1 Ağustos 2018 Çarşamba

GÜPEGÜNDÜZ GİTMEK

GÜPEGÜNDÜZ GİTMEK 
 
Gecikmişim yoluna kurban olduğum.  Zaten geçmiş gitmiş bizden be ustam. Sade yitik özgüvenle bitik duygular ifade buluyor. O kadar. Sonunda Çavuşo da doğmuş, asma kilitsiz kapıda ölmüş derler ve hemencek oraya defnederler. İşte bende fıkra bu kadar. Çünkü çağırıyorlar ve bekliyorlar. Kim mi? Onlar…
 
Menü defne yaprağı, limon kabuğu takviyeli. Ne hazırladıysan yerim son nefeste bile. Öleceğimi öğrensem, şu vakit diye anında kabullenirim. Eşlik etmeni katiyen istemem. Öldürücüyü, bir yaz başı kasvetine kapılmadan, bir deniz sahilinde beklemek isterim. Son arzum da bu olsun.
 
Güpe gündüz denizin kıvranışını seyrederek gitmek isterim. Gece ölümleri bozar beni, yorar. Bedenimdeki izlerini beynimdeki eserini de bir bir yok ederim. Yani çöküşünü hızlandırırım vücudumun. Kollarımda, bacaklarımda, el ve ayaklarımda uyuşmaların başlamasını hiç önemsemem. Ama o vahşiliğin yakamdan tutup, boşluğa iteceği an beynimdeki uyuşmayı ve üşümeyi asla istemem. Bilirim en inanılmaz kaynaklara inanılır da, bu terk ediş destanına asla güvenilmez.
 
Kaç yıl yıkılmadan hüküm sürer ki şatafat. Yüz yılı bulan kaç kişidir Allanı seversen. Şatafatı bulmak için, hükümdar kızıyla illa da evlenilmez ki. Şair evlenmesi hariç şairler hep yalan söyler, inanın yalan. Her dilden latin harflerinin aslını inkâr etmesi gibi. Boş. Oysa alfabe asıl ehliyetsiz, liyakatsız ellerde bozulur. Şairle birlikte. Onlarda an gelir ve ölür.
 
Katmerli yakınlaşmalarla kırılır karlı dağların beli. Söz cevheri yataklarında amele olunur. Cana yakın ve çarpıcı etki uğruna, galerilerde ömürler heba edilir. Ehli ama doyumsuz ilişkilerle sallantının geçmesine duacı olunur. Üstelik varsayılan muhabbete ulaşamayınca uzuvlar, büsbütün kızılır. Hararetle dövülen demir o geceyi atlatmak üstüne, alet edevattır. Her yolculuğun sonu başlanılan yere dönmektir…
 
Gencinden yaşlısına bu nankör oyun oynanır ve kadife perde usuletle iner. Suhuletle eser. Yalan ne kelime ayan beyan dersen en gerçek hazine derim. Dünya dolusu iyilik, güzellik, mücevherat. Büyük İstanbul depreminde cenaze merasimi yapılmadan gömülen şiirler gibi dipdiri. Şiir ne dersen, can derim, canan, yanan. Ölüm ne dersen, şiir gibi yaşamak. Yaşamak ne dersen; masmavi göğün altında ara sıra bulutları tıkınarak, denize karşı, düş tanrısının gözü içine, küçük kaçamakları gece yolculuğuna çıkararak, sevişmek. Yeniden sevişmek. Ve kucağında kelebekler, şölene gider gibi sevinçli, bu gök bana yetmez diyerek sevmek.
 
Bekleme yok, sıfır noktasındasın. Vakit yok. Bahisler kapandı. Masal treni son yolcusunu arıyor, güvenilmez öldürücü sinsice yaklaşmış. Yanı başımda. Ortasına fıstıklı karışım konulan şekerpare tadında orta yere kurulmuşum. Ne söylerseniz kabulümdür. Karnımda çelik ağırlığı ve renklerden gri. Ey şair söyle, minik ressam çiz, fıkracı güldür, öldürücü sen şöyle dur. Sözcük dünyasını fethinizi alkışlayayım, tablonuza en tumturaklı bravoyu çekeyim. Katıla katıla güleyim eften püften sululuklara. Biliniz ki ellerim ikinci dereceden yanık, diş macunu sürmüşüm ellerime. Artık göremiyorum, göremeyince de gülemiyorum. İşitmiyorum dilimin söylediğini. Öldürücü ölümü öp.
 
Sona bir kala bir parça pamukla aklım tıkansın istemiyorum. Aksın suyum koylara, denize. Akan selin önünde duramazdım ki bir başıma. Durulmasın. Sayım suyum yok ama gelecek bahar hatırlanmak en baba dileğim. İstersen olurmuş derler, istiyorum. Yaz başı güneşlenmeyi telaşın bittiği günlerin sarı sıcağında her gölge altına sinerek yanmayı. Sivriliyorum. Sonra bir sivri dilli ölmüş diyecekler. Olsun varsın. Ev halkı ne derse desin iptalimi istiyorum çifte minarelerden. Tabutumu havada asılı tutan hürmeti, kerevete sığmayan mahremiyeti. Adam olana çok bile bunlar.
 
Kevser suyundan içtim, iktidarı göremedim, ama itibarımı hiç zedeledim. Dostlarım, cenaze görsün gözünüz. Efendiler ardımdan ne derseniz deyin. Takmam. Sabah olunca kim ne yana düşer, dağılır, yakılır anlarsınız. Dengesi bozulmuş doğanın renkleriyle harmanlanır çamlıklar ve bendeniz dört bir yana dağılmış yakarılarla, çiçek çiçek güneşe dönerim soluk yüzümü.
 
Hayat işte, bu dünyadaki işlevim tamam. Kızım olursa ismi şu, oğluma bu ismi takacağım diye daha çocuklukta isimlerden isim beğenmiştim. Belleğimde el ele tutuşan iki çocuk elime varıyorlar. Aynı seçtiğim isimleri bağırıyorlar. Ve beni çağırıyorlar. Beni bekliyorlar.
 
Ben de daha gecikmeden, gitmek gerek, gidiyorum…

Hiç yorum yok: