19 Mart 2020 Perşembe

MART-1


SOCİALİZM...

Yüz yıl önce, yüz yıl sonra…

Tam yüz yıl öncesinde özgür devletler kurulmasına yönelik ilk adımdı sosyalizm...

"...hoch der Weltsosialismus..."

Emperyalizm müşterek darbe prensibiyle yıkılmalı, sosyalizm dünyaya yayılmalıydı. Bütün devrimci girişimler desteklenmeliydi. Bir ara karakalpaklar bile kızıla dönmüştü. İşte o dönüşüm İstiklal Harbi'nin kazanılmasına derkenardı. Kısa bir ara yerli yersiz dillerde, zihinlerde dolaşan moskof gâvuru argümanı ertelendi. Kısa bir süre komünist parti kurulmasına dönük izinler bile çıktı.

Bolşevik İhtilali sonrası Sovyet hariciyesi ile muvaffakiyete ilişkin anlaşmalar imzalandı. Bu anlaşmalar neticesinde milletin ve memleketin bağımsızlığı için maddi manevi destek gerçekleşti.

İşler bir yere kadar umulduğu ve istendiği gibi seyretti...

"...prolatarier aller Lander,vereighnight uch..."

Tam yüz yıl önce özgür bir memleket kurulmasına, sosyalizm desteği hiç yadsınmadı. Nasıl ki Çanakkale'de direnilerek, Sovyet sisteminin kurulmasına olanak sağlandıysa, karşılığı komunist yardımlarla yedi düveli hezimete uğratarak ve küllerden bir devlet kurararak alındı. Dönem itibariyle sıkı ilişkiler hiç yadırganmadı. Sonradan değişti her şey...

Her şey sonradan. Haksız yargılama heveslileri tarihten bir haber, yana yakıla dertlendiler. Sosyalizme düşman kesildiler...

"Üçüncü Enternasyonalin Anadolu Hareketi'ne yardım etmesi kararına, Bakü kurultayı yeni bir şeyler eklemedi. Ama şark milletlerinin mümessilleri huzurunda Anadolu işçi ve köylülerini müstakil teşkilat ile düzenli toplanmalarını tavsiye etmişti..."

Yani " Hariçte ve üçüncü enternasyonale bağlı kurulan yirmi otuz üyeden oluşan Mustafa Suphi reisliğinde komünist parti etrafında birleşmeleri istenmişti. Bu amaçla Mustafa Suphi Anadolu'ya geçmişti..." Geçişi var, gidişi meçhul...

"...Bütün dünya proleterleri birleşin..."

Tam yüz yıl önceydi; " Komünizm cereyanının memleketimizde revaç derecesi hakkında, Rus mahfilleri ile yaptığımız temaslardan ve bu esas dâhilinde hazırladığımız rapordan bahseden mektubunuzu aldık. Memleketimizin bugünkü vaziyeti ve mevcut şartlar bu teşebbüslerinizi uygun gördürmeyecek bir manzara arz etmektedir…”

Elbette uzun uğraşlar neticesinde özgür devletler kurulmasına dönük Sovyet Sosyalist desteğinden yararlanıldı. Koordineli ilişkiler kuruldu. Uzun soluklu olmasa da dünyanın yarısından fazlası sosyalist oldu.

“Yaşasın Dünya sosyalizmi…”

Öyle ki; “Millet ve memleketin bağımsızlığı prensibini maddi ve manevi şekilde kendine görev sayması ve geçen sene zarfında Rusların eğilimlerini ve her türlü yardımlarını temin için müsamaha gösterilen komünizmi temsil eden her türlü teşkilat ortadan kalkmıştır. TKF fesholunmuş ve memlekette komünizmi destekleyen, temsil eden resmi özel hiçbir teşkilat kalmamıştır…”

Tam yüz yıl önce özgürleşen bir devlet sosyalizme borçludur, devletliğini.
“ Sovyet Rusya davamızın muvaffakiyeti için bize yardım eden bir hükümet olmaktan başka Ruslar, Doğu manzumesin de bizim devamlı dostlarımız olarak görmeyi temenni ederiz…”

Yani bir dönemin Sovyet Rusyasını, Sosyalist Rusya'yı…

Tam 100 yıl sonra dünyayı bir virüs tehlikesi vurdu. Tüm dünya Sosyalist ilkelere sarıldı. Hayret…


DOĞA KULÜBÜ
 
Doğa sonsuz renkler sunar kof zihinlere. Fenomenlerin bile algılayamadığı tipte ve canlı. Ama daima hür kalanların ve her gün yeniden doğanların emrine…
 
Bu esrarengiz kalıba karmakarışık boş akıl ermez. Ve sır perdesi sonsuza dek aralanamaz. Aranılır ama bulunmaz sanılan yoğun derinlik varsa eğer doğanın kanunları çerçevesinde bir güzel çözülür. Bunun için bilgece merak yeterlidir. Sadece soru ve cevaplarla uğraşmak bile. Akkor kütle damladı mı bir kez akla, akla karayı seçmek pahasına sonsuza dek doğayı kirleten virüslerin peşine takılmak vacip olur. Kovuşturmaya kütlesi ve kuvvet dengesi bozulan doğal hayatın durağanlığı açık delildir. Veya mantıksal izahı olmayan neşeli ama basit açılımlar. Yani doğanın ritmik işleyişini zedeleyen her şey. Her yankı, yangı…
 
Gerçekler yakıcıdır ve gizli bir anlam ifade eder. İdrak ve merak pergeli açıldığında virüsvari medcezirler belirler fiziksel evreni. Bireysel bedeni. Sonuç dayanılmaz voltluk ters akım olsa da virüse kapılma çok başlar ağrıtır. Günden güne değişen alev boşalımı ve basınç, bilimsel mevcudiyet gereği hemen göze çarpar. Ve doğa kulübü kötücül üyelerini merkezkaç kuvvetle yörünge dışına iter.
 
Bu virüs ortamında itici kuvvet sayılan bağımlı dürtüler fenomenleri felakete sürükler. Süründürür. Bir başka ifade ile deneysel teyitler tehdit oluşturur. Cılız ama iz bırakan, doğaya ve doğanın kanunlarını ihlal derecesine vardırılan eylemsellik eşi dostu da çember içine çeker. Teorisiz pratik sadece ilahi düzeni bozar. Bozmakla kalmaz tüm entellektüel girişimleri de baltalar. Ve başka formül arayışları devreye girer.
 
İki karşıt kuvveti aynı daire içine konuşlandırmak güven ile alakalı bir edimdir. Ancak edinilen izlenimlere göre doğanın mevcut koşullarını da zorlayan farazi bir tavırdır. Vaadedilen virüs bazlı değişme, tarihi sınırları da değiştirir. Doğa kulübüne ait kulübe yıkılır. O yıkımdan malı mülkü, varidatı yok edecek negatif enerji doğar. Anında çelik duvar örülür. Yanlı atmosferik temsil göze batar. Kuvvetler ayrılığı zedelenir. Genel gözlemler doğanın kanununun doğruluğunu ve gerçekliğini tesciller. Vicdanla ilgili saplamaları da. Görecelidir ama yalpalar açık apaçık görülür. Ayrıca tükenmeye ve tüketmeye dönüktür bu kısır döngü.
 
Virüs destekli kaykılma, doğaya aykırılığı azaltma eğilimlerini de tırmalar. Düşmanlaşmayı tırmandırır. Sabır sınanmadıkça, çıplak uyarıcılara değer verilmedikçe ihmaller artar. Nasılsa meyil edilen fenomenlik sosyal hayatı belirler sapması ve yapay içgüdü dışa taşar. Elbette yanlıştır bu taşkınlık. Hatadır. Velhasıl bu suni tapınma toplu ölümlere vesile olur. Merkezden içeri müteselsil musibet paylaşımına. Savunula gelen iyi niyet körelir. Ve doğa başa bela olur…
 
Yani ister virüse bağlı olsun veya başka bağımlılıklar yüzünden olsun doğanın sunduğu sonsuz renkler grileştikçe, karardıkça kötücül doğa kulübü üyeleri hakkında yeni kararlar alma zorunluluğu doğar. Ve alınan kararlar neticesinde kimse karada ölüm yok diyemez…
ZAMAN KİPLERİ
 
Öylesine kötü günlerden geçiliyor ki, zaman kipleri, pik döküm araziler ve dönemsel dokümanlar hayatın olağan akışını bozdu. Virüssel küresel bozgun kapıda…
 
Fakat fiziksel boyutta bir aldırmazlık. Çalınan yasak müziğin her notası sert basılıyor hala. Aldırma Gönül isyanı bile sınırlı bir aldatmaca. Artık sadece kişiselleştirme sanatı ve boş istasyon saltanatı. Pasif gizlilik çerçevesinde çentiklenen ise hayat örgüsü. Eş zamanlı buluşlarla mutlak dalga kırılması, virüs karmaşası.
 
Bu hızla yayılan virüsle onur bahşedilen nefes sekterlenir. Soluk bir anı olarak kalır tüm zaman kipleri ve yaşanan hayat. Hayatı ve adanmışlığı bitiren pik direk ucuna çekilmiş bayrak olur. Ve isyana zemin doğar. Seviye zorlaması. Korsan takdiri. Ufuğu kızartan virüs çılgınlığı. Her kötü koşulda virüs işini bir çırpıda görür.
 
Öylesine çarpıcı hadiseler ki, haddini aşan biçimde yaşanıyor. Zaman kipleri aciz. Pekala, pik tespitli ümitsiz girişimler. Bir ölümcül uyku. Gelişen konumla ilgili kısmi dikkat kaybı. Ve ıstırap. Detaylarda formüle edilmesi çok basit bir kayıp zaman aralığı. Kibarca ezbere bilinen sayfaların tekrarı. Karşılaşılan ise parazit, virüs ve frekans engeli.
 
Yakın zaman bulguları test edildikçe, geniş zaman kipleri de kitlenir. Ve pik borazanlar cüretkâr bozulmayı, temel öğretilerin tersine tesciller. İddiasız tedbirsizlik kimi kipi ve pik anteni kusursuzluk modeline yerleştirir. Ancak çelik tellerle kuşatılan prensipler ağır basar. Bozulma preslenir. Sonuçta pes dedirten oranda çılgınlık, çapsızlaşır.
 
Öylesine dikey gerileme anlarına tanıklık ediyor ki zaman kipleri, fiiller rivayetsiz, riayetsiz. Pik döküm ruh bozuğu ise hala tahribat peşinde hala. Arsızca tahammülleri zorluyor. Sadakatin bertarafı ve virüsle acil kodlu yakınlaşma haline karşın. Oysa coşkulu kıyım kapıda. İlanihaye insafa kalmış ve inkar edilemez bir kirlenme mevcut. Yani mevcudu tüketen sınırsız ihtiyaç telkini. Doğrudan ve cüretkar tafralanma. Son hakları boşa israf, stok tüketimi. Kapıda korona illeti.
 
Hala bu bozgun ve bozguncular aleminde, alelade ortamda dikkate değer değişimler yaratmak teorik olsa da olası. Çığır açılacağına inan, iman ise babayiğit harcı. Bu harcı bol keseden zaman kipleri ile harcayanlar ve pik döküntüye bulaşanlar zehirlendiğini hiç anlayamaz. Küresel bulaşıklık artar. Tez bulaşırsan ölürsün. Ve ölümlüler tasarrufu ve tasarrufu kullanma hakkını ellerinde tutamazlar.
 
Çünkü akımı uzaklara iletmek, aklı güvence altına alanların temel hakkıdır…
 
Öylesine yüksek basınçlı günler yaşanıyor ki, şaftlara ve dingillere doğrudan uygulanacak bileşik kuvvet sadece zaman kiplerine bağlı. Pik döküm ve istifadecilerin sonu ise alınacak ifadelere bağlı. Virüs gerçeğine. Ve gerçeğin mühendisliğine.
 
Pek tabi ki gün mutlaka dönecek. Dönene kadar Koronayı zaman kipleri ile iplememek öylesine zor yani…
Formun Üstü

KORONA-V/ONALTI...
Sarı kafa KoronaV, insanlığı vurdu vuralı sandallar yan yattı. Sandallar yanlayınca, yalpalayınca gelecek, masmavi damarlara takıldı. Kalın duvarlar örüldü. Durgun ve dolgun nefti yosunlara yaslanıldı. Akabinde ateşli, silik, terli görüntüler kızgın adalara, adamalara, adanmalara ve adaklara yansıdı. Neredeyse gecenin bir yarısı yarısı veya sabahın körü, gizemli yangına açık davetiye çıkarıldı. KoronaV...
Bu gidişle sanki yakın gelecek, geçmişi tümden silecek. Tek kalemde temizleyecek...
Sarı virüs denizinde, sandallar zar zor iskeleye yanaşır. Küreklere asılanlar sığ sularda KoronaV korkusu ile boğuşur. Maske, eldiven, kolonya nafile. KoronaV vurmuş vuracağı kadar korku hat safhada. Koku ağır. Korku hafif. Ödleklerin yanlarında lafta yardımcı bir Tanrı. Öyle bir Tanrı ki, virüs kaçağı, günah kaçağı iskeleyi istim üzerinde tutan. Sanki sabırsız tutkular yamağı. Yağma düzenin kurucusu. Din, iman, görüş farkı da bu yüzden. Genele dair görünüş aldatmacası. İşte bu alı al, moru mor düzende, uzun yıllardan sonra uzak bir limana da virüs ulaştı. KoronaV herkese bulaştı. Yan yatmış sandallar ve düzeltilesi iskelelere de. Nasılsa kimse görmez, anlamaz ve bilmez ayıbıyla. Boş bahaneler dizgesine yazılan, isim ve cisimlerle. Artık tek mesele arafta kayıp geleceği yakalama aşkı. Geçmişi yakma istenci. İğreti iskeleyi tutuşturmak arzusu. Sarı virüs canavarını da...
Ne fütursuz KoronaV imiş, hepten canına susamış. Resmen saldırgan ve av peşinde. Dört bir yan mavi boşluk. Mavi su küre suskun. Ama burası Türkiye...
Virüs çıkmazında dokunulan hayaller ıslak. Steril heyecanı. Sımsıkı tutunulan hatıralar, nezaket dışı tehdit altında. Tanıdık derme çatma bir düzenek. Tuzlu su, zehirli hava. Bir dokunma yeter. Sarı virüs havası. Mide bulantısı. Yüksek ateş. Lifler paramparça, ciğer delik. Laflar ağıza tıkalı. Her dayanaksız, fevri hareket batış reçetesi. Sandallar alabora...
Sarı kafa virüs alacakaranlığında edepsiz vurgun. Şimdi alaycı kalabalık, sandalları göğe, arşa mandallar. Mantık biter. Bataklık şarkıları eşliğinde dört koldan virüsler cirit atar. Sabır da bir yere kadar.
Yanyatan sandallar batışa geçtiğinde, sanılanın aksine her şey yeniden filizlenir. Uçuşa geçer içten içe herşey. Anlık aykırılıklar bile. Kara dalgalarla oynaşır aklın kıvrımları. Aklın ucunda uçsuz bucaksız mavilik. Yüksek etkili dezenfektan ve temizlik. Temiz toplum...
Temennilerle saç örgüleri açılır, örülür. Başa da çoraplar. Boğumlu karışımlar ardına saklanmalar çoklu sessizliği boğar. Durduk yerde keyifler kaçar. Derinden sesler, kokular ve korkularla yüzleşilir. Koç cesaretiyle korkulan, hayatta en çekilen sarı sırıtık virüs, koronaV hayata bulaştığında, keyif kaçıran budanır.
Yani budur çözüm veya çözümsüzlük. Ve anında sandallara çarpar koronaV. Kürekler kırılır. Oryantal hava tükenir. Soluk yüzler kalır geriye. Soluk baloncuklar çıkaran yüzler. Moraran tenler, soğuk bedenler. Donuk ve onaltı kırat. Ve beklenen karantina kararı...
Çehiz sandukası talanıdır, bu yayılan Korona V yayılması. Sirk veya panayır yüzsüzlüğüdür sarı kafanın yaydığı. Boşalan sepetlerde ise deniz mavisi. Pırıltı pıhtısı. Tur bindiren dalgaların kucağında ise sandallar. Vandal silüeti. Arsızca kaybolma ihtimali. Kayıp ilanı. Liman pencerelerinde ise tüller arkasında iksirler, tılsımlar ve tabansız tasarımlar. Amaç arafta virüs kovalamak. Cin çıkarmak, şeytan kovmak. Mahalli düzeyde maksat hazırlığı. Tam tapınış ve tumturaklı yüzleşme gayreti. Yüzleşmeye yüz gerek, yürek gerek. Acı günler çok yakında.
Yani dünya büyük, sandal küçük. Küçük aklın infilakı zamanı, zaman. Onaltı ayar, ayarsızlık. Hali hazırda hazırlanılan hayata tutunma çabası...
Sonrası, sarıkafa KoronaV yüzünden sandallar yan yattığından, taşı hazır boş lahitler virüsle dolar. Doldurulur...

PATATES SARISI CİNLİK

Patates sarısı virüs, hanelerden uzak o tehlikeli sarı çıyan, en çok sabileri, öğrencileri etkileyecekken, özellikle çocuklara ve yaşlılara musallat olacakken çarpıcı önlemler alındı. Çıplak uyarılar ve kesin talimatlı tedbirler peş peşe geldi…

Bununla da kalınmadı. Kâğıt üzerinde de olsa doğal hayat bıçak gibi kesildi. Esnek duruştan geç de olsa vazgeçildi. Tatminkâr düzeyde direk indirek önlemler paketi açıldı. Patates sarısı virüsün cüretkârlığını, tahribat gücü yüksek tavrını tırpanlamaya dönük karşı hamle gerçekleştirildi. Yani beklenen oldu.

Şimdi patates kafayı korkutan, güven tazeleyici ve direnç artırıcı bu ikaz ve itiraza evrensel riayet zamanı…

Çünkü sıra dışı genişliğin ve sabırlı serbestliğin ağır faturasını, patates sarısı virüs hoyratlığının ceremesini ilk başta çocuklar ve yaşlılar çekecekti. Çekmesin diye hatalardan ve vakayı büyütecek zaaflardan kurtulma zamanı. Bu minvalde düşünüp taşınanları ve isabetli kararlar verenleri kutlamak gerek. Zaten kutlu ol, temiz kal perspektifinde prensipler koyulması en doğru reaksiyon. Şimdi bu reaksiyona riayet zamanı.

Demek ki salt Yaradana sığınmakla bazı işler yürümüyor. Lafla peynir gemisi yüzmüyor…

Patates sarısı virüs, ölçüyü kaçıran derecede yeni bir istasyon bulmuş olacak ki katiyen düşünmeyen sinyaller peş peşe çakıldı. Korona yüzünden tepe üstü çakılmaktansa elbette bu tedbirlere uyulmalı. Pusulayı şaşırtan yoğunlukta olsa da uyum devam ettirilmeli. Patates sarısı cinlik artık keyfe keder maharet sergileyemeyecek hale getirilmeli.

Öyle görünüyor ki özellikle çocukların ve yaşlıların sarı virüs basıncından kurtarılma girişimi olası diğer handikapları da ortadan kaldıracak. Boğucu girdaba tamamen giriş ertelenecek. Ötelenecek. Sok dalgası ve gerilim azalacak.

Aksi takdirde patates kafa koronanın, çok daha acı tecrübelere zemin hazırlayacağı açık. Bu kabına sığmaz, nesepsiz sarı çıyan şimdi kendi derdine düşer. Çünkü fütursuzluğu mimlendi. Adresi plakası belirlendi. Başta çocuklar ve yaşlılar olmak üzere diğer etkilenme mecraları da patates sarısı cinlikten kurtarıldı. Ezber bozuldu.

Patates kafa korona, yıllarca sarf edilen alın teri, emek ürünü ne varsa tam hiç edecekken ansızın şartlar eşitlendi. Radikal kararlılık, zihinleri ve bedenleri acı gerçeği odakladı. Kritik eşiğin farkına varıldı. Ve asrın ifriti karşısında fire verilmemesi için ilk defa mevcut kapasite zorlandı.

Yani seferberlik düzeyinde, suçsuz günahsız yavrular başta, yaşlılar ve ahenkli yaşam modelinin devamı için düğmeye basıldı. Baskın basanındır. Şimdi patates sarısı şeytan düşünsün halini. Hali nice olacak?

Tek bir gerçek varsa patates kafa korana bundan böyle, Kordon boyu iştahla salınamayacak. Sallanacak, sallandırılacak. Başka Türkiye yok…


KUYRUKLU YILDIZ...

Dilden güçlükle dökülen ve sıralandıkça değerini yitiren sözcüklerde gizlidir, vaktiyle verilen sözün bozulduğu. Ve ses tonu yalanlar her türlü ince mühendislik argümanlarını. Ağulu bir dil ve ritmik fiziksel egzersizler temel prensipleri anında presler. Yani çok sınırlı bilgi ile rastgele yersiz yükselmeler karasal enerjiye dönüşür. İçten dışa, dıştan içe dünyayı karartır. Kuyruklu yıldız misali…

Sarı çıyan bir virüs, sıcak iklim yaratısıdır. Kolonivari bir sarmalda basit usullerle evrenin yaşanırlığını bozmaktır belki de. Gerisi bahane ve ölümler…

Belli belirsiz sabit bir noktaya kitlenip, ters istikamette çıkmaza sürüklenmek yapay bir taslak ve kolaycı bir anlak keşmekeşidir. Hayal kırıklığı yaratmak ise daha feci. Ve bu ivmelenmeden ivedilikle vazgeçilmedikçe, virüs bulaşmasının kelimelerle ifadesi daha da güçleşir. Sıcak temas eylemler de sertleşir. Can sıkılır. Canlar yanar. Virüs bambaşka çevrelere dek yayılır…

O yüzden asla hafife alınamaz bir incinmedir. İncitmedir. Dere geçerken incir çekirdeğinden takıntılarla tafralanmak ve peşinden taklaya gelmek ince yıkılışın ilk işaretidir. İyiden kötüye değişen alışkanlıklarla, mantıklı çıkarımlardan uzaklaşarak ateşle sınanmak, virüs üzerinden sınırsız ve kusursuz hayata bakış açısını körlemektir. Sinir lifleri ile oynayarak kısıtlı girişimlerle ibrişim kuşağı kuşatmaktır. Kuş misali, hayatı uzak yakın nesnelere çiğnetmektir. Duvar gibi sağırları bile, y6aygaraya kulak kabartan zebanilere çevirmektir. Kıyası zor bir indirgenmedir virüsle yaşamak. Kimyası bozuk ayarda ayak diremek. Ve gök gürültüsünden beter bir gürültüye neden olmak…

Bu güçlü güceniklik önünde hiçbir güç barikat kuramaz. Virüs basar geçer, sarsar gider. Tökezletir. Ama tözüne dokunulan köze dönüşür, demiri eritir. O nedenle bilinçle dökülen ve dinlendikçe hazineye dönüşen kelimelerde saklıdır keramet. Ayrıca hazneye mermi sürecek kadar kısadır sinirsel çöküş. Veya diriliş. Ve dahi yüzleşilen şiddet. Uğultuyla akan akıl gücü seferber edildiğinde ise bir başka sefer asla olmaz.

O yüzden virüs mirüse rağmen yaşama tutunmak ve direnmekle kalkar enkaz. Keza bir mucize beklemekle de olmaz. Hayat memat meselesi zihne yeni virüsler ve sözcükler ekler. Ve virüs tuzağından çıkılır, enkazın altında kalınır…  

Önemli olan mutlak sözün neden bozulduğuna anlam verebilmektir. Aklın derinliğindekileri dışarı vurmaktır. Aksi halde kelimesi kelimesine bilindiği zannedilen ezber bozulur. Hatlar tıkanır. Hatıralar gömülür. Bozuk düzen boş bedeni kanatlandırır. Pembe rüyaları bile kanatır. Yani kanaat üzerine kurulu bir paragraf, kimler tarafından temize çekildiyse çekilir ve parazitler bir bir ayıklanır. Kuma çizilen, suya yazılan kitap ayaklanır.

Aykırı ve akıldışı fiiliyat ve hitap şekli de, keşke kanatlarım olaydı son tümcesine bağlanır. Yani bir sabah erkenden tüme varılır, tümden gelinir…

Ve her güneş battığında, her doğduğunda tekrar görebilmek arzusu kaderin cilvesi olarak betimlenir. Kader ve keder çıkmazında otoban kenarı bekler kara virüs. Çok beter bir duygudur, yeter bir duygusuzluktur koronadan korunmamak. Ve top yekûn hedeften sapılır.

Hedeften bir kez olsun sapılınca gören gözler, gülen sözler, güzel sözcükler, yapmacık gülücükleri tek kelime ile ifade eder, kuyruklu yalan. bu virüs dünyaları vurdu vuralı, kuyruklu yıldızlar kuyruklu yalana döndü.

Oysa virüs mirüs bahane. Kuyruklu yıldızlar eğer kendiliğinden iflah olmaz ise bu gidişle iflahı kesilir…

KORONAVİRÜS…

12 Mart 71, roller, isimler ve bir muhtıradan ötesi. Ölümcül bir virüs. Karabasan gibi çöken, faşist bir darbe aslı. Koronavirüsü bile gölgede bırakan…

Yıl felaketler yılı. Bireysel ve toplumsal, başa olmadık, gelmedik musibet kalmadı. Ard arda hala geliyor. En nicelikli felaket ise nitelik kaybı. Nitel yağmaya uğrayarak kirlenen koca dünya ve küçük dünyalara sirayet eden bir virüs daha; Koronavirüs…

Bu koronavirüs, mevcut sağlık sistemlerinin çöküşüne öyle çarpıcı şekil de etki yapıyor ki, öyle bir bela ki, gripten üç beş kat daha fazla hızlı ve daha çabuk bulaşıcı. Ve yüz kat daha öldürücü. Harici hızla yayılan bir virüs tipi. Özellikle toka, sarılma, öpüşme ile daha ilerisini düşünmeye hiç gerek yok, sınır tanımaz biçimde bulaşıyor. Ayrıca hijyen eksikliği, güvenilmez sosyal ortam ve her türlü virüslü gıda yoluyla yayılabilir. Dengesiz, değişik bir karakter. Sınırdaki hareketler, giriş ve çıkışlarla da kolayca memleket değiştirebiliyor.
                                                                                                     
O yüzden tüm dünya panik içinde. Görüldüğü her yerde karantina uyguluyor…

Şu Garip memleket ise doğal, suni tüm felaketlere alışık olduğundan hala yakın temas halinde. Bilgisizce bilinçsizce korona dan kaçınmıyor. İçgüdüsel de olsa kendini kollamıyor. Hala ilahi kurtarıcı bekleyişinde. Öylece, verilen demeçlere inanarak ve iktidara sadık kalarak koronavirüse meydan okuyor. Koronavirüs öyle meydan okunacak bir virüs değil. Kor ateş gibi yakan, öldüren kara bir salgın. Oradan oraya seyahat ediyor. Hastane, postane, pastane dolaşıyor. Umulmadık anda ve yerde misafir oluyor. Hatta misafirlikteyken bile konuk ağırlıyor. Tabii ki takibi ve kanıtlanması zor. Yine de peşine düşmek, yalımlı izlerini takip etmek lazım. Çünkü her yerde, herkese bulaşma ihtimali çok yüksek. Tespiti de tedbiri de var. Salt önemsemek lazım.

Özellikle tahliller gecikince ve gerçekler bir kez dahi olsa saklanınca, kurtuluş yok.  Korona belki bir salgın modeli gütmüyor ama saldırı açık. Sinsi ve arsızca ilerliyor. Kötü son, beklenmeyen anda beter bir darbe. Ve özel, genel hayatı derinden etkiliyor. Topu bir vaka, yalnızca bir vaka. Yıkım, tek bir koronavirüs vakası ile başlıyor. Bedensel, bilimsel, tıbbi ve gerçekçi önlemler alınmadığında bir anda yayılıyor. O saatten sonra maske takmak, mask kullanmak da bir işe yaramıyor.

Ayrıca ilk koronavirüs vakasına somut, yönlendirici ve önleyici çareler bulunmadığı takdirde, hazırlık eksik bırakıldığında, bir test pozitif çıktığında hemen peşinden negatif yayılma zirve yapıyor. Yani koca dünya birkaç koronavirüs tespiti yapmakla geçiştirilemez denli vahim bir tablo ile karşı karşıya.

Günden güne kirlenmeyi artıran, ölüm, şaibe ve şüpheyi gündelik hayata sokan ölümcül bir virüs koronavirüs….

Elbette ilk etapta detaylı bilgiler mevcut değil. Başa geldikçe öğreniliyor. Ancak tipik örneklerden ders alınmadığı da bir gerçek. Tanı konulmuş olsa da saklanabilir endişesi de yaygın. Hâkim düşünce bu olsa da, yine her zamanki alışkanlıklar devam ettiriliyor. Yanlışa, hataya hatta ölüme götürebilecek olağanüstü hal söz konusuyken çok rahat davranılıyor.

Oysa koronavirüse mani olunacak her yol izlenmeli. Bir risk ve kriz yönetimi acilen devreye sokulmalı. Artık ar, or, kor, sadece rütbelerle meşguliyet yetmez. Karmakarışık eylem ve söylemlerle akıl karıştırmak ise başka ölümcül dava. Mutlaka bireysel ve toplumsal akla ihtiyaç var. Gerekirse yerel, bölgesel karantinaya.

Çünkü koronavirüs bir bulaşmaya görsün. Anında yıkım. Kırım. Yani öyle hafife alınabilecek bir tehlike, bir tehdit değil. Tam bir baş belası. Ölüm makinesi. Bu kez geçmişteki krizler gibi teğet de geçmeyebilir. Ayrıca hasta mahremiyetinin korunması açısından detaylı bilgilerin paylaşılması da uygun görülmeyebilir. Görülmeli ve gerçekler öğrenilmeli. Aksi takdirde facianın boyutu hepten büyür.

Çünkü bu koronavirüs bilinenlerin dışında daha uygunsuz, hadsiz ve arsız. Onun için süreç sembolik yaklaşımlarla atlatılamaz. Korona en yakından yaklaşır ve uzak yakın zehirler. Sonrası affedilemez hatalar zinciri. Ve sağlık buhranı. Ağır tahribat. Şimdilik felaketler içinde yılın birinciliğine namzet Koronavirüs.

Her şey bitmiş değil, bunlar daha iyi günler. Beterin beteri var…

TAHSİLAT VE ZİRAAT…

Şu garip memlekette ziraat ve zanaat tayfası, binmiş bir alamete gidiyor kıyamete. Bunca tarım ekim piyasası elbette kallavi yaşamın özü, çözümsüzlüğe niyetlenmedir. Zira doğal verim düşünce, hakkınca tahsil olmayınca tahakkukçu devreye girer. Ve günahı boynuna urgan ilmek, tahsilatçının fahiş tahsilat yeltenmesi netleşir. Düşük rütbeli döngü, acımasız ve seviyesizce yeşil doğayı didikler. Suni gübreleme ve uyduruk kanal sulama operasyonları da çare olmaz. Tahakkukla başlayan çözülme, kilere dek ulaşır. Mutfak tutuşur. Sadece ödenecek faturalar kabarır…

Tahsil fukarası tahsilatçının, asla faka basmam mankofluğuyla, fak fuk fonu tahsilat tasallutu asla affedilemez hale bürünür. Toplamda tüm değer ölçülerini aşan bir salma. Büyük hata, ihanetçi ihata.  Hatta sele, sala, mala, cana derken, anca dört kollu salda tükenecek bir hesaplaşma eksenlidir ekim dikim ayları. O yüzden her salise göz kulak kapıda, el ayak kirişte olunmalıdır. Yani bileşik kapta beyin fırtınası. Yağma yok, tarım ekim, ekim dikim pazarında parsayı toplamak var ise topun ağzına sürülmek de var…

Zaten varyemez taifede, tahsil eksik kalınca eşraftan sayılma, eşrefi belde zat görünmekle, eşreflik elde edilmez. Eşeklik bakidir…

Eşantiyon hesabıyla eşref saati kırılıp, hep aynı şaklaban tezgâh kuruldukça ekim dikim işleri de sarpa sarar. Öyle buzlu camın arkasında canlanıp, kanlanarak, olur olmazı suya bırakarak nemlendirilen obursu tahsilat, şahsa mahsus ürünü çürütür. Yani gölgeler sezilmez içgüdüsü ekin mekin bırakmaz. Hele hiç direnilmeyen mantıksız çöküş, nasıl sa görülmez demeye hiç gelmez. Daha en baştan bitlenme ve güvelenmenin gürültüsü duyulur,  tez zamanda ovalara yayılır. Gök gürültüsü olur. Kıyamet yağar. Ve bereketli tarlalar, verimli topraklar kıtlık dönemine girer. Yani heybeler haybeye yaygın bir hastalıkla silme dolar. Ve topraktan teni boğan, şark çıbanı izi silinmez. Kaçak kanı fokurdatan, bağın bağmanın hançeresini delen insafsızlık arttıkça, arsızlık eşeylenir. Sokma akılla eğleşilir.

Öyle veya böyle tahsil tamamlanamayınca, bedavadan günde kaç takla atılırsa atılsın, mutlaka kıble şaşar. Tanrı katında da tamam olunamaz. Öyle ki, kalenderlik cakası, kadirşinas şahlanmalar ve kaderperver softalık tam bir aymazlık ölçütüdür. Ölçü kaçırmaya meyillenişin geçici ayarıdır. Aynalı çarşıdır. Çarşı pazar ayar çekilir ve inceden izan ile mizanı ters köşe eden, tahminlerin ötesinde tahsilat ayıbı, ahlat kayıbı türdeş işlenir. Hep eksik tahsil, hep fahiş tahsilat. Gereğince tebeşir tozu yutmamanın, uyutma taktiği.  

Tebeşir tozu ve mürekkep yalama ateş yükseltir belki ama ateşle oynamayı da engeller. Keyfine zar atmayı da dışlatır. İçeride dışarıda sıcak muhabbet ortaklığını hiç bozdurmaz. Ekim dikim, tarım ekim sektörüne,  hasat bozacak, kan donduracak hamleler yaptırmaz. Tahsilsiz zihniyet ise sınır taşlarını yerinden oynatarak, aklı sıra tahsilata girişir. Ayak sürüyerek yakınlaşmasının tek nedeni nadasa bırakılmış tarla özlemini, hiç gizlemeden hesapsız kitapsız gidermektir. Haksız tahsilata yönelmektir. Ancak sap döner, keser döner, kopar urgan. Kopsa da neftlenir, yağlanır. Borç senedi doğrudan, maciskürlü bir yazı ile doldurulur. İla nihaye ödenecek meblağ günden güne artar.

Yani tarım ekim, ekim dikim sahasında tahsilat provası tersine döner. Tahakkuk tersine işler. Aniden tarih ve mekân değiştiğinde tarh doğru, tahsil yetersiz kalınca eşraf zatlığıyla kazanılmış sözde yetkinlik harca pula da yetişmez. Yarıcı ve kesici defteri açılır. On bin yeter. Okkalı hesap yaradana sığınmakla da ödenmiş sayılmaz. İlla kara düzen hesap faslı gerekir. Çünkü kul hakkı yemişlerin terazisi bu dünyada kurulmaz.

Tarım yarım, kesici geçim derken, denizci dürbünü ile izler sürülür, izlek tohumlanır,  izem budanır  ve hasat yakınlaşır. Tahsil fakirinden, zengin tahsilat zamanı gelir çatar. Devridaim…

Tarlalar ve tarım, beş para getirmez, baştan sona zarar ziyan basan havaya sokulunca tahakkukçu devreye girer. Tarh yetkisine de sahip tahakkukçu, tam tahsil almış Atadan rençber. Hukukçu aklıyla matematiği birleştiren, muhakeme gücü ve muhasebe yeteneği yüksek kalitedir. İlk safhada kaliteyi düşüren kalpazanları ve tahsilsiz tahsilatçıları sıraya dizer. Okyanus aklıyla, akarsuları denizlere, denizleri kendine bağlar. Mevsimin en kara yüzünü meçhul iklimsel yöntemlerle ağartır. Sevabı günahı, ayıbı kayıbı, hakkı hakikati bildiğinden şirk şirketinden daima kaçınır. Şirkete gelmez. Korunma zırhını kuşanamayan korunmasızlardan değil, korkusuzluğundan beslenir.

Ziraat ve zanaat işleri böyle başa beladır. Eksen bitmez, diksen büyümez. Bitse büyüse beş para etmez. Harcı külünü ödemez. O yüzden, Tarım ekim, ekim dikim diyarında Tahakkukçu ve tahsilsiz tahsilatçı çekişmesi, tarif edilen ve tarhı yapılan verginin cinsine göre ilelebet devam eder. Allah vergisi sayılmayacak günler gelir dayanır.

Şu ipsiz kuşaksız evrende, bu bol ağrılı kültürün ucu kimlere dek uzanır? En sonunda kime dayanır? Kim bilir…

DEVRİM…

Objektif şartları oluşsa da, devrimci inisiyatif olmayınca devrim gerçekleşemez. Karşı devrim olur…

Devrim; “ Halkın devrimci girişimidir. Alttan yukarıya şekillenir. Bu devrimci yol mevcut devlet mekanizmasına karşı koyuş ve iktidarın ele geçirilmesidir. İktidar gücüyle yukarıdan aşağı, ileri bir üretim düzeninin ve sosyal statünün örgütlenmesidir…”

Devrim kesintisiz sürer, sürmelidir. Devrim; “ Kendi politik hegemonyasını kurmadıkça, kendi iktidarına uygun alet, yapı düzenlemelerini gerçekleştiremedikçe…” devrimler sürekli kılınamaz...

Yeryüzü on yıllardır, toplumsal Devrim çağını yaşamaktadır. Çünkü ekonomi ve üretim modelleri altüst olmuştur. Siyasi ve hukuki, dini ve felsefi açıdan bir çöküş yaşanmaktadır. Çatışma bilinci ile güçlenen kısır ideolojiler, üretim gücünü ve olanaklarını ele geçirmiştir. Tüm bunlar yeni bir sosyal şekillenmeyi mecburi kılmaktadır.

Kendine özgü iç dinamiği ile “ Üretici güçlerin gelişmesi sonucu güçlenmeler, aslında gelişmenin önüne engeldir. Devrimleri engelleyen niteliğe bürünmedir…”  Hal böyle olunca formülasyon bellidir; yine, yeni Devrim. Ancak toplumsal Devrim çağında halkın, devrimci girişimi yönlendirmesi şarttır. Dverim tarihinin tek zorunlu boyutu budur. Teklenirse, yaklaşan ve yaşanacak olan Devrimci buhrandır.

Çünkü “Kişiler kendi tarihlerini kendileri yaparlar…” Kaderi tayin hakkı çerçevesinde tercihlerle oynanarak devrimleri ve devrimcileri; “art niyetli kışkırtıcıların ürünü imiş gibi gösteren batıl inanç…” artık zamanı geçmiş gibi görünse de hala canlıdır. Mevcut iktidarlar tarafından bu kışkırtıcı düşünce devamlı diri tutulmaktadır.

Oysa devrimlerin olduğu her yerde, mevcut düzenin karşılayamadığı veya karşılamak istemediği sosyal ihtiyaçların varlığı söz konusudur. Yani bu yüzden devrimler olduğu bir gerçektir. Tarihin boşluk ve yokluk evrelerinde, özgürlüğü somutlayan isyanlar, devrimci insiyatif eseridir. Kim ne yaparsa yapsın, ihtiyaç açığa çıktıkça sosyal patlamalar, sosyolojik temele dayanan devrimleri de doğurur. Bu aşamada tarihsel zorunluluk en doğru referanstır.

Çünkü siyasal sistemler sürekli değişmedikçe daima oligarşi, oligarşiden de daima tiranlık doğar. Tiranlığı da eninde sonunda demokrasi takip eder…

Yani hep büyük yanlış noktasına gerisingeri dönülür. Acılı süreç sil baştan yaşanır. Değişmeyen bu tarihsel olgu ve başa gelen zorunluluk ise resmen Devrim sürecidir. Asıl hakikat Devrim ve devrimci girişimlerdir. Tarihi ilerleten devrimlerdir.

Objektif şartları olgunlaştıran reformist söylemler, reformist söylemlerin zaman içinde sıradanlaştığı an ise tam devrim anıdır…

Gidişattan endişelenmenin tavan yaptığı andır o an. Artık müdahaleler ile durdurulamayacak, sessiz çoğunluğun kolayca sansürlenemeyeceği bir andır o an. Sindirme operasyonları ile birlikte toplumsal tabular yıkılır. İsyan doruk noktasına çıkar. Ve Devrim başlar…

Devrimci politik hegomanya kendiliğinden kurulur. Bu arada en önemli mesele palazlanabilecek karşı devrimi saptayabilmek ve engellemektir.

Ola ki engellenemediyse,  devrimin objektif şartları oluşsa da, devrimci inisiyatif, inisiyatif alsa da başı sonu yazılmamış hikaye…

CHP İSTANBUL KADIN KOLU BAŞKAN ADAYI; SOKU…

CHP İstanbul İl Kadın Kolu Başkanlığı’na adaylığını açıklayan Aysun Kılıçaslan Soku, kongre sabahına dek ilçelerdeki çalışmalarına devam ediyor…

CHP İstanbul İl Kadın Kolları’nın 14. Olağan Kongresi,  15 Mart Pazar günü. Akatlar Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek. Kongreye hazırlanan ve Hepimizin Adayı sloganıyla başkan adayı olan Aysun Kılıçaslan Soku, hız kesmeden tanıtım çalışmalarını yürütüyor. Soku; 25.Dönem İstanbul milletvekili adayı, CHP Tuzla Yöneticisi- İlçe Sekreteri, RUBASAM Başkan Yardımcısı, TÜMBİKON Genel Sekreteri, RİBİAD Medya Yöneticisi…

Hepimizin Adayı Aysun Kılıçaslan Soku; Bugün de yarın da sorunları çözmek için siz bize değil; biz size geleceğiz. Sorunları yerinde birlikte çözeceğiz. Sevgiyle bütünleşip, İktidarda buluşacağız diyor…

Soku; Hepimizin Başkanı olarak çıktığımız yolda, ilçe ziyaretlerimize devam ediyoruz. Emeğin ve kadının değerinin toplum içinde hak ettiği yere gelmesi için kürsüden değil sokakta siyaset yapacağımızı anlatmak için CHP İlçe Başkanlıklarını ziyarete başladık, devam ettiriyoruz. Kongreye kadar bu tempoyla gideceğiz. Eğer ulaşamadıklarımız olursa eğer Selam olsun kadınlara, selam olsun yoldaşlara…
CHP İstanbul İl Kadın Kolları 14. Olağan Kongresi’nin 15 Mart Pazar günü Akatlar Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleştirileceğini ifade eden Hepimizin Adayı Aysun Kılıçaslan Soku; ‘Mart mimoza demektir, mimozanın anlamını bilmek gerekir diyor…
“Mart Mimoza Demektir,

Hikayesi de çok güzeldir. Türk kadınları da hikayedeki kadınlar gibidir, güçlüdür. Bu nedenle bu baharda sevdiğiniz kadın dostlarınıza mimoza alabilirsiniz.
İtalya 1946 yılında ikinci dünya savaşından yıkık dökük çıkmış; insanlar bir coşku, yaşama dair bir umut aramaktalardı.
Derken İtalyan Kadın Birliği üyesi olan 3 kadın, toplumun yeniden inşasının “kadın dayanışmasına” bağlı olduğunu düşündüler: Teresa Mattei, Rita Montagnana ve Teresa Noce.

Üç güçlü kadın, bu yaklaşımlarını sembolize etmesi için bir çiçek seçmeyi teklif ettiler. Sunulan tüm teklifler arasında üç tanesi öne çıktı: Karanfil, anemon ve enfes kokusuyla mimoza çiçeği. Aşağıdaki özellikleri sayesinde kazanan mimoza çiçeği oldu:

Sapsarı renkleri ile neşe saçtığı için (savaşla yıpranan moraller, mimoza çiçeği ile düzelsin diye)

Martta çiçek açtığı için (Dünya Kadınlar Gününü sembolize etsin diye)
Büyük bir ağaç haline gelene kadar çok fazla emek ve bakım gerektirmediği için (İtalya da mimoza çiçeği gibi hızla kalkınabilsin diye) En önemlisi de, aynı kadınlar gibi kırılgan görünümlerinin arkasında güçlü bir karakter barındırdığı için (mimoza çiçeği zor coğrafi koşullarda bile çiçek açabilir).

O gün bugündür başta İtalya ve Rusya’da olmak üzere, Dünya Kadınlar Gününde (8 Mart) kadınlara mimoza çiçeği hediye edilmektedir. Bir kadın sadece sevgilisinden veya çocuklarından değil; dayanışmayı sembolize ettiği için kadın dostlarından da mimoza çiçeği hediyesi alır.

Mimoza çiçeğinin özelliklerini ve dünya literatüründeki yerini göz önüne aldığımızda, mimoza çiçeğinin aşağıdaki anlamları taşıdığını söyleyebiliriz: Dayanışma, Ölümsüzlük ve Diriliş. Hassasiyet, Çoşku ve Umut…”

CHP İstanbul İl Kadın Kolu Başkanlığı’na adayı Aysun Kılıçaslan Soku;




TAŞ TAPINAKLAR…
Dünyada taş devrinden kalma ilk taş tapınaklar bulunduğunda, Dinler Tarihi yeniden stilize edilme gerçeği ile baş başa kalmıştır…
Taş tapınaklar, Dünya Ötesi yaşamları da taşlaştıran tarihi bir miras, elle tutulur ve göze batan hakiki bir gelenektir. Bu belki de o zamanlara ait olmayan ilk tapınakların belirtileri ve tarih öncesi göktaşları bombardımanı dönemlerinden kalma kutsallıktır. Genel yargı bulunmasa da gökkumu ve nikel karışımı yaratılardan çıkmış da olabilirler.
Yine de dönemlerinin gözdesi olma hakkını veren, kuşkuları kanıtlar mahiyette kültürel zenginliktir taş tapınaklar…
Taş tapınakların duvarlarındaki güçlü simge, sembol ve tasvirler, zaman içinde gücü eline geçiren insanın, doğaya nasıl hükmeder konuma geçişini bir güzel anlatır. Bir çizikler bir şekilde dinler tarihinin de sıfır noktasını tanımlar. Fasıla fasıla ayrıntılarla.
İlk dönemlerden bu yana yeryüzü, fosil taşıyan taşlar sayesinde keşfedilmiş veya hala keşfedilmemiş birbirine benzer yığınla taş tapınaklara ev sahipliği eder…
Hepsinde; “Yan sundurma, sundurma da taştan bir sunak, halka açık kutlama alanları, doğurgan bir kalabalık meydanı, belki de kurban sunaklar, dinsel ayin, tanrısal kutsama, antik tören duygusu, sehpa üzerinde ise el işi mücevherat ve değerli taşlar…” belirgin halde mevcuttur…
Yani taş tapınaklardan, Tanrı’da farkındalık yaratma amacına dönük, antik medeniyet dinleri armağan edilir…
Diğer yandan dinsel pratikler içeren taşınabilir, gizlenebilir değerlerdir. Tanrıya muhtaçlığa vurgu taşır her biri. Vurgun yeri de olabilirler. Haris oyun devamlılığı da. Soyun devamlılığı da. Yani taş tapınaklar insanlara antik yükümlülük verir…
Her zaman diliminde, milyonlarca yıl sonra bile taşlaşan kalplerle, taş tapınakçı bilinçaltının hortladığı görülür. Din içinde kalarak veya reddederek. Gizli saklı, birebir veya kitlesel…
Geçmişte derin sırlarla yüklü imajı verilerek ve tüm kabahat şeytana yüklenerek, özünde cinsel şehvet, zihinsel ve bedensel kıyım, gende tende arzu tırpanlaması, kurban hazzı, suskunluk içinde sundurmada sunum ve sunulma, tekli çoklu ilişkisel abartı, etik dışı ve geleneksel öğretilere ters imajda salınım, mahremi sakınma veya sakınmama ve benzeri ritüeller uygulana gelmiştir. Şartlanmışları, şaplanmışları ve şaşkınlarını bulduğu takdirde gelecekte de uygulanabilir.
Günün sosyal ve toplumsal hayatına kesinlikle uymayan, uygunsuz katı tutum ve gelgeç tutku içeren bu ritmik kayboluş, antik taş devrine taş çıkarttıracak usul ve yöntemlerle hayata geçebilir. Bu tür tipik kaynaşmalar, ritmik yaklaşımlar ve ritüel tatbikatı tamamıyla bir alt kültür yansıması ve yanılmasıdır. Bu yanlı yangıya destek, taşı çatlatacak denli ağır kusur, mayasal ve mantıksal hatadır...
Bu çarpık mantalite, vaktiyle taş tapınaklarda antik yükümlülükleri din olarak bilmeden yerine getirme çabasındakilere asla atfedilemeyecek haldir.  Taş tapınaklar serüveni kendi halinde devirlerce sürdürülmüştür. Değişen modellerle, dinsel gruplaşmalarla, bilinen Tanrı protipine başkaldırıya da açıktır. Açıkça direnir de. Veya muhafazakârlaşarak, efsane hikâyeler kutsal sayılarak, tüm canlı kanlı totemik ayinler dinler içine çekilir. Zaten tüm dinlerin başlangıcını da bu hikâyeler belirlemiştir.
İnsanlık tarihi boyunca Tanrıya itaatsizlik bu hikâyelere göre değerlendirilmiştir. Taş tapınaklarda bulunan ve hikayeleştirilen sembollerin dinler tarihine ve dinlere güçlendirici bir katkısı vardır. Taş tapınakçılar rol çalarak her dine de sızmışlardır. Fazlasıyla neyi temsil ettiği tartışmalı olsa da, taşın taşla çizilip renklendirilmesi ile başlayan tanrısal tasvir yeni din versiyonlarının da kanıtlayıcısı olmuştur. Dinlerin tetikleyicisi olmuştur.
Yani dünya taş devrinden beri anıtlaşan taşlara aksettirilen şekillerde bizzat tanrıyı aramıştır. Bulamayınca da yeni dinler icat edilmiştir. Taş tapınaklar geleneksel yaşam içinde fazla değerli bulunmasa da din öncüleridir. Dinler tarihinde sadece tapınmaya dönük olup olmadığı saptanamayan eklerdir. İlklerdir. Keşfedilmeyi bekleyen sırlar ve sınırlardır.
Her dinde mutlaka var olan ancak fazla önemsenmeyen antik-pratik değerlerle akrabalıkları vardır. Belki de mevcut dinlere ters gelen yanı, tarih öncesi bir şeylere işaret ettikleri içindir.
Dünyada taş devrinden kalma ilk taş tapınaklarda dahi bulunmayan taşlaşmış inan ve kalıplaşmış iman arkasına gizlenerek bin türlü oyun, arkadan dolap çevirmek yerine, doğrusu ilklerden en sona temel olmuş işaretlerin menşeine inmek eğilimidir kutlanması ve kutsanması gereken.
Taş tapınakçılık, taş tapınak şövalyeliği ve havariliği değil…


REİS PAŞA...      
Reis paşa modern dünyanın, değeri sonradan anlaşılan inkılaplarıyla bizzat kurucularındandır...
Yeryüzünde bir başka örneği olmayan, askeri bir deha, bağımsızlık şerbeti içmiş bir devlet adamıdır. Tarihin bu millete göz kamaştıran bir armağanı, son ikramıdır. Silme devrimci, bir solukta memlekettir. Kendine özgü bir devlet kuran, büyük kurtarıcı ve yadsınamaz kurucudur.
Reis Paşa varlığı asla inkar edilemez, Reis gibi bir reistir; " Tarih bir milletin kanını, hakkını ve varlığını hiçbir zaman inkar edemez..."
Savaş meydanlarını masmaviye boyamış, deniz gözlü bir özgürlük savaşçısıdır Reis paşa. Fetih, keşif ve taarruz ustası bir kahramanlık tasviridir. Reislerin piridir. Tektir. Tek adamdır. Tek reistir...
Aklına ve milletine güvenerek yaşamış insan evladıdır; " Büyük ve Tarihi olayları ancak Büyük Milletler yaşayabilir..."
Bu asla yenilmez millete tam istiklali takdir edendir Reis Paşa. Emperyal teşebbüslere karşı çıkan, çeşit çeşit düşmanları def eden bir eylemcidir. Milli militandır. Enternasyonel düzeyde bir yeryüzü planlamacısıdır. Beynelmilel zafer öncüsü ve sarsılmaz temsilcisidir.
Yılmaz savaşçıdır ama asla savaş meraklısı değildir Reis Paşa; "Bir millet savaş alanlarında ne kadar zafer elde ederse etsin, o zaferlerin sonuçlar vermesi ancak kültür ordusu ile mümkündür..."
Reis Paşa millete ve memlekete yıkılmaz ve ebediyen bozulmaz bir yol çizmeyi bilendir. Menfaatine tabi olmadan. Nefsine aldanmadan. İstikrar ve iktidat abidesi kalarak. Canından çok sevdiği milletine, özgürleşmeye odaklı mücadele aşkı aşılayarak.
Aşılamaz yücelikte bir uludur Reis Paşa; "Türk milleti, bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı var olmalarının yegane koşulu olarak kabul etmiş, cesur insanların torunlarıdır..."
Öyle beklenmedik vakalara, uydurma tesadüflere, kader kısmete aldırmaksızın gerçeğin kitabını yazan paha biçilemez kıymettir. Asrın inkılapçısıdır...
Reis Paşa istikrar, eşgüdümlü iktidar ve kesintisiz ihtilal fikri sabiti doğrultusunda, mukaddes değerleri korumak adına yedi düvele teslim olmayan, teslimiyeti aklının ucundan bile geçirmeyen, sıradışı meydan okuyuşun mimarıdır. Toplum dizaynın yüksek mühendisidir.
Her şeye rağmen mütevazıdır Reis Paşa; "Bizim telakkimize göre siyasal kuvvet milli irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir. Birdir. Teslim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz..."
Reis Paşa savaş öncesi, savaş anı ve savaş sonrası istediklerini teste tabi tutulamaz biçimde barışa endekslemiş bir ülkücüdür. Tarihe emanet ilkedir, tahrif edilemez belgedir. Yüzyılların yetmeyeceği işleri on yılda yapan, yaptıkları ile tarihte iz bırakan bir bilgedir. Uslanmaz bir devrimcidir.
Reis Paşa der ki; "Devrim yasası eldeki yasaların üstündedir. Bizi öldürmedikçe, bizim kafalarımızdaki akımı boğmadıkça, başladığımız Devrim ve yenilik bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki dönemlerde de böyle olacaktır..."
Reis Paşa'nın vaz geçilemez öğüdü; "...Gelecekte, seni hazinenden yoksun bırakmak isteyecek, iç ve dış düşmanların olacaktır. Birgün hazineni savunmak zorunluluğuna düşersen, göreve atılmak için, bulunduğun durumun olanak ve şartlarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve şartlar, çok elverişsiz bir özellikte ortaya çıkabilir. Bağımsızlığını ve egemenliğini yok etmek isteyecek düşmanlar, bütün dünyada eşi görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile... "
İşin Latife'si bi yana, işin öztürkçesi, fikri Fikriye'si işte bu. Reis Paşa'dan beri böyle. Bu üstün öngörülü nasihatı asla unutmamak gerek. Unutanlara da hakkıyla hatırlatmak...

FİKRİYE...
Fikriye uzun boylu ve masum bir güzellik. Az süslü ve solgun bir yüz. Gözlerde sürme, yanaklarda hafiften bir allık. her zaman şık. Ve bir türlü kesilmeyen, kesik kuru öksürük. Hilafsız bir süvari. Boynunda daima tek sevdiceğinden armağan tesbihten kolye...
Fikriye fikrini açık etmese de her şey besbelli. İnce hislere yenilmiş bir taze Fikriye. Kırbaçlı amazon. Dudaklarında gergin tebessüm, uçuk kan kırmızı. münasip bir gelin adayı. Simasında gelip geçici mürüvet ateşi. Şefkat abidesi. Aşka Müebbet. Dalgın ve dargın. mahçup ve mahrem. Fikrinin ince gülü soluk...
Soluk ve soğuk; "Bilhassa sol akciğer..."
Sisli ve gizemli bir durgunluk kaidesi Fikriye. Mecburen mihmandar. Sırtında hayatına kahreden bir sancı. Kalbine saplı çifte su verilmiş bir bıçak. Çekingen ve az cesaretli. Kızıla çalan kurt sarışınlığına yanık. Kesik. Dağlayan bir sessizlik. Sürgün ve tecrübesizlik.
Latife'nin tam zıttı bir kişilik Fikriye...
Gölgeye dönüşmüş bir formda sigarasını tüttüren. Mütebessim. Mülayim. Esrarengiz bir fedakarlık yanar parmak uçlarında.
Sanki bir zamandan beri doktorları da dinlemez. Fikriye yemez içmez. Ve tütünü bırakmaz. Hüzünlü bir keyif alışverişidir dağılan dumanla ilişkisi. Darmaduman oluşun, kaderin ve kederin reddi. Defi. Yaşam denilen bir tutam nefes...
Gözyaşları akşam alacasında piyanonun tuşlarına düştükçe, ıstırap veren günlerin devamı somutlaşır. İhtirası somutlaştırır notalar. Sanatoryum sürgünlüğünü. Zaruri bir kopuşun telaşın daki tedaviyi.
Gurbet ve soğukluk. Fikriye kürkler içinde. Solgun ve masum. Mahir bir gülümseyiş, güçlükle. Sahipsiz, garip ve ürkek bir boyun eğiş. Keskin buyruğu kabulleniş. Sağlığı şüpheli...
Tümüyle kendini Paşa'ya ideal bir arkadaş olmaya adamış Fikriye. Gazi'nin evlendiğini öğrenince tedaviden vaz geçer. Bırakır. Paşa'sını bırakamaz. Tam on dört ay başkente gelmeden yaşar. İstanbul'dan barakılmaz...
Canına tak eder, kaçak göçek Ankara Garı'na ulaşır. Kapı duvar. Çankaya'dan dönüşte kendini vurur. Kurtarılır. Ancak zatureye yakalandıktan iki gün sonra acı hayattan kurtulur.
Friye mutsuz ve hasta bir kimlik olarak tarih sahnesinde yerini alır. Böyle anılır. Memleket için en feci ve en kutlu günleri görmüştür. Yılmamıştır. Gazi'nin yaşam kolaylığına hizmet ettiğince yaşama direnmiştir.
Ancak Fikriye, anılarda ve akıllarda terkedilmişlik psikolojisi ile trajedik bir vaka olarak kaldı. Yazık. Oysa Paşa'nın sevdiğiydi. Ve kimilerine göre de; "Çok iyi bir eş olabilirdi..."
Ama olmadı, olamadı Fikriye...

LATİFE...
Karşısındakine ecnebi duygusu geçiren, milli, minyon, alafranga bir genç hanımefendi Latife...
Latife. İlk alev yalazı. Peçesiz bir tatlı yüz. Pelerinli bir kararlılık ve karanlık. Sarhoşlatan bir hayal gibi. Muzip ve hayran. Vurgun. Sevdalık haline geçişin pişmanlığı yok asla. Hayat dolu ve neşeli. Fikriye'nin tam zıttı...
Latife mükkem ve müstesna bir kimlik. Teklifsiz ve fütursuz bir neşe çağlayanı. Boynunda taşıdığı madalyonda, vaktiyle tehditlere, tevkiflere uğrayacağı bir fotoğraf. Herkesten gizli. Fransız gazetesi küpurundan kesilmiş yakışıklı bir portre. Hayatı ikbal...
Tatlı zehir. Bal şeker olan bir hoşluk. Baştan sona zorluk ve boşluk yılları. Tek dert vatan. Tek gaye...
Kaçanlar kaçarken büyük İzmir yangını çıkartmasaydı, yangın Başkomutanlık Karargahı'nı da vurmasaydı, Latife'nin ilk tanışma girişimi rüyalarda kalırdı. Yarenlik belki de bir yerde. Ama öyle olmadı, Paşa kırmızı otomobile kuruldu ve Latife'nin aile köşküne doğru ilerledi. Karşıyaka'dan Göztepe'ye doğru...
Latife Avrupalı bir genç kız edasında ihtişamlı bir konakta sade ve cana yakın, heyecanla bekliyordu. Balkon manzarası can yakan bir yangına kapı komşusuydu. Semayı kaplayan bir kızıllık, genç kız da kirpiklerini ıslatan bir kaç damla gözyaşı oldu. Mevcudiyetin dayanılmazlığı ve asrın saadeti.
Gazi, mutlu ve memnun. Utkulu Latife en ufak bir dikkat kaybından huzursuz. Zarif jestlerin ardında keskin bir profil. Sır yüklü. Alakalı görünmeyi içselleştirmiş bir haleti ruhiye. Takdire şayan bir münasiplik. İddialı bir intiba...
İrtibat ala, inkişaf tamam da; "Peki ya Fikriye? O ne olacak?..."
Latife'nin çehresi değiştiğinde, dikleşen sesi vurduğunda ve gözlerini kısarak sorduğunda romantik Avrupalı kimliği havalarda uçuşuyor. Millilik resmen yok oluyor. Bir yanda Kocası olarak Gazi'ye hürmet, hizmet yeteneği sergileme fırsatı için tutuşuyor. Paşa'nın yumuşak kalbini yakalamayı arzuluyor. Ancak Gazi'yi yönetmeye, on yılların birikimi değişken ruh yapısını denetlemeye salt dişiliğin yetmeyeceğini anlayamıyor. Çok bilinmyenli bir denklem, çözemiyor...
En hafif çözülmede, geleneksel kültürün ağır basacağını ise hiç düşünemiyor...
Latife uysal bir gelin olma karakteri taşımayan bir karakter olduğunu saklamadı. Sonsuz hayatta, sınırsız hevesler taşıdığını da. Tek rıhtım vardı, ihtimaller dahilinde...
Tek taraflı bir girişimdi. Ve tuttu. Latife, Paşa'nın validesi ile yakından ilgilendi. Bir süre baktı da. İkircikli izin de bu arada çıktı. Ve Beyaz Köşk'de bir çay partisi ile Kemal'ine erişti Latife...
Latife, çağdaş bir rol model oldu memlekete. Ancak Pembe Köşk'e protokol yerleştirme çabası tutmadı. İki yurt gezisindeki kavga veya atışma, Latife'yi tarih sahnesinden çekilmek zorunda bıraktı. Gazi çekildi, Latife çekildi...
İki cümlelik bir son ve yalnız geçen uzun bir ömür. Veya anılarla dopdolu bir hayat...
Birinci cümle; "Bu kız, benim Çakır Mustafa'mı değil, Mustafa Kemal Paşa'yı ister. Mal mülk ister gibi..."
İkinci ve son cümle; "Sükunetle İzmir'e gitmeye muvafakatini temin lazımdır..."
Temenni dünyası işte. Ve temkin. Tabi ki anlayana ve bilene. Latife...

TATMİNKÂR ÖLÇÜ…

Gecikmiş de olsa Barış en tatminkâr ölçüdür…
               
Zaten tatminkâr kalamaz serbestliğin, aynı doğrultuda uzun süre hoyratlaşmadan ilerleyebileceği hayaldir. Hayaller gerçek olur. Ve acı son çıplak uyarılarla gelir. Her şey en baştan bellidir ama görülmez ne yazık ki. Ve savaşla bıçak gibi kesilir her şey. Bu minvalde kesin doğru ise yıllanmış yeryüzü ahenginin, uygunsuz tasarımlarla bozulmamasıdır. Mirasyedi gibi rezervden harcamamaktır. Yani savaş yeter, barış hemen…

Hak batıl düzleminde harcanış mekanik monologlarla başlar. Sivri bir dil, çatal isyanlar ve son istasyondaki sıkışma. Bu silindirik atmosferde hatalar zincirine, incitici şok edici halkalar eklenir. Eğilmez elastik duruş, alıcı ve gönderici arasındaki tuşlamalar ve taşlamalarla yok olur. İki uzak istasyon arasında harcanmak ise tutarsız sinyallerle gerçekleşir.

Öyle ki yanıtlanamaz direkt ve dikey sorular artar. Ve tatminkâr düzeydeki genel ayar yanlış kodlanır.  İmkansız sanılan imler sıralanır. Tadımlık bozulum tüm avantajları da siler, aklı yer bitirir. Akla kara arasında sırra salınım net inancı da zedeler. akabinde dikkat sahafı, rikkat zaafı takibinde tatminkâr cüret havadan sebep sebeplenir. Dakikasında ağır tahribat. Evrensel önermelere tahkikat. vasat yaratı ve zihin felci…

Tatminkâr oranda olmayan tüm teşebbüsler, açığa düşüren ipuçlarını da bünyesinde taşır. Ancak doğrulaması zaman alır. Esasen düzgün kalma veya kalamayış işin tatminkar çerçeveden taşmasıdır. Özen, önem ve güven kaybıdır yaşanan. Parapsikolojiyle de olsa ara istasyon vakumlama istemi, vakayı daha da büyütür. Masum olmayan manyetik duyarlılık, herkese serbestçe yön kaybettirir. Tatminkar ölçüdeki fedakarlık da ertelendikçe, kanaatler özel amaçlı umulara kayar. Kayıtlar tekrar ayarlanır. Ve tamamen ayarsızlaşılır.

Yani sıcak savaş atmosferinde ölçü hep kayar. Özellikle sınırı geçmişlik, asla olağan serbestlikle izah edilemez. Bilinen boyut evrilir. Soyut somut gerçeklik done biriktirir. Belki tersine dönüştürücü, birincil elden tanımlanamaz. Tanınır ama. Bir gün mutlaka hiç alışılmadık yollardan, tatminkar derecede hesap zamanı gelir. Yani herkes, bu dünyada hesaba çekilir… 

Bölgesel, yerel bir döngüde serbestçe dolaşımın hiç de tatminkâr görünmeyen sonuca ulaşımı, aşırı basınç yaratır. Yaratana sığınmak da çare olmaz. Sonra resimlere altyazı misali, eksiklik tamamlanır. Biraz ölçüsü kaçsa da reaksiyon bellidir. Dönüştürücüyü gereksiz kılmak. Tatminkar derecede seyretmeyen havayı birden ısındırmak. Veya soğutmak. Barışı egemen kılmak.

Yaygın izahı pek bulunmasa da, aşırı serbestlik prensibi muhtemelen geleceği de presler. Doğru press barışa endeksler…

Es, esin ve eğreti esintinin, sessiz ve sakin öğretici sesin dahi mutlaka bir sahibi vardır. Savaş engellerle karşılaşır ama barış engel tanımaz. Bir dalgalanma yeter, buzulları kaynaştırmaya. Zor da gelse, sağırlaştıran bir yangıya ve yankıya aldırılmadan tatminkâr sınır metazori yeniden çizilir. Aksi takdirde katiyen düşünülmemiş ne varsa bir bir hayata geçer. Geçirilir. Yani serbestçe, aşırı serbestlikle savaş devam eder.

Sahayı kanatan savaşa ve barışa dönük, cismin göreceli konumu, ismin gördüğü göreceği ve sunumu, ortamın yıkıcı tatminkar durumu tespit edildiği kadarıyla budur. gerekirse ifadeler tek tek alınır, verilir. ama olan yiten yine canlara olur.  yanıtsız topraklama yürek yakar. sinyal veya sinyalizasyon hatası ve tecrit mesajları sınırsız serbestliğin de sonunu getirir. Uydular her adımı görüntüler…

Şüphesiz serbest çekim kuvveti, iyi niyet önerilerin tümüne bakarak tatminkar bir son hazırlar. En kötü son ise tatminkâr ölçülerde barıştır. Karanlık koridorlar hala temkinsiz olsa da. Temenni edilen yeryüzünde hiç ve asla bir daha böyle yıkımlar yaşanmasın…

Şimdilik taraflara iyi gelecek, bir süre barış…

ÇARPILMA...
Savaş nedir?
Bilimselliğin çok uzağında, sıradan bir elektriklenme hikâyesidir savaş. Trafoyu patlatan ve dokunanı çarpan türden, deneysel bir büyülenmedir. Asla kabul edilemez bir çarpıklıktır. Parkı, çarkı, tankı dünyayı şaşırtan öyle bir kaçaktır ki, sezgisel bir hamle ile dahi yatıştırılabilir...
Mevcut saplantıların girdabına yuvarlanma dan, handikaplara direnebilmektir. Beteri var deyip sicili tehdit edebilecek triplerden de uzak kalmaktır. Maharet mahalle baskısıyla hava basıncını yükseltmemektir. Tansiyonu oynatacak ilkgençlik hayal ve rüya aleminden kopmaktır bütün mesele. Yoksa karanlıkta, el yordamıyla öteye beriye çarparak prize parmak sokulur. Ve devreye geçen elektrik yakar geçer. Ezer geçer silindir...
Savaştan muhafaza, müdafa zırhını topraklayan dik açılı yanlış akımı kesmektir. Çünkü hayata yeniden dönüş eğilimini de yakar, odun kömürünü de.
Kötü düş körlüğü etkisinde, direnç kuvveti de düşer. Limitsiz güç vakumlu ve vakur kanatlanır gider. Ve havai uçuş atmosferik basınca takılır. Ciddi bir kaçak yüzünden, dam yanar saçak kül olur. Ve acı yaşanır.
Şok dalgası tehlikeli bir virüs gibi yüksek gerilim kuleleriyle oradan oraya seyahat eder. Buradan en sağlam sayılan kalelere dek uzanır. Ölü ceryan artık ışıtmaz, ısıtmaz. Sıtma tutmuş gibi zangır zangır titretir. Ama öldürmez. Ölmekten beter eder, süründürür. Yani bir porsiyon elektriklenme, porselen fincanları karartır. Fincancı katırlarını çıkmaz yola sürükler. İçine bozuk para koyup akımı doğrultmak da işe yaramaz. fincan çatlar. Tel erir. En küçük fırtınada, enerji kaynak yapar. Ve direkt akımı keser...
Bilimsellik taşımayan her kofti sefalet ve softi sanatsal kıyamet belki iştah açar biraz. Tıka basa yalancı bir doygunluk hissi de verir. Ama eninde sonunda ağız dolusu kan kusulur. Mide kramplanır. Lafta ilham verici etki ve etkileşim folyoya sarılı amperleri de çatlatır. Yani yoğun ilgi gören cihazlara yanlış trifaze bağlantı ve prospektüsü dışında deneylemeler neticesinde her yanı yakar, tutuşturur. İşte savaş böyle bir şeydir.
Hayat motoru susar, gazı çekilir. Hükümsüz, mümkünsüz sanılan tüm icatlar işte bu şiddetli akım dinamiği ile hayata geçer. Buluş olur. Yok oluşu günceller.
Bilim dışı elektriklenme yolculuğu, yolcularını ortalığı kasıp kavuran bir felakete sürükler. Dayanılmaz çarpılma korkusu ve kesif duman köyü, kenti, bölgeyi kaplar. İkiz kaplar teorisi işlemeye başlar...
Şehre, memlekete ve bölgelere ölümcül bir karabulut çöker. Ve bilimselliğin çok uzağındakilere bile diz çöktürür.
İşte savaş budur...

ŞARTEL-ŞALTER…

Şartlar süreci öyle hızlı etkiledi ki, karşı çıkar çözülmesi yaşanıyor savaş kıvamında. Benzer koşullarda bildik köhne tipler daha nice harcanışı resmedecek gibi panoya. Moral düşürücü bir tarz ve radikal feragat. Nihayetinde inadına savaş…

Eski yeni, aksi yönde atılan her çarpık adım doğuştan var olan doğal içgüdüleri tetikler. Yıllarca sarf edilen yoğun emek, oldukça sıradan ve olağanüstü görünen basit bir vaka ile bir anda sıfırlanır. Lafta acil davetler peşinde yeni duygular, duyumlar elde edildiği sanılır. Ama şarki kayıtsızlık, kırpık onur ve yalandan pohpohlanma arasına sıkışmıştır bir kere. Ve sınır ötesi sarsılmaz itimat ve kararlılık bu yüzden çok acemileşir.

Öylesine hitap ve bitap faslı başlar. Lütuf görülenler ard arda sos verir. Planlar, projeler çoktandır fark edildiğinden sabit fikirlere konsantre olmak, zihinlerin gerçeğe odaklanmasını da güçleştirir. Kaçış başlar. Dava başka yönlere çekilir. Böylece mevcudiyet ciddiyetini kaybeder.

Ve akla hayale gelmez sonuç okyanusların buharlaşması, denizlerin kuruması, göllerin buharlaşması, kurak çöller, tersine akan nehirler ve bataklık ürpertisi. Doğanın emirlerinden çıkış. Çıkarcı umutsuz girişimler ve beceriksizlik. Ve dibe vuruş. Dipsiz savaş modu…

Şark kurnazı zatlar ve zevatı, süreci öyle kaypakça etkiler ki, mahveden bir yangın ve çok katlı facia patlar. Ölgün ışık parlar. Savaş paradoksu. Parasal ve içgüdüsel paketlenme…

Bu pratik park etme mantıksızlığı, tüm dönüş yollarını bozar. Köprüleri yıkar. Zaptı zor bir kapasite ve ağır bir yükün gerilimiyle de trafo patlar. Aslına uygun ve muazzam farz edilen ne varsa, bambaşka kombinasyonlarla uyumsuzluğa bürünür. Bütünüyle de kablosuz iletişim kopar. Kopartılır.

Bu loş bir kompartımanda, birbirinden kopuk bin bir çeşit sekret sinyalle, orijinal mesaj talancılığı ve harfleri peşi sıra dizemeyiş eksikliğinin, sismik ve ritmik alıntılarla boşa zaman kaybedişidir. Her şey uydu merkezli ucuzluk. Savaş da öyle. Canlı çekim, direkt yayın…

Her akım aklı sıra mevcut sistemin alaşağı edilmesidir. Hem de gündüz ve gece vardiyalarında huzursuzluk veren kaçamaklarla. Hem de şaibeye şartlanmış ellerin, hırsız arsız kıpırdanışları ufaktan etrafa yayılırken.

Zaten kısa sürede bu genel yargı ve kıvrandıran yaygın panik diğer bölgelere de, gizli atölyelere de sıçrar. Etraf kolayca sarılır. Suç mahli çembere alınır. Savaşla katmerlenen korku ve değme dehşet, bakır kabloları eritir. Birbirine değen sarı teller şahlanan şelaleler yaratır. Saçılan kıvılcımlar hiç suçsuzlara da sıçrar. Özellikle de çocuklara.

Ve akide şekerin tadı avulanır…

Avam tabakası alışkanlığıyla kafaları kuma gömüp avuntulara sarılmak yerine, bu divanelikten hiç geç kalmadan çıkmak için en akıllıca tavır. Tek eylem ise şalteri indirmektir. Yani ters akımı kendiliğinden açıldığı gibi bizzat kökten kapatmaktır. Şaltlamak, şartlamak ve şartlanmaktır çare. Mesele sulha uyanmaktır, sonu gelmez savaşa kalkışmak değil…

Şartlar süreci öyle ivedi etkiledi ki, ivecen devreler de bir bir yandı. Devre kesici pozunda ağır misafirlik bile rağbet görmedi. Rahmet, zahmet ve töhmet altında kaldı tüm dünya. Savaş çığırtkanlığı modası çığa takıldı…

Doğrusu kös çoktan vurulmuş işaret verilmiş. Kösürelik yüzler, kösele suratlı çevirgenler, kösnül kemirgenler işareti çoktan çakmış ve almış. Bu güçten, çaptan dürücü aygıtlanma öldürmez ama süründürür.  O yüzden ha şartel denmiş ha şalter hiç değişmez. Zaten er olana yakışmaz bir dava bu dava. Çok zaman almaz erbaş artı erat geri çekilir. Ama devam ederse savaş daha çok can, canan alır.

Bu manasız dava koduna sokulmuşluğun sonu, resmen kriminal kopuş. Kritik eşik ise camdan kalplerdeki kontak çıkışlı asrın yangını. Mesele yangının sönmesi. Söndürülmesi. Acaba hangi şartlanmışlık, hangi şartel tutuş önler, şalterin indirilmesini. Ya da indirilmemesini. Haliyle şarka kıyamet düşer…

Şarlatanlık süreci öyle bir hızla etkiledi ki, kor karıştıran akıl, şen şaltak şalter peşinde. Sulh şalteri eğer indirilmezse tezelden, vakti zamanı gelmeden asla peşin hükümlü olmamak gerek ancak taksit taksit ödenecek vebal.

Ezelden ebede veresiye, ölesiye…


YAHŞİ-VAHŞİ MİZAÇ...
Vahşi mizacı uyandıran münasebetler, akılları tümden istila edince bedenler patlayıcı enerjiye evrilir. Kararan ufukta artık tek bir yasa egemen kalır, savaşmak...

Savaş dönemlerinde öylesine barbar bir tutku gelişir ki, tarif edilemez biçimde önüne çıkanı yutar. Hepsi hepsi sıradan bir obje, bir nesne görüntüsüdür. Hafızaya bir yerleşir, hiç çıkmaz. Kolay kolay silinemez kirli görsellik. Can sıkıcı, yıkıcı ve yakıcı bir arzunun takvimidir derinden hissedilen. Savaş ise insan suretinde bir kara imge veya akılda beliren kötücül düşüncelerin silahla geciktirilmesidir. Asıl mesele otomatikman gölge huya geçişin ertelenmesidir. Aksi takdirde ütülenen beyin kıvrımları, harici uyarıcılara taze hücre açmaya devam eder. Ve kumandası zor günler, hiç gereksiz bir savaşa gebe kalır. İnkar edilemez gerçekler vardır ama süratle inkarı ötelemeye öncelenir kurulan cepheler. Mesafe salınımları da hırsı yavaşlatır. Yavaşlatır belki ama mekanik ayar bozulmuştur. Savaşçı habis yayılma önlenemez. Pervane dümen tutmaz.

Kontrolden çıkma işte böyle bir şeydir....

Bireysel çağrılar da imkansıza neden oldukça, savaşa sağır ve tepkisiz kalmanın yolları da kapanır. Kavisli düzenek, sessiz titreşimlerle komut alıp verir. Alıp verdikçe aklı denetlemek de, olacakları engellemekte zorlaşır. Aklın tanımlanamayan talimatları işleme konulur. Karşılıklı savaş başlar.

Yahşi-vahşi mizaç çatışmasıdır, sınır ötesi tüm münasebetler. Asla münasip sayılamaz şekilde, arada bir akort edilen, kiraya verilmiş veya ödünç akıldan da savaş dışında bir şey beklenemez.

Sırça köşk masalıyla gerçekleştirilen, yarı otomat tasarım açığa düşünce de bütün saldırı ve savunma mekanizmaları delinir. Yani salt bireysel koşullanma, vahşi mizacı geleceğe taşır. Savaş çıkar. Toplumlar zarar görür...
Diğer yandan dağarcığa eklenen her türlü acı deneyim, tek bir sistematik tepkiyi hayata geçirir. Negatif enerji. Kurulması gereken ise pozitif dengedir. Ayrımsız sulh. Bilimsellikten uzak, aciz pratik zeka ürünü yalancı performans, sürekli yinelenen hatalarla, asırlık buyrukları yok sayar. Böylece saygı ve saygınlık da kalmaz. Aklı kasıp kavuran yalımlı ateş, daima vahşi bir suça yeltenmeyi günceller. Yani savaş severlik.

Saf metal kullanımı sonucu doğan negatif enerji, nefes alındığı sürece unutulmayacak genel doğruya katkıdır. Doğrudan incitse de katkıdır. Katıksız kurtuluş savaşı vermişliğin ucuz bedelidir...

Gerçi zaman israfı yanısıra, drama ispatı da şarttır. Rezervler tükendikçe, gevher eridikçe vahşi mizaç kanlanır. Canlanır. Manyetik alan, alternatif motoru yere indirir. Ritmini bitirir. Kudret asası asılır. Ve medeniyet tarihinde kolay kolay yer alamayacak bir münasebetsiz yankı yankılanır. Vahşi mizaç.

İlmi, bilimi, aklı realize eden, elektrolize eden değerler de çözülünce fethi kolay rakip sertleşir. Ve acı gerçekle yüzleşilir. Artık şehitlik kalkanı da yetmez.

Geleceğe ait kararlar işte o cesur yüzleşmenin neticesinde netlik kazanır. Artık kim kazanır, kimler kaybeder, aklı istila eden o silinmez savaşçıl görüntülere bağlıdır.

Yahşi veya vahşi...

CENDERE...

Siyasi, coğrafi ve fiziki haritalarla büyüdü bir nesil. Anlar harita okumayı, kaç ölçekli olsa da. O yüzden bu çalkantılı günlerden onlarla çıkılır. Sokma akıl ve yeni yetmelerle değil...


Kendini koru. Çünkü kor düşer, korku dağılır. Yeri yaran, üstünü sarsan bir güçsüzlük oluşur. Büyük cehennem anı. Savaş...


Aylar boyu geleceği besbelli afet geldi. Gelsin varsın. Artık aralıksız yinelenen gözlemler bir güzel neticelenir. En karmaşık vücut yapısı çapraz ateşte vücut bulur. Çıplak savaş. Kor rengi hayat hayata girer. Zaten hayat hiç şüpheye yer bırakmayan bir kült eserdir. Kültür birikimidir. Kültür yoksunu basit organizma formlarına formüle edilemez.


Kültürde savaş var misali cihana değer esaretle başlar hayatın cilvesi.


Çerçeve manasız ruh kaybıyla izah boyutunda değerlendirilmeyecek denli densizliklerle dolu. Harita meselesi...


Mental, mekanik fonksiyon yitimleri, yetke ve yetki zaafıyla zayıflamak, zayıflatmak ve hastalığa yakalanmakla eşdeğer bir kriz. Canlar yandıkça saat saat ispata dönük dönence, beyne işkencedir bu savaş. Başı sonu fiziksel cenderedir. Eldeki tek düğmeyi kaybetmektir. Surete takılıp gerçeği görmemektir. Çünkü köz düşer öz ölür.


Ve marazi kıyamet, şehitler üzerinden telepatik sağaltma yaşatılır. Hilekar ve pişekar komedyası. Tanrı vergisi doğru adına ne özellik varsa akla zarar harcanır. Harcıalem dayatmalar da peşin fiyatına aldanmalarla korsanlık yapılır.


Korkunç güfteli operat ve operasyon başladığında her şey değişir. Öyle harici sebepler arayarak kayıtlanamaz hatalar. Yanıtı güç sorular ardı arkasına yağar. Yağdığında paskalya yortusu. Fiziksel cendere. Savaş tanrısı yontusu. Heykel gibi. Aynı sos, aynı sezgiler ve aesi kırık ezgiler...


Havada süzülen buharlaşmaya dinsel dogmalar da, kanadı kırpık melek tablolarına sarılmalar da yetmez. Çünkü kaz düşer, kazdağlarını korku bekler. Ve maddi manevi işlevsizleşme kendine tam zamanlı gönüllü iş bulur.


Bulunan bireysel ve eylemsel kanıtlar yüreklere kalıcı acılar salar. Sınır ötesine geçişi özellemeler ve genellemeler vasıtasıyla tesadüflere bağlayarak tarih yazılmaz. Korkuyla kozmik acı yaşatanlar fiziksel cenderede vücut bulur. Savaşın çapraz ateşi herkesi yalar. Ve tepkisel aktivite benzerliğiyle bir damla kan düşer yere. Kan gölü böyle oluşur. Ve sonuçta net kanaatlerin rencide ettiği, akli güç kural ve kanun tanımaz. Yüzeyde çalkalanan güdümlü tipiye tırpanı çalar. Kendinden çalınanları gözü dönmüş gözlere çarpar. Çünkü fiziksel cendere hükmetme kabiliyeti ve otantik, otomatik işleyişi de çökertir...


Yani kor düşer, korku dağılır. Köz düşer öz ölür. Kaz düşer, kazdağlarını korku bekler. Umutla bekleyişin sonu hüsran ise eğer artık gelsin varsın. hesap çapraz ateşte vücut bulur. Ödeşme ödetme günü patlar. Fiziksel cendere biter.


Biter ama hayali haritalar bölünür. Göndere cendereden kurtulan cennet kuşları çekilir...

Hiç yorum yok: