2 Ağustos 2018 Perşembe

SÖZ İLE ARINMAK

SÖZ İLE ARINMAK
 
Hatalardan dönüş aklıma yattı. Çıktım yola. Özür dilerim ama sizleri bulamadım. Tenhaydı dört bir yan…
 
Gül mevsimi topkapıdan yola çıktım. Şehrin bütün müzelerini sırayla gezdim. Arzuları kısıtlayıcı bir anahtar vardı elimde. Emelim üç öğünde verilen tüm öğütlere de katıksız uymaktı. Gençtim, güzeldim, acemiydim demedim duvarlara afişler astım. Kasten yaşadım o geceyi, kasveti bilmeyen kalmasın diyerek. Gecelerce. Umutsuzca direndim karanlığa çünkü kendimi dışlanmış hissettim.
 
Sonra tasarım dışı bir güzelliğe uyandım. Evet, o an dostlarım acı çekmeye başladı. Tarihte bugün ne var desen, uzun yıllardan beri diye başlarım. Ne hâkimiyetler gördüm ve bağımsızlığa yamandım. Artık büyümüştüm, sevgime karşılık veremeyen dünyalar küçülmüştü. Olayları iyice hafife alan donmuş dünya, gelecekle ilgili umutları, egzoz dumanı kusan şehirlere bırakmıştı. Kusursuz ama şımarık günlerdi. Geleneksel kavramları un ufak eden suçlulukla ilgili absürd bir komediydi havai mirasçımızdan emanet. Öldürücü detaylarla övülen biyografiler döktürmekte ustaydı zaman. Hatada ısrarcı gizli hayranlar çıktı ortaya birer birer.
 
İşte canımı sıkan o sahtekâr iddialar fikrimi değiştirdi. Beklenmedik çapraşık üçlemeler, o günle olan garip bağımı da kopardı. Çeviriler yaparak amaçsızca tüyler ürperten karanlığa dümen kırdım. Ağır ve tanımlanması zor devrin ihtişamı etkisini yitirmekteydi. Uydurmacaya işte o zaman son verdim. Kirli aldatmacalar su yüzüne yeni yeni çıkıyordu. Ayırt edilemez sahtecilik midemi bulandırdı. Doğum günümü hatırlayan bile yoktu. Eşsiz becerilerimi gösteremeden, yavaş yavaş göz yaşartıcı hikâyelerin içinde ölüyordum. Her şey yolunda seyrederken ne olmuştu bize. Hatalarımla yüzleştim…
 
Izgara telli çitlerden atladım. Peynir gemisini şen şakrak yürüten laflara kemik attım. Gemi söz denizine demirledi. Sindirimi zor vefatlarla yeniden doğdum. Gül mevsimi çifte gökkuşağının altında istilaya uğradı. Hiçbir şey insanoğlu kadar yükselemezdi ve alçalamazdı. Haberleştiğim dünyalar kasten izlerini karıştırdı. Gizli antlaşmalar alakasız meşalelerin arkasından yürüdü. Meselelerle aleyhte uğraştı vasiler. Son bir sınavdı, sınav heyecanı hiç yaşanmadı, nane şekeri emilmedi.
 
Kan gibi ılık suyla gargara yaptım. Önce ağzımdaki yabancı şekerin boyası çıktı, tadı şekerden şeker oturdu kaldı mideme. O hizaya asla yükselemeyecektim. Hatasızlığa inandım ve mönüde ne varsa tatlı tatlı yuttum. Sahibi olduğum birkaç parça anı bile elimden alındı.
 
Her şeyimle bu gidişi durdurmak isterken, tabiat için kolay lokma oldum. En nihayet görünmez bir kazada, duyularım sonrasını ve öncesini hatırlayamaz oldu. Oysa terk etmeye hazırlanıyormuşum gibi erkeği erkek yapan şeyleri daha bir benimsedim. Esas aşağılanma ondan sonraymış, bitirecekmiş bunca emeğimi. Bilemezdim. Hayret edilesi biçimde ansızın uyandım. Maruz kaldığım muameleler dünya utanılasıdır. Dünya utanç içindedir. Adaletsizliğini vurdu yüzüme, on yılları iç etmiş bu kibar sessizlik. Her dileğin hayatta olamayacağını ancak öğretmişti ki hayat aradaki uçurumu cesaretle atladım. İkiyüzlü bir darbe daha yemeyecektim. Manşetlerde biriken kılık kıyafeti perişan umutsuzluğu bu sayede okumayacaktım.
 
Sorunlar arttıkça sana bağlılığım da azaldı. Veya arttı. Artı filizkıran fırtınalarına direncim de. Hizmetler sattım, hizmetler satın aldım. Dört yanım patates kafalarla kuşatılmıştı. Şahsi eşyalarım çantamın içindekilerden ibaretti. Beşiğim, kafesim, saksılarım paramparçaydı. Yerel yolculukların arifesinde alışkanlıklarımdan başka hiç eşyam kalmamıştı. Islah resminde yaşamaya mahkûmdum sanki bundan böyle.
 
Doğanın vicdansız doğası, bu dünyaya ilişkin büyük düşlerimi çalmıştı benden. Bozgunu atlatınca, ümidi yarım kalan yolculuğumda kötü huylar edinmeden, en kayıp sundurmalara uzandım.
 
Görgüsüzce yüklendim gizli sözlerin gizini çözmek için. Söz ile hatalarımdan arındım…

Hiç yorum yok: