YÜREKLER YANDI...
Sıcak soğuk her kirli savaşta insan
asker, asker ise sadece rakamdır. Rakamların dili olsa da, savaş ne kadar
anlamsız ve acımasız diyebilse. En pesten. Ve insanlar canlarını yitirmese.
Ocaklara ateş düşmese. Kınalı kuzular savaşa sürülmese. Analar ağlamasa. Olmadı
yine. Beklenen oldu.
Yine yürekler yandı, ciğer kanadı...
Bu sözle, suni yurtseverlik edebiyatıyla
geçiştirilemez bir yıkım. Bir büyük hatanın geri dönüşümü, tabutlu armağanı. Ağırına
gidiyor insanın gerçekten. Akıl yanıyor, fikirler tutuşuyor. Beden donuyor.
Diğer yanda fırsat bilip 33 Kurşun Asker
kaybını bile kazanım gösteren, Şehit edebiyatına da yazıklar olsun. Sokağa
bırakılıp değersizleştirilen Gazi masalına da. Ağulu, deli ballı dillerin
din satmasına da. Konfora konup memleket evladını emperyalist tuzağa çekenlere
de. Kibri makamdan gelen, millete sus, susturun demeyi marifet sayanlara da. Tezkere
reddedenlerin ve teskere bırakanların ortak noktada buluştuğu acı gerçeğe de.
Yaralı gönlün çelik duvarına dokundu, bu
uğursuz yara. Yürekleri yaktı. Ciğer kanattı…
Kara vicdanlı, keskin viraj mahkumunun
tam basiretsiz davranarak bölgesel krizi yönetemeyişiyle gelinen son bu. Memleketi
ve memleket insanını göz göre göre getirdiği acı nokta bu. Ulusal yas bile ilan
edilmeyecek denli umarsızlık. Meclis bile toplamayan rahatlık. Ayrıca dünya
alem biliyor ki aklın durduğu günler yaşanıyor orada. Burada. Zaman
durdurulamıyor. El farkında her şeyin, bir hiç uğruna Ya Rab daha çok canlar
kaybedildiği söyleniyor.
Arsızca içi çürümüş, içi boşaltılmış, içi
çürütülmüş galebe çalan bir güruh var ki bu iç yangısını anında başka yerlere
kaydırıyor. Kaypak kargalar, mülteciler mültsün hepinizi. Topunuzu. Orda burada
has memleket evladına dokunulmuş, mendeburlar meleke peşinde. Sokma akıllarda
hala uyumsuz, uygunsuz, uğursuz siyasal menfaatçilik var. Hala politik filmler.
Asosyal polimler.
Arap çöllerine Vatan evladının kanı akmış,
yürekler yanmış, ciğer kanamış hala mankurtluk peşindeler…
Vay ki vay Şehit çok, tepki yok. Sıfır
eleştiri, sıfır özeleştiri. İstifa değil, bu acıdan da istifade gözetilmekte. Batık
politikaların uğursuz kara bulutları çökmüş memleket semasına. Kurşun yağıyor. Kapkaranlık.
Hala Barışa selam duran yok. Demek ki daha çok yürekler yanacak. Ocaklara kızgın
ateş düşecek. Ciğer kanayacak…
O halde hey gafil kirli savaş ‘ben de
sana verecek oğul yok’. Yok, ağam paşam yok. Çünkü öyle kör cahil bir dönem ki bu
dönem sanki vatan bölünüyor. Şahitler de
ölüyor, şehitler de ölüyor. Şehitlerin kanı yerde kalıyor. Ayrıca misli ile
verilen karşılık rakamları ise resmen yalan. Kuyruklu yalan. Keşke rakamların
dili olsa.
Ne yazık ki; savaş rakamları üzerinden
değerlendirilen bu 33 Kurşun Asker niye can verdi? Kimin için can verdiler?
Bunca şehidin, suçu, günahı neydi? Vebal kimin? Yanıtsız. Yorumsuz.
Akıllarda daha binlerce soru. Yanıt
sıfır. Asıl yürek yakan, ciğer kanatan işte bu sıfırın altı tutum…
FİLHAKİKA
İstiklal taarruz gördükçe, haklı mücadele koşulsuz kabul edilir. Son
günlerde müstesna günlerden geçilirken, yine yer gök simsiyah. Saklanıyor savaş
meydanı. Ortalık basbayağı toz duman. Vaziyet müphem. Müzakereye itiraz
edilemez bir düzey kaybı. Can kaybı. Şehit gazi edebiyatı...
Filhakika, askıda beynamaz baskı boyutu. Kamuoyu ziyadesiyle değişik ve
derişik. Kısır esnemelerle meşgul edilse de ortam ancak bir müddet aşı tutar.
Ama sonra doyurmaz. Hele kategorik çatkı yetmez. Kariyersiz teveccüh görenler
mesuliyetini es geçerse, önüne çıkanı ezerse vaka mühim neticelenir. Ve artık
zerafet, nezakat ve şatafat beklenemez. Sınır ötesi operasyonlarla başbaşa
kalınır. Şatafatı ithaf...
Nedensiz ısrar, yavan tepki yüzünden taş duvarda şarapnel izi, kalemde
mürekkep bitmez. Kağıt yırtılır, kep düşer. Artık istikbal düşüncesi ne kadar
teşvik edilirse edilsin kabul görmez. Memleket manzarası bu merkezde.
Her fırsatta muhalefet mıhlanır. Ziyadesiyle müşkül tabakalar haşlanır,
tabaklar boşalır. Boşaldıkça en münasebetsiz haller daha bir güzel algılanır.
Sudan sebepler bulunur. Sonrası hiç yıkılma görülen İktidar tepe üstü, düz...
Yani her şeye yat borusu çalmadan uyanılır. Bir daha zor uyunur, uyunmaz.
Rüya görülmez. Bir dönem gelir ki filhakika...
Çünkü savruk hezeyanlar, galeyana makam ayarlayamaz. Taht kaybettirir. Her
eda göze batar, can sıkar. Akla takılır içtimai mesele. Ve seçim yolu gözlenir.
Hem de erken...
Tüm şahsi ve hususi gösterilmiş meseleler bile daha sonra maruz
kalınanacaklara benzemez. Fazladan yürek burkar. Başa gelene, getirilene asla
mukadderat denilemez. Resmen mücadele kapsamına girer. Her çıkıntıya çare
aransa da kerevetine çıkılmaz. Masal biter. Filhakika hükümet yalnızlaşır...
Çünkü sıkı müdafaya geçilir. Veya baştan sona neyin mankafasıdır bu, ona
kafa patlatılır. Türlü yapay müdahaleler anlaşılır anlaşılmaz, tek kelime
yekpare İstiklal düşlenir. Öyle ki, 'ya istiklal ya ölüm' düsturuyla vatan
kurtaranların seferberliği...
Peşi sıra gelen facist darbeler ve istibdat rejimlerinin sağlıksız
tüketimiyle nihai aşama. Sınır aşılınca filhakika pürtelaş. Ve sıcak yoğunluklu
savaş...
İktidarı muhalefeti böyle giderse, capcanlı renkler daha feci soluklaşır.
Kar çıplağı beyazlık karartır. Hep karartıların peşine düşülür. Tıpkı astragan
kalpaklıların kılavuzluğunda gerçekleşen devrimlerin takibi gibi...
İstiklal sevdasından müdüriyete kadar gelmeniz ile başlayan emrivakiler
bile geri adım attırmaz. Çünkü hayat beklenmedik düzeyde başkalaşmıştır. El
darlanmıştır. El gaddarlaşmıştır. Piyasa alafranga tüketimlerle, kentli
özelliğinden de kaydırılmıştır. Ve tüm memlekete ve yok edilen jenerasyonların
yerine, köhne jeneratör oturtanlar da karaya oturmuştur. Deniz bitmiştir.
Filhakika.
Buna mukabil arsız saflaşmalar ve saf tutmalar da düzeni kurtaramaz.
Cemiyet hayatı gayet açık. Ciddi bir muhalif adımda işler tam tersine döner. Ve
her cephede dövüşen yiğitler, alemin alametifarikası olur. Filhakika genele
yansır istiklal aşkı. Ve adalet.
Vakti zamanında fukara mektebinde talebelikle başlayan isyanlar gibi hemde.
Öyle ki çıkmaz sokak duvarlarına, aklın duvarına, zihnin çeperine, denizin
mendireğine yazıldığı gibi yazılır, İstiklal..
İstiklal ve istikbal özlemi filhakika direkt nüfusu etkiler. Nüfuz baskısı
hiç olur. Her türlü bloğa davetiye çıkaran losyonlar hizalanır. Yapılanların
tamamı haksızlık telakki edilir. Ve hak, hukuk, adalet neferine dönüşülür.
Her millet filhakika bu istiklal hikâyesini mutlaka yazacaktır. Hele vakti
zamanında yedi düvele karşı koyanlar hiç tartışmasız. Çünkü kazara öğrenilen ve
inanılmaz derecede umum ile alakalıdır umut. Hiç sebepten kerevete çıkan
basiretsizlik belki istiklal yutkunur ama nutku tutulmuştur. Ve umut değildir
artık.
Filhakika, kapitalizm ve emperyalizm karşıtlığının resmi fırkası olmasa da,
millet muhtemelen hazır kıta ve müteyakkız.
Hemde 'İstiklal uğruna Yarab', minnacık bir
kıvılcım bekliyor...
KARNE, KUPON, TİKET, ETİKET EDEBİYATI...
Bir daha şu sahipli kente kar düşer mi acaba? Düşse ne yazar, düşmese kim
kızar? Çocuklar tabi ki. Büyüklere de masallar...
Kar yağınca akla yine o melun yakıştırmalar düşer mi? Düşler donar, ateş
söner mi? Bilinmez, herşey olası...
Dönem dünyayı derinden etkileyen büyük savaş dönemi. Tek parti rejimi.
Karta, karneye bağlanan günler. Seferberlik dönemi. Savaştan geri durmanın ve
ulusal varoluşu devam ettirmenin bedeli. Çocukları babasız anasız bırakmama
gayreti ve cesareti...
Karşılığı ise on yıllarca sürdürülen kart, karne, kupon, tiket, etiket
edebiyatı...
Çürüyen buğday üzerinden, savaş karşıtlığına ödetilen ağır bedel. Ayrıca
kasıtlı makalelerde adı geçenler, gerçek kişiler ve bu olaydan haksızca en çok
nasiplenenler. Çarpık ilgi ve ilişki yumağını tersten saranlar...
Varsa da yoksa da dünyanın her coğrafyasında yaşanmış benzer olay yığınla.
Acı hakikat var veya yok. Ama baş ağrıtıcı...
İşte şu sahipli memlekette on yıllarca karne, kupon, jeton, kart, tiket,
etiket edebiyatı yapıldı. Bu son günlere oranla çok masum o dönemler. Yine de
kıyasıya eleştirildi. Millet hep o günlere dönmekle tehdit edildi. Savaş öncesi
ve savaş sonrası es geçilerek iş ucuz politikaya bağlandı. Ucuz oyunlara
girişildi. Siyaseten sahipsizliğe bağlanıldı.
Peki sonra teneke kutu edebiyatı. Dokuz kusurlu hareket. En acısı da
ofsayta düşmek. Zafer bahçesinden kalma ne varsa, iştah kabartan ne varsa bir
hiç uğruna iç edilmesi. Elde birşey kalmayınca da toplumsal morale negatif
katkı...
Gönüllü seferberliğe facist darbe. Marketing politikası. Suçlardan güç
devşirme. Vip görünümlü dip noktası. Kart, karne jeton, piyon saltanatı...
Jetonlar plastik. Plastik politikacılık. Punduna getirme kavgası. Suni
tezgah. Tek seferlik değil belki de. Sanki peşpeşe gırla. Muhtemelen gaflete ve
sefalete yeşil ışık. Kutsal amaç etrafındaki birliği alt etme. Sosyal konum
itibarını tuş etme. Durum muallak...
Mart kışı kar tekrarlar mı bilinmez. Bilinen ucundan köşesinden sahte kader
bağımlılığı. Sınır dışına taşmanın, iyice dağılmanın ve yersiz yayılmanın ağır
bedeli. Bedeli olacağı ve ödenmesi gerekeceği unutularak kusurlu kupon desteği.
Kendinden olmayana, racon icabı öyle görünene ara durak. Geride kalanlara
köstek. Bu mu beter sorunlardan kaçınmak. Dertlerle yüzleşmek...
On yıllarca memlekete sonsuz şevkle aktarılan, o zorunluluk dönemi gibi.
Sorulara yanıtı bulunan ancak ilk konuşmaya referans yapılamaz cinsten bir
kasılma. Resmen sahtekarlık. Anlatılabilirse eğer bir gün inanılması mümkün
olmayan dehşet. Delilere bile yakışmayacak delilik. Aklı sıra dahilik...
Kim işaret edecek veya otoriteyi kim üsteleyecek. Zaman gösterecek.
Şimdilik kendinde olmayan milyonların tavrı bu. Marketing marifetiyle silmek.
Çok bilmek. Sanki hayıflanma faydalanmaya dönüşmüş gibi. Bu kosır döngüde nice
canlar ölüyor.
Sanki başa dönme gayreti hiç yok. Dört taraf kuşatılmış. Göz görmez. Kulak
duymaz olmuş. Umursanmıyor bile karanlıktan medet ummak. Kartlı, karneli tipik
yüksek menfaat çatışması tipisi. Yakıyor...
Durmaksızın devlet baba kasasından inanç çalınıyor. Yerine münasebetsiz
asabiyet bırakılıyor. Bol kepçe müsaade edilen kişiye özel kayıtsızlık. Kartlar
ve karneler uçuk, ucuz. Tahammül edilemez haksız ayrıcalık çuvala sığmıyor. On
yıllardan sonra karne ile ekmek. Kartla kahve. Kuponla şeker. Hala kötü geçmiş
edebiyatı yapanlar, plastik jetonlu bir değişim içinde. Ve aldatıcı saltanat
peşinde.
Şu sahipli kente yağabilecek kar, onca yıldan sonraki bu kesik kesik
kirlenmeyi arındırabilir mi. Saltanat yıkılır mı?
İşte orası belirsiz...
KARAKARGA YAKALAYICISI…
Dört bir yan ateş. Ateş çemberi. Sıcak savaş arifesi. Memleketin hali perperişan. Artan geçim, muallak seçim ve zil-nice fiyat ayarlamaları. İçeride dışarıda emperyal düşmanlık. Saf sinsilik. Beter atmosfer. Kol geziyor karakargalar. En ücralara, en kutsala cirit atıyor leş kargaları. Felaket…
Bu fezlekede fiyatı çok pahalı bir edinimdir tecrübe. Sanki su kulesinden daha yükseğe su pompalamak gibi hiç olmaz bir şeydir. En olanaksız sayılanların bile başa geçtiği tanıklık ve sanıklıktır belki de. Bazen sanılanın yakın ötesinde umulmadık fiyaskodur tecrübe. Duy priz misali ederi, bedeli pahalıya mal olacak çarpılmadır tecrübe. Ne biçim olsa da, yine en makul çıkış yolunu keşiftir tecrübe…
Tabi us sus harmanında, mantık işletilebilirse. Çünkü ters basınçlı fikir fışkırmasının tıkandığı anlık zaman diliminde, çelikten duvar yıkılır, tel örgü hortum bile patlar. Ve şu garip memleket ortamında canla başla kurulan mekanizma mahvolur.
Fikri sabit davranmadan filan feşmekân derken bir görülür ki karakarga ucuz kahramanlık perdesini delme peşinde. İşte o andan itibaren yatları maviliklere sürmek yerlerde sürünür. Ve evreka…
Memleket hali, meleklere dahi meleke kaybı. Durduk yerde fütursuzca fiyasko. Hain kalkışma, lain girişim…
Fiyasko fistan fılatınca en eşsiz ve olağanüstü farz edilenler faz kaybına uğrar. Metalik iletkenlik etkisini kaybeder. Fatura kabarır. Kabına sığmazlıkla, kolayca başlatılan acı tecrübeden ders çıkarmamak babında her şey bayatlar. Ve gakguklara aldırmayan karakarga yakalayıcısı deneysel işe koyulur.
Karakarga yakalayıcılığı çok basit iştir. Ampirik yöntemlerle icra edilir. Termal titreşimleri, etkileşimli gösterimi görerek. Göz kararınca, kalp kapakçığı kaçak kanı durduramadıkça bir eksik bir fazla ne fark eder düsturuyla...
Karakargalar genellikle karaçalılıklara konuşlanır. Uzun ama boş yaşamanın kirli tecrübesiyle taklitlere aldanır. Yaşam realitesine aldırmadan da emanet yolda önüne çıkanı aldar. Tüm fütursuzluğuyla çalılıklar arasında saklanıp imansızlaşır. Beyaz lora dadanır. Asla kata iyi niyet gözetmeden imkânsızı imlemek başta çok rahattır. Ancak işler kısa sürede karışır. Ve dikkat kaybına kapılırlar.
Tecrübeyle sabit gelip geçici bir heves, nesepsiz fiillere dolandığından apansız yakalanmalar ise an meselesidir. Sekter ileti, sekunder itiraf can simidi gibi yetişmiştir. Yani karga tulumba daldan aşağı şaplağı atılmıştır. Ve Karakarga yakalayıcısı, uzak yakın demeden tüm karaçalılıkları pürdikkat süzer. Karaltılı izleri sürer. Sessizce gözlemler. Bu arada okkalı gakgukları dinler görünür. Meselesi binlerce karga içinden rahat olduğunu zanneden karakargayı mimlemektir. Ve mimler.
Karakarganın hiç de yaratıcı olmayan kandırıcı sinyallerini, sahibinin sesinden ürkütücü bağırışlarını, ablak apartma çağrılarını dikkatle didikler. Ve karakarga yakalayıcısı etrafını saygısızca sarmalayan karanlığın içinden sıyrılır. Vakti zamanı geldiğinde ise son darbeyi vurur. Vuslata tek bir şey yeterlidir. Vurucu hamle öncesi iyice dikkat dağıtmak…
Dikkati dağıtmak şarttır. Çünkü dikkati dağılan karakarga her zamanki gibi havalanayım derken, gölgesi göğü delen çalılıklara takılır. Aklı delinir, kanadı incinir, gagası kanar. Boş boşuna çırpınır. Arsızca tecrübelenen, sözde zevkli meşgalelerin uyuşukluğu ile zembereği de kırılır.
İşte o an karakarga yakalayıcısının uzun süre beklediği andır. Bellek anayolu izler. Elindeki kara pelerini kara çalılığın üzerine fırlatır. Gözüpek atılır ve karakargayı istim üzerinde yakalar…
Çalakalem çapsız karakarga tecrübesi, ucuz fiyatlı bir tecrübedir. Hislere tercümanlık ise çok pahalı. Hayatın çalınan değeri, ederi ise fiyasko. Fi tarihinden beri ayni kapan. Yani kapanın elinde kalmaz fildişi mızıka. Kimin hangi melodiyi üfleyeceği de bellidir. Yani karakarga yakalayıcısının, asra çığ gibi düşen tecrübelerden çıkardığı ders umulası derecede işe yarar. Çünkü geciken tanıklık ve ufukta beliren sanıklık en ufak ayrıntılarda gizlidir.
Sır küpüne depili her şeyi kara karanlıkta bile çok net görür karakarga yakalayıcısı. Hayat kapısını sürgüleyenleri de. O yüzden karakarga sürüsüne rastgele taş fırlatmaz. Karakarganın bir anlık gafletinin faturasıdır beklediği. Bu elektronik fatura çok pahalıya patlasa da gocunmaz.
Gocunmaz çünkü hiçbir şeyin kıymeti harbiyesi kalmamıştır. Ve karakarga yakalayıcısı dikkati dağılan karganın ödünü patlatır, özünü dinler, sözünü tutar. Ta ki…
Dört bir yan ateş. Ateş çemberi. Sıcak savaş arifesi. Memleketin hali perperişan. Artan geçim, muallak seçim ve zil-nice fiyat ayarlamaları. İçeride dışarıda emperyal düşmanlık. Saf sinsilik. Beter atmosfer. Kol geziyor karakargalar. En ücralara, en kutsala cirit atıyor leş kargaları. Felaket…
Bu fezlekede fiyatı çok pahalı bir edinimdir tecrübe. Sanki su kulesinden daha yükseğe su pompalamak gibi hiç olmaz bir şeydir. En olanaksız sayılanların bile başa geçtiği tanıklık ve sanıklıktır belki de. Bazen sanılanın yakın ötesinde umulmadık fiyaskodur tecrübe. Duy priz misali ederi, bedeli pahalıya mal olacak çarpılmadır tecrübe. Ne biçim olsa da, yine en makul çıkış yolunu keşiftir tecrübe…
Tabi us sus harmanında, mantık işletilebilirse. Çünkü ters basınçlı fikir fışkırmasının tıkandığı anlık zaman diliminde, çelikten duvar yıkılır, tel örgü hortum bile patlar. Ve şu garip memleket ortamında canla başla kurulan mekanizma mahvolur.
Fikri sabit davranmadan filan feşmekân derken bir görülür ki karakarga ucuz kahramanlık perdesini delme peşinde. İşte o andan itibaren yatları maviliklere sürmek yerlerde sürünür. Ve evreka…
Memleket hali, meleklere dahi meleke kaybı. Durduk yerde fütursuzca fiyasko. Hain kalkışma, lain girişim…
Fiyasko fistan fılatınca en eşsiz ve olağanüstü farz edilenler faz kaybına uğrar. Metalik iletkenlik etkisini kaybeder. Fatura kabarır. Kabına sığmazlıkla, kolayca başlatılan acı tecrübeden ders çıkarmamak babında her şey bayatlar. Ve gakguklara aldırmayan karakarga yakalayıcısı deneysel işe koyulur.
Karakarga yakalayıcılığı çok basit iştir. Ampirik yöntemlerle icra edilir. Termal titreşimleri, etkileşimli gösterimi görerek. Göz kararınca, kalp kapakçığı kaçak kanı durduramadıkça bir eksik bir fazla ne fark eder düsturuyla...
Karakargalar genellikle karaçalılıklara konuşlanır. Uzun ama boş yaşamanın kirli tecrübesiyle taklitlere aldanır. Yaşam realitesine aldırmadan da emanet yolda önüne çıkanı aldar. Tüm fütursuzluğuyla çalılıklar arasında saklanıp imansızlaşır. Beyaz lora dadanır. Asla kata iyi niyet gözetmeden imkânsızı imlemek başta çok rahattır. Ancak işler kısa sürede karışır. Ve dikkat kaybına kapılırlar.
Tecrübeyle sabit gelip geçici bir heves, nesepsiz fiillere dolandığından apansız yakalanmalar ise an meselesidir. Sekter ileti, sekunder itiraf can simidi gibi yetişmiştir. Yani karga tulumba daldan aşağı şaplağı atılmıştır. Ve Karakarga yakalayıcısı, uzak yakın demeden tüm karaçalılıkları pürdikkat süzer. Karaltılı izleri sürer. Sessizce gözlemler. Bu arada okkalı gakgukları dinler görünür. Meselesi binlerce karga içinden rahat olduğunu zanneden karakargayı mimlemektir. Ve mimler.
Karakarganın hiç de yaratıcı olmayan kandırıcı sinyallerini, sahibinin sesinden ürkütücü bağırışlarını, ablak apartma çağrılarını dikkatle didikler. Ve karakarga yakalayıcısı etrafını saygısızca sarmalayan karanlığın içinden sıyrılır. Vakti zamanı geldiğinde ise son darbeyi vurur. Vuslata tek bir şey yeterlidir. Vurucu hamle öncesi iyice dikkat dağıtmak…
Dikkati dağıtmak şarttır. Çünkü dikkati dağılan karakarga her zamanki gibi havalanayım derken, gölgesi göğü delen çalılıklara takılır. Aklı delinir, kanadı incinir, gagası kanar. Boş boşuna çırpınır. Arsızca tecrübelenen, sözde zevkli meşgalelerin uyuşukluğu ile zembereği de kırılır.
İşte o an karakarga yakalayıcısının uzun süre beklediği andır. Bellek anayolu izler. Elindeki kara pelerini kara çalılığın üzerine fırlatır. Gözüpek atılır ve karakargayı istim üzerinde yakalar…
Çalakalem çapsız karakarga tecrübesi, ucuz fiyatlı bir tecrübedir. Hislere tercümanlık ise çok pahalı. Hayatın çalınan değeri, ederi ise fiyasko. Fi tarihinden beri ayni kapan. Yani kapanın elinde kalmaz fildişi mızıka. Kimin hangi melodiyi üfleyeceği de bellidir. Yani karakarga yakalayıcısının, asra çığ gibi düşen tecrübelerden çıkardığı ders umulası derecede işe yarar. Çünkü geciken tanıklık ve ufukta beliren sanıklık en ufak ayrıntılarda gizlidir.
Sır küpüne depili her şeyi kara karanlıkta bile çok net görür karakarga yakalayıcısı. Hayat kapısını sürgüleyenleri de. O yüzden karakarga sürüsüne rastgele taş fırlatmaz. Karakarganın bir anlık gafletinin faturasıdır beklediği. Bu elektronik fatura çok pahalıya patlasa da gocunmaz.
Gocunmaz çünkü hiçbir şeyin kıymeti harbiyesi kalmamıştır. Ve karakarga yakalayıcısı dikkati dağılan karganın ödünü patlatır, özünü dinler, sözünü tutar. Ta ki…
KURBAĞA AVLAMAK...
Hayat, hidrolik prensiplerle işleyen ve işleten bir düzenektir. Yönünde
akan suyu tersine döndüren bir enerji, direnmesi ve katlanılması zor bir mecburiyettir.
Neredeyse bilinç kaybıdır.
Öyle bir kayıptır ki bu, sanki zihni ve şehri ikiye bölen bulanık nehirde
kurbağa avlamaktır...
Erkenden elde bir sırık, ucunda olta ve kurbağalık yem. İthal ihtiraslı
kurbağaların vazgeçemeyeceği bir manzara. Maraza çıkarmadan oltayı sakince
sallamak yeter. Ayrıca beliren ve delirten sığlıkta boş kancaya takılacak, aklı
tutulmuş, aklı takılmış kurbağanın dünyasına dalmaktır mahirlik.
Avlanacağı hissine aldırmadan, cazibeli yemi tatmaya aldanan kurbağanın
önce kantaşı gözleri büyür büyür ve kanlanır. Kancanın ucundakine dikkat
kesilir. Cüssesi iki katına, şişinmesi sıfırın altına iner. Sanki kedi kaplana
dönüşür. Kara kurbağa bir, iki, üç zıplar. Zırlatır delirir. Ortadan ikiye
yarılmadan evvel, ortaklaşa amansız bir mücadeleye girişir. Ete kemiğe kolayca
saplanır kancanın ucundaki ile buluşmak için tam hazır hale gelir. Veya
geldiğini hissettiğinde içgüdüsel ama arsızca son kez zıplar. hızla. Zıplar ve
kancanın ucundakini havada, karada kapar. Kaparlar. Kapanır perde...
Öyle kara kurbalar vardır ki yalandan taparlar. Tapınırlar. Secdeleri nehir
kıyısıdır...
Nehrin iki yakasında harap, viran varlık kaybı yaşansa da kurbağalara her
şey mutlu sondur. Veya kahırlı sonsuzluk....
Hayat işte. Kurbağa avlamak için en şaşmaz, ciğer sökülse de sekmez yöntem
budur. Sadece deneysel tekrarlar. Sabırla yağ kandilli sondaj. Sona yakın
kıstırılan kurbağalar, uzun misinanın en ucunda sallanır. Etekler zil çalar.
Kara kurbağa da tükenmişlik sendromu ve depresyon. Okul çocuklarına biyoloji
deneyi kurbağaların cansızlığı. Donukluğu...
Kurbağa avcısı için de ruhsal durum aynıdır. Ama kurbağa dilinden korkan
böcekler gibi davranmaz. Böceklerden çekinenler gibi de. Avcının tek farkı
cesaretidir.
Kurbağa avcıları, bir mucit içgüdüsü ile elde olta takımı, oltanın ucunda
kafa parçalayıcı iğne, gözleri bataklıkta nehir kıyısını kuşatırlar...
Kurbağa avcıları, her kör karanlıkta nehir kıyısında erketeye yatarlar.
Öyle ki, kör karanlıkta kara taşın üzerindeki kapkara kurbağayı görmeden,
görürler. Oltalarına kurbağaya enfes gelecek yemler takar, kokular sürerler. Ve
çapraz parçalanma süreci. Bir anda acı gerçek...
Hayat, boş kafa, kasıt tutkusu ve çapsız inat neticesinde baş dönmesi ve
döndürmesinden ötesidir. İşin aslı parçayı parçaya ekleyerek tabloyu tamamlama
erdemi ve alametidir. Simsiyah bir milin üzerinde masmavi bilya yuvarlamaktır.
Mazi, tıpkı çocukluk heyecanı ve mantar tabancasının ucuna yerleştirilen
minnacık barutun patlamasıdır. Kısır hayat ise çocukluktan kalma beyin altıdır.
Oysa kuyruksuz kükreyenleri, bir punduna getirip sığ yerlerde kurbağa
avcılığıdır hayat.
Çünkü kara kurbağa batalıkta sadece yol bulmaya konsantredir. Sinek ve
böcek. Hayal meyal hayata bayağı bakıştır. Vasıfsızlığın ve insafsızlığın
kabataslak çizimidir. Ve detaylarda boğulduğunda zokayı yutar. Piksiz, pirsiz
plakasız, robot kontrolsüzlüğü ise kurbağa avcılarına malzemedir. Zaten içi
dışına çıkarılan hayatın veya hayatta soluksuz kalmanın, bulanık mehtaba tatlı
yankısı vurduğunda güneş batar. Ve av ve avcılık söylemi, keskin kenarlı
karakter bunalımı çerçevesinde fiilen, somut cereyan eder.
İşte bu cereyandır, gelip şehri ikiye
bölen nehri kurutacak olan. Nehrin iki kıyısındaki kurbağaları da çarpan...
TUTUNAK...
Belki de bizim hiç korkmadığımız, en çok korktuğumuz şeylerdi. Veya en çok
korktuğumuz da hiç korkmadığımız...
Görülen işkenceler, ezilmeler, kırımlar ve kanamalar. Damlayan bir musluk
kadar tedirgin etmedi hiçbirimizi. Enkaz altında kalmalar, puslu bir havada
vurulmalar, kesif bir kazaya kurban gitmeler bile...
Elbette ölümden korkmak ayıp değil.
Korkma da geç günlerinde de. Yiğitliğin tam izahı tutunamayanlar.
Her yapay tutanakta geçen, her kararlı önsöz ile biten son bize ait.
Yaşanmışlıklar, hangi serüvenin bir parçasıysa yaşandı. Gitti. Anlamadan.
Yaşadık ve geçtik...
Anlamak gerek, amansız tanıkları, yüzü tanıdık gelenleri. Bilmek. Bilmek
gecikmişken hayata, geleceği. Hayatın içinden, papirüs bakışlı varoluşları. Ve
yön buluş hikayesini. Anlatılmak istenen devrim ve sosyalizm kavgasını. Gündeme
düşen tutunamayanların gerçeğini. El yazısı çok güzel çocukların sevdası ve
sahnesini.
Engin enstitü tutkusu, akademi yorgunluğunu. Emek ve sistemin öteki yüzünü.
Maskı maskesi olmayan, geleceği çalınan çocukların özel baskılı pozitivist
manifestolarını. Ve sonun başlangıcını. Kar mavisi kuytularda sıcak kalplerin
icrasını. İcmali tutanaklara geçmiş fevkalâdeliği. Ve fedakarlığı.
Bildiğimiz, korktuğumuz veya hiç korkmadığımız düellolar. Göğüs göğüse
siper çatışmalarının torunlarından kalan cesaret.
Üniformalı lüks otel kapıcısından bile çekinen, korkutulan babaların
evlatlarıyız. Ama hiçbirşeyden hiç korkmadık. En çok korktuğumuz şeylerden
bile. Tutanaklara adımız korkusuz geçsin diye haykırdık. Her birimiz devrim
zamanının sünepe sünger kıvamlı katiplerine. Çübkü korkusuzluk Atadan emanet.
Tutanaklara geçen sahtekarlıklarla, tutunak merkezleri bile korkutamadı
bizi. Hiçbirimizi. Tutunamayanları.
Yakasından tuttuğunu rihter ölçekli silkeleyenler. Altın sikkelere tanezzül
etmeyenler. Biz...
Ayakta ölenler, o kuşağın yitikleri. Emanetin bekçileri. Biz...
Belki de bizim korktuğumuzu, korkutulabileceğimizi düşünenler asıl
korkaklar. Boş gözlerle cesaret dilenen, ciddiyet bekleyenler de onlar.
Harbiden çok ciddiyiz...
Belki de en korkmadığımız şey en çok korktuklarımızdı. En korktuğumuz
şeylerde büyük korkusuzluğumuz. Asılsız, tumturaklı yakıştırılan tutanaklar
değil. Korkumuz tumturaklı tutkular...
Tut ki, taş duvarlara ölümden hariç her şeyi yazmışız. Belki de bir o sebepten
tutunduk hayata. Deli gibi. Onca akıllılığımıza rağmen...
CEZALANDIRICI...
Öyle bir an gelirki; sinirler dikilir, tavırlar sertleşir. Elden geldiğince
uysal kalınsa da zamanla söylenen ağır sözler asla unutulmaz. Yapılanlar da.
Ateş sarmış hudutlarda sindirme operasyonları da...
Gün olur cezalandırıcıların beklediği an gelir. İşlem başlar. Aslında
kesilen ceza mıdır? Mükafat mıdır? Tartışılır. Anlaşılmaz rahatlıkla sırt
sıvazlayanların, akıl tartan kusursuzluğu biter. Acı gerçek gözler önüne
serilir. Hep aynı hikayedir oysa. Hep aynı
sözlerdir. Ağızlarda dolaşan. Yalan yanlış. Yaradılış üzerine kurgulanmış son
çırpınışlar da çare olmaz. Cezalandırıcı en derin örneklerle işine koyulur...
Geçmişte yaşananların karanlıkta
kalacağını, hatırlanmayacağını sanmak da büyük yanılgıdır. Diğer yandan
sırlarla desteklenir ceza. Belgeli belgesiz başlar ve belgelerin ifşası ile
derinleşir muhasebe. Hiçbir şey durduk yerde gündeme gelmeyeceğine göre,
geçmişte verilen ve çekilen fotoğrafların getirisinden yararlanılır.
Dibi delinen takalara katlanmak gerekir...
Tarihe mal olmuş gerçekleri çarpıtarak yanlışlar bir süre daha sürebilir.
Keyif alabilirler. Ancak dikkate değer görülmeyen her şeyi Cezalandırıcı ya
görür, ya da gözünde büyütür. ve dikkatle izler, her izi dikkate alır...
Yani vakti zamanındaki saygınlık ve her etki gün olur kaybedilir. Yansıması
bugüne ve yarınlara vurur. Sinirsel taşkınlık ve ikaz boyutunda...
Yeni ilişkilerin ve ilişkilendirmeler temelinde çürür şöhret. İlk başta hiç
akla gelmez denilenler, vurgulanması uzak ihtimal görülenler, sıradışı
sanıklar, toptan unutuldu sanılanlar, bir bir ortaya serilir. İş tersine döner.
Bütün operasyonel taktikler, karşılıklı denenir.
Tarihin karanlık koridorlarında kalmışlar ve kalması gerekenler, şövalye
ruhu ile kalkanları döver. Yankısı tuhaf bir şekilde odaklanılan konular,
tarifler bir çarmıha geriliş vakası biçiminde atışmalar, Cezalandırıcının da
işini kolaylaştırır. Öyle çok yeni tartışma yaratacak bir çok konu umulmadık
performanslar ve dosyalı teşvikler geleceğe taşır ağır sözleri. İthamlar,
ateşli tehditler, ve sindirme tahkimleri eşyanın tabiatına aykırı yeni durumu
da tesciller.
Yani yine haklı çıkan cezalandırıcı olur....
Ama herkes birbirine ceza kestiği için yumuşak bir üslup tskınarak özgüven
sergilenir. Baştan yazılmış ancak fazlasıyla haddini aşanlar yüzünden hayat
durur. Bundan sonrası için öyle bir an gelirki, hayatın içinde kalmak iyice
zorlaşır.
Çünkü bu nitelik kaybı bir adım öteye götürmez. Götürse de cezalandırıcı
yol gözler...
Devrimci Terörist...
Ulusal Kurtuluş savaşları vardır, başlayıp bitmeyen. Çağlar boyu süren. En
üst düzeyde kabul edilen ve hak edilen. Bizzat ateş yutanların kutlu isyanı...
Arsız işgallere ve sömürüye direniş. Can siperane karşı duruş. Sonra
gençliğe emanet bir ülke. Tam bağımsız. Yeni bir toplum düzeni.
Mandaya boyunduruk. Yani yedi düvele
unutulmaz ders. Vatan ve yurttaşlık armağanı. Ve sonra milli yerli ile gerisin
geriye bir kurgu. Devlete kurmaca işleyiş. Lafta hür dünya temsilciliği. Bölge
liderliği. Emperyalist organizasyonlara parça başı iş üretimi. Bağımlı devlet
politikası. Muhalefete ise isyan.
Memleket sevdası, vatanseverlik ve mücadele. Sömürüye sömürmeye öfke. Derin
dalga. Devrim dalgası, eşittir devrimci terörizm. Bu memleketin hep örnek
alınan devrimcilerine asılan yafta ise devrimci terörist.
Emir büyük yerden; "Bu memleketin polisi vardır. Jandarması vardır.
Ordusu vardır. Harbiyesi vardır. Demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle,
taşla, sopa ve silahla. Nesi varsa onunla. Kendi eserini koruyacaktır. Polis
gelecektir. Asıl suçluları bırakıp suçlu diye onu yakalayacaktır. Gelen polis,
henüz inkılap ve cumhuriyetin polisi değildir diye düşünecek. Fakat asla
yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecek. Onu hapse atacaktır..."
Bozulan düzeni reddediş mantığı eşittir, devrimciliktir...
Coğrafyalarda memleketler yanıyor. Devletler yıkılıyor tek tek. Ateş
altında yeryüzü. Elbette böyle gitmez. Devrim kahramanı olmak aynı zamanda
devrimci terörist olmakla eşdeğer. Ne yazık ki böyle...
Oysa devrimcilerin kitabında, terörizm yoktur. Edebiyat, sanat, felsefe ve
bilim vardır. Ulusal Devrim mücadelesi vardır. Başlanıp yarım kalanı bitirmek
vardır. Çağlar Boyu tamamlanmayı bekleyeni tamamlayan, tarihin ayrıcalıklı
davrandığı insanlar vardır. Devrimciler, devrimci terörist sayılanlar vardır.
Tüm bu saygısızların topu populist. Yaptıkları popülist saldırı. Polemik.
Karşı devrimcilik. Düşüncesizlik ve yıkıcı hareket. Yıkıcı faaliyet.
Ulusal Kurtuluş savaşları sonrası ulusal devrimler vardır. Devrimci
kurumlar kurularak, halkla buluşturulan. Hayranlık uyandırıcı. Kitlelerin
yararına toplumu da değiştiren. Kendine özgü. Evrensel bir proje. Devrimi
simgeleyen. Devrimci yolun yolcularının inandığı.
Otuz yıldan beri devrimci terörist denilerek, devrimciler siyasetin dışına
bırakıldı. Toplum dışı sayıldı. Devrim inancı emperyal ve feodal yapıların
uzantıları ile yok edildi.
Oysa ulusların kendi kaderlerini tayin ettikleri ulusal Kurtuluş savaşları
vardır.
Devrimci teröristlerin de örnek aldığı.
KARAKARGA
YAKALAYICISI…
Dört bir yan ateş. Ateş çemberi.
Sıcak savaş arifesi. Memleketin hali perperişan. Artan geçim, muallak seçim ve zil-nice
fiyat ayarlamaları. İçeride dışarıda emperyal düşmanlık. Saf sinsilik. Beter
atmosfer. Kol geziyor karakargalar. En ücralara, en kutsala cirit atıyor leş
kargaları. Felaket…
Bu fezlekede fiyatı çok pahalı bir edinimdir
tecrübe. Sanki su kulesinden daha yükseğe su pompalamak gibi hiç olmaz bir şeydir.
En olanaksız sayılanların bile başa geçtiği tanıklık ve sanıklıktır belki de. Bazen
sanılanın yakın ötesinde umulmadık fiyaskodur tecrübe. Duy priz misali ederi,
bedeli pahalıya mal olacak çarpılmadır tecrübe. Ne biçim olsa da, yine en makul
çıkış yolunu keşiftir tecrübe…
Tabi us sus harmanında, mantık işletilebilirse.
Çünkü ters basınçlı fikir fışkırmasının tıkandığı anlık zaman diliminde, çelikten
duvar yıkılır, tel örgü hortum bile patlar. Ve şu garip memleket ortamında canla
başla kurulan mekanizma mahvolur.
Fikri sabit davranmadan filan feşmekân
derken bir görülür ki karakarga ucuz kahramanlık perdesini delme peşinde. İşte
o andan itibaren yatları maviliklere sürmek yerlerde sürünür. Ve evreka…
Memleket hali, meleklere dahi meleke
kaybı. Durduk yerde fütursuzca fiyasko. Hain kalkışma, lain girişim…
Fiyasko fistan fılatınca en eşsiz
ve olağanüstü farz edilenler faz kaybına uğrar. Metalik iletkenlik etkisini
kaybeder. Fatura kabarır. Kabına sığmazlıkla, kolayca başlatılan acı tecrübeden
ders çıkarmamak babında her şey bayatlar. Ve gakguklara aldırmayan karakarga
yakalayıcısı deneysel işe koyulur.
Karakarga yakalayıcılığı çok basit iştir.
Ampirik yöntemlerle icra edilir. Termal titreşimleri, etkileşimli gösterimi
görerek. Göz kararınca, kalp kapakçığı kaçak kanı durduramadıkça bir eksik bir fazla
ne fark eder düsturuyla...
Karakargalar genellikle karaçalılıklara
konuşlanır. Uzun ama boş yaşamanın kirli tecrübesiyle taklitlere aldanır. Yaşam
realitesine aldırmadan da emanet yolda önüne çıkanı aldar. Tüm fütursuzluğuyla
çalılıklar arasında saklanıp imansızlaşır. Beyaz lora dadanır. Asla kata iyi
niyet gözetmeden imkânsızı imlemek başta çok rahattır. Ancak işler kısa sürede
karışır. Ve dikkat kaybına kapılırlar.
Tecrübeyle sabit gelip geçici bir
heves, nesepsiz fiillere dolandığından apansız yakalanmalar ise an meselesidir.
Sekter ileti, sekunder itiraf can simidi gibi yetişmiştir. Yani karga tulumba
daldan aşağı şaplağı atılmıştır. Ve Karakarga yakalayıcısı, uzak yakın demeden
tüm karaçalılıkları pürdikkat süzer. Karaltılı izleri sürer. Sessizce gözlemler.
Bu arada okkalı gakgukları dinler görünür. Meselesi binlerce karga içinden
rahat olduğunu zanneden karakargayı mimlemektir. Ve mimler.
Karakarganın hiç de yaratıcı olmayan
kandırıcı sinyallerini, sahibinin sesinden ürkütücü bağırışlarını, ablak apartma
çağrılarını dikkatle didikler. Ve karakarga yakalayıcısı etrafını saygısızca sarmalayan
karanlığın içinden sıyrılır. Vakti zamanı geldiğinde ise son darbeyi vurur.
Vuslata tek bir şey yeterlidir. Vurucu hamle öncesi iyice dikkat dağıtmak…
Dikkati dağıtmak şarttır. Çünkü
dikkati dağılan karakarga her zamanki gibi havalanayım derken, gölgesi göğü
delen çalılıklara takılır. Aklı delinir, kanadı incinir, gagası kanar. Boş boşuna
çırpınır. Arsızca tecrübelenen, sözde zevkli meşgalelerin uyuşukluğu ile
zembereği de kırılır.
İşte o an karakarga yakalayıcısının
uzun süre beklediği andır. Bellek anayolu izler. Elindeki kara pelerini kara
çalılığın üzerine fırlatır. Gözüpek atılır ve karakargayı istim üzerinde yakalar…
Çalakalem çapsız karakarga tecrübesi,
ucuz fiyatlı bir tecrübedir. Hislere tercümanlık ise çok pahalı. Hayatın
çalınan değeri, ederi ise fiyasko. Fi tarihinden beri ayni kapan. Yani kapanın
elinde kalmaz fildişi mızıka. Kimin hangi melodiyi üfleyeceği de bellidir. Yani
karakarga yakalayıcısının, asra çığ gibi düşen tecrübelerden çıkardığı ders
umulası derecede işe yarar. Çünkü geciken tanıklık ve ufukta beliren sanıklık
en ufak ayrıntılarda gizlidir.
Sır küpüne depili her şeyi kara karanlıkta
bile çok net görür karakarga yakalayıcısı. Hayat kapısını sürgüleyenleri de. O
yüzden karakarga sürüsüne rastgele taş fırlatmaz. Karakarganın bir anlık
gafletinin faturasıdır beklediği. Bu elektronik fatura çok pahalıya patlasa da
gocunmaz.
Gocunmaz çünkü hiçbir şeyin kıymeti
harbiyesi kalmamıştır. Ve karakarga yakalayıcısı dikkati dağılan karganın ödünü
patlatır, özünü dinler, sözünü tutar. Ta ki…
KURBAĞA AVLAMAK
Hayat hidrolik prensipler bir düzenek
akan suyu tersine döndüren bir enerji direnmesi zor bir mecburiyet neredeyse
pirinç kaybıdır kaybı ve sanki şehri ikiye bölen Bulanık Nehir de gruba ayrılır
eldeyken Bir sırık ucunda olta ve balık yeme ihtiraslı kurbağaların
vazgeçemeyeceği bir manzara sallamak yeter beliren sağlıkta boş kankaya
takılacak aklı tutulmuş haklı takılmış kurbağanın gözleri önce büyür büyür ve
kanlanır listesi iki katına şişkinliği şey yani kedi kaplana dönüşür gibi
kurbağa 123 sırtlar delirir ortaya amansız bir mücadeleye girişir Kanca'nın
ucundaki ile buluşmak için kurbağa tam hazır hale geldiğini içgüdüsel
hissettiğinde son kez hızlısı var zıplar kancanın ucuna havada kaparlar
mutlusun Hayat işte kuru bağlamak için Şaşmaz yöntem budur deneysel tekrarlar
kıskançlıktan Baran kurbağaları uzun misin En ucunda sallamaya etekler
Tükenmişlik sendromu ve depresyon kurbağa Avcıları içinde ruhsal durum aynıdır
ama kurbağa dilinden korkan börekler gibi davranmazlar Tek fark cesaretleri dir
kurbağa Avcıları bir mucit içgüdüsü ile evde olta takımı oltanın ucunda kafa
parçalayıcı yine kör karanlıkta Nehir kıyısında erketeye yatarlar Öyle ki kör
karanlıkta Karataş'ın üzerindeki kapkara korumayı görmeden görürler ortalarında
kurbağaya enfes gelecek kokular sürerler ve çapraz parçalanma bir anda
gerçekleşir Hayat boş kafa küstün Tutkusu ve çapsızlık baş döndürmesi nden
ötesidir Aslında parçayı parçayı ekleyerek tabloyu tamamlama Erdem'i ve
aletidir simsiyah birbirinin üzerinde Mantar tabancasının ucuna yerleştirilen
minnacık buradan barutun patlaması Iğdır Hayat çocukluktan kalma beyin altıdır
kuyruksuz Kükreyen leri punduna getirip sığmıyor yerde kurbağa avcılığı hayat
kurbağa yolunu bulmaya konsantre gir sinek ve hayal meyal hayata bakış Iğdır
vasıfsız kabataslak detaylarda bolduan zekayı zokayı yutar plakasız robot
kontrolsüzlüğü ile kurbağa hocalarına yem olur hayatım veya hayatta soluksuz
kalmanın en Merhaba tatlı boğan ve bu av ve avcılık söylemeni keskin kenarlı
karakter bunalımının somut cereyan eder işte Hoca yarayan gelir şehri ikiye
bölen nehrin kıyısındaki kurbağaları çarpan
Devrim
Objektif
şartları olursa da devrimci insiyatif olmayınca devrim gerçekleşemez devrim.
Tırnak halkın devrimci girişimidir. Alttan yukarıya şekillenir, mevcut, devlet
mekanizmasına karşı koyuş ve iktidarı ele geçirmesi iktidar gücüyle yukarıdan
aşağıya da ileri bir üretim düzeninin ve sosyal statünün örgütlenmesi tırnak
Devrim tırnak kendi politik hegemonyasını kurma Datça kendi iktidarlarını uygun
alet yapı düzeneklerinin gerçekleştiremedik ve tırnak devrimleri sürekli kanaması yeryüzü toplumsal Devrim çağında yaşamaktaydı
Çünkü ekranına ve öğretim modelleri altüst olmuştur siyasi ve hukuki dini ve
felsefi açıdan bir çöküş yaşanmaktadır çatışma bilinci ile güçlenen ideolojiler
üretim gücünü ve olanaklarını ele geçirmiştir tüm bunlar yeni bir sosyal
şekillenmeye de mecburi kılmaktadır kendine özgü işlemi ile tırnak üretici
güçlerin gelişmesi sonucu güçlenme ler Aslında gelişmenin önünden geldi
engelleyen niteliğe bölünmedir tırnak hal böyle olunca formülasyon Devrim
toplumsal Devrim çağında halkın devrimci girişimi yönlendirmesi dir tarihin
zorunlu boyutudur. Devrimci borandır. Çünkü tırnak Kişiler kendi tercihlerini
kendileri yaparlar. Tırnak devrimleri tırnak art niyetli kışkırtıcı ların ürünü
imiş gibi gösteren batıl inanç tırnak artık zaman geçmiş gibi görünse de hala
canlıdır delidir. Oysa devrimlerin olduğu her yerde mevcut düzenin
karşılayamadığı veya karşılamak istemediği sosyal ihtiyaçlar yüzünden olduğu
bir gerçektir. Ihtiyaç açığa çıktıkça sosyal patlamalar sosyolojik temele
dayanan devrimleri de doğurur. Tarihsel zorunluluk en doğru referanstır.
Siyasal sistemler sürekli değişmedikçe daima oligarşi oligarşi devletin anlık
dolar tiranlığı da Elinde sonunda demokrasi takip eder Yani hep Yanlış
noktasına dönülür süreç Sil Baştan yaşanır değişmeyen bu tarihsel zorunluluk
Devrim sürecidir. Asıl hakikat Devrim ve devrimci girişim nelerdir? Tarihi
ilerleten de devrimler dir. Tarihin boşluk ve yokluk evrelerinde özgürlüğü somutla
yan isyanlar devrimci insiyatifine seridir. Objektif şartların olgunlaştığı an
reformist söylemlerin sıralanmıştır. Han Devri malıdır. Gidişattan endişenin
tavan yaptığı andırman artık müdahaleler ile durdurulan mayacak sessiz
çoğunluğunda Sansürün edemeyeceği bir andır toplumsal tabular yıkılır. İsyan
dönüp noktasına çıkar ve Devrim başlar devrimci politikayı Romanya Politik
egomanyak kurulur.
taş tapınak
dünyanın
taş devrinden kalma ilk tapınak ları bulunduğunda Dinler Tarihi yeniden stilize
edilme gerçeği ile baş başa kalmıştır. Sembol ve tasvirler gücü eline
geçirenlerin insanın doğaya hükmeden bir konuma geçmişini anlatır. Dinler
tarihinin de 0 noktasını tanımlar. Fosil Taşıyan taşlar döneminden bu yana
yeryüzü Keşfedilmemiş ve keşfedilmiş taş tapınaklara ev sahipliği eder. Dünya
Ötesi yaşamları taşlaştıran bir gelenektir. Bu belki de o zamanlara ait olmayan
ilk tapınakların belirtileri ve kedi tarih öncesi Türk
göktaşları bombardımanı dönemlerinden kalma ve kutsallık Gökkuşağı ve şeker
karışımı yaratıklardan çıkmıştık da olabilir. Dönemin gözdesi olma hakkını
veren mahiyette kültürel miras zenginliğidir. Hepsi yan sundurma da taştan bir
Suna kalka açıklamaları doğurgan bir kalabalık dinsel kutlama antik tören
duygusu sehpa üzerinde ise erişim mücevherat ve değerli taşlar taş
tapınaklardan Tanrıya antik medeniyet dinleri Armağan edilir. Dinsel pratikler
içeren taşınabilir değerlerdir. Tanrıya muhtaç kızı vurgu taşır Harris oyun
devamlılığı ise gözetilir. Tümay nerede yani taş tapınakları insanları antik
yükümlülük TV bu antik yükümlülükleri din olarak bilmeden yerine getirme çabası
ise devletlerce sürdürülür. Değişen modellerde dinsel gruplaşma larla Tanrı
proteini ve başkaldırı ya direnir. Veya muhafazakar ulaşarak efsane hikayeler
kutsal sayılarak din içine çekiliriz. Başlangıcı bu hikayeler belirlemiştir.
Tanrıya itaatsizlik bu hikayelere göre değerlendirilmiştir. Taş tapınaklarda
bulunan ve hikaye leştir ile ölen sembollerin dinler tarihine ve güçlendirici
bir rolü vardır. Fazlasıyla neyi temsil ettiği tartışmalı olsa da taşın taşları
çizilip renklendirilmesi ile başlayan tanrısal tasvir yeni din versiyonlarında
kanıtlayıcı olmuştur. Yani dünya taş devrinden beri anıtla şantaj Aks ettirilen
şekillerde tanrıyı aramıştır. Bulamayınca da dinler icat edilmiştir. Taş
tapınaklar geleneksel yaşam içinde fazla değer bulunmasa da din öncüleridir.
Tapınmaya dönük eklerdir. Keşfedilmeyi bekleyen sınırlardır. Her dilde mutlaka
var olan. Ancak fazla önemsenmeyen antik değerlerdir. Belki de dinlere ters
gelen tarih öncesi bir şeylere de işaret ettikleri içindir.
Karne kupon edebiyatı
Kar
yağınca akla düşer mi? Çok şey Dünyanın derinden etkileyen büyük savaş
dönemlerdir. Karta karneye bağlanan günler seferberlik dönemidir. Savaştan geri
durmanın ve ulusal varoluşu devam ettirmenin bedelidir. Kart ve karne Buğday ve
savaş karşıtlığının Bedeli makale de yazılanların Gerçek kişi ve olaylarla
hiçbir ilişkisi yoktur. Varsa da dünyanın her coğrafyasında Benzer yaşanmış bir
hakikattir yıllarca karnı kupon jeton dönemler eleştirildi. Millet o günler ile dövmekle tehdit edildi. Savaş öncesi
ve savaş sonrası eski geçilerek iş ucuz siyasete bağlandı. Oradan siyasetten
bağlanıldı. Peki sonra teneke kutu edebiyatı siyaset Zafer bahçesinden kalma ne
varsa iştah kabartan ne varsa hiç basına iç edildi. Elde birşey kalmayınca.
Ulusal Morale katkı ev ekonomisine darbe geçirdi. Marketten siyasetin marketin
Gali ortada dip noktası kart karne jeton piyon saltanatı sürüyor. Jetonlar plastik
plastik politikacı yapılıyor. Savaş tezgahlanıyor ve seferberlik Muhtemelen
gönüllülük esasına dayanan sefalete yeşil ışık yakıyor. Kutsal amaç etrafında
Birlik alt sosyal konum itibariyle kadrolaşma işin ucundan tutmadan kart kupon
karne ile ödüllendirilmeli ve savaş bağımlılığı sınır dışına yayılmanın ağır
Bedeli kartlarını cuppon destek kendinden görünene kalanlar köstek sorunlardan
kaçınmak dertlerle yüzleşmek içinde habere Savaşı edebiyatı on yıllarca
memlekette sonsuzca aktarılan o zorunluluk dönemleri sorulara yanıt bulunan
ancak ilk konuşmaya referans yapılan sahtekarlık resmen Savaş ekonomisi bugün
ileride anlatıldığında inanılması mümkün olmayan dehşetengiz şeyler yaşıyor ve
daha da yaşanacak Deliler deliliği işaret edecek veya otoriteyi Üstelik
kendinden olmayan milyonlara da destek çiliği kart karne kupon jeton Market
marifetiyle silmeyi hayıflanan Şehit faydalanılan şeye dönüşmüş görünüyor ve
övülüyor. Sanki başa dönme gayreti alamayanların Dört tarafı kuş atılmadan göz
görmez karanlıkta kullandıklarından Medet umması dır bu kartlı karneli tip
Belki de yüksek menfaatleri uğruna devlet kasasından Mother anılarda kalacak
olan ise münasebetsiz asabiyet ve Bol Kepçe dağıtıldığı müsaade edilen kişiye
özel kartlar ve karneler uçuk Bedeli olan kuponlar tahammül edilemez. Haksız
ayrıcalıklar on yıllarca karne ile ekmek kartla kahve kuponla şeker edebiyatı
yapanlar plastik jetonlu bir değişim içinde ve Saltanat peşinde
REKLAM TIME...
Reklamları izliyoruz...
Zeka ve mantık tutarlılığı dışında. Reklam Time.
Genellikle günlük ev idaresi ve dışındaki ekonomiyi belirlemeye dair. Ama değil
her alana her ana sirayet ediyor. Her önüne gelen objeyi kullanmayı bir
yurtseverlik görevi sayan bir mod. Seferberlik dayatmasıyla tüketim.
Seferberliğin açlık, kıtlık ve gelir
uçurumu arasındaki farkı gözetmeyen tarz. Hayatla baş etme seçeneklerini de.
Gözeten bir normda. İzlenen, izletilen. Her şey miktar bazında. Tüketim odaklı.
Öyle ki beğeni çoğaltarak, siyasette de reklam time.
Reklam kuru. Resmen savaş malzemesi. Ekonomik savaş sürümü.
Savaş, sürünme pahasına. Aldanma. Vardan yoğa.
Tükeniş. Tüketim yoğunluklu boğma girişimi.
Tercih edilen mala, pazar yönetimi. Satış kışkırtması.
Acı çığlık. Her türlü rekabet ortamında, egemenler dünyasında stratejik yarış.
En çok kullanılan unsurlardan din siyasallaşması.
Reklam, rekabet kabiliyetini artıran bir organizasyon.
analizi doğru yapıldığında kazandıran. Zeka ve mantık dışı ayakta kalınan bir
dünyada reklam time. Reklamlar dünyası.
Reklamları izlediniz. Şimdi sıra haberlerde repliği.
Türetilmiş yarış. Milli ve yerli mana. Mana gücünü kaybetmişlik. Hayat kaynağı
siyaset odaklı ekonomi. Siyasette de varsa yoksa reklam. Reklamların gücü.
Kutuplaşan, putlaştırılan hayal kahramanları. baştan
belli göz boyama sanatı. Akıl almaz para girdisi. Yazılı görsel reklamlar.
İzliyoruz. İzlettiriyorlar.
Rekabet savaşının canlı canlı seyredilişi. reklama
vasıta tüketilen akıl. Biten zeka. Değişen zevk. Ve çelişen tercihler.
Yaşama dönük mallar üzerinden firmasal saldırı.
Küresel satış. Bölgesel savaş. Ve toplumsal alış. Talebi artıran değme soruluk
filmler. Reklam filmleri...
Amaç çekilen, oynanan, oynatılan filmlerin
izleyicisini artıkmak. hiç artı değer üretmeden reklamlar yoluyla hedef
kitleleri oyalamak. iknalamak. İknacılığı oynamak. Ve iktidar. Hepsi bir bedel
karşılığında. Karşılıklı yürüyen, yürütülen bir senaryo. Politikası sağlam
olsun olmasın aynı mesaj. Ciddi içerik kaybı. Sabun köpüğü nicelik. Niteliksiz
şov. Nitelik dışlaması.
Tek amaç devlet malı deniz. Nicedir reklamlar
izliyoruz. İzlettiriyorlar.
Rekabet beklentilerinin çok ötesinde zayıf ajanslara
tabiilik. Hangi ajansa göz atılsa bir başka reklam. Dozu, tozu aynı. Fos. Sanki
reklamsal bir post. Tahta ulaşma. Yozlaşma. Para tuzağında ölçümlemeler.
primetime başka total başka.
Reklamların özü temelli enikonu milli ve yerli
kargaşası. Afiş böyle afişe olmak başka. Şov time. Rekabeti bitiren de
reklamları gerektirn de. Kısa metrajlı başlayıp uzayan da.
Reklamlar mış, gerçekler bir başka hikaye...
Reklamlar mış, gerçekler bir başka hikaye...
MANTIK
Dünya, verilen emirleri sorgulamaksızın yerine getirenlerin
dünyası olmuş. Bu yolda ısrar ediliyor. Beyinlere hükmeden en acil içgüdü ise
savaşmak. Kayıp göründüğünde ise sıvışmak. Bu atmosferde hiçbir mantıklı sebep
yokken, asla masum olmayan hatalar da yapılabilir…
Geniş kapsamlı bir tarihsel çöküş, birkaç tuşun karakteristik
özelliklerine bağlı. Her şey çok uluslu kartellerin, tröstlerin insafına bırakılmış.
İnsanlıktan çıkmanın ve öz değerleri çürütmesinin neticesi, hayatta kalma
zorluğu. Kime güveneceğini bilmemek ve yalnızlaşma.
Yalnızlaşma
nabızları yükseltince, dünya işleri de karışır…
Yanlış ata binmek ve oynamak da mantık zorlayan
diğer bir etken. O zaman cezalandırılma ve telafi etme güdüsü, ezber bozan
şekilde beyne hükmeder. Ve kalıcı zararlar oluşur. Yanlış da ısrarcılık, mevcut
doğruları ortadan kaldırmaz. Despotik dönem sıkıntıları bastığında ise mantık hiç
işlemez. Sinirler yıpranır. Kısır tartışmaların odağında akıl, tek bir şeye
sabitlenir. Yığınla hataya…
Çivisi çıkmış dünyada, otantik değerler merkezi
otoriteyi de belirler. Asla evrensellikle örtüşmeyen mantık dışı takipçilik
prim yapar. Ve hiç de masum olmayan hatalar belirir. O vakit hataya sebep
aramak hiç gereksizdir. Aradıktan sonra mantığı zorlayan nice sebep bulunur. Tespitler
geniş kapsamlı tahlilleri de gerektirmez. İçgüdüsel yaklaşım yeterlidir.
Çöküş, küstahlaşmaya dönüşen tavrın, tehdidin
tanrısallaştırılması ile belirginleşir. Yani böyle bir durum baş gösterdiyse,
çözülme başlamış demektir. Çok sebepli güven bunalımıdır mantığı zorlayan. Sonrası
peş peşe gelir. Emirleri yerine getirenler bile zorlanır.
Mantığa hükmeden, ruhani akımlar ise yeni
kurtarıcılarını arar…
Sıvışmak ve savaşmak üzerine kurulanan
popülarite dip yapar. Rehberlik biter. Hiçbir şekilde yeniden tapılası
karaktere dönülemez. Deprem vurur. Bina çöker. Çığ düşer. Çok sebep var deyip
talimatlar sıralanır. Ama öyle çokuluslu tutkudur ki piyasaya egemen olan, eleştiriler
kaleye alınmaz.
Zaten kale içerden fethedilmiştir. Ve
kartellerin, tröstlerin insafına kalmıştır her şey. Mantıkdışı ilerleyiş başlamıştır.
İşte bu gerileyişi hiçbir zaman savaş girişimleri de kurtaramaz. Çünkü bir
yerde, çok büyük bir mantık hatası yapılmıştır.
Öyle ki karşılaşılacak kalıcı yenilgi telafi edilemez
safhadadır. Yalnız yalnızlaşmayı beyne yükler.
Ve geç de olsa, mantık zar zor işlemeye başlar…
ZEKA
Dünyayı yönetenler de eksik zekâ ve erdem çıkmazı furyası. Varı
yoğu, işin gerçeği efendilere hizmet. Sonrası ise uzun yalnızlık. Yaşamın
tekdüzeliği ve yalnızlık. Fazla üzülmeye gelmez. Yıldızlara yazılı bir görevdir,
bunca sıradanlaşma. Yaşama sızan ise ağır mahkûmiyettir…
Zekâ, düşünme ve akıl yürütmeyi bilme kabiliyetidir. Zekilik
ise nesnel gerçekleri görme, algılama ve yargılama hâkimiyeti. Kabiliyet ve hâkimiyetten
uzaklaşılmış bir dünya. Ve dünya liderliği…
Zeki insanlar dirayetli tavır gösterebilirler ve yaşamdan sonuç çıkarabilirler. Yani
objektif bakarak çok görülen ama anlaşılamayan noktalar ancak zekâ ile
çözebilir. Zihnini tümüyle amacına uygun kullananlar, toplumsal belleği
oluşturanlardır. Sosyal hafıza da onlardır. Yanılmazlar…
Dünyayı yönetemedikleri gibi yönettirenler de
onlardır. Çünkü zihin gücüyle, yönetim gücü tersine işleyen bir mekanizmadır.
Fazla vasat veya zekâlılar yönetenlerin işine gelmez. O nedenle siyaset, zekâ
derecesi ile oynayan algısal metotlara sarılır. İdrak düzeyi düşürüldükçe de
idari işler kolaylaşır.
Çünkü yeterli zekâ sahipleri, her yapılandan
malumat ve haber beklentisi içinde olurlar. Zekâ yaşı ile alay edercesine, zekâ
yaraştıran efendilere hizmet etmezler. Ama bu dünyada efendilere hizmet
istenir, efendilere itaat beklenir…
O yüzden zekâ oyunları ile zihinler meşgul
edilerek, eksik zekâ ve erdem çıkmazındakilere zemin hazırlanır. Beyin patlatılsa
bulunamaz zihni sinir yöntemler icraya koyulur. Yaşamın tekdüzeliği ve zorluğu
şaşkınlık veren biçimde, hünerli şekilde yorumlanır. Sonrası yalnızlık.
Zekâ katsayısını katlayan cinliklerle, akıl
yaşı fakirlere zenginlik vaad edilir. Tutar da. Önemli olan çoğunluk zihin, neyi
istiyor ve zekâ hangi düzeyde, çıtayı belirlemektir. Sonrası mental fırtına.
Reklamlar…
Ve zekâ ile alay…
Alayının zekâsını doğrudan bilme ile alakalı
bir yönetsel dalga balonu. Alay edilme derecesine vardırılan zekâ ve erdem
kaybı. Zeki hastalığı. Zekâ ayarı olmayanların, kendilerini farklı gösterme
taktiği. Sonrası yanılma. Alaycılık yanılmanın psikolojik yayılması. Özün de yorulması. Hamurun yoğurulması.
Yönetmek zekâ gerektiren bir durum denir ama dünyayı
yönetenlere bakıldığında görülen, zekâ
ve erdem çıkmazında savrulanlar.
Savrulanların savunulmaları ise reklam…
KAPİTÜLASYON
Parselasyon
ve plantasyon, parsayı toplayanları yurttaşın zararına çalışır bir moda evirir.
Çevirir. Bu çevrilme sonrası bir an önce kapitülasyon kapısını aralamaktır.
Bela aranmaktır...
Bu
devirde kapitülasyon olur muymuş deyip geçmekle olmaz. Tarih ve bu güne
yansıtılmak istenen ayrıntılı irdelenmeli. Her şeyiyle, tarih, yakın tarih ve
bugün, kişi ve zümrelere, devletlere tanınan sosyal ve ekonomik ayrıcalıklar
var mı? Bakılmalı. Eğer gizli kapaklı da olsa bir durum söz konusu ise
araştırılmalı.
Özellikle
geniş araziler üzerinde cazibeyi artıran oynamalara, parselasyona tabi tutulan
bölgelere, neredeyse plantasyona dönüşen coğrafyaya ilişkin savruk paylaşımlara
göz yumulmamalı. Yetkililerce de göz yumuluyorsa eğer memlekette ilk ayak
tamamlanmış demektir.
Diğer
yandan lafta iyimserlik sınırları çerçevesinde el değiştiren bu yeryüzü
kaynaklarına ucuz işgücü olacaklar, destek sağlayacaklarda hazır ediliyor. İş
tamam demektir. Kapitüle olmanın şartları bir bir gerçekleşince ecnebileşme de
kapıyı vurur.
Kapitülasyon
önce ticari parselasyonda kendini hissettirir. İktisadi açıdan büyük sermaye
ağırlık kazanır. Kişisel kazanç lar siyaseti de etkiler. Dış destek güdümlü
etkileşim egemenliği yıpratır. Bir imtiyaz çılgınlığı oluşur. Toptan itibarı
zedeleyen ama ekonomik fayda sağladığı düşünülüp savunulan kapitüle, bu eşit
hak tanımı gafleti egemenliği hepten yok eder.
Parselasyon
ve plantasyon çıkarcı larına ve devrin emperyal köleci mantığı ile örtüşen
güçlere fırsat doğar. Sahte sığınmacılara bile aynı hakların tanınması şartı
getirilir. Kapitülasyon, almak vermek ve muaflık temelinde kurgulanmış bir
yıkım programıdır. Plan çok eskidir. Proje yüz yışlıktır. ambalaj aynıdır. veya
kanmak kandırmak biçiminde cereyan eder.
Tarihten
ders almadan ilerlendikçe zararı sonradan hissedilen bir boyuta sıçrar. Şimdi
iyimserlik ötesi parselasyonlar, gelecekte kurulması öngörülebilir plantasyon
ve plantasyon köleleri mevcut ise durum besbellidir.
Topu
vergiden muaf, yerli ve milli perişanken ecnebi rahatlığı. Tayfanın tümü
adli-idari hak ve ayrıcalıklar ile donatılmış. Ekonomik serbestlik içinde kendi
memleketinden daha bir rahatlık. sanki imtiyaz cenneti.
Pentagonvari
bir projeksiyon gözleri kör etmiş...
Sınırlar
içinde sınırsız bir güçlenme yaratısı. Coğrafyayı kuşatma ve zayıflatma. Sonsuz
hakimiyet ve parçalama taktiği. Çok önceden planlanmış gibi her şey. Hiç
sektirmeden sırasıyla gerçekleşiyor uçuk kaçık tasarımlar. Uyumaya zorlanıyor
millet. Hem de idari kollukla...
Kadim
coğrafyanın kentleri çekim merkezi. Bölgeler, alanlar, önce parselasyon
tuzağına çekilmiş. Geniş araziler elde edilmiş. Sonra yetinilmemiş, plantasyon
seviyesinde kuşatma, ölçek ölçek yayılmış.
Yakın
geleceğin plantasyona uydulanacak kalabalığı, kaba kuvveti kentlerin
gettolarına depolanmış. Yani kağıt üzerinde ne yazılıysa kuşbakışı çizimlerle
paylaşılmış. Paylaştırılmış.
Kapital
Tanrısına tapmanın iç kapısı açık. Topraklar kapatıldı. Bunca kapitülasyona
adanmaya, bu bariz promosyana adam olan karşı çıkar.
Kapitülasyona karşı durulmalı propatria aşkına...
PLANTASYON
Bu denli plansız programsız idarenin,
eksik platformlaşmanın sonu, kendi toprağında köle olmaktır. Yani iş plantasyon
köleliğine kadar gider. Siyasal gözlemci sendromu bu…
Emperyalizmin kuklası olmaya
rıza göstermek ve kaytarıcı tercihler kullanmak zayıflığa ilk adımdır. Kolay
kolay geri dönülmez. Mülkiyet kavramından ister istemez uzaklaşılır. Kiliseci
heybetin belli dönemlerde, dönüm dönüm arazilerin tapusal oynaklığına imkân aralaması
ise yıkıma ilk işarettir. Sona işarettir…
Eşitsiz yaşamlar
plantasyonlar da birlenir. Dayanıklılık ve verimlilik doğrultusunda, hayatta kalmak yaşam örgüsü olur. Plan
sanki oraya gidiyor. Plantasyon ve adaptasyon süreci…
Bu
süreç pastoral dünyanın bittiği noktadan bir ileri adımdır. Öyle ki biten
tarımın, özellikle bitirilen tarımın yeniden inkişafı için lafta kurtarıcı
aramaktır. Kendi toprağında kiracılığı, tarla-bağ-bahçe köleliğini
sıradanlaştırmaktır…
Öncelikle
şaftı kaymış bir memleket yaratılarak, topraklarının bir takım projeler ile el
değiştirmesi, Vatan değiştirmesidir plan. Enerji ve emek trampası. Sonra kutsal
coğrafyaya çökme. Eski defterlerin açılacağı günlere kadar, işleri rayına
sokacak, planlar yapılarak, kanallar açılarak, günü gün etme eylemi.
Bu
denli programsız, kendine pragmatik yaklaşımlarla memleket havası memleket
bekası yok edilir. Millet köleleştirilir. Sömürgeci, köleci klanların istediği
olur. Geniş toprakların yasal sahibi olmak. Memleketi yüzyıl başına döndürmek. Milleti
tebalaştırmak.
Tabii
önce plantansyonları kurmak için, toprakların efendilere geçmesi gerek. Yerli yaban beyaz efendilere. Plan bu. Hassas
biçimde işletilir çark. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın hesabı. İdare her
türlü blöfü yutar. Zaten oyun üstüne oyundur her şey. Köle kütüklü plantasyon.
Efendilere tarım toplumu. Köle eğilimi. Sözde plan, program, projeksiyon çağdaş
dünyadan geri kalmamanın ürünü. Bir promosyon. Böyle özendirmenin, yeryüzünde
birçok örneği, versiyonu vardır.
Bu
plantasyon uygulamalarından, kötünün kötüsüne maruz kalmaktır işin özü. Sayısız
efendi saldırısından kurtulup, her şeyi bir efendiye kaybediştir. Köleci düzenek,
iş gücü memnuniyeti ve düşük maliyet. Tutucu fikrin para tutkusu, ulusal
normların dertop edilmesiyle kendini gösterir…
Dehşetli
bir deneyime doğru sürükleniyor mahrumiyet. Sanki hiç yaşanmamış gibi. Yüz yıl
dönümünde anglo-klancı bir dünya. Dinsel, etnik köken marifetiyle. Eski
dünyadan kalma alışkanlıklarla. Cesur ve korkak adımlarla. Fütursuz
saldırganlık.
Bu
denli fütursuz saldırganlığın amacı, yayılan plantasyon karşıtlığını kumanda
edilecek duruma getirmektir. Her şeyi koca coğrafyayı emperyal güçlerin
denetimine sokacak plantasyon. Başka istasyon kalmadığının ekstra sunumu.
Hadise, tarihi yanılma, yerli ve milli. Oysa efsanelere kanmamak gerekir. Plan
on yıllardır işleniyor ve işlenmekte
Bu
plantasyonlaşmanın sonu belli, proleterya demokrasisi…
PARSELASYON
Bütün iyimserlik sınırlarını
sınayan, kötümserliğe zorlayan yolculuklardan geçti bu memleket. Ne trendler
gördü, ne trenler devirdi, ne parsellenmiş bölgeler gördü. Ne beter anlara
hapis, vedalar yaşadı bu memleket. Ne operasyonlar, parselasyonlar geçirdi de
yine yılmadı. Vazgeçmedi hürriyetten…
Eskiden yeniye çok şey
değişti. Yıllar yılı yeni yerleşim yerleri kurmak, toprağın bol ve ucuz
olmasına endeksli gelişti. Zengin tarımsal alanların, yeni kentler kurmak veya
başka rant kanalları yaratmak adına parçalanması şimdinin meselesi. Bu diğer
parçaları da bozan bir durum. Bu yeni kent tasarımı kendi kurallarını ve
düzenini yarattığında parselasyon hücrelere dek
yayılır.
Son
yıllarda bel bağlanan, yer bölümleme mekanizması ve yapı inşa sektörü, denetim
dışı bir işlerliğe kavuşturuldu. Özellikle devlet politikası olarak görüldü.
Planlar günden güne değiştirildi. İlkesiz, yer ve sınır taşımayan bir modda
haritalar çizildi. Sınırlanmış araziler tarımdan koparıldı. Dere yatakları kapışıldı.
Maksadı aşan biçimde toplum yararına olmayacak, niteliksiz çalışmışlar olmadık
yerde hayata geçirildi. Düzensiz kentleşmeye zemin hazırlandı.
Bu
parselasyon arsızlığı plansız programsız yürütüldükçe, geniş vadiler verimli topraklar
parayı bastıranların oldu. Bir kuruşun hesabı verilmeden, gizli saklı
birilerinin. Uyruğuna kuyruğuna bakılmadan, parselasyonun kendisi ve üstüne
kurulu ne varsa bir kalemde el değiştirdi. Yani yer bölümlendi, daha bölüm
bölüm, bölümlenecek gibi.
Tasarım
bu. Bu kafayla tasarlanır ve güncellenir. Güvence neticesinde, parselasyon
pazarlanır. Aslı ve gerçeğine uymaz imar yasalarıyla, parselasyonlar cazibe
merkezi haline getirilir. Oysa kendi toprağını bölmek, parçalamak ve yönetmek
yetkisi her kötüye kullanıldığında, hangi makul tasarım ve malihulya yatırım
olursa olsun çok baş ağrıtır.
On
yıllardır iktidarı parsellemişlerin, işleri bu parselasyon dünyasını genişleterek
yürütmesi aslında sorgulanması gereken bir durum…
Başkentten
başlayarak, parsel parsel paylaşılan birçok şeyden sonra, yer kabuğu üzerindeki
yerlilerin, her şeye yabancılaştığı bir yabancılaşma göz ardı edilemez. Çünkü uygulanan
parselasyonlar, coğrafyaları değiştirir. Topraksızları bile ülke sahibi yapar.
Ayrı dünyalar ideolojisini gerçekler. Bu, senin dünyan sana, benim dünyam bana
ilkesizliğini peydahlar. Dokunulmaz sanılan aile arazileri bile parselasyona
uğrar.
Çünkü
idolleştirilip, tapınma ile devam ettirilen her yönetsel düzenek, katma değer
katmayı en ucuz yöntemlerle geliştirir. Katma değeri de hiç eder. İyimserlik
sınırlarını zorlayan, iç karmaşa yaratacak şekilde özgürlük kavramını
kaybettirir. Yalandan yerli milli standartlar belirler. Haliyle her belirti
yabancılara yarar. Oysa vazgeçilmez olan ulusal egemenliktir.
Egemen
sermayeye olan tutku ve ideal sadakat boyutunda bölünmeler ise sadece parselasyon
girişimini tetikler. Oysa parselasyon tüccarlığı ve boyalı imaj reddedilmedikçe,
bunalım yılları gelmekte de gecikmez. Ful yasaklar artar. Yeni parselasyonlar
için üzerinde fazla çalışılmamış, planı eksik projeler ise gündem olur.
İş
işten geçince anlaşılacak ama parselasyondan arta kalan sıfır, elde kalan hiç…
SİTEMKÂR MEVSİMİ
Güneş sisteminin koyu
karanlığı delen mavi küresinde, güneş ışığı merkeze çekilip, sonra merkezkaç
kuvvetle sayaç ibreleri döndürüldüğünde sitemler başlar. Mevsimidir…
Göz göre göre kar,
sistemkârlar arasında eşit dağıtılınca da ahir zaman hayatı bodozlama duvara
toslar. Buzdan kalpler kırılır. Buzdan kılıçlar da. Her yeni güne özel günceler
kayıtlanır. Adalet zaafı, ahalide haleti ruhiyeyi değiştirir. Haliyle sistemkâr
rejim buyruğuyla, sitemkârlara bol kepçeden cezalar kesilir. Kazanlar boş.
Kazan kaldırma mevsimi yakın. Öyle bir kısırdöngü ki kesme şeker şerbeti. Suda
erimiyor cinsten kaya tuzu. Zeytinyağı muhabbeti…
İllaki hararet.
Sitemkâr bir hareketlenme. Eşsiz bir itibar kazanma yarışı. Büyükşehir
merkezli. Arenada sergilenen dondurmalık dağ karı. Mızraklı ilmihal. İlmekli tekerlekler ve besili arap atları.
Gladyatörler ve köleler. Roma hukukuna giriş. Esas metafor gelenekçi koroya.
Anafor herkesi yutar forsu. Forsalara metamorfoz çağı. Ortaçağ azmanlarına imaj
birleştirme. Azmışlar dünyasına sitem. Sistemkârlık rejimine sitem…
İsyan edenlere, tam
da sitemkâr mevsimi…
Dünyanın merkezine
oturanlara yerli oturan boğa. Orman içlerine çekilen oturan boğa yerinden
kalkar, oturmaz. Ayaklanır. Savaş baltasını çıkarır, barış çubuğu üflemez.
Kaplar gezegeni baltalı ilah feryadı. Ormanların efendisi Zagor. Çiko. Peşinden
Kızılmaske Mührü. Damgalar edeni. Notırdam zangocu kaç. Millet aç.
Sistemkâr rejiminin
karı açlık sınırında, iç güveysinden hallice...
Kırı kara çizgi
romanlarda bile absürt kaçacak bir kara sevda. Cep romanlarına bile fazla
gelecek bir sonsuz aşk bu. Sistemkâr âşıklığı. Sona gelindi gibi. Aşkın tütsü.
Yatık kürsü. Son sarı yapraklar titremekte. Sitemkârların gazap türküsü
derinden. Tutkulu damat sesinden yanık bir narayla. Tahtları kaldırın aradan,
arasan bulaman. Sistemkâr bulamacı…
Bilmece bulmaca.
Allah’ından bulası güneş tutulması. Böyle olsa gerek ışığı kısıtlı ortaçağ
teolojisi. Mecazi yazıtlarda hasat kaldıran. Mozolelik tipler. Ekmediği ekini
biçenler. Bire bin ekleyip göçen havariler. Aşk ile ekmek kavgası. İmaj
kuşatması. Önce ekmekler bozulur kitabı. Emek beş kuruşa bozulur yalanı. Tıpkı
kıssadan hisse, ebemkuşağı.
Sitemkârın hissesine
düşen, hiç ve ilahi hisler. Karın tokluğuna karma. Karun yokluğuna daralma.
Ahir zamanda yükseliş gecesinde yoksulluk. Yorgun demokrat. Yaralı heykeller
sergisi. Güneş sistemine kazık çakmış dünyada, Memleketimden İnsan Manzaraları.
İllaki inadına sistem karşıtlığı.
Sistemkâra,
sitemkârlık şarkısı, İnce İnce Bir Kar Yağar fakirlerin başına…
Baştan sona herkesçe
bilinen hikâye. Ruhban bankacılığı. Kar payı güldürüsü. Faiz helal götürüsü.
Selamet emin ellerde. Âmin manastırdan ortak arama girişimi. Paranın dili.
Paranın dini yok, yükseleni yer demir gök bakır. Arşıâlâ. Mevsim gereği resmen
evlilik. Ortaçağ takdiri cariye otlağı. Otarma. Kotarma…
Otağına filozof aklı uyarınca hükmeden sitemkarlar, çok
yakında renkli rüyalar yaşayan sitemkârlara kara eder fonu. Akla karalar
bağlatır…
Çok yakında yakın
çekim, mıknatıslı kutuplar birbirini iter. Anot-katot şanssızlığı. Pozitif-negatif
terbiye. Terbiyeden muaf para pul hikâyesi. Olsun da, Bir masal anlat bana baba
içinde güneş olsun. Sistemsiz…
Heyecandan taşan,
hayranlıktan telaşlanan coşkun yıldızlar. Aşkla yanıp tutuşan alev topları.
Yumruk yıldız çarpması. Güneşler ve gezegenlerin fiziksel dayanışma. Enerji.
Sinerji.
Alerjik bir durum bu
sitemkârlık. Hem sözel hem sayısal cezalandırmaya uğramışların terminali. Lanet
ve tehdit katarından sığınılan ılıman liman. Kolay boyun eğmeyeceklerin
eğilimi. Sistemli, sistemkâr rejim karşıtlığı. Sitemkârlık.
Elbette hiç karışanı
görüşeni olmayınca, baştan çıkaranı çok, yola koyanı bulunamayınca güneş
sistemi gibi işler sistemler. Sitemkâr rejimi aklanır. Rejim yaklaşanı yakar.
Sitemkârları. Yakalayanı ısıtır. Yalakalarını. Resmen ihtiras tramvayı.
Yine de sitemkârlar,
her koşulda Sistemkârı gömer. Tam mevsimi…
SİSTEMKAR REJİMİ…
Güneş sisteminde,
dünyanın tam merkezinde çelik siperlikli bir konut. Konuttan dışarı adımlama ibresi,
on binleri vuran kıvam. Bir ahir zaman hayatı. Bedava sürdürümlü. Soruna çözüm
düşüncesi, etiket üzerinden ahaliye faturalandırma. Dönem öyle bir kahırlı ki,
döngü bir tek şerefine. Resmedilen kutsallık ise yamalı bohça. Sistem, Sistemkâr
rejimi…
Kutsal mezar taşı yazısı; “Eşine az rastlanır, siyasi itibar
kaybının mimarı. İnsanüstü harcayan, tavanarası yargıcı. Gölgesi örnek alınan,
cüssesi bedavadan. Güneş sistemini işgal. Yargısız yaygaracı...” halihazırda.
Mezar mihrabında mavi
mermerden yontu, yoksulluğu var eden sosyal plaka. Aileden
zengin olmayan, sonradan görme. Sosyal plancı. Siyasal palavra. Kapıdan dönme. Grekoromen
medeniyeti…
Sistemin merkezinde, feodal kaynaklı hayat süren bir asil.
Asil hayatın silinmesine direnen, bir ahir zaman zat-ı. Muhterem mıhlaması.
Ortaçağ masalları ile belenmiş fani. Dini yasalar ve kutsal kurallar sakini.
Sakinlik, minyatür el yazmalarına geçen hava. Hakkındakiler
ile yerle bir. Olan millete hesabı. Bir sorun yumağı daha. Yer sarsıntısı. Sistemkâr
rejim uyanıklığı. Gravür baskılarla desteklenen silik portre. Her şey gâvur
icadı. İcabında antik roma modeli. Klişe kilisecilik. Uzun vadeli kökten değişiklik.
Ve şam mozaiğinden modeller. Kullanımda. Özellikli paylaşımlar. Sistemkâr rejim
paydaşlığı.
Pay ve paydaşlık; “Mal sahibi, hak sahipliği. Hakka rağmen.
Yangın geniş bir platoya dağılınca, bozuk plak planlama. Proje tutmayınca, neyi
varsa satıp kurtulunamaz çapta buhran. Tuhaf isteklere boyun eğiş. Boyun
incinmesi. Gerdanda inciler. Şehitlik ve şehirlik müdafaası. Kurban. Ağır suç.
İlahi yasayı hiçe sayma. Genel kabul gören bir hikâye tek. Otorite kurgusu…”
Durum tersine işlediğinde yasal sınır, kırsal sınıf mülkiyetine
giriş. Mülkiyet dersinde siyaset. Maliyet derdinde miras aktarımına araç. Hukuktan
kaçış. Politikacı ittifak fakirliği. İhtimamlı denetim zayıflığı. Her makam
başka servet. Anglosakson mensubiyeti. Klakson rejimi…
Sistemkâr rejimi, rejim tutanlar mahcubiyeti; “Maskara olmaya
ramak kala, eski köye yeni adet. Sistemkâr rejimi. Bir yanda sitemkârlar. Diğer
yanda sistemkâr rejimi övücüler. Üç kuruşa kalemkârlar. Kar üzerine kurulu, lehindelik
lebi. Lebi derya. Leh çıkmazı. İsrail eli. Filistin yazgısı. Fitil. Fırsatçılık…”
Henüz inançlı ahali mevcutken, bakıp görüp durup, dünyanın
tam merkezi olunduğu inancından kopmamışken artık durmak lazım. Es vermek. Ahaliye
faturalarda ıskonto. Haliyle yanlışta devam edilirse bu sistemkâr rejim sonunda
batar. Karlılık batırır. Helal faizin izi kalır. Ve sitemkârların gözü, ne
ilahi kural görür, ne de kutsal yasa…
Güneş sisteminin mikronik bir noktasında, dünya zerresinde zihinlere
zerk edilen, ahir zaman hayatı. Bayat ekmek köftesi bıkkınlığı. Gelenek görenek
zorunluluğu. Zorluk görenlere rakip sistemkâr rejimi. Doğru model edebiyatı.
Deniz bitti.
Mezar başında yaygın itirazlar. Kula kulluk eylemeyenlerden
üç Kulhü, bir Elham. Laik tören şerefine. Şerefine, sistemkâr rejimin çökmesi
niyetine...
Bu ahval ve şerait çerçevesinde sitemkârlar, sistemkârları,
kalemkârları ve sistemkâr rejimi gömer…
DEPREM GAZI
Acı sonu işaretleyen, deprem derdi ile gerildi
millet. Bir kez daha dertlendi. Elbette tuzu kuruların derdi değil deprem. Hele
seçilmişlik felsefesini içselleştiremeyenlerin hiç değil. Onlar başka
manzaralar peşinde. Atanmışların ise atıp tutmaktan başka işe yarayacak
adımları yok. Sadece adamlar var ortalıkta dolaşan…
Öyle adamlar var ki, millet sıfır noktasında, onlar
mahşer hikâyesi içinde. Ucuz kahtraman. Tabiat ve fikriyattan uzak, kıymet kotarma
derdinde. Oysa dert baştan belli. Ortak. Deprem bu, bölünmüş zaman tokadı. En beklenmedik
anda şamarı çarpar. O yüzden kapsamlı hazırlık gerek.
Belki öylesine hazırlıksız yakalanacak ki millet, memlekete
toplanma alanları yetmeyecek. Saklanacak mekân kalmayacak. Yerin altı berbat,
yeryüzü harabet, gök hararet bir hale yoğunlaşacak. Yağacak sular ateş,
yangınlar buz kesecek. Hele gücü her şeye yeter görünenler en dibe çökecek.
Bazı kesimler hakaret peşinde…
Hakaret üstüne hakaret. Oysa nice depremler var,
nice oligarkı, zalim lideri, kutsal kralı, kudretli sultanı, diktacı diktatörü
gömmüş soğuk toprağa. Salisesinde. Sonlarını mimlemiş. Bugün bu çağda bu
fedakâr millet, deprem derdi ile geriliyorsa eğer, seçilmişler ve atanmışlarla
hesabını mahşer meydanına bırakmaz. Bırakmaz gibi görünüyor. Şimdilik…
Adamlar badem, madem bile diyemez çünkü için âdemler
korku yaşamamak en küçük bir fırsat peşinde. Bulamaz halde…
Millet her bir şeyi unuttu, deprem derdi ile gerildi.
Peşi sıra memleket sallanıyor, nasıl gerilmesin. Allah vergisi devlet vergisi
derken hiç ter akıtmayanların olmuş tüm varidat. Tuz çürümüş.
Öyle tuzu kuru adamlar var ki hücresel dağınıklığı
formda tutmak ve formatlama derdinde hala. Bilinen ve beklenen sonu kader keder
kurnazlığına bağlama derdinde. Peşin, keş toplananı bolca dağıtıp, aklama aklanma
derdinde.
Tek dert adamlığı bir kenara gömüp, aktüel talepler
ve kati talimatlara göre milletin gazını almak…
Dert, deprem gazı ile gelişen direniş ve dayanışma
kültürünü budamak. Mevcut model dışına çıkanları ve çıkartılanları otoriteye
tabi kılmak. Somut gerçekliği soyutlamak. Soyut üzerinden şans ve tesadüf
köprüsü kurmak. Yapılan bu ve benzeri. Başka da marifet yok. Maharet akla ve
bilime uzak argümanlarla furyayı geçiştirmek…
Öyle zamanlar var ki, ne köprüler yakılmış. Yine yakılır,
yıkılır. Her deprem sonu işaretler aynı. Her işaret başka dert. Millet gergin. Gerilim ve sallantı, her orana
sirayet edecek zenginlikte. Doğa prensipleri, doğal sona kutuplaşırken, hala
eşsiz manzara edebiyatı. Bir başka gerilme kaynağı da o. Başka dert, dertler
zincirine halka. Ve cevapsızlığı gideren, deprem gazı.
Şimdilik deprem gazı. Biber gazı hazırda…
Mevcut iktidar bu deprem gazı ile kaçınılmaz sonunu
ne kadar erteler, gerilimi ne denli azaltır, soru işareti?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder