. Pandemik bulaşıklığın hiç manası
yok. Manasızca düşüp mermer bir minyatür
olma ve minyatürleşme keşkesi olmayan bir durum. Ölüm korkusuna ve davetsiz misafir
virüsün hissedilmez kokusuna ille de bir bayram öpücüğü. İbrete şayan arınma
işte bu bayram…
Hele izinsiz mülklere girişin, içgüdüsel koruma ve
korunmadan ibaret insanlıktan çıkışın, ağır şüphe anlarına dalışın nedeni bilinçsiz
cüret veya bilinçli kötü niyet. Bu iyi niyetli bayram tutkusu tutsaklığı ve keskin
telaşın kesilmesi, virüs saltanatına teslim bayrağını çekmemek. Çile çekmekten ise
kör yasakların en ağırını çekmek ve yasakları
çiğnememek özgür bayramlara erişmekle koşut inisiyatif.
Bu yasaklı bayramların altın varaklı kitaplara
girebilmesi için olaya doğru bakış, doğru kararlar alma, geleceğe doğru yön
verme ve epik hikâyelerin devamını da okumak şart. Özellikle virüs saltanatına
son vermek için evde bayram sonrasını iyi okumak.
Ederi hederi, geliri gideri hepsi bu…
SAĞDUYULU
BAYRAM, SOLDUYULU SEYRAN...
Pandemi yüzünden sağcı bir
iktidarda, memleketin tastamamı sağduyulu bir bayram geçiriyor. Millet
sağduyusal bir eğilimle belki de geçmiş binbeşyüz yılın ve gelecek bin yılların
bayramları içinde bir ilki yaşıyor. Evde karantinada bayramseyran…
Bütün alışkanlıklarını,
kazanımlarını hap gibi yutan millet, bayram seyran neyime havasında suskun.
Yani sağduyusuz bir kabulleniş içinde. Man of Sense bolluğundan suskunluk pik
yapmış halde. Ancak milletin sağduyusu, Descartes'ten bu yana akılla, doğru ve
yanlışı ayırma, doğru yargılama pratiği olarak anlamlandırılan sağduyudan gittikçe
uzaklaşıyor.
Sağduyu hepten sağcılaşarak, sağaltıcı
değerleri bile solduran, milleti solculaştıran bir içerik kazanıyor…
Kazanıyor çünkü, memleketin
on yıllardır duyup, görüp, yaşanan gerçekliği şu; Milletin çoğunluğu veya zahir
ekseriyeti sağcı. Dünya ölçeğinde en sağlıklı bir memleket ve sağ ağırlıklı bir
millet. Ama övünülen sağduyusu eksik ve esrik. O yüzden sol duyuya da gereksinim
var. Her zorda kalındığında solu yermek yerine hiç değilse, atma, çatma,
suçlama kompleksinden kurtulmak için...
Memleketin duyusal ve duygusal
sağlaması yapıldığında merkezi suç aslında topluca sağın. Bozbozuk düzenin,
aksak gelişimin, geri kalışın, gerici oluşun, yoksul ve yoksun ilerleyişin tek
sorumlusu sağcı idareler. Sağ iktidarlar. Ama milletin üçte ikisi sağcı olunca
ve sağduyu ilerici ve demokrat düzeyde toplumsallık yansıtmayınca her çıkan
kriz ve kaos, her çıkarılan yangın solun üzerine kalıyor. Bırakılıyor. Memleket
siyaseti sağa saplanıyor, anında soluna dönüyor. Suç kapatmak, günah gizlemek
maksatlı sebepsiz hırslanıyor, hayıflanıyor. Millet zaten en baştan, yüzyıldır bu
saldırganlığa razı. Ve alan satan razı piyasası…
Oysa sağduyu, doğru bakış ve
ciddi duruş meselesi. Kapsadıklarıyla hep iyi anlamlar içeren bir kavram. Ama
onun da içini boşaltan sağcılar. Sağduyu sağcılaştırılarak aidiyet ve mülkiyet
hissiyle bezenerek sağla özdeşleştirilmiş. Her sıkıntılı ve çapraşık dönemleri
ve teslimiyetçi süreci işletme başvurusu ve mekanizması haline getirilmiş. Zekâ
ve kavrama yeteneğini kullanmayan köreltilmiş sağduyu egemenliği kurulmuş...
Sağduyu, planlı programlı argümanlarla
resmen gericileştirilmiş. Her türlü haklı ve doğru eylemliliğin önüne barikat, militarist
set ve oligarşik güç olarak geçirilmiş. Memlekette çoğunluk sağ olduğundan sağ
eğilimlerin emrine göre şekillendirilmiş. Öyle ki memlekette, millete ve memlekete
yapılan yanlışların bile doğrulayan önermesi, solun suçlu öngörülmesi
bağlamında kullanmış. Yani memleketin sağcı portföyüne çoklu destek hep sağduyu
merkezli.
Sağduyu ne yazık ki, büyük
yanlışlar ve hatalardan kolayca sıyrılma mekanizması, özellikle din ve mezhep
tabanlı sezgi karmaşası, arsız algı projeksiyonu, özgüven ve özgürleşmeyi eksiltme,
ezberci ve düşünmeme dürtüsü olmuş.
Elbette sağduyu daima fikir
saptırma, hedef kaydırma kanalı kabilinde kullanılınca her devirde kula kulluk operasyonlarına
da katkı sunmuş. Hal böyle olunca memleketin sağduyusuna güvenmekte doğal
olarak bir güzel zedelenmiş. Çünkü kategorik birikimlenme daima sağdan yana olunca
memlekette sağduyu kalıplaşması belirgin hal almış. Yani sağduyu sağa kanalize
olup, duyduğuna kanarsa, sorgusuz sualsiz sağa akarsa, sağcıl içselleştirme
güncelenir. Bir yere kadar iki gönül bir olunca samanlık seyran olur. En küçük
bir yanılma ve aldatma söz konusu olduğunda da şımarıkça ve nefret bazlı karşılıklı
suçlamalar pozuna girilir.
İşte bu girizgahta her ne
hikmetse hemen hiç dahli olmayan solu yıpratma pozisyonuna geçilir…
Dolayısıyla yekpare sağduyulu
düzenekte güçler dengesinin bozulmasının faturası bile sola kesiliyor. İşte on
yıllardır hayic ve bariz durum bu. Yani sağduyu denilen öznel ve nesnel
çarpıklık şu garip memlekette her zaman sağın namı ve hesabına çalışıyor. Aslı
astarı üstün rol becerisi olan ve duyu ötesi keseden harcama pek makbul
karşılanıyor. Akla ve bilime asla kulak asmayan amansızlığın tabanı sağduyu olunca
da her şekil ve şartta sola saldırma özentisi palazlanıyor.
İşte o yüzden milletin
memleketin sağduyusu denilince anında sol düşünmek gerekiyor. Millet toptan
sağcı ne der, sağduyu reaksiyonu ne olur hiç düşünmeden dünyaya ve memlekete
sol pencereden bakmak gerekir. Milleti solduyuyla tanıştırmak ve sol değerlerle
buluşturmak gerekir.
Değil mi
ki, milli ve dini bayramların bile sağcılaştırıldığı veya öyle aksettirildiği
bir dönemde sağduyu evlerine kapanmış, dürtsen kıpraşmıyor. Öyleyse sağduyu
buysa, solduyuyu egemen kılmak gerekiyor. Solun egemenliğini kurmak için,
sağduyulaşmamak.
Hiç olmazsa
sağduyulu-solduyulu bayramlar için. Millet memleket önyargısız bayramlaşabilmek
için...