SOCİALİZM...
Yüz yıl önce, yüz yıl sonra…
Tam yüz yıl öncesinde özgür devletler
kurulmasına yönelik ilk adımdı sosyalizm...
"...hoch der
Weltsosialismus..."
Emperyalizm müşterek darbe prensibiyle
yıkılmalı, sosyalizm dünyaya yayılmalıydı. Bütün devrimci girişimler
desteklenmeliydi. Bir ara karakalpaklar bile kızıla dönmüştü. İşte o dönüşüm
İstiklal Harbi'nin kazanılmasına derkenardı. Kısa bir ara yerli yersiz
dillerde, zihinlerde dolaşan moskof gâvuru argümanı ertelendi. Kısa bir süre
komünist parti kurulmasına dönük izinler bile çıktı.
Bolşevik İhtilali sonrası Sovyet
hariciyesi ile muvaffakiyete ilişkin anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar
neticesinde milletin ve memleketin bağımsızlığı için maddi manevi destek
gerçekleşti.
İşler bir yere kadar umulduğu ve
istendiği gibi seyretti...
"...prolatarier aller
Lander,vereighnight uch..."
Tam yüz yıl önce özgür bir memleket
kurulmasına, sosyalizm desteği hiç yadsınmadı. Nasıl ki Çanakkale'de
direnilerek, Sovyet sisteminin kurulmasına olanak sağlandıysa, karşılığı
komunist yardımlarla yedi düveli hezimete uğratarak ve küllerden bir devlet
kurararak alındı. Dönem itibariyle sıkı ilişkiler hiç yadırganmadı. Sonradan
değişti her şey...
Her şey sonradan. Haksız yargılama
heveslileri tarihten bir haber, yana yakıla dertlendiler. Sosyalizme düşman
kesildiler...
"Üçüncü Enternasyonalin Anadolu
Hareketi'ne yardım etmesi kararına, Bakü kurultayı yeni bir şeyler eklemedi.
Ama şark milletlerinin mümessilleri huzurunda Anadolu işçi ve köylülerini
müstakil teşkilat ile düzenli toplanmalarını tavsiye etmişti..."
Yani " Hariçte ve üçüncü
enternasyonale bağlı kurulan yirmi otuz üyeden oluşan Mustafa Suphi reisliğinde
komünist parti etrafında birleşmeleri istenmişti. Bu amaçla Mustafa Suphi
Anadolu'ya geçmişti..." Geçişi var, gidişi meçhul...
"...Bütün dünya proleterleri birleşin..."
Tam yüz yıl önceydi; "
Komünizm cereyanının memleketimizde revaç derecesi hakkında, Rus mahfilleri ile
yaptığımız temaslardan ve bu esas dâhilinde hazırladığımız rapordan bahseden
mektubunuzu aldık. Memleketimizin bugünkü vaziyeti ve mevcut şartlar bu teşebbüslerinizi
uygun gördürmeyecek bir manzara arz etmektedir…”
Elbette uzun uğraşlar
neticesinde özgür devletler kurulmasına dönük Sovyet Sosyalist desteğinden
yararlanıldı. Koordineli ilişkiler kuruldu. Uzun soluklu olmasa da dünyanın
yarısından fazlası sosyalist oldu.
“Yaşasın Dünya
sosyalizmi…”
Öyle ki; “Millet ve
memleketin bağımsızlığı prensibini maddi ve manevi şekilde kendine görev
sayması ve geçen sene zarfında Rusların eğilimlerini ve her türlü yardımlarını
temin için müsamaha gösterilen komünizmi temsil eden her türlü teşkilat ortadan
kalkmıştır. TKF fesholunmuş ve memlekette komünizmi destekleyen, temsil eden
resmi özel hiçbir teşkilat kalmamıştır…”
Tam yüz yıl önce özgürleşen
bir devlet sosyalizme borçludur, devletliğini.
“ Sovyet Rusya davamızın
muvaffakiyeti için bize yardım eden bir hükümet olmaktan başka Ruslar, Doğu
manzumesin de bizim devamlı dostlarımız olarak görmeyi temenni ederiz…”
Yani bir dönemin
Sovyet Rusyasını, Sosyalist Rusya'yı…
Tam 100 yıl sonra dünyayı
bir virüs tehlikesi vurdu. Tüm dünya Sosyalist ilkelere sarıldı. Hayret…
DOĞA KULÜBÜ
Doğa sonsuz renkler sunar kof zihinlere. Fenomenlerin bile algılayamadığı tipte ve canlı. Ama daima hür kalanların ve her gün yeniden doğanların emrine…
Bu esrarengiz kalıba karmakarışık boş akıl ermez. Ve sır perdesi sonsuza dek aralanamaz. Aranılır ama bulunmaz sanılan yoğun derinlik varsa eğer doğanın kanunları çerçevesinde bir güzel çözülür. Bunun için bilgece merak yeterlidir. Sadece soru ve cevaplarla uğraşmak bile. Akkor kütle damladı mı bir kez akla, akla karayı seçmek pahasına sonsuza dek doğayı kirleten virüslerin peşine takılmak vacip olur. Kovuşturmaya kütlesi ve kuvvet dengesi bozulan doğal hayatın durağanlığı açık delildir. Veya mantıksal izahı olmayan neşeli ama basit açılımlar. Yani doğanın ritmik işleyişini zedeleyen her şey. Her yankı, yangı…
Gerçekler yakıcıdır ve gizli bir anlam ifade eder. İdrak ve merak pergeli açıldığında virüsvari medcezirler belirler fiziksel evreni. Bireysel bedeni. Sonuç dayanılmaz voltluk ters akım olsa da virüse kapılma çok başlar ağrıtır. Günden güne değişen alev boşalımı ve basınç, bilimsel mevcudiyet gereği hemen göze çarpar. Ve doğa kulübü kötücül üyelerini merkezkaç kuvvetle yörünge dışına iter.
Bu virüs ortamında itici kuvvet sayılan bağımlı dürtüler fenomenleri felakete sürükler. Süründürür. Bir başka ifade ile deneysel teyitler tehdit oluşturur. Cılız ama iz bırakan, doğaya ve doğanın kanunlarını ihlal derecesine vardırılan eylemsellik eşi dostu da çember içine çeker. Teorisiz pratik sadece ilahi düzeni bozar. Bozmakla kalmaz tüm entellektüel girişimleri de baltalar. Ve başka formül arayışları devreye girer.
İki karşıt kuvveti aynı daire içine konuşlandırmak güven ile alakalı bir edimdir. Ancak edinilen izlenimlere göre doğanın mevcut koşullarını da zorlayan farazi bir tavırdır. Vaadedilen virüs bazlı değişme, tarihi sınırları da değiştirir. Doğa kulübüne ait kulübe yıkılır. O yıkımdan malı mülkü, varidatı yok edecek negatif enerji doğar. Anında çelik duvar örülür. Yanlı atmosferik temsil göze batar. Kuvvetler ayrılığı zedelenir. Genel gözlemler doğanın kanununun doğruluğunu ve gerçekliğini tesciller. Vicdanla ilgili saplamaları da. Görecelidir ama yalpalar açık apaçık görülür. Ayrıca tükenmeye ve tüketmeye dönüktür bu kısır döngü.
Virüs destekli kaykılma, doğaya aykırılığı azaltma eğilimlerini de tırmalar. Düşmanlaşmayı tırmandırır. Sabır sınanmadıkça, çıplak uyarıcılara değer verilmedikçe ihmaller artar. Nasılsa meyil edilen fenomenlik sosyal hayatı belirler sapması ve yapay içgüdü dışa taşar. Elbette yanlıştır bu taşkınlık. Hatadır. Velhasıl bu suni tapınma toplu ölümlere vesile olur. Merkezden içeri müteselsil musibet paylaşımına. Savunula gelen iyi niyet körelir. Ve doğa başa bela olur…
Yani ister virüse bağlı olsun veya başka bağımlılıklar yüzünden olsun doğanın sunduğu sonsuz renkler grileştikçe, karardıkça kötücül doğa kulübü üyeleri hakkında yeni kararlar alma zorunluluğu doğar. Ve alınan kararlar neticesinde kimse karada ölüm yok diyemez…
Doğa sonsuz renkler sunar kof zihinlere. Fenomenlerin bile algılayamadığı tipte ve canlı. Ama daima hür kalanların ve her gün yeniden doğanların emrine…
Bu esrarengiz kalıba karmakarışık boş akıl ermez. Ve sır perdesi sonsuza dek aralanamaz. Aranılır ama bulunmaz sanılan yoğun derinlik varsa eğer doğanın kanunları çerçevesinde bir güzel çözülür. Bunun için bilgece merak yeterlidir. Sadece soru ve cevaplarla uğraşmak bile. Akkor kütle damladı mı bir kez akla, akla karayı seçmek pahasına sonsuza dek doğayı kirleten virüslerin peşine takılmak vacip olur. Kovuşturmaya kütlesi ve kuvvet dengesi bozulan doğal hayatın durağanlığı açık delildir. Veya mantıksal izahı olmayan neşeli ama basit açılımlar. Yani doğanın ritmik işleyişini zedeleyen her şey. Her yankı, yangı…
Gerçekler yakıcıdır ve gizli bir anlam ifade eder. İdrak ve merak pergeli açıldığında virüsvari medcezirler belirler fiziksel evreni. Bireysel bedeni. Sonuç dayanılmaz voltluk ters akım olsa da virüse kapılma çok başlar ağrıtır. Günden güne değişen alev boşalımı ve basınç, bilimsel mevcudiyet gereği hemen göze çarpar. Ve doğa kulübü kötücül üyelerini merkezkaç kuvvetle yörünge dışına iter.
Bu virüs ortamında itici kuvvet sayılan bağımlı dürtüler fenomenleri felakete sürükler. Süründürür. Bir başka ifade ile deneysel teyitler tehdit oluşturur. Cılız ama iz bırakan, doğaya ve doğanın kanunlarını ihlal derecesine vardırılan eylemsellik eşi dostu da çember içine çeker. Teorisiz pratik sadece ilahi düzeni bozar. Bozmakla kalmaz tüm entellektüel girişimleri de baltalar. Ve başka formül arayışları devreye girer.
İki karşıt kuvveti aynı daire içine konuşlandırmak güven ile alakalı bir edimdir. Ancak edinilen izlenimlere göre doğanın mevcut koşullarını da zorlayan farazi bir tavırdır. Vaadedilen virüs bazlı değişme, tarihi sınırları da değiştirir. Doğa kulübüne ait kulübe yıkılır. O yıkımdan malı mülkü, varidatı yok edecek negatif enerji doğar. Anında çelik duvar örülür. Yanlı atmosferik temsil göze batar. Kuvvetler ayrılığı zedelenir. Genel gözlemler doğanın kanununun doğruluğunu ve gerçekliğini tesciller. Vicdanla ilgili saplamaları da. Görecelidir ama yalpalar açık apaçık görülür. Ayrıca tükenmeye ve tüketmeye dönüktür bu kısır döngü.
Virüs destekli kaykılma, doğaya aykırılığı azaltma eğilimlerini de tırmalar. Düşmanlaşmayı tırmandırır. Sabır sınanmadıkça, çıplak uyarıcılara değer verilmedikçe ihmaller artar. Nasılsa meyil edilen fenomenlik sosyal hayatı belirler sapması ve yapay içgüdü dışa taşar. Elbette yanlıştır bu taşkınlık. Hatadır. Velhasıl bu suni tapınma toplu ölümlere vesile olur. Merkezden içeri müteselsil musibet paylaşımına. Savunula gelen iyi niyet körelir. Ve doğa başa bela olur…
Yani ister virüse bağlı olsun veya başka bağımlılıklar yüzünden olsun doğanın sunduğu sonsuz renkler grileştikçe, karardıkça kötücül doğa kulübü üyeleri hakkında yeni kararlar alma zorunluluğu doğar. Ve alınan kararlar neticesinde kimse karada ölüm yok diyemez…
ZAMAN KİPLERİ
Öylesine kötü günlerden geçiliyor ki, zaman kipleri, pik döküm araziler ve dönemsel dokümanlar hayatın olağan akışını bozdu. Virüssel küresel bozgun kapıda…
Fakat fiziksel boyutta bir aldırmazlık. Çalınan yasak müziğin her notası sert basılıyor hala. Aldırma Gönül isyanı bile sınırlı bir aldatmaca. Artık sadece kişiselleştirme sanatı ve boş istasyon saltanatı. Pasif gizlilik çerçevesinde çentiklenen ise hayat örgüsü. Eş zamanlı buluşlarla mutlak dalga kırılması, virüs karmaşası.
Bu hızla yayılan virüsle onur bahşedilen nefes sekterlenir. Soluk bir anı olarak kalır tüm zaman kipleri ve yaşanan hayat. Hayatı ve adanmışlığı bitiren pik direk ucuna çekilmiş bayrak olur. Ve isyana zemin doğar. Seviye zorlaması. Korsan takdiri. Ufuğu kızartan virüs çılgınlığı. Her kötü koşulda virüs işini bir çırpıda görür.
Öylesine çarpıcı hadiseler ki, haddini aşan biçimde yaşanıyor. Zaman kipleri aciz. Pekala, pik tespitli ümitsiz girişimler. Bir ölümcül uyku. Gelişen konumla ilgili kısmi dikkat kaybı. Ve ıstırap. Detaylarda formüle edilmesi çok basit bir kayıp zaman aralığı. Kibarca ezbere bilinen sayfaların tekrarı. Karşılaşılan ise parazit, virüs ve frekans engeli.
Yakın zaman bulguları test edildikçe, geniş zaman kipleri de kitlenir. Ve pik borazanlar cüretkâr bozulmayı, temel öğretilerin tersine tesciller. İddiasız tedbirsizlik kimi kipi ve pik anteni kusursuzluk modeline yerleştirir. Ancak çelik tellerle kuşatılan prensipler ağır basar. Bozulma preslenir. Sonuçta pes dedirten oranda çılgınlık, çapsızlaşır.
Öylesine dikey gerileme anlarına tanıklık ediyor ki zaman kipleri, fiiller rivayetsiz, riayetsiz. Pik döküm ruh bozuğu ise hala tahribat peşinde hala. Arsızca tahammülleri zorluyor. Sadakatin bertarafı ve virüsle acil kodlu yakınlaşma haline karşın. Oysa coşkulu kıyım kapıda. İlanihaye insafa kalmış ve inkar edilemez bir kirlenme mevcut. Yani mevcudu tüketen sınırsız ihtiyaç telkini. Doğrudan ve cüretkar tafralanma. Son hakları boşa israf, stok tüketimi. Kapıda korona illeti.
Hala bu bozgun ve bozguncular aleminde, alelade ortamda dikkate değer değişimler yaratmak teorik olsa da olası. Çığır açılacağına inan, iman ise babayiğit harcı. Bu harcı bol keseden zaman kipleri ile harcayanlar ve pik döküntüye bulaşanlar zehirlendiğini hiç anlayamaz. Küresel bulaşıklık artar. Tez bulaşırsan ölürsün. Ve ölümlüler tasarrufu ve tasarrufu kullanma hakkını ellerinde tutamazlar.
Çünkü akımı uzaklara iletmek, aklı güvence altına alanların temel hakkıdır…
Öylesine yüksek basınçlı günler yaşanıyor ki, şaftlara ve dingillere doğrudan uygulanacak bileşik kuvvet sadece zaman kiplerine bağlı. Pik döküm ve istifadecilerin sonu ise alınacak ifadelere bağlı. Virüs gerçeğine. Ve gerçeğin mühendisliğine.
Pek tabi ki gün mutlaka dönecek. Dönene kadar Koronayı zaman kipleri ile iplememek öylesine zor yani…
Öylesine kötü günlerden geçiliyor ki, zaman kipleri, pik döküm araziler ve dönemsel dokümanlar hayatın olağan akışını bozdu. Virüssel küresel bozgun kapıda…
Fakat fiziksel boyutta bir aldırmazlık. Çalınan yasak müziğin her notası sert basılıyor hala. Aldırma Gönül isyanı bile sınırlı bir aldatmaca. Artık sadece kişiselleştirme sanatı ve boş istasyon saltanatı. Pasif gizlilik çerçevesinde çentiklenen ise hayat örgüsü. Eş zamanlı buluşlarla mutlak dalga kırılması, virüs karmaşası.
Bu hızla yayılan virüsle onur bahşedilen nefes sekterlenir. Soluk bir anı olarak kalır tüm zaman kipleri ve yaşanan hayat. Hayatı ve adanmışlığı bitiren pik direk ucuna çekilmiş bayrak olur. Ve isyana zemin doğar. Seviye zorlaması. Korsan takdiri. Ufuğu kızartan virüs çılgınlığı. Her kötü koşulda virüs işini bir çırpıda görür.
Öylesine çarpıcı hadiseler ki, haddini aşan biçimde yaşanıyor. Zaman kipleri aciz. Pekala, pik tespitli ümitsiz girişimler. Bir ölümcül uyku. Gelişen konumla ilgili kısmi dikkat kaybı. Ve ıstırap. Detaylarda formüle edilmesi çok basit bir kayıp zaman aralığı. Kibarca ezbere bilinen sayfaların tekrarı. Karşılaşılan ise parazit, virüs ve frekans engeli.
Yakın zaman bulguları test edildikçe, geniş zaman kipleri de kitlenir. Ve pik borazanlar cüretkâr bozulmayı, temel öğretilerin tersine tesciller. İddiasız tedbirsizlik kimi kipi ve pik anteni kusursuzluk modeline yerleştirir. Ancak çelik tellerle kuşatılan prensipler ağır basar. Bozulma preslenir. Sonuçta pes dedirten oranda çılgınlık, çapsızlaşır.
Öylesine dikey gerileme anlarına tanıklık ediyor ki zaman kipleri, fiiller rivayetsiz, riayetsiz. Pik döküm ruh bozuğu ise hala tahribat peşinde hala. Arsızca tahammülleri zorluyor. Sadakatin bertarafı ve virüsle acil kodlu yakınlaşma haline karşın. Oysa coşkulu kıyım kapıda. İlanihaye insafa kalmış ve inkar edilemez bir kirlenme mevcut. Yani mevcudu tüketen sınırsız ihtiyaç telkini. Doğrudan ve cüretkar tafralanma. Son hakları boşa israf, stok tüketimi. Kapıda korona illeti.
Hala bu bozgun ve bozguncular aleminde, alelade ortamda dikkate değer değişimler yaratmak teorik olsa da olası. Çığır açılacağına inan, iman ise babayiğit harcı. Bu harcı bol keseden zaman kipleri ile harcayanlar ve pik döküntüye bulaşanlar zehirlendiğini hiç anlayamaz. Küresel bulaşıklık artar. Tez bulaşırsan ölürsün. Ve ölümlüler tasarrufu ve tasarrufu kullanma hakkını ellerinde tutamazlar.
Çünkü akımı uzaklara iletmek, aklı güvence altına alanların temel hakkıdır…
Öylesine yüksek basınçlı günler yaşanıyor ki, şaftlara ve dingillere doğrudan uygulanacak bileşik kuvvet sadece zaman kiplerine bağlı. Pik döküm ve istifadecilerin sonu ise alınacak ifadelere bağlı. Virüs gerçeğine. Ve gerçeğin mühendisliğine.
Pek tabi ki gün mutlaka dönecek. Dönene kadar Koronayı zaman kipleri ile iplememek öylesine zor yani…
Sarı kafa KoronaV, insanlığı vurdu vuralı sandallar yan yattı. Sandallar
yanlayınca, yalpalayınca gelecek, masmavi damarlara takıldı. Kalın duvarlar
örüldü. Durgun ve dolgun nefti yosunlara yaslanıldı. Akabinde ateşli, silik,
terli görüntüler kızgın adalara, adamalara, adanmalara ve adaklara yansıdı.
Neredeyse gecenin bir yarısı yarısı veya sabahın körü, gizemli yangına açık
davetiye çıkarıldı. KoronaV...
Bu gidişle sanki yakın gelecek, geçmişi tümden silecek. Tek kalemde
temizleyecek...
Sarı virüs denizinde, sandallar zar zor iskeleye yanaşır. Küreklere
asılanlar sığ sularda KoronaV korkusu ile boğuşur. Maske, eldiven, kolonya
nafile. KoronaV vurmuş vuracağı kadar korku hat safhada. Koku ağır. Korku
hafif. Ödleklerin yanlarında lafta yardımcı bir Tanrı. Öyle bir Tanrı ki, virüs
kaçağı, günah kaçağı iskeleyi istim üzerinde tutan. Sanki sabırsız tutkular
yamağı. Yağma düzenin kurucusu. Din, iman, görüş farkı da bu yüzden. Genele
dair görünüş aldatmacası. İşte bu alı al, moru mor düzende, uzun yıllardan
sonra uzak bir limana da virüs ulaştı. KoronaV herkese bulaştı. Yan yatmış
sandallar ve düzeltilesi iskelelere de. Nasılsa kimse görmez, anlamaz ve bilmez
ayıbıyla. Boş bahaneler dizgesine yazılan, isim ve cisimlerle. Artık tek mesele
arafta kayıp geleceği yakalama aşkı. Geçmişi yakma istenci. İğreti iskeleyi
tutuşturmak arzusu. Sarı virüs canavarını da...
Ne fütursuz KoronaV imiş, hepten canına susamış. Resmen saldırgan ve av
peşinde. Dört bir yan mavi boşluk. Mavi su küre suskun. Ama burası Türkiye...
Virüs çıkmazında dokunulan hayaller ıslak. Steril heyecanı. Sımsıkı
tutunulan hatıralar, nezaket dışı tehdit altında. Tanıdık derme çatma bir
düzenek. Tuzlu su, zehirli hava. Bir dokunma yeter. Sarı virüs havası. Mide
bulantısı. Yüksek ateş. Lifler paramparça, ciğer delik. Laflar ağıza tıkalı.
Her dayanaksız, fevri hareket batış reçetesi. Sandallar alabora...
Sarı kafa virüs alacakaranlığında edepsiz vurgun. Şimdi alaycı kalabalık,
sandalları göğe, arşa mandallar. Mantık biter. Bataklık şarkıları eşliğinde
dört koldan virüsler cirit atar. Sabır da bir yere kadar.
Yanyatan sandallar batışa geçtiğinde, sanılanın aksine her şey yeniden
filizlenir. Uçuşa geçer içten içe herşey. Anlık aykırılıklar bile. Kara
dalgalarla oynaşır aklın kıvrımları. Aklın ucunda uçsuz bucaksız mavilik.
Yüksek etkili dezenfektan ve temizlik. Temiz toplum...
Temennilerle saç örgüleri açılır, örülür. Başa da çoraplar. Boğumlu
karışımlar ardına saklanmalar çoklu sessizliği boğar. Durduk yerde keyifler
kaçar. Derinden sesler, kokular ve korkularla yüzleşilir. Koç cesaretiyle
korkulan, hayatta en çekilen sarı sırıtık virüs, koronaV hayata bulaştığında,
keyif kaçıran budanır.
Yani budur çözüm veya çözümsüzlük. Ve anında sandallara çarpar koronaV.
Kürekler kırılır. Oryantal hava tükenir. Soluk yüzler kalır geriye. Soluk baloncuklar
çıkaran yüzler. Moraran tenler, soğuk bedenler. Donuk ve onaltı kırat. Ve
beklenen karantina kararı...
Çehiz sandukası talanıdır, bu yayılan Korona V yayılması. Sirk veya panayır
yüzsüzlüğüdür sarı kafanın yaydığı. Boşalan sepetlerde ise deniz mavisi.
Pırıltı pıhtısı. Tur bindiren dalgaların kucağında ise sandallar. Vandal
silüeti. Arsızca kaybolma ihtimali. Kayıp ilanı. Liman pencerelerinde ise
tüller arkasında iksirler, tılsımlar ve tabansız tasarımlar. Amaç arafta virüs
kovalamak. Cin çıkarmak, şeytan kovmak. Mahalli düzeyde maksat hazırlığı. Tam
tapınış ve tumturaklı yüzleşme gayreti. Yüzleşmeye yüz gerek, yürek gerek. Acı
günler çok yakında.
Yani dünya büyük, sandal küçük. Küçük aklın infilakı zamanı, zaman. Onaltı
ayar, ayarsızlık. Hali hazırda hazırlanılan hayata tutunma çabası...
Sonrası, sarıkafa KoronaV yüzünden
sandallar yan yattığından, taşı hazır boş lahitler virüsle dolar. Doldurulur...
PATATES
SARISI CİNLİK
Patates sarısı virüs, hanelerden uzak o
tehlikeli sarı çıyan, en çok sabileri, öğrencileri etkileyecekken, özellikle
çocuklara ve yaşlılara musallat olacakken çarpıcı önlemler alındı. Çıplak
uyarılar ve kesin talimatlı tedbirler peş peşe geldi…
Bununla da kalınmadı. Kâğıt üzerinde de olsa doğal
hayat bıçak gibi kesildi. Esnek duruştan geç de olsa vazgeçildi. Tatminkâr
düzeyde direk indirek önlemler paketi açıldı. Patates sarısı virüsün
cüretkârlığını, tahribat gücü yüksek tavrını tırpanlamaya dönük karşı hamle
gerçekleştirildi. Yani beklenen oldu.
Şimdi patates kafayı korkutan, güven tazeleyici
ve direnç artırıcı bu ikaz ve itiraza evrensel riayet zamanı…
Çünkü sıra dışı genişliğin ve sabırlı serbestliğin ağır faturasını, patates sarısı virüs hoyratlığının ceremesini
ilk başta çocuklar ve yaşlılar çekecekti. Çekmesin diye hatalardan ve vakayı
büyütecek zaaflardan kurtulma zamanı. Bu minvalde düşünüp taşınanları ve
isabetli kararlar verenleri kutlamak gerek. Zaten kutlu ol, temiz kal perspektifinde
prensipler koyulması en doğru reaksiyon. Şimdi bu reaksiyona riayet zamanı.
Demek ki salt
Yaradana sığınmakla bazı işler yürümüyor. Lafla peynir gemisi yüzmüyor…
Patates sarısı virüs,
ölçüyü kaçıran derecede yeni bir istasyon bulmuş olacak ki katiyen düşünmeyen
sinyaller peş peşe çakıldı. Korona yüzünden tepe üstü çakılmaktansa elbette bu
tedbirlere uyulmalı. Pusulayı şaşırtan yoğunlukta olsa da uyum devam ettirilmeli.
Patates sarısı cinlik artık keyfe keder maharet sergileyemeyecek hale
getirilmeli.
Öyle görünüyor ki özellikle
çocukların ve yaşlıların sarı virüs basıncından kurtarılma girişimi olası diğer
handikapları da ortadan kaldıracak. Boğucu girdaba tamamen giriş ertelenecek.
Ötelenecek. Sok dalgası ve gerilim azalacak.
Aksi takdirde patates
kafa koronanın, çok daha acı tecrübelere zemin hazırlayacağı açık. Bu kabına
sığmaz, nesepsiz sarı çıyan şimdi kendi derdine düşer. Çünkü fütursuzluğu
mimlendi. Adresi plakası belirlendi. Başta çocuklar ve yaşlılar olmak üzere
diğer etkilenme mecraları da patates sarısı cinlikten kurtarıldı. Ezber bozuldu.
Patates kafa korona,
yıllarca sarf edilen alın teri, emek ürünü ne varsa tam hiç edecekken ansızın şartlar
eşitlendi. Radikal kararlılık, zihinleri ve bedenleri acı gerçeği odakladı. Kritik
eşiğin farkına varıldı. Ve asrın ifriti karşısında fire verilmemesi için ilk
defa mevcut kapasite zorlandı.
Yani seferberlik
düzeyinde, suçsuz günahsız yavrular başta, yaşlılar ve ahenkli yaşam modelinin
devamı için düğmeye basıldı. Baskın basanındır. Şimdi patates sarısı şeytan
düşünsün halini. Hali nice olacak?
Tek bir gerçek varsa patates
kafa korana bundan böyle, Kordon boyu iştahla salınamayacak. Sallanacak,
sallandırılacak. Başka Türkiye yok…
KUYRUKLU YILDIZ...
Dilden güçlükle dökülen ve sıralandıkça
değerini yitiren sözcüklerde gizlidir, vaktiyle verilen sözün bozulduğu. Ve ses
tonu yalanlar her türlü ince mühendislik argümanlarını. Ağulu bir dil ve ritmik
fiziksel egzersizler temel prensipleri anında presler. Yani çok sınırlı bilgi
ile rastgele yersiz yükselmeler karasal enerjiye dönüşür. İçten dışa, dıştan
içe dünyayı karartır. Kuyruklu yıldız misali…
Sarı çıyan bir virüs, sıcak iklim yaratısıdır.
Kolonivari bir sarmalda basit usullerle evrenin yaşanırlığını bozmaktır belki
de. Gerisi bahane ve ölümler…
Belli belirsiz sabit bir noktaya
kitlenip, ters istikamette çıkmaza sürüklenmek yapay bir taslak ve kolaycı bir
anlak keşmekeşidir. Hayal kırıklığı yaratmak ise daha feci. Ve bu ivmelenmeden
ivedilikle vazgeçilmedikçe, virüs bulaşmasının kelimelerle ifadesi daha da
güçleşir. Sıcak temas eylemler de sertleşir. Can sıkılır. Canlar yanar. Virüs bambaşka
çevrelere dek yayılır…
O yüzden asla hafife alınamaz bir incinmedir.
İncitmedir. Dere geçerken incir çekirdeğinden takıntılarla tafralanmak ve peşinden
taklaya gelmek ince yıkılışın ilk işaretidir. İyiden kötüye değişen alışkanlıklarla,
mantıklı çıkarımlardan uzaklaşarak ateşle sınanmak, virüs üzerinden sınırsız ve
kusursuz hayata bakış açısını körlemektir. Sinir lifleri ile oynayarak kısıtlı
girişimlerle ibrişim kuşağı kuşatmaktır. Kuş misali, hayatı uzak yakın nesnelere
çiğnetmektir. Duvar gibi sağırları bile, y6aygaraya kulak kabartan zebanilere
çevirmektir. Kıyası zor bir indirgenmedir virüsle yaşamak. Kimyası bozuk ayarda
ayak diremek. Ve gök gürültüsünden beter bir gürültüye neden olmak…
Bu güçlü güceniklik önünde hiçbir güç
barikat kuramaz. Virüs basar geçer, sarsar gider. Tökezletir. Ama tözüne
dokunulan köze dönüşür, demiri eritir. O nedenle bilinçle dökülen ve
dinlendikçe hazineye dönüşen kelimelerde saklıdır keramet. Ayrıca hazneye mermi
sürecek kadar kısadır sinirsel çöküş. Veya diriliş. Ve dahi yüzleşilen şiddet. Uğultuyla
akan akıl gücü seferber edildiğinde ise bir başka sefer asla olmaz.
O yüzden virüs mirüse rağmen yaşama
tutunmak ve direnmekle kalkar enkaz. Keza bir mucize beklemekle de olmaz. Hayat
memat meselesi zihne yeni virüsler ve sözcükler ekler. Ve virüs tuzağından
çıkılır, enkazın altında kalınır…
Önemli olan mutlak sözün neden bozulduğuna
anlam verebilmektir. Aklın derinliğindekileri dışarı vurmaktır. Aksi halde
kelimesi kelimesine bilindiği zannedilen ezber bozulur. Hatlar tıkanır. Hatıralar
gömülür. Bozuk düzen boş bedeni kanatlandırır. Pembe rüyaları bile kanatır. Yani
kanaat üzerine kurulu bir paragraf, kimler tarafından temize çekildiyse çekilir
ve parazitler bir bir ayıklanır. Kuma çizilen, suya yazılan kitap ayaklanır.
Aykırı ve akıldışı fiiliyat ve hitap
şekli de, keşke kanatlarım olaydı son tümcesine bağlanır. Yani bir sabah
erkenden tüme varılır, tümden gelinir…
Ve her güneş battığında, her doğduğunda tekrar
görebilmek arzusu kaderin cilvesi olarak betimlenir. Kader ve keder çıkmazında
otoban kenarı bekler kara virüs. Çok beter bir duygudur, yeter bir duygusuzluktur
koronadan korunmamak. Ve top yekûn hedeften sapılır.
Hedeften bir kez olsun sapılınca gören
gözler, gülen sözler, güzel sözcükler, yapmacık gülücükleri tek kelime ile
ifade eder, kuyruklu yalan. bu virüs dünyaları vurdu vuralı, kuyruklu yıldızlar
kuyruklu yalana döndü.
Oysa virüs mirüs bahane. Kuyruklu
yıldızlar eğer kendiliğinden iflah olmaz ise bu gidişle iflahı kesilir…
KORONAVİRÜS…
12 Mart 71, roller, isimler ve bir muhtıradan
ötesi. Ölümcül bir virüs. Karabasan gibi çöken, faşist bir darbe aslı.
Koronavirüsü bile gölgede bırakan…
Yıl felaketler yılı. Bireysel ve toplumsal,
başa olmadık, gelmedik musibet kalmadı. Ard arda hala geliyor. En nicelikli
felaket ise nitelik kaybı. Nitel yağmaya uğrayarak kirlenen koca dünya ve küçük
dünyalara sirayet eden bir virüs daha; Koronavirüs…
Bu koronavirüs, mevcut sağlık sistemlerinin
çöküşüne öyle çarpıcı şekil de etki yapıyor ki, öyle bir bela ki, gripten üç
beş kat daha fazla hızlı ve daha çabuk bulaşıcı. Ve yüz kat daha öldürücü. Harici
hızla yayılan bir virüs tipi. Özellikle toka, sarılma, öpüşme ile daha
ilerisini düşünmeye hiç gerek yok, sınır tanımaz biçimde bulaşıyor. Ayrıca
hijyen eksikliği, güvenilmez sosyal ortam ve her türlü virüslü gıda yoluyla
yayılabilir. Dengesiz, değişik bir karakter. Sınırdaki hareketler, giriş ve
çıkışlarla da kolayca memleket değiştirebiliyor.
O yüzden tüm dünya panik içinde. Görüldüğü her
yerde karantina uyguluyor…
Şu Garip memleket ise
doğal, suni tüm felaketlere alışık olduğundan hala yakın temas halinde.
Bilgisizce bilinçsizce korona dan kaçınmıyor. İçgüdüsel de olsa kendini
kollamıyor. Hala ilahi kurtarıcı bekleyişinde. Öylece, verilen demeçlere
inanarak ve iktidara sadık kalarak koronavirüse meydan okuyor. Koronavirüs öyle
meydan okunacak bir virüs değil. Kor ateş gibi yakan, öldüren kara bir salgın.
Oradan oraya seyahat ediyor. Hastane, postane, pastane dolaşıyor. Umulmadık
anda ve yerde misafir oluyor. Hatta misafirlikteyken bile konuk ağırlıyor. Tabii
ki takibi ve kanıtlanması zor. Yine de peşine düşmek, yalımlı izlerini takip
etmek lazım. Çünkü her yerde, herkese bulaşma ihtimali çok yüksek. Tespiti de
tedbiri de var. Salt önemsemek lazım.
Özellikle tahliller
gecikince ve gerçekler bir kez dahi olsa saklanınca, kurtuluş yok. Korona belki bir salgın modeli gütmüyor ama
saldırı açık. Sinsi ve arsızca ilerliyor. Kötü son, beklenmeyen anda beter bir
darbe. Ve özel, genel hayatı derinden etkiliyor. Topu bir vaka, yalnızca bir vaka.
Yıkım, tek bir koronavirüs vakası ile başlıyor. Bedensel, bilimsel, tıbbi ve
gerçekçi önlemler alınmadığında bir anda yayılıyor. O saatten sonra maske
takmak, mask kullanmak da bir işe yaramıyor.
Ayrıca ilk
koronavirüs vakasına somut, yönlendirici ve önleyici çareler bulunmadığı
takdirde, hazırlık eksik bırakıldığında, bir test pozitif çıktığında hemen
peşinden negatif yayılma zirve yapıyor. Yani koca dünya birkaç koronavirüs
tespiti yapmakla geçiştirilemez denli vahim bir tablo ile karşı karşıya.
Günden güne
kirlenmeyi artıran, ölüm, şaibe ve şüpheyi gündelik hayata sokan ölümcül bir
virüs koronavirüs….
Elbette ilk etapta
detaylı bilgiler mevcut değil. Başa geldikçe öğreniliyor. Ancak tipik örneklerden
ders alınmadığı da bir gerçek. Tanı konulmuş olsa da saklanabilir endişesi de yaygın.
Hâkim düşünce bu olsa da, yine her zamanki alışkanlıklar devam ettiriliyor.
Yanlışa, hataya hatta ölüme götürebilecek olağanüstü hal söz konusuyken çok
rahat davranılıyor.
Oysa koronavirüse mani
olunacak her yol izlenmeli. Bir risk ve kriz yönetimi acilen devreye sokulmalı.
Artık ar, or, kor, sadece rütbelerle meşguliyet yetmez. Karmakarışık eylem ve söylemlerle
akıl karıştırmak ise başka ölümcül dava. Mutlaka bireysel ve toplumsal akla ihtiyaç
var. Gerekirse yerel, bölgesel karantinaya.
Çünkü koronavirüs bir
bulaşmaya görsün. Anında yıkım. Kırım. Yani öyle hafife alınabilecek bir
tehlike, bir tehdit değil. Tam bir baş belası. Ölüm makinesi. Bu kez geçmişteki
krizler gibi teğet de geçmeyebilir. Ayrıca hasta mahremiyetinin korunması
açısından detaylı bilgilerin paylaşılması da uygun görülmeyebilir. Görülmeli ve
gerçekler öğrenilmeli. Aksi takdirde facianın boyutu hepten büyür.
Çünkü bu koronavirüs bilinenlerin
dışında daha uygunsuz, hadsiz ve arsız. Onun için süreç sembolik yaklaşımlarla
atlatılamaz. Korona en yakından yaklaşır ve uzak yakın zehirler. Sonrası affedilemez
hatalar zinciri. Ve sağlık buhranı. Ağır tahribat. Şimdilik felaketler içinde
yılın birinciliğine namzet Koronavirüs.
Her şey bitmiş değil,
bunlar daha iyi günler. Beterin beteri var…
TAHSİLAT VE ZİRAAT…
Şu garip memlekette ziraat ve zanaat tayfası,
binmiş bir alamete gidiyor kıyamete. Bunca tarım ekim piyasası elbette kallavi
yaşamın özü, çözümsüzlüğe niyetlenmedir. Zira doğal verim düşünce, hakkınca
tahsil olmayınca tahakkukçu devreye girer. Ve günahı boynuna urgan ilmek, tahsilatçının
fahiş tahsilat yeltenmesi netleşir. Düşük rütbeli döngü, acımasız ve seviyesizce
yeşil doğayı didikler. Suni gübreleme ve uyduruk kanal sulama operasyonları da
çare olmaz. Tahakkukla başlayan çözülme, kilere dek ulaşır. Mutfak tutuşur. Sadece
ödenecek faturalar kabarır…
Tahsil fukarası tahsilatçının, asla faka basmam
mankofluğuyla, fak fuk fonu tahsilat tasallutu asla affedilemez hale bürünür. Toplamda
tüm değer ölçülerini aşan bir salma. Büyük hata, ihanetçi ihata. Hatta sele, sala, mala, cana derken, anca dört
kollu salda tükenecek bir hesaplaşma eksenlidir ekim dikim ayları. O yüzden her
salise göz kulak kapıda, el ayak kirişte olunmalıdır. Yani bileşik kapta beyin
fırtınası. Yağma yok, tarım ekim, ekim dikim pazarında parsayı toplamak var ise
topun ağzına sürülmek de var…
Zaten varyemez taifede, tahsil eksik kalınca
eşraftan sayılma, eşrefi belde zat görünmekle, eşreflik elde edilmez. Eşeklik
bakidir…
Eşantiyon hesabıyla eşref saati kırılıp, hep
aynı şaklaban tezgâh kuruldukça ekim dikim işleri de
sarpa sarar. Öyle buzlu camın arkasında canlanıp, kanlanarak, olur olmazı suya bırakarak
nemlendirilen obursu tahsilat, şahsa mahsus ürünü çürütür. Yani gölgeler
sezilmez içgüdüsü ekin mekin bırakmaz. Hele hiç direnilmeyen mantıksız çöküş, nasıl
sa görülmez demeye hiç gelmez. Daha en baştan bitlenme ve güvelenmenin
gürültüsü duyulur, tez zamanda ovalara yayılır.
Gök gürültüsü olur. Kıyamet yağar. Ve bereketli tarlalar, verimli topraklar kıtlık
dönemine girer. Yani heybeler haybeye yaygın bir hastalıkla silme dolar. Ve topraktan
teni boğan, şark çıbanı izi silinmez. Kaçak kanı fokurdatan, bağın bağmanın
hançeresini delen insafsızlık arttıkça, arsızlık eşeylenir. Sokma akılla
eğleşilir.
Öyle veya böyle tahsil
tamamlanamayınca, bedavadan günde kaç takla atılırsa atılsın, mutlaka kıble
şaşar. Tanrı katında da tamam olunamaz. Öyle ki, kalenderlik cakası, kadirşinas
şahlanmalar ve kaderperver softalık tam bir aymazlık ölçütüdür. Ölçü kaçırmaya
meyillenişin geçici ayarıdır. Aynalı çarşıdır. Çarşı pazar ayar çekilir ve
inceden izan ile mizanı ters köşe eden, tahminlerin ötesinde tahsilat ayıbı, ahlat
kayıbı türdeş işlenir. Hep eksik tahsil, hep fahiş tahsilat. Gereğince tebeşir
tozu yutmamanın, uyutma taktiği.
Tebeşir tozu ve
mürekkep yalama ateş yükseltir belki ama ateşle oynamayı da engeller. Keyfine
zar atmayı da dışlatır. İçeride dışarıda sıcak muhabbet ortaklığını hiç
bozdurmaz. Ekim dikim, tarım ekim sektörüne, hasat bozacak, kan donduracak hamleler yaptırmaz.
Tahsilsiz zihniyet ise sınır taşlarını yerinden oynatarak, aklı sıra tahsilata
girişir. Ayak sürüyerek yakınlaşmasının tek nedeni nadasa bırakılmış tarla
özlemini, hiç gizlemeden hesapsız kitapsız gidermektir. Haksız tahsilata
yönelmektir. Ancak sap döner, keser döner, kopar urgan. Kopsa da neftlenir, yağlanır.
Borç senedi doğrudan, maciskürlü bir yazı ile doldurulur. İla nihaye ödenecek
meblağ günden güne artar.
Yani tarım ekim, ekim
dikim sahasında tahsilat provası tersine döner. Tahakkuk tersine işler. Aniden
tarih ve mekân değiştiğinde tarh doğru, tahsil yetersiz kalınca eşraf zatlığıyla
kazanılmış sözde yetkinlik harca pula da yetişmez. Yarıcı ve kesici defteri
açılır. On bin yeter. Okkalı hesap yaradana sığınmakla da ödenmiş sayılmaz. İlla
kara düzen hesap faslı gerekir. Çünkü kul hakkı yemişlerin terazisi bu dünyada
kurulmaz.
Tarım yarım, kesici
geçim derken, denizci dürbünü ile izler sürülür, izlek tohumlanır, izem budanır
ve hasat yakınlaşır. Tahsil fakirinden, zengin tahsilat zamanı gelir
çatar. Devridaim…
Tarlalar ve tarım,
beş para getirmez, baştan sona zarar ziyan basan havaya sokulunca tahakkukçu
devreye girer. Tarh yetkisine de sahip tahakkukçu, tam tahsil almış Atadan
rençber. Hukukçu aklıyla matematiği birleştiren, muhakeme gücü ve muhasebe yeteneği
yüksek kalitedir. İlk safhada kaliteyi düşüren kalpazanları ve tahsilsiz
tahsilatçıları sıraya dizer. Okyanus aklıyla, akarsuları denizlere, denizleri
kendine bağlar. Mevsimin en kara yüzünü meçhul iklimsel yöntemlerle ağartır. Sevabı
günahı, ayıbı kayıbı, hakkı hakikati bildiğinden şirk şirketinden daima kaçınır.
Şirkete gelmez. Korunma zırhını kuşanamayan korunmasızlardan değil,
korkusuzluğundan beslenir.
Ziraat ve zanaat
işleri böyle başa beladır. Eksen bitmez, diksen büyümez. Bitse büyüse beş para
etmez. Harcı külünü ödemez. O yüzden, Tarım ekim, ekim dikim diyarında Tahakkukçu
ve tahsilsiz tahsilatçı çekişmesi, tarif edilen ve tarhı yapılan verginin
cinsine göre ilelebet devam eder. Allah vergisi sayılmayacak günler gelir
dayanır.
Şu ipsiz kuşaksız
evrende, bu bol ağrılı kültürün ucu kimlere dek uzanır? En sonunda kime
dayanır? Kim bilir…
DEVRİM…
Objektif şartları oluşsa da, devrimci
inisiyatif olmayınca devrim gerçekleşemez. Karşı devrim olur…
Devrim; “ Halkın devrimci girişimidir.
Alttan yukarıya şekillenir. Bu devrimci yol mevcut devlet mekanizmasına karşı
koyuş ve iktidarın ele geçirilmesidir. İktidar gücüyle yukarıdan aşağı, ileri
bir üretim düzeninin ve sosyal statünün örgütlenmesidir…”
Devrim kesintisiz sürer, sürmelidir.
Devrim; “ Kendi politik hegemonyasını kurmadıkça, kendi iktidarına uygun alet,
yapı düzenlemelerini gerçekleştiremedikçe…” devrimler sürekli kılınamaz...
Yeryüzü on yıllardır, toplumsal Devrim
çağını yaşamaktadır. Çünkü ekonomi ve üretim modelleri altüst olmuştur. Siyasi
ve hukuki, dini ve felsefi açıdan bir çöküş yaşanmaktadır. Çatışma bilinci ile
güçlenen kısır ideolojiler, üretim gücünü ve olanaklarını ele geçirmiştir. Tüm
bunlar yeni bir sosyal şekillenmeyi mecburi kılmaktadır.
Kendine özgü iç dinamiği ile “ Üretici
güçlerin gelişmesi sonucu güçlenmeler, aslında gelişmenin önüne engeldir.
Devrimleri engelleyen niteliğe bürünmedir…”
Hal böyle olunca formülasyon bellidir; yine, yeni Devrim. Ancak toplumsal
Devrim çağında halkın, devrimci girişimi yönlendirmesi şarttır. Dverim tarihinin
tek zorunlu boyutu budur. Teklenirse, yaklaşan ve yaşanacak olan Devrimci buhrandır.
Çünkü “Kişiler kendi tarihlerini
kendileri yaparlar…” Kaderi tayin hakkı çerçevesinde tercihlerle oynanarak
devrimleri ve devrimcileri; “art niyetli kışkırtıcıların ürünü imiş gibi
gösteren batıl inanç…” artık zamanı geçmiş gibi görünse de hala canlıdır. Mevcut
iktidarlar tarafından bu kışkırtıcı düşünce devamlı diri tutulmaktadır.
Oysa devrimlerin olduğu her yerde,
mevcut düzenin karşılayamadığı veya karşılamak istemediği sosyal ihtiyaçların
varlığı söz konusudur. Yani bu yüzden devrimler olduğu bir gerçektir. Tarihin
boşluk ve yokluk evrelerinde, özgürlüğü somutlayan isyanlar, devrimci insiyatif
eseridir. Kim ne yaparsa yapsın, ihtiyaç açığa çıktıkça sosyal patlamalar,
sosyolojik temele dayanan devrimleri de doğurur. Bu aşamada tarihsel zorunluluk
en doğru referanstır.
Çünkü siyasal sistemler sürekli
değişmedikçe daima oligarşi, oligarşiden de daima tiranlık doğar. Tiranlığı da
eninde sonunda demokrasi takip eder…
Yani hep büyük yanlış noktasına gerisingeri
dönülür. Acılı süreç sil baştan yaşanır. Değişmeyen bu tarihsel olgu ve başa
gelen zorunluluk ise resmen Devrim sürecidir. Asıl hakikat Devrim ve devrimci girişimlerdir.
Tarihi ilerleten devrimlerdir.
Objektif şartları olgunlaştıran
reformist söylemler, reformist söylemlerin zaman içinde sıradanlaştığı an ise
tam devrim anıdır…
Gidişattan endişelenmenin tavan yaptığı
andır o an. Artık müdahaleler ile durdurulamayacak, sessiz çoğunluğun kolayca sansürlenemeyeceği
bir andır o an. Sindirme operasyonları ile birlikte toplumsal tabular yıkılır.
İsyan doruk noktasına çıkar. Ve Devrim başlar…
Devrimci politik hegomanya kendiliğinden
kurulur. Bu arada en önemli mesele palazlanabilecek karşı devrimi saptayabilmek
ve engellemektir.
Ola ki engellenemediyse, devrimin objektif şartları oluşsa da, devrimci
inisiyatif, inisiyatif alsa da başı sonu yazılmamış hikaye…
CHP İSTANBUL KADIN KOLU BAŞKAN ADAYI; SOKU…
CHP İstanbul İl Kadın Kolu Başkanlığı’na adaylığını
açıklayan Aysun Kılıçaslan Soku, kongre sabahına dek ilçelerdeki çalışmalarına
devam ediyor…
CHP İstanbul İl Kadın Kolları’nın 14. Olağan Kongresi, 15 Mart Pazar günü. Akatlar Mustafa Kemal
Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek. Kongreye hazırlanan ve Hepimizin Adayı sloganıyla başkan adayı olan Aysun Kılıçaslan Soku, hız
kesmeden tanıtım çalışmalarını yürütüyor. Soku; 25.Dönem İstanbul milletvekili
adayı, CHP Tuzla Yöneticisi- İlçe Sekreteri, RUBASAM Başkan Yardımcısı,
TÜMBİKON Genel Sekreteri, RİBİAD Medya Yöneticisi…
Hepimizin Adayı Aysun Kılıçaslan Soku; Bugün de yarın da sorunları çözmek için siz
bize değil; biz size geleceğiz. Sorunları yerinde birlikte çözeceğiz. Sevgiyle
bütünleşip, İktidarda
buluşacağız diyor…
Soku; Hepimizin
Başkanı olarak çıktığımız yolda, ilçe ziyaretlerimize devam ediyoruz. Emeğin ve
kadının değerinin toplum içinde hak ettiği yere gelmesi için kürsüden değil
sokakta siyaset yapacağımızı anlatmak için CHP İlçe Başkanlıklarını ziyarete
başladık, devam ettiriyoruz. Kongreye kadar bu tempoyla gideceğiz. Eğer
ulaşamadıklarımız olursa eğer Selam olsun kadınlara, selam olsun yoldaşlara…
CHP
İstanbul İl Kadın Kolları 14. Olağan Kongresi’nin 15 Mart Pazar günü
Akatlar Mustafa Kemal Kültür
Merkezi’nde gerçekleştirileceğini ifade eden Hepimizin Adayı Aysun Kılıçaslan Soku; ‘Mart
mimoza demektir, mimozanın anlamını bilmek gerekir diyor…
“Mart Mimoza Demektir,
Hikayesi de çok güzeldir. Türk kadınları da hikayedeki kadınlar gibidir, güçlüdür. Bu nedenle bu baharda sevdiğiniz kadın dostlarınıza mimoza alabilirsiniz.
İtalya 1946
yılında ikinci dünya savaşından yıkık dökük çıkmış; insanlar bir coşku, yaşama
dair bir umut aramaktalardı.
Derken İtalyan Kadın Birliği üyesi olan
3 kadın, toplumun yeniden inşasının “kadın dayanışmasına” bağlı olduğunu
düşündüler: Teresa Mattei, Rita Montagnana ve Teresa Noce.
Üç güçlü kadın, bu yaklaşımlarını
sembolize etmesi için bir çiçek seçmeyi teklif ettiler. Sunulan tüm teklifler arasında
üç tanesi öne çıktı: Karanfil, anemon ve enfes kokusuyla mimoza çiçeği.
Aşağıdaki özellikleri sayesinde kazanan mimoza çiçeği oldu:
Sapsarı renkleri ile neşe saçtığı için
(savaşla yıpranan moraller, mimoza çiçeği ile düzelsin diye)
Martta çiçek açtığı için (Dünya Kadınlar Gününü sembolize etsin diye)
Büyük bir ağaç haline gelene kadar çok fazla emek ve bakım gerektirmediği için (İtalya da mimoza çiçeği gibi hızla kalkınabilsin diye) En önemlisi de, aynı kadınlar gibi kırılgan görünümlerinin arkasında güçlü bir karakter barındırdığı için (mimoza çiçeği zor coğrafi koşullarda bile çiçek açabilir).
O gün bugündür başta İtalya ve Rusya’da olmak üzere, Dünya Kadınlar Gününde (8 Mart) kadınlara mimoza çiçeği hediye edilmektedir. Bir kadın sadece sevgilisinden veya çocuklarından değil; dayanışmayı sembolize ettiği için kadın dostlarından da mimoza çiçeği hediyesi alır.
Mimoza
çiçeğinin özelliklerini ve dünya literatüründeki yerini göz önüne aldığımızda,
mimoza çiçeğinin aşağıdaki anlamları taşıdığını söyleyebiliriz: Dayanışma, Ölümsüzlük
ve Diriliş. Hassasiyet, Çoşku ve Umut…”
CHP İstanbul
İl Kadın Kolu Başkanlığı’na adayı Aysun Kılıçaslan Soku;
TAŞ TAPINAKLAR…
Dünyada taş devrinden kalma ilk taş tapınaklar
bulunduğunda, Dinler Tarihi yeniden stilize edilme gerçeği ile baş başa
kalmıştır…
Taş tapınaklar, Dünya Ötesi yaşamları da taşlaştıran
tarihi bir miras, elle tutulur ve göze batan hakiki bir gelenektir. Bu belki de
o zamanlara ait olmayan ilk tapınakların belirtileri ve tarih öncesi göktaşları
bombardımanı dönemlerinden kalma kutsallıktır. Genel yargı bulunmasa da gökkumu
ve nikel karışımı yaratılardan çıkmış da olabilirler.
Yine de dönemlerinin gözdesi olma hakkını veren, kuşkuları
kanıtlar mahiyette kültürel zenginliktir taş tapınaklar…
Taş tapınakların duvarlarındaki güçlü simge, sembol
ve tasvirler, zaman içinde gücü eline geçiren insanın, doğaya nasıl hükmeder
konuma geçişini bir güzel anlatır. Bir çizikler bir şekilde dinler tarihinin de
sıfır noktasını tanımlar. Fasıla fasıla ayrıntılarla.
İlk dönemlerden bu yana yeryüzü, fosil taşıyan taşlar
sayesinde keşfedilmiş veya hala keşfedilmemiş birbirine benzer yığınla taş
tapınaklara ev sahipliği eder…
Hepsinde; “Yan sundurma, sundurma da taştan bir sunak,
halka açık kutlama alanları, doğurgan bir kalabalık meydanı, belki de kurban
sunaklar, dinsel ayin, tanrısal kutsama, antik tören duygusu, sehpa üzerinde
ise el işi mücevherat ve değerli taşlar…” belirgin halde mevcuttur…
Yani taş tapınaklardan, Tanrı’da farkındalık yaratma
amacına dönük, antik medeniyet dinleri armağan edilir…
Diğer yandan dinsel pratikler içeren taşınabilir,
gizlenebilir değerlerdir. Tanrıya muhtaçlığa vurgu taşır her biri. Vurgun yeri
de olabilirler. Haris oyun devamlılığı da. Soyun devamlılığı da. Yani taş
tapınaklar insanlara antik yükümlülük verir…
Her zaman diliminde, milyonlarca yıl sonra bile taşlaşan
kalplerle, taş tapınakçı bilinçaltının hortladığı görülür. Din içinde kalarak
veya reddederek. Gizli saklı, birebir veya kitlesel…
Geçmişte derin sırlarla yüklü imajı verilerek ve tüm
kabahat şeytana yüklenerek, özünde cinsel şehvet, zihinsel ve bedensel kıyım,
gende tende arzu tırpanlaması, kurban hazzı, suskunluk içinde sundurmada sunum
ve sunulma, tekli çoklu ilişkisel abartı, etik dışı ve geleneksel öğretilere
ters imajda salınım, mahremi sakınma veya sakınmama ve benzeri ritüeller
uygulana gelmiştir. Şartlanmışları, şaplanmışları ve şaşkınlarını bulduğu
takdirde gelecekte de uygulanabilir.
Günün sosyal ve toplumsal hayatına kesinlikle
uymayan, uygunsuz katı tutum ve gelgeç tutku içeren bu ritmik kayboluş, antik
taş devrine taş çıkarttıracak usul ve yöntemlerle hayata geçebilir. Bu tür
tipik kaynaşmalar, ritmik yaklaşımlar ve ritüel tatbikatı tamamıyla bir alt
kültür yansıması ve yanılmasıdır. Bu yanlı yangıya destek, taşı çatlatacak
denli ağır kusur, mayasal ve mantıksal hatadır...
Bu çarpık mantalite, vaktiyle taş tapınaklarda antik
yükümlülükleri din olarak bilmeden yerine getirme çabasındakilere asla
atfedilemeyecek haldir. Taş tapınaklar
serüveni kendi halinde devirlerce sürdürülmüştür. Değişen modellerle, dinsel
gruplaşmalarla, bilinen Tanrı protipine başkaldırıya da açıktır. Açıkça direnir
de. Veya muhafazakârlaşarak, efsane hikâyeler kutsal sayılarak, tüm canlı kanlı
totemik ayinler dinler içine çekilir. Zaten tüm dinlerin başlangıcını da bu hikâyeler
belirlemiştir.
İnsanlık tarihi boyunca Tanrıya itaatsizlik bu hikâyelere
göre değerlendirilmiştir. Taş tapınaklarda bulunan ve hikayeleştirilen
sembollerin dinler tarihine ve dinlere güçlendirici bir katkısı vardır. Taş
tapınakçılar rol çalarak her dine de sızmışlardır. Fazlasıyla neyi temsil
ettiği tartışmalı olsa da, taşın taşla çizilip renklendirilmesi ile başlayan
tanrısal tasvir yeni din versiyonlarının da kanıtlayıcısı olmuştur. Dinlerin tetikleyicisi
olmuştur.
Yani dünya taş devrinden beri anıtlaşan taşlara aksettirilen
şekillerde bizzat tanrıyı aramıştır. Bulamayınca da yeni dinler icat
edilmiştir. Taş tapınaklar geleneksel yaşam içinde fazla değerli bulunmasa da
din öncüleridir. Dinler tarihinde sadece tapınmaya dönük olup olmadığı
saptanamayan eklerdir. İlklerdir. Keşfedilmeyi bekleyen sırlar ve sınırlardır.
Her dinde mutlaka var olan ancak fazla önemsenmeyen
antik-pratik değerlerle akrabalıkları vardır. Belki de mevcut dinlere ters
gelen yanı, tarih öncesi bir şeylere işaret ettikleri içindir.
Dünyada taş devrinden kalma ilk taş tapınaklarda
dahi bulunmayan taşlaşmış inan ve kalıplaşmış iman arkasına gizlenerek bin
türlü oyun, arkadan dolap çevirmek yerine, doğrusu ilklerden en sona temel
olmuş işaretlerin menşeine inmek eğilimidir kutlanması ve kutsanması gereken.
Taş tapınakçılık, taş tapınak şövalyeliği ve
havariliği değil…
REİS PAŞA...
Reis paşa modern dünyanın, değeri sonradan anlaşılan
inkılaplarıyla bizzat kurucularındandır...
Yeryüzünde bir başka örneği olmayan, askeri bir deha,
bağımsızlık şerbeti içmiş bir devlet adamıdır. Tarihin bu millete göz
kamaştıran bir armağanı, son ikramıdır. Silme devrimci, bir solukta
memlekettir. Kendine özgü bir devlet kuran, büyük kurtarıcı ve yadsınamaz
kurucudur.
Reis Paşa varlığı asla inkar edilemez, Reis gibi bir
reistir; " Tarih bir milletin kanını, hakkını ve varlığını hiçbir zaman
inkar edemez..."
Savaş meydanlarını masmaviye boyamış, deniz gözlü bir
özgürlük savaşçısıdır Reis paşa. Fetih, keşif ve taarruz ustası bir kahramanlık
tasviridir. Reislerin piridir. Tektir. Tek adamdır. Tek reistir...
Aklına ve milletine güvenerek yaşamış insan evladıdır;
" Büyük ve Tarihi olayları ancak Büyük Milletler yaşayabilir..."
Bu asla yenilmez millete tam istiklali takdir edendir Reis
Paşa. Emperyal teşebbüslere karşı çıkan, çeşit çeşit düşmanları def eden bir
eylemcidir. Milli militandır. Enternasyonel düzeyde bir yeryüzü
planlamacısıdır. Beynelmilel zafer öncüsü ve sarsılmaz temsilcisidir.
Yılmaz savaşçıdır ama asla savaş meraklısı değildir Reis
Paşa; "Bir millet savaş alanlarında ne kadar zafer elde ederse etsin, o
zaferlerin sonuçlar vermesi ancak kültür ordusu ile mümkündür..."
Reis Paşa millete ve memlekete yıkılmaz ve ebediyen bozulmaz
bir yol çizmeyi bilendir. Menfaatine tabi olmadan. Nefsine aldanmadan. İstikrar
ve iktidat abidesi kalarak. Canından çok sevdiği milletine, özgürleşmeye odaklı
mücadele aşkı aşılayarak.
Aşılamaz yücelikte bir uludur Reis Paşa; "Türk milleti,
bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı var olmalarının yegane koşulu olarak kabul
etmiş, cesur insanların torunlarıdır..."
Öyle beklenmedik vakalara, uydurma tesadüflere, kader
kısmete aldırmaksızın gerçeğin kitabını yazan paha biçilemez kıymettir. Asrın
inkılapçısıdır...
Reis Paşa istikrar, eşgüdümlü iktidar ve kesintisiz ihtilal
fikri sabiti doğrultusunda, mukaddes değerleri korumak adına yedi düvele teslim
olmayan, teslimiyeti aklının ucundan bile geçirmeyen, sıradışı meydan okuyuşun
mimarıdır. Toplum dizaynın yüksek mühendisidir.
Her şeye rağmen mütevazıdır Reis Paşa; "Bizim
telakkimize göre siyasal kuvvet milli irade ve egemenlik, milletin bütün
halinde müşterek şahsiyetine aittir. Birdir. Teslim edilemez, ayrılamaz ve
başkasına bırakılamaz..."
Reis Paşa savaş öncesi, savaş anı ve savaş sonrası
istediklerini teste tabi tutulamaz biçimde barışa endekslemiş bir ülkücüdür.
Tarihe emanet ilkedir, tahrif edilemez belgedir. Yüzyılların yetmeyeceği işleri
on yılda yapan, yaptıkları ile tarihte iz bırakan bir bilgedir. Uslanmaz bir
devrimcidir.
Reis Paşa der ki; "Devrim yasası eldeki yasaların
üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki akımı boğmadıkça,
başladığımız Devrim ve yenilik bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki
dönemlerde de böyle olacaktır..."
Reis Paşa'nın vaz geçilemez öğüdü; "...Gelecekte, seni
hazinenden yoksun bırakmak isteyecek, iç ve dış düşmanların olacaktır. Birgün
hazineni savunmak zorunluluğuna düşersen, göreve atılmak için, bulunduğun
durumun olanak ve şartlarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve şartlar, çok
elverişsiz bir özellikte ortaya çıkabilir. Bağımsızlığını ve egemenliğini yok
etmek isteyecek düşmanlar, bütün dünyada eşi görülmemiş bir galibiyetin
temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile... "
İşin Latife'si bi yana, işin öztürkçesi, fikri Fikriye'si
işte bu. Reis Paşa'dan beri böyle. Bu üstün öngörülü nasihatı asla unutmamak
gerek. Unutanlara da hakkıyla hatırlatmak...
FİKRİYE...
Fikriye uzun boylu ve masum bir güzellik. Az süslü ve solgun
bir yüz. Gözlerde sürme, yanaklarda hafiften bir allık. her zaman şık. Ve bir
türlü kesilmeyen, kesik kuru öksürük. Hilafsız bir süvari. Boynunda daima tek
sevdiceğinden armağan tesbihten kolye...
Fikriye fikrini açık etmese de her şey besbelli. İnce
hislere yenilmiş bir taze Fikriye. Kırbaçlı amazon. Dudaklarında gergin
tebessüm, uçuk kan kırmızı. münasip bir gelin adayı. Simasında gelip geçici
mürüvet ateşi. Şefkat abidesi. Aşka Müebbet. Dalgın ve dargın. mahçup ve
mahrem. Fikrinin ince gülü soluk...
Soluk ve soğuk; "Bilhassa sol akciğer..."
Sisli ve gizemli bir durgunluk kaidesi Fikriye. Mecburen
mihmandar. Sırtında hayatına kahreden bir sancı. Kalbine saplı çifte su
verilmiş bir bıçak. Çekingen ve az cesaretli. Kızıla çalan kurt sarışınlığına
yanık. Kesik. Dağlayan bir sessizlik. Sürgün ve tecrübesizlik.
Latife'nin tam zıttı bir kişilik Fikriye...
Gölgeye dönüşmüş bir formda sigarasını tüttüren. Mütebessim.
Mülayim. Esrarengiz bir fedakarlık yanar parmak uçlarında.
Sanki bir zamandan beri doktorları da dinlemez. Fikriye
yemez içmez. Ve tütünü bırakmaz. Hüzünlü bir keyif alışverişidir dağılan
dumanla ilişkisi. Darmaduman oluşun, kaderin ve kederin reddi. Defi. Yaşam
denilen bir tutam nefes...
Gözyaşları akşam alacasında piyanonun tuşlarına düştükçe,
ıstırap veren günlerin devamı somutlaşır. İhtirası somutlaştırır notalar.
Sanatoryum sürgünlüğünü. Zaruri bir kopuşun telaşın daki tedaviyi.
Gurbet ve soğukluk. Fikriye kürkler içinde. Solgun ve masum.
Mahir bir gülümseyiş, güçlükle. Sahipsiz, garip ve ürkek bir boyun eğiş. Keskin
buyruğu kabulleniş. Sağlığı şüpheli...
Tümüyle kendini Paşa'ya ideal bir arkadaş olmaya adamış
Fikriye. Gazi'nin evlendiğini öğrenince tedaviden vaz geçer. Bırakır. Paşa'sını
bırakamaz. Tam on dört ay başkente gelmeden yaşar. İstanbul'dan barakılmaz...
Canına tak eder, kaçak göçek Ankara Garı'na ulaşır. Kapı
duvar. Çankaya'dan dönüşte kendini vurur. Kurtarılır. Ancak zatureye
yakalandıktan iki gün sonra acı hayattan kurtulur.
Friye mutsuz ve hasta bir kimlik olarak tarih sahnesinde
yerini alır. Böyle anılır. Memleket için en feci ve en kutlu günleri görmüştür.
Yılmamıştır. Gazi'nin yaşam kolaylığına hizmet ettiğince yaşama direnmiştir.
Ancak Fikriye, anılarda ve akıllarda terkedilmişlik
psikolojisi ile trajedik bir vaka olarak kaldı. Yazık. Oysa Paşa'nın
sevdiğiydi. Ve kimilerine göre de; "Çok iyi bir eş olabilirdi..."
Ama olmadı, olamadı Fikriye...
LATİFE...
Karşısındakine ecnebi duygusu geçiren, milli, minyon,
alafranga bir genç hanımefendi Latife...
Latife. İlk alev yalazı. Peçesiz bir tatlı yüz. Pelerinli
bir kararlılık ve karanlık. Sarhoşlatan bir hayal gibi. Muzip ve hayran.
Vurgun. Sevdalık haline geçişin pişmanlığı yok asla. Hayat dolu ve neşeli.
Fikriye'nin tam zıttı...
Latife mükkem ve müstesna bir kimlik. Teklifsiz ve fütursuz
bir neşe çağlayanı. Boynunda taşıdığı madalyonda, vaktiyle tehditlere,
tevkiflere uğrayacağı bir fotoğraf. Herkesten gizli. Fransız gazetesi
küpurundan kesilmiş yakışıklı bir portre. Hayatı ikbal...
Tatlı zehir. Bal şeker olan bir hoşluk. Baştan sona zorluk
ve boşluk yılları. Tek dert vatan. Tek gaye...
Kaçanlar kaçarken büyük İzmir yangını çıkartmasaydı, yangın
Başkomutanlık Karargahı'nı da vurmasaydı, Latife'nin ilk tanışma girişimi
rüyalarda kalırdı. Yarenlik belki de bir yerde. Ama öyle olmadı, Paşa kırmızı
otomobile kuruldu ve Latife'nin aile köşküne doğru ilerledi. Karşıyaka'dan
Göztepe'ye doğru...
Latife Avrupalı bir genç kız edasında ihtişamlı bir konakta
sade ve cana yakın, heyecanla bekliyordu. Balkon manzarası can yakan bir
yangına kapı komşusuydu. Semayı kaplayan bir kızıllık, genç kız da kirpiklerini
ıslatan bir kaç damla gözyaşı oldu. Mevcudiyetin dayanılmazlığı ve asrın
saadeti.
Gazi, mutlu ve memnun. Utkulu Latife en ufak bir dikkat
kaybından huzursuz. Zarif jestlerin ardında keskin bir profil. Sır yüklü.
Alakalı görünmeyi içselleştirmiş bir haleti ruhiye. Takdire şayan bir
münasiplik. İddialı bir intiba...
İrtibat ala, inkişaf tamam da; "Peki ya Fikriye? O ne
olacak?..."
Latife'nin çehresi değiştiğinde, dikleşen sesi vurduğunda ve
gözlerini kısarak sorduğunda romantik Avrupalı kimliği havalarda uçuşuyor.
Millilik resmen yok oluyor. Bir yanda Kocası olarak Gazi'ye hürmet, hizmet
yeteneği sergileme fırsatı için tutuşuyor. Paşa'nın yumuşak kalbini yakalamayı
arzuluyor. Ancak Gazi'yi yönetmeye, on yılların birikimi değişken ruh yapısını
denetlemeye salt dişiliğin yetmeyeceğini anlayamıyor. Çok bilinmyenli bir
denklem, çözemiyor...
En hafif çözülmede, geleneksel kültürün ağır basacağını ise
hiç düşünemiyor...
Latife uysal bir gelin olma karakteri taşımayan bir karakter
olduğunu saklamadı. Sonsuz hayatta, sınırsız hevesler taşıdığını da. Tek rıhtım
vardı, ihtimaller dahilinde...
Tek taraflı bir girişimdi. Ve tuttu. Latife, Paşa'nın
validesi ile yakından ilgilendi. Bir süre baktı da. İkircikli izin de bu arada
çıktı. Ve Beyaz Köşk'de bir çay partisi ile Kemal'ine erişti Latife...
Latife, çağdaş bir rol model oldu memlekete. Ancak Pembe
Köşk'e protokol yerleştirme çabası tutmadı. İki yurt gezisindeki kavga veya
atışma, Latife'yi tarih sahnesinden çekilmek zorunda bıraktı. Gazi çekildi,
Latife çekildi...
İki cümlelik bir son ve yalnız geçen uzun bir ömür. Veya
anılarla dopdolu bir hayat...
Birinci cümle; "Bu kız, benim Çakır Mustafa'mı değil,
Mustafa Kemal Paşa'yı ister. Mal mülk ister gibi..."
İkinci ve son cümle; "Sükunetle İzmir'e gitmeye
muvafakatini temin lazımdır..."
Temenni dünyası işte. Ve temkin. Tabi ki anlayana ve bilene.
Latife...
TATMİNKÂR ÖLÇÜ…
Gecikmiş de olsa Barış en tatminkâr ölçüdür…
Zaten tatminkâr kalamaz serbestliğin, aynı doğrultuda uzun
süre hoyratlaşmadan ilerleyebileceği hayaldir. Hayaller gerçek olur. Ve acı son
çıplak uyarılarla gelir. Her şey en baştan bellidir ama görülmez ne yazık ki.
Ve savaşla bıçak gibi kesilir her şey. Bu minvalde kesin doğru ise yıllanmış
yeryüzü ahenginin, uygunsuz tasarımlarla bozulmamasıdır. Mirasyedi gibi
rezervden harcamamaktır. Yani savaş yeter, barış hemen…
Hak batıl düzleminde harcanış mekanik monologlarla başlar.
Sivri bir dil, çatal isyanlar ve son istasyondaki sıkışma. Bu silindirik
atmosferde hatalar zincirine, incitici şok edici halkalar eklenir. Eğilmez
elastik duruş, alıcı ve gönderici arasındaki tuşlamalar ve taşlamalarla yok
olur. İki uzak istasyon arasında harcanmak ise tutarsız sinyallerle
gerçekleşir.
Öyle ki yanıtlanamaz direkt ve dikey sorular artar. Ve
tatminkâr düzeydeki genel ayar yanlış kodlanır.
İmkansız sanılan imler sıralanır. Tadımlık bozulum tüm avantajları da
siler, aklı yer bitirir. Akla kara arasında sırra salınım net inancı da
zedeler. akabinde dikkat sahafı, rikkat zaafı takibinde tatminkâr cüret havadan
sebep sebeplenir. Dakikasında ağır tahribat. Evrensel önermelere tahkikat.
vasat yaratı ve zihin felci…
Tatminkâr oranda olmayan tüm teşebbüsler, açığa düşüren
ipuçlarını da bünyesinde taşır. Ancak doğrulaması zaman alır. Esasen düzgün
kalma veya kalamayış işin tatminkar çerçeveden taşmasıdır. Özen, önem ve güven
kaybıdır yaşanan. Parapsikolojiyle de olsa ara istasyon vakumlama istemi,
vakayı daha da büyütür. Masum olmayan manyetik duyarlılık, herkese serbestçe
yön kaybettirir. Tatminkar ölçüdeki fedakarlık da ertelendikçe, kanaatler özel
amaçlı umulara kayar. Kayıtlar tekrar ayarlanır. Ve tamamen ayarsızlaşılır.
Yani sıcak savaş atmosferinde ölçü hep kayar. Özellikle
sınırı geçmişlik, asla olağan serbestlikle izah edilemez. Bilinen boyut
evrilir. Soyut somut gerçeklik done biriktirir. Belki tersine dönüştürücü,
birincil elden tanımlanamaz. Tanınır ama. Bir gün mutlaka hiç alışılmadık
yollardan, tatminkar derecede hesap zamanı gelir. Yani herkes, bu dünyada
hesaba çekilir…
Bölgesel, yerel bir döngüde serbestçe dolaşımın hiç de
tatminkâr görünmeyen sonuca ulaşımı, aşırı basınç yaratır. Yaratana sığınmak da
çare olmaz. Sonra resimlere altyazı misali, eksiklik tamamlanır. Biraz ölçüsü
kaçsa da reaksiyon bellidir. Dönüştürücüyü gereksiz kılmak. Tatminkar derecede
seyretmeyen havayı birden ısındırmak. Veya soğutmak. Barışı egemen kılmak.
Yaygın izahı pek bulunmasa da, aşırı serbestlik prensibi muhtemelen
geleceği de presler. Doğru press barışa endeksler…
Es, esin ve eğreti esintinin, sessiz ve sakin öğretici sesin
dahi mutlaka bir sahibi vardır. Savaş engellerle karşılaşır ama barış engel
tanımaz. Bir dalgalanma yeter, buzulları kaynaştırmaya. Zor da gelse,
sağırlaştıran bir yangıya ve yankıya aldırılmadan tatminkâr sınır metazori
yeniden çizilir. Aksi takdirde katiyen düşünülmemiş ne varsa bir bir hayata
geçer. Geçirilir. Yani serbestçe, aşırı serbestlikle savaş devam eder.
Sahayı kanatan savaşa ve barışa dönük, cismin göreceli
konumu, ismin gördüğü göreceği ve sunumu, ortamın yıkıcı tatminkar durumu
tespit edildiği kadarıyla budur. gerekirse ifadeler tek tek alınır, verilir.
ama olan yiten yine canlara olur.
yanıtsız topraklama yürek yakar. sinyal veya sinyalizasyon hatası ve
tecrit mesajları sınırsız serbestliğin de sonunu getirir. Uydular her adımı
görüntüler…
Şüphesiz serbest çekim kuvveti, iyi niyet önerilerin tümüne
bakarak tatminkar bir son hazırlar. En kötü son ise tatminkâr ölçülerde
barıştır. Karanlık koridorlar hala temkinsiz olsa da. Temenni edilen yeryüzünde
hiç ve asla bir daha böyle yıkımlar yaşanmasın…
Şimdilik taraflara iyi gelecek, bir süre barış…
ÇARPILMA...
Savaş nedir?
Bilimselliğin çok uzağında, sıradan bir elektriklenme
hikâyesidir savaş. Trafoyu patlatan ve dokunanı çarpan türden, deneysel bir
büyülenmedir. Asla kabul edilemez bir çarpıklıktır. Parkı, çarkı, tankı dünyayı
şaşırtan öyle bir kaçaktır ki, sezgisel bir hamle ile dahi yatıştırılabilir...
Mevcut saplantıların girdabına yuvarlanma dan, handikaplara
direnebilmektir. Beteri var deyip sicili tehdit edebilecek triplerden de uzak
kalmaktır. Maharet mahalle baskısıyla hava basıncını yükseltmemektir. Tansiyonu
oynatacak ilkgençlik hayal ve rüya aleminden kopmaktır bütün mesele. Yoksa
karanlıkta, el yordamıyla öteye beriye çarparak prize parmak sokulur. Ve
devreye geçen elektrik yakar geçer. Ezer geçer silindir...
Savaştan muhafaza, müdafa zırhını topraklayan dik açılı
yanlış akımı kesmektir. Çünkü hayata yeniden dönüş eğilimini de yakar, odun
kömürünü de.
Kötü düş körlüğü etkisinde, direnç kuvveti de düşer.
Limitsiz güç vakumlu ve vakur kanatlanır gider. Ve havai uçuş atmosferik
basınca takılır. Ciddi bir kaçak yüzünden, dam yanar saçak kül olur. Ve acı
yaşanır.
Şok dalgası tehlikeli bir virüs gibi yüksek gerilim
kuleleriyle oradan oraya seyahat eder. Buradan en sağlam sayılan kalelere dek
uzanır. Ölü ceryan artık ışıtmaz, ısıtmaz. Sıtma tutmuş gibi zangır zangır
titretir. Ama öldürmez. Ölmekten beter eder, süründürür. Yani bir porsiyon
elektriklenme, porselen fincanları karartır. Fincancı katırlarını çıkmaz yola
sürükler. İçine bozuk para koyup akımı doğrultmak da işe yaramaz. fincan
çatlar. Tel erir. En küçük fırtınada, enerji kaynak yapar. Ve direkt akımı
keser...
Bilimsellik taşımayan her kofti sefalet ve softi sanatsal
kıyamet belki iştah açar biraz. Tıka basa yalancı bir doygunluk hissi de verir.
Ama eninde sonunda ağız dolusu kan kusulur. Mide kramplanır. Lafta ilham verici
etki ve etkileşim folyoya sarılı amperleri de çatlatır. Yani yoğun ilgi gören
cihazlara yanlış trifaze bağlantı ve prospektüsü dışında deneylemeler
neticesinde her yanı yakar, tutuşturur. İşte savaş böyle bir şeydir.
Hayat motoru susar, gazı çekilir. Hükümsüz, mümkünsüz
sanılan tüm icatlar işte bu şiddetli akım dinamiği ile hayata geçer. Buluş
olur. Yok oluşu günceller.
Bilim dışı elektriklenme yolculuğu, yolcularını ortalığı
kasıp kavuran bir felakete sürükler. Dayanılmaz çarpılma korkusu ve kesif duman
köyü, kenti, bölgeyi kaplar. İkiz kaplar teorisi işlemeye başlar...
Şehre, memlekete ve bölgelere ölümcül bir karabulut çöker.
Ve bilimselliğin çok uzağındakilere bile diz çöktürür.
İşte savaş budur...
ŞARTEL-ŞALTER…
Şartlar süreci öyle hızlı etkiledi ki, karşı çıkar çözülmesi
yaşanıyor savaş kıvamında. Benzer koşullarda bildik köhne tipler daha nice
harcanışı resmedecek gibi panoya. Moral düşürücü bir tarz ve radikal feragat.
Nihayetinde inadına savaş…
Eski yeni, aksi yönde atılan her çarpık adım doğuştan var
olan doğal içgüdüleri tetikler. Yıllarca sarf edilen yoğun emek, oldukça
sıradan ve olağanüstü görünen basit bir vaka ile bir anda sıfırlanır. Lafta
acil davetler peşinde yeni duygular, duyumlar elde edildiği sanılır. Ama şarki
kayıtsızlık, kırpık onur ve yalandan pohpohlanma arasına sıkışmıştır bir kere.
Ve sınır ötesi sarsılmaz itimat ve kararlılık bu yüzden çok acemileşir.
Öylesine hitap ve bitap faslı başlar. Lütuf görülenler ard
arda sos verir. Planlar, projeler çoktandır fark edildiğinden sabit fikirlere
konsantre olmak, zihinlerin gerçeğe odaklanmasını da güçleştirir. Kaçış başlar.
Dava başka yönlere çekilir. Böylece mevcudiyet ciddiyetini kaybeder.
Ve akla hayale gelmez sonuç okyanusların buharlaşması,
denizlerin kuruması, göllerin buharlaşması, kurak çöller, tersine akan nehirler
ve bataklık ürpertisi. Doğanın emirlerinden çıkış. Çıkarcı umutsuz girişimler
ve beceriksizlik. Ve dibe vuruş. Dipsiz savaş modu…
Şark kurnazı zatlar ve zevatı, süreci öyle kaypakça etkiler
ki, mahveden bir yangın ve çok katlı facia patlar. Ölgün ışık parlar. Savaş
paradoksu. Parasal ve içgüdüsel paketlenme…
Bu pratik park etme mantıksızlığı, tüm dönüş yollarını
bozar. Köprüleri yıkar. Zaptı zor bir kapasite ve ağır bir yükün gerilimiyle de
trafo patlar. Aslına uygun ve muazzam farz edilen ne varsa, bambaşka
kombinasyonlarla uyumsuzluğa bürünür. Bütünüyle de kablosuz iletişim kopar.
Kopartılır.
Bu loş bir kompartımanda, birbirinden kopuk bin bir çeşit
sekret sinyalle, orijinal mesaj talancılığı ve harfleri peşi sıra dizemeyiş
eksikliğinin, sismik ve ritmik alıntılarla boşa zaman kaybedişidir. Her şey
uydu merkezli ucuzluk. Savaş da öyle. Canlı çekim, direkt yayın…
Her akım aklı sıra mevcut sistemin alaşağı edilmesidir. Hem
de gündüz ve gece vardiyalarında huzursuzluk veren kaçamaklarla. Hem de şaibeye
şartlanmış ellerin, hırsız arsız kıpırdanışları ufaktan etrafa yayılırken.
Zaten kısa sürede bu genel yargı ve kıvrandıran yaygın panik
diğer bölgelere de, gizli atölyelere de sıçrar. Etraf kolayca sarılır. Suç
mahli çembere alınır. Savaşla katmerlenen korku ve değme dehşet, bakır
kabloları eritir. Birbirine değen sarı teller şahlanan şelaleler yaratır.
Saçılan kıvılcımlar hiç suçsuzlara da sıçrar. Özellikle de çocuklara.
Ve akide şekerin tadı avulanır…
Avam tabakası alışkanlığıyla kafaları kuma gömüp avuntulara
sarılmak yerine, bu divanelikten hiç geç kalmadan çıkmak için en akıllıca
tavır. Tek eylem ise şalteri indirmektir. Yani ters akımı kendiliğinden
açıldığı gibi bizzat kökten kapatmaktır. Şaltlamak, şartlamak ve şartlanmaktır
çare. Mesele sulha uyanmaktır, sonu gelmez savaşa kalkışmak değil…
Şartlar süreci öyle ivedi etkiledi ki, ivecen devreler de
bir bir yandı. Devre kesici pozunda ağır misafirlik bile rağbet görmedi.
Rahmet, zahmet ve töhmet altında kaldı tüm dünya. Savaş çığırtkanlığı modası
çığa takıldı…
Doğrusu kös çoktan vurulmuş işaret verilmiş. Kösürelik
yüzler, kösele suratlı çevirgenler, kösnül kemirgenler işareti çoktan çakmış ve
almış. Bu güçten, çaptan dürücü aygıtlanma öldürmez ama süründürür. O yüzden ha şartel denmiş ha şalter hiç
değişmez. Zaten er olana yakışmaz bir dava bu dava. Çok zaman almaz erbaş artı erat
geri çekilir. Ama devam ederse savaş daha çok can, canan alır.
Bu manasız dava koduna sokulmuşluğun sonu, resmen kriminal
kopuş. Kritik eşik ise camdan kalplerdeki kontak çıkışlı asrın yangını. Mesele
yangının sönmesi. Söndürülmesi. Acaba hangi şartlanmışlık, hangi şartel tutuş
önler, şalterin indirilmesini. Ya da indirilmemesini. Haliyle şarka kıyamet
düşer…
Şarlatanlık süreci öyle bir hızla etkiledi ki, kor
karıştıran akıl, şen şaltak şalter peşinde. Sulh şalteri eğer indirilmezse
tezelden, vakti zamanı gelmeden asla peşin hükümlü olmamak gerek ancak taksit
taksit ödenecek vebal.
Ezelden ebede veresiye, ölesiye…
YAHŞİ-VAHŞİ MİZAÇ...
Vahşi mizacı uyandıran münasebetler, akılları tümden istila
edince bedenler patlayıcı enerjiye evrilir. Kararan ufukta artık tek bir yasa
egemen kalır, savaşmak...
Savaş dönemlerinde öylesine barbar bir tutku gelişir ki,
tarif edilemez biçimde önüne çıkanı yutar. Hepsi hepsi sıradan bir obje, bir
nesne görüntüsüdür. Hafızaya bir yerleşir, hiç çıkmaz. Kolay kolay silinemez
kirli görsellik. Can sıkıcı, yıkıcı ve yakıcı bir arzunun takvimidir derinden
hissedilen. Savaş ise insan suretinde bir kara imge veya akılda beliren kötücül
düşüncelerin silahla geciktirilmesidir. Asıl mesele otomatikman gölge huya
geçişin ertelenmesidir. Aksi takdirde ütülenen beyin kıvrımları, harici
uyarıcılara taze hücre açmaya devam eder. Ve kumandası zor günler, hiç gereksiz
bir savaşa gebe kalır. İnkar edilemez gerçekler vardır ama süratle inkarı
ötelemeye öncelenir kurulan cepheler. Mesafe salınımları da hırsı yavaşlatır.
Yavaşlatır belki ama mekanik ayar bozulmuştur. Savaşçı habis yayılma önlenemez.
Pervane dümen tutmaz.
Kontrolden çıkma işte böyle bir şeydir....
Bireysel çağrılar da imkansıza neden oldukça, savaşa sağır
ve tepkisiz kalmanın yolları da kapanır. Kavisli düzenek, sessiz titreşimlerle
komut alıp verir. Alıp verdikçe aklı denetlemek de, olacakları engellemekte
zorlaşır. Aklın tanımlanamayan talimatları işleme konulur. Karşılıklı savaş
başlar.
Yahşi-vahşi mizaç çatışmasıdır, sınır ötesi tüm
münasebetler. Asla münasip sayılamaz şekilde, arada bir akort edilen, kiraya
verilmiş veya ödünç akıldan da savaş dışında bir şey beklenemez.
Sırça köşk masalıyla gerçekleştirilen, yarı otomat tasarım
açığa düşünce de bütün saldırı ve savunma mekanizmaları delinir. Yani salt
bireysel koşullanma, vahşi mizacı geleceğe taşır. Savaş çıkar. Toplumlar zarar
görür...
Diğer yandan dağarcığa eklenen her türlü acı deneyim, tek
bir sistematik tepkiyi hayata geçirir. Negatif enerji. Kurulması gereken ise
pozitif dengedir. Ayrımsız sulh. Bilimsellikten uzak, aciz pratik zeka ürünü
yalancı performans, sürekli yinelenen hatalarla, asırlık buyrukları yok sayar.
Böylece saygı ve saygınlık da kalmaz. Aklı kasıp kavuran yalımlı ateş, daima
vahşi bir suça yeltenmeyi günceller. Yani savaş severlik.
Saf metal kullanımı sonucu doğan negatif enerji, nefes
alındığı sürece unutulmayacak genel doğruya katkıdır. Doğrudan incitse de
katkıdır. Katıksız kurtuluş savaşı vermişliğin ucuz bedelidir...
Gerçi zaman israfı yanısıra, drama ispatı da şarttır.
Rezervler tükendikçe, gevher eridikçe vahşi mizaç kanlanır. Canlanır. Manyetik
alan, alternatif motoru yere indirir. Ritmini bitirir. Kudret asası asılır. Ve
medeniyet tarihinde kolay kolay yer alamayacak bir münasebetsiz yankı
yankılanır. Vahşi mizaç.
İlmi, bilimi, aklı realize eden, elektrolize eden değerler
de çözülünce fethi kolay rakip sertleşir. Ve acı gerçekle yüzleşilir. Artık
şehitlik kalkanı da yetmez.
Geleceğe ait kararlar işte o cesur yüzleşmenin neticesinde
netlik kazanır. Artık kim kazanır, kimler kaybeder, aklı istila eden o silinmez
savaşçıl görüntülere bağlıdır.
Yahşi veya vahşi...
CENDERE...
Siyasi, coğrafi ve fiziki haritalarla büyüdü bir nesil.
Anlar harita okumayı, kaç ölçekli olsa da. O yüzden bu çalkantılı günlerden
onlarla çıkılır. Sokma akıl ve yeni yetmelerle değil...
Kendini koru. Çünkü kor düşer, korku dağılır. Yeri yaran,
üstünü sarsan bir güçsüzlük oluşur. Büyük cehennem anı. Savaş...
Aylar boyu geleceği besbelli afet geldi. Gelsin varsın.
Artık aralıksız yinelenen gözlemler bir güzel neticelenir. En karmaşık vücut
yapısı çapraz ateşte vücut bulur. Çıplak savaş. Kor rengi hayat hayata girer.
Zaten hayat hiç şüpheye yer bırakmayan bir kült eserdir. Kültür birikimidir.
Kültür yoksunu basit organizma formlarına formüle edilemez.
Kültürde savaş var misali cihana değer esaretle başlar
hayatın cilvesi.
Çerçeve manasız ruh kaybıyla izah boyutunda
değerlendirilmeyecek denli densizliklerle dolu. Harita meselesi...
Mental, mekanik fonksiyon yitimleri, yetke ve yetki zaafıyla
zayıflamak, zayıflatmak ve hastalığa yakalanmakla eşdeğer bir kriz. Canlar
yandıkça saat saat ispata dönük dönence, beyne işkencedir bu savaş. Başı sonu
fiziksel cenderedir. Eldeki tek düğmeyi kaybetmektir. Surete takılıp gerçeği
görmemektir. Çünkü köz düşer öz ölür.
Ve marazi kıyamet, şehitler üzerinden telepatik sağaltma
yaşatılır. Hilekar ve pişekar komedyası. Tanrı vergisi doğru adına ne özellik
varsa akla zarar harcanır. Harcıalem dayatmalar da peşin fiyatına aldanmalarla
korsanlık yapılır.
Korkunç güfteli operat ve operasyon başladığında her şey
değişir. Öyle harici sebepler arayarak kayıtlanamaz hatalar. Yanıtı güç sorular
ardı arkasına yağar. Yağdığında paskalya yortusu. Fiziksel cendere. Savaş
tanrısı yontusu. Heykel gibi. Aynı sos, aynı sezgiler ve aesi kırık ezgiler...
Havada süzülen buharlaşmaya dinsel dogmalar da, kanadı
kırpık melek tablolarına sarılmalar da yetmez. Çünkü kaz düşer, kazdağlarını
korku bekler. Ve maddi manevi işlevsizleşme kendine tam zamanlı gönüllü iş
bulur.
Bulunan bireysel ve eylemsel kanıtlar yüreklere kalıcı
acılar salar. Sınır ötesine geçişi özellemeler ve genellemeler vasıtasıyla
tesadüflere bağlayarak tarih yazılmaz. Korkuyla kozmik acı yaşatanlar fiziksel
cenderede vücut bulur. Savaşın çapraz ateşi herkesi yalar. Ve tepkisel aktivite
benzerliğiyle bir damla kan düşer yere. Kan gölü böyle oluşur. Ve sonuçta net
kanaatlerin rencide ettiği, akli güç kural ve kanun tanımaz. Yüzeyde çalkalanan
güdümlü tipiye tırpanı çalar. Kendinden çalınanları gözü dönmüş gözlere çarpar.
Çünkü fiziksel cendere hükmetme kabiliyeti ve otantik, otomatik işleyişi de
çökertir...
Yani kor düşer, korku dağılır. Köz düşer öz ölür. Kaz düşer,
kazdağlarını korku bekler. Umutla bekleyişin sonu hüsran ise eğer artık gelsin
varsın. hesap çapraz ateşte vücut bulur. Ödeşme ödetme günü patlar. Fiziksel
cendere biter.
Biter ama hayali haritalar bölünür. Göndere cendereden
kurtulan cennet kuşları çekilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder