26 Ocak 2019 Cumartesi

OCAK YAZILAR


ESENLER, SAĞ SELAMET...


Solun evrensel değerlerini gözetmeyip, şuurdan gerçek siyaset çıkarılınca durum elbette bu olur. Parti olarak resmen yok sayılmak...


Böylece siyasetteki gerçek adresler de yol yordam şaşırır. Şimdi şaşırdığı gibi. Siyaset sahiciliğini de yitirir. Yavanlaşır. Biter...


Şu Garip ilçede sol adına maalesef yıllardır gevrek tutum ve gevşek siyaset temelinde nice günler heba edildi. Yapıcı eleştirilere bile hiç aldırmadan, kısırlaştırılan ve eylemsizleştirilen güdümlü işgüzarlık siyaset sayıldı. Ada ve nama siyasette hep ısrarcı olundu. Nihai sonuç 'Esenler Sağ selamet...' İlçe toptan sağa teslim edildi...


Bu müşterek mutabakat aslında alternatif olmayı beceremeyen, kolektivizmi defterinden çıkaran solun temsilcilerini bir nevi cezalandırdı. Belki de kendi içinden aday bile çıkaramayan, ithal aday peşinde koşturanları bir nebze mükafatlandırdı. Kurtardı. Şimdi ne yapalım Genel Merkez böyle buyurdu, tarzında kaçamak söylemler geliştirilebilir. Ama bu nasıl bir sınıfta kalmaktır, bu nasıl bir ilçe yöneticiliği ve başkanlığıdır er geç mutlaka tartışılır. Eğer bu son gelişme de yönetsel yapının hiçbir dahli yoksa veya fikri dahi sorulmamış ise hepten kötü. Yani iki yönden bakılsa da iyi bunun neresinde. Eğer sorulduysa ortak müşterek bu kararsa tek bir söz kalıyor geriye; yazık.


Siyaset kurnazlığında bunca maharet, siyaset kurgusunu da gettolaştırır. Sağcılaşmayı da seçenekler. İşte yıllardır bu unutuldu. Gelinen sonuç ortada.


Şimdi sade üyeler tarafından, bu büsbütün gerçek dışı durum ve bedavaya yarış pek önemsenmez. Üyeler Genel Merkez kararıdır der geçer. Ve yerel seçimlerde gereğini yapar. Ancak ilçe yönetimi, ilçe başkanı, il ve kurultay delegeleri ile mevcut yapıyı destekleyenler bu işten kurtulamaz. Bu kahredici sonuçtan bizzat sorumludurlar. Gereğini de yapmalıdırlar. En makul tavır da istifadır.


Parapolitik rüzgar esti ve apolet siyasetinin Esenler soluna layık gördüğü bu oldu. Ancak yerli yersiz apolet takanların hedef kitleye borcu vardır. Çünkü şu fakir ilçede birlik yaşanacak yerde ayrışmalar doğabilir. Yerelde ve genelde yıllarca kazanamayacağını bile bile kazanmak doğrultusunda emek verenler yok sayıldılar. Bu yok sayılmaya karşın, yüzeysel tercih ve derinsel duyarlık bakalım sağa nasıl kilitlenecek.


Sağ gösterip sol vuranlar belki bu dayatmacı yarışı ve detaylarını önemsemeyebilirler. Ancak asla katalizör görevi görmeyecekler bu siyaset biçimine ve biçilen elbiseye nasıl bir yanıt verir orası muamma. Bu sıradanlaştırma elbette bir iç çatışmayı şimdiden kemikleştirir. Zaten dayanışma ruhu ziyan edildiğinden örgütsel dinamik anında başı boş kalacaktır.


Varsayımlarla düşünüldüğünde bile durum vahimdir. Olur ya seçim kazanılabilir belki. Kazanılsa da bu kazanım dışarlıklı bir yöntem kazanımı olacaktır. Kazanımın kaybedişten bir farkı kalmayacaktır. Ayrıca eskisiyle fark bulmak da zorlaşacaktır. Beklenildiği üzere sağdan sola siyaset bir siyaset konforu da sunulmayacaktır.


Bu karar yapay programlı çalışmaları, politik açmazın güncellenmesini de bertaraf edemeyecektir. Düzenleme, belirleme ve yürütme öngörüleri hepten can sıkacaktır. Aslında birbirinden hiç farkı olmayanların müşterek kazanmışlığına davetiye çıkarılmış olacaktır.


Her halükarda yüksek siyaset, millet yararını düşünerek, hedefe ulaşmak için bu yolu tercih etmiş olabilir. Böyle olsa da değişik katmanların top yekun desteğini nasıl alabileceklerini de muhakkak düşünmüş olmaları gerekir. Aksi halde bu siyasi prodüksiyona imza atanlar ve rıza gösterenler oluşacak reaksiyonlara da katlanmalıdırlar.


Şimdilik ilk reaksiyon; Esenler sağ selamet, Sağa teslim edildi reaksiyonudur. Soru solcular bu işin neresinde sorusudur...

24 OCAK...

Bilimum 24 Ocaklarda çok şey yaşatıldı bu garip memlekete. Ocaklar söndürüldü. Bu güne kaydı düşülen; kendiliğinden ölenler, acımasızca katledilenler, canına kıyılanlar ve asortik ekonomik tedbirler...

Hele de alel acele hazırlanan 24 ocak ekonomik kararları peşine tetiklenen bir faşist darbe. Resmen yıkımın başlangıcı...

24 Ocak, dardaki küresel sermayenin memleket ekonomisine seksenler ve sonrası için dayattığı vahşi kapitalizmin mihenk taşı ve aşılamaz faşizm duvarının ilk harcı. 24 ocak, gözüaç doyumsuz emperyal talanın ve pentagonvari askeri darbenin ekonomik ve hukuksal alt yapısının bir tık öncesi.

Faşist diktaya, siyasilerin ve teknokratların aymazca geçit vermesi...

Gizli amaç; zorla yutturulan acı reçete '24 Ocak Kararları'ndan itibaren kırk yıl zarfında inceden inceye bu günlerin hazırlanması. Açıkça memleketin işgali. Buraya gelişin müsebbiplerinde günah çok, suç ağır...

Hem de öyle bir ekonomik işgal ki can dayanmaz. 24 Ocak peşine, gerçekleştirilen 12 Eylül faşist darbesinden sonra yıllar yılı değişik ama zihniyeti aynı iktidarlarca tarım ve sanayi üretimi geriletildi. Memleketin doğusunda ve güney doğusunda terör hortlatıldı. Hayvancılık yok edildi. Planlı ekonomi ve karma üretim yerine dış borçla finanse edilen ekonomi yerleştirildi. Tüketim ekonomisi yeğlendi. Memleket ve memleket insanı yüklü ve derin borç batağına saplandı. Sıfır tasarruf neticesinde kamu iktisadi teşekkülleri özelleştirme başlığında soyguna uğratıldı. Göz yumuldu. Memleket kazanımları peşisıra yerli işbirlikçiler ve yabancılara peşkeş çekildi. Memleket karşılanamaz zarara uğratıldı.

Yetmezmiş gibi yeraltı yer üstü kaynakları yağmalatıldı. Taşeron sistemi palazlandırıldı.
Sendikalar sarı sendikalara döndürüldü.
Köklü siyasi partilerin demokratik yapıları zedelendi. Demokratik kitle örgütleri ve meslek örgütlenmeleri işlevsizleştirildi. Yüz binlerce kişi gözaltına alındı. On binlercesi işkenceden geçirildi. İdam edildi. Böylece aktif ve dirençli muhalefet tırpanlandı. Zaman ve mekan sistematik programlar dahilinde gerici ve dini odaklara bırakıldı.

Ve kırk yılda memleketin tüm kurum ve kuruluşları alt üst edildi. Memleket içinden çıkamaz girdaplara sürüklendi.

Tüm bunların üstüne şimdi gel de 24 Ocakları sev, sevebilirsen...

YEREL’DE YENİLENİŞ VAKTİ…

Yerelde; belediye başta olmak üzere, muhalefet-iktidar, tüm kurum ve kuruluşları ile toptan bir yenileniş vakti geldi. Geldi de geçiyor…

Geneli de öyle, yenileniş vakti ama zamanı var...

Bu koca memlekette yerelde; İktidar yanlıları ve Belediye Başkanı hoşnutları on yıldır “Büyükşehir çalışıyor, belediye çalışıyor, çehre değişiyor, hayat değişecek, hiç kesintisiz hizmet alıyoruz, almaya devam” dedikçe ve oy üstüne oy verdikçe pusula şaştı. Kimilerine göre de şaşmadı. Ama toplu şaşkınlık arasında şu fakir belde de bile iki faaliyet dönemi hızla geride kaldı. Çıraklık, kalfalık geçti, ustalık anı üçe yasladı. Beşe de katlar bu gidişle. Bunca yıl amaçlanan misyon, vizyon ve kalite ise maalesef gerçekçi biçimde halka yansıtılamadı.

Ancak profesyonel tavır, payandalı performans ve sistematik stratejik planlar doğrultusunda iş her seferinde olacağına vardı. Baş baştan bağlandı.

Ve bu bölgede kader asla değişmez yargısı beyinlere iyice yerleşti. Yerleştirildi...

Şimdi muhalefetinden bağımsızına, tüm adaylaşmalara dikkatle bakıldığında peşin hüküm sanılmasın ama gelecek dönemde de bir kez daha mevcut belediye reisinin monoloğu dinlenecek görüntüsü hakim. Zaten birleşemeden, baştan savma ve aceleye çekilmiş başkan adaylaşmaları ile bu filmin gösterimi yediden yetmişe daha çok devam eder. Değişmez. Bunca kargaşaya rağmen bırakın sonuç almayı kıpırdanma yok vitrinde.

Öyle içeriği bomboş aleyhte ve lehte konuşmalarla halka dayatılan disiplinler bir çırpıda değiştirilemez. İktidar, birbirine muhalefet eder seviyeye çekilmiş bir mecliste yıllarca at oynatmış. Ciddi manada bir muhalefet eksikliği işine gelmiş. Neredeyse kendi kendine muhalefet etmiş. Baştan aşağı benmerkezci eğilim ağır bir hastalık biçiminde her kademeye nüfuz etmiş. İçsel çatışmalar artarak sevgiye alerjiyi doğurmuş. Bu ortamda gel de değiştir, kolayca değişmez elbet.

Diğer yandan yenileşme vakti gelmiş neyime havasında ahali. Toptan al gülüm ver gülümcülüğü egemen. Ayrıca dostlar alışverişte görsün siyaseti ve belediye memnuniyetsizliği de artık prim yapmıyor. Kaç trilyonluk borçtan, kaç trilyonluk bütçe deliğinden, kaç trilyonluk faiz ödemeye mahkum edilişten kime ne. Çoğunluk bi haber zaten. Aslolan ise açıktan açığa parti kayırmacılığı. Bu günler de böyle geçer, marttan itibaren umutlanmalar güme gitti, gider...

Sonra yanlışların üzerinde pek durulmaz. Eski tas eski hemam. Çam fidanı dikilir, incir ağacı sökülür, sokaklar süpürülür. Ve sosyolojik-felsefik amfi-tiyatral ders vermeler devam eder. İş çığırından çıktıkça çıkar.

Koca bir beş yıl daha ahlar vahlar arasında geçer gider...

Başarısızlıkta yine başa dönülür. Parmakla gösterilen belediye yatırımları orada burada konuşulur. Atılan imzalar tartışılır. Yerel perspektifte dünden daha güzel oldu, yarın da olacak edebiyatı yapılır. Daha proje aşamasına gelmemiş renkli fotoğraflı karton tablolara sığınılır. Yerelde belediyeciliğin geldiği uç nokta böyle gösterilir. Resmedilir. Üst bakış açısının felsefi temelleri çatışma tezahürüne eklenir. Ve şehrin idrakı, inşası, ihra ve teberrüzü ilkesel ve eylemsel manada kurumlaşır.

Çoğunluk onlarda ne ola ki ayrımına girmeden, hiç kafa yormadan her şeyi yine kabullenir...

Bu depolitik ve deformatik düzende belediyecilik on yıllardır işlediği gibi; bir istirhamımız var sayın bakanım, emrin olur sayın başkan minval üzere işler. Sürer. İşte yerel ve genel durum böyle göründüğünden iktidar erki eskisi gibi hiç değişmeden devam eder; Demek ki bu yol doğru, iyi yoldayız! kanaati baskılayarak.

Yerelden genele toptan yenileniş vakti geldi de geçiyor vesselam. Ama şimdilik hisseden yok…

VAR YOK...

Süper maraton başlayalı beri var yok, var var derken meşin top bu hafta sonu hepten patladı. Zengin konaklarında merdiven tırabzanından kayan afacan çocuk misali işin gücün tüm heyecanı çıplak zemine çakıldı. Hazıra dağ dayanmaz hesabı ile tutulan çeteleye bir kara çentik daha atıldı. Ve dağ fare doğurdu...

Filmin ikinci yarısında fikstürün ilk derbisinde kurguya çare var görülürken, yeşil çimenler tam bir bataklığa dönüştü. İlanı reklamı yarım ağızlarda mahsur kaldı. Mahsusçular mahallinde varın imali yamuldu. Huzursuzca günebakanlar ateşten gömleği ister istemez sırtlarına geçirdiler ama nafile. Fiyasko fiskoslandı. Acı gerçek itiş, kakış, tarak ve üç direk arası ortaya çıktı. Var edilen bu facia gücünü kimlerden aldı veya kimlere teslim etti alenen tescillendi.

On yıllarını memlekette topun gelişmesine adayanlar, toptancı misyon gereği auta çıktılar. Çıkarıldılar...

Velveleyle var görüş seçeneği, dar görüş geleneğinin değişmez dayatmasına kurban edildi. Çita düştü. Bu var mar alevlendirmesiyle top oyununu önceden beğendirip, sonra kalkındırmak hayali de acımasızca toprağa gömüldü. Gayretkeş açılımın boş olduğu, boşa çıkarıldığı cümle aleme beyan edildi.

Topta şeffaflık, toptan kalite, artistik dağıtılan puanlar eşliğinde vardan darlığa, oradan yok oluşa doğru endekslendi. Eşitsiz güç taslayanlar var yok arasında aniden duvara tosladı. Verimlilik düştü. Liyakat mükafat olarak sportif yemin içeriğine gizlendi.

Var, varı vara yoğa varı öven burnu Kaf Dağı'ndaları da mahcup etti. Var denilen Adalet mekanizması, bizzat var sayesinde atalet enkazında dönüştü...

Vara mahkumsunuz yoksulluğu da toptan hezimete uğradı. Varsıl değişim sırtta kambur, file de yük oldu. Haybeden koltuk makam edinenler edi ile büdüyü oynadı. Oynadıkça delikanlıca yapılan mücadelelerden vazgeçilecek günlerin eşiğine gelindi. Hayret, gayret hiçe sayıldı.

Tüm başa gelenlerin geleceklerin defaatle anlatılmışlığı da yok değil, var. Varken katı realiteyi anlamazdan gelenler yüzünden bu süslü tablo şekillendirildi.

Dokunulmazlığın uyuşmazlığı ilk sıraya sıçradı. Ama haki çekirge bir sıçrar iki sıçrar. Hakikat belirince, hele de lider hatırına katlanılan sistemin ve her şeyin bozulduğu var güncellemesiyle desteklenince zihniyetlerde bozuldu. Bozulur.

Bu bozuk düzen değişir mi değişir. Ve bu var olan gidişatın daha fazla devam edemeyeceği de yakın zamanda ayan beyan görülür...

Görülür çünkü vardan en görkemli görüntülerle toptancılığın pazarlanması, yakında toptan biter. Çimden çimenden var edilen zemin betonlanır.

Bu bet ortamda; Kale düşer, orta yuvarlak ketumlaşır, aralarında iki ileri bir geri paslaşır. İleri uç ise sağı solu merkezi hiç fark etmez topu da göremez.

Hele ki meşin top patlayınca var yok, ne varsa tribünlerden yeşil çimenlere bir güzel yayılır.

İşte o yaygarayla başlayan atmosferde var mantığı yokları oynamaya başlar. Başladı bile...

İŞGAL...

İşgal bu coğrafyanın değişmez kaderidir. Dünyada güvenli bölgeler kalmayınca başlatılır. Ve konjonktür gereği birileri işgaller vasıtasıyla kendini güvende hisseder. Bölge insanlarını da yanına alan görüntüde kazanır. Ama güven kalmaz...

Güvensizlik baş gösterince toprak bütünlüğü yok edilir. Bin türlü politikalarla işgal süreci devam eder. Kuşatma çekiç güç gölgesinde daha başka bölgelere kayar. Egemen güçler envai çeşit oyunlarla tampon bölgeler oluşturur. Tamponlar komşularına tehdit olur, çaresiz insanları yağdırır.

Temel uzlaşı tümden biter. Güvenli bölge paralel meridyen hesabına göre her zaman bataklığın tam göbeği olur. İşgalin adresi olur. Ateş önce oraya düşer. Sonra kara koridorlar açılır ve işgal ilerler. Ve bop, top derken, tank palet desteğiyle kontrol altına alınmayan toprak kalmaz.

Bu çağda bu paylaşıma acı bir çığlık duyulur ama inanılmaz. Önemsenmez; 'Ülkelerimiz işgal ediliyor...' Böyle öngörenlerin feveranı azınlıkta kalır. Duymazdan gelinir. Ülkeler tek tek alınana kadar da sinsi işgal sürer.

Bunun için bölgede daima sorun olması istenir. Olur. Bu kimsenin çıkarına değildir diyenlere aldırılmaz. Proje resmen kitle imhasıdır düşünülmez. Toptan dünyayı yok etme üzerine kurulu bir sistemdir, benimsenir. Ve yabancı güçler direnişe karşı her fırsatta ittifak oluşturur. İşbirlikçilerini ileri sürer.

Tarihin her döneminde bu çarpık oluşum bu topraklardan başlar yarın başka yerlere sıçrar. Ve oturup oyunun dışında kalamaz hiç kimse. İstese de direnemez. Değişim denir adına gerileyişin. Kabullenilir. Çağcıl düşünemez. Böylece tutsaklık genişler.

Koca coğrafyada özgürlük politikaları konuşulmaz. Anlaşmazlıklar giderilmez. Ortak paydada hiç buluşulamaz. Gidişat sorgulanamaz. Bile bile damlar yıkılır, idamlar geri gelir, adamlar adamsılaşır. Ademin yüzü hiç gülmez.

Sonra sıra size gelir. Anında bütün dostluklar biter. Dostlara güven kalmaz. En yakınlar başa bela olur. Savunma sistemleri felç edilir. Ekonomi dondurulur. Sıkı arkadaşlıklar bir kalemde düşman kardeşliğe dönüşür. Sonun başlangıcı bedelsiz satışla gelir.

Gelir ama büyük bedeller ödenir. Siz biz kalmaz. Gün gelir öyle mahşeri bir gün olur ki; 'akılların işgali toprakların işgalini de' getirir. Herkese nefret ve herkes kandırmacalara bulaşır. Yıkımın eşiğine gelinir. Uzaktan yakına tek düşünce ortaklaşır; oh olsun...

Başa gelmez denilse de gelenlere 'Oh olsun' denir ama kontrol içten dışa zayıflar. Dıştan içe merkezi istihbaratlı etkileşim artar. Milli duyarlıklar zayıflar. Dostlar, dostluklar kaybolur. Ve düşmana sertlikte biter, alenen yumuşanır.

Gerçeklerin farkına varıldığında ise işgal çoktan başlamıştır. Başlasın. Bu milletin değişmez kaderidir; 'işgale karşı koymak'.

Ve her hal ve şartta cesaretle karşı koyar...
BUHRAN VE SAVAŞ YILLARI
Dünyayı ekonomik açıdan resmen batıran ve dünyanın savaşa yönlenmesine neden olan '1929 Büyük Buhran' öncesi ve sonrasına bakmadan şu fakir memleketin siyasal ve ekonomik tarihi doğru yazılamaz. Ama ciddi veriler doğrultusunda dönemlere objektif bakılmalıdır. En ince nüanslar dahi doğru değerlendirilmelidir. Aksi tutumla sadece taban tutan seviyede siyaset yapılmış olur. O kadar...
Yeni kurulmuş devletin buhran yılındaki bütçesi 224 milyon liraydı. Uygulanan bir dizi önleme karşın bütçe 1933 yılında 205 milyon liraya, ihracat ise 155 milyon liradan 96 milyon liraya kadar geriledi. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Lirası doların üzerinde işlem görmüşken 1929 yılında 1.95 seviyesine "büyük kriz"de 2,12'ye yükseldi. Bu ani yükselişten sonra 1929'dan 1935'e kadar dolar yeniden düşüş gösterdi. Hatta 1935'te 1,25'e kadar geriledi. Savaş sonrasına kadar bu seviye korundu ve Dolar 1,31 lirada sabitlendi.
Yine bilinen ilk fiyat listesi ve en kapsamlısı 1930’dan bu günlere erişmiştir. ATB tespitleriyle biçimlenen bu listeye göre 1930 yılında; "1 kilo koyun eti 50 kuruş, 1 kilo dana eti 32 kuruş, beyaz peynir 47 kuruş, kaşar peyniri 91 kuruş, tereyağı 116 kuruş, kahve 90 kuruş, bulgur 18 kuruş, fasulye 13 kuruş, mercimek ve nohut 9 kuruş, zeytinyağı 43 kuruş, zeytin 23.5 kuruş, sabun 33.5 kuruş, pirinç 27.5 kuru, makarna 24 kuruş, tuz ve bir adet ekmek 8 kuruş, 1 kg. kömür 2.5 kuruş... " fiyata satılıyordu.
Tekel Ürünleri ise: "Kulüp Rakısı 140 kuruş, Altınbaş Rakısı 210 kuruş, Yeni Rakı 105 kuruş, Kanyak 140 kuruş, Votka 126 kuruş, Marmara Şarabı 50 kuruş..." fiyata idi.
Ayrıca Buhranla birlikte ekonomide devletçilik ilkesi uygulanmaya başladığında 1929 yılı milli hasılasında sanayi kesiminin payı % 9,9’du. Bu pay 1933 yılından itibaren % 18,3’e çıktı.
İşte salt bu oran göz önüne alınsa bile Büyük Buhran ve 2. Dünya Savaşı'na rağmen bu dönem şu fakir memleket için açıkça yeniden sanayileşme dönemidir. Memleketi idare edenlerin ekonomik buhrandan ve savaştan devletin ekonomiye müdahalesi ile çıkılabileceği öngörüsünün doğruluğu, tuttuğu ve haklılığın tescilidir.
Ancak İkinci Dünya Savaşı paylaşımında kenarda kalmasına karşın memleket içte ekonomik hasara uğramadı değil. Bu hasarı gidermek için Halk Partisi iktidarı on beş yıl belli seviyede tuttuğu doları hemen savaş sonrası 1946'da %100 artışla 2,80 liraya devalüe etti..
Kuruluştan 1946'ya yapılan her şey bir anda unutularak bu dolar artışına başka suni nedenler de eklenerek ilk genel seçimlerde fatura CHP'ye kesildi. Ve ilk seçim 1950'de Demokrat Parti iktidarı aldı..
Memleket için kimilerine göre kötü, birilerine göre iyi gelen dönüm noktası işte bu oldu. Yeni dünya düzeninde DP tercihini Amerika'dan yana kullandı. Sınır ötesine Uzak Asya'ya asker gönderdi. Marshall yardımı başta yığınla sözde yardımı kabul etti. Elbette karşılıksız olmayan bu yardımlarla dışa bağımlılık arttı. Memleket popülist politikalar ve enflasyonla yönetilmeye başladı. DP iktidarı biriken sorunlar yüzünden 1958'de %321 oranında devalüasyonla doları 2,80 liradan 9,00 liraya yükseltti.
Ve bu devalüasyon sonun başlangıcı oldu...
Büyük Buhran ve Dünya savaşı dönemlerinden, faizleri yükseltmeden, dövizi Merkez Bankası’nın çabaları ile sabit tutarak, işsizliği artırmadan, her yıl geçmişten kalan dış borcu ödeyerek, Tam Bağımsız kalarak, Savaşa girmeden, borç batağına düşmeden, şartlar gereği ekonomik küçülme göstererek ama sanayisi büyüyerek çıkan memleket bir on yılda dağıldı.
İşte o dağınıklık hala devam ediyor. Şu garip memleket nedense hala buhran ve konu komşu savaşlarından beslenen bir rolü benimsiyor.


Hiç yorum yok: