“YASASIZLAR” ÇIKTI…
Yasasız bir dönemde, Memurların yasaklarla mücadelesini anlatan İsmail
Çınar’ın kaleme aldığı ve koordinatörlüğünü yaptığı, Köşe yazarımız Yunus
Türkölmez’in de ‘PTT Çalışanlarının Tüm - Haber Sen öncesi tarihsel mücadelesi’ni
anlatan bölümü ile katkıda bulunduğu "YASASIZLAR" isimli kitap çıktı.
Yasasızlar adlı kitap; "TÜM HABER - SEN'den ➡️HABER - SEN'e FİİLİ ve MEŞRU MÜCADELE
DÖNEMİ ile ANILAR" adlı alt başlığıyla 1990'lı yılların başlarında henüz
daha 'Memur Sendikaları Yasası' yokken; "Örgütlenme Bir Haktır,
Engellenemez" diyerek sendikalarını kuran PTT, TÜRK TELEKOM ve TRT
çalışanlarının onurlu mücadelesini anlatıyor.
Haklı mücadelelerini meşru bir zeminde fiili olarak yürütenlerin mücadelesinin,
yasasız dönemden,yasallık kazandığı bir
döneme, yani "Memur Sendikaları Yasası" çıkana kadar ki sürecini,
yaşayanlara ve merak edenlere anlatıyor.
Tüm Haber- Sen ve Haber -Sen'in kurucu ve onursal genel başkanı İsmail
Çınar’ın kaleme aldığı ve koordinatörlüğünü yürüttüğü; ‘Yasasızlar’a;
Köşe yazarımız Yunus Türkölmez, ‘PTT Çalışanlarının Tüm - Haber Sen öncesi
tarihsel mücadelesi’ni anlatan bölüm ile,
İsmail Karakuş, Az sayıda ve öncü bir
grup PTT çalışanının kısa ve onurlu bir mücadele dönemi içerisinden kitlesel
Tüm Haber- Sen'i yaratttığı " PTT ÇAYAD" dönemini anlatan bölüm ile,
Engin başçı ve Osman Köse "TRT'de
nasıl örgütlendik" bölümleri ile katkıda bulunuyor.
Ayrıca bu mücadeleye emek vermiş,
öncülüğünü yapmış ve tüm yurtta örgütlenmesini üstlenmiş 51 kişi de süreci
anlatan ve yaşadıklarından oluşan 150 sayfalık anılarıyla kitaba katkı sunuyor.
Kitabın yazarı, Tüm Haber - Sen ve
kapatılınca yerine kurulan Haber
-Sen'in Kurucu ve Onursal Genel Başkanı
İsmail Çınar “Yasasızlar”ı şöyle tanıtıyor;
"Yasasızlar, özelde haber
emekçilerinin, genelde kamu çalışanlarının meşru haklarını kullanabilmesi için
nasıl militanca bir mücadele verildiğini anlatmaktadır.
Yasasızlar, özelleştirmeye karşı
gösterilen direnişle zamanın ulaştırma bakanı Mehmet Köstepen'e "sizin
yüzünüzden Telekom'u satamıyoruz" dedirtecek direnişleri anlatmaktadır.
Yasasızlar, sendikal mücadelenin sadece
ekonomik koşulların iyileştirilmesi değil, ülkenin demokratikleşmesi için aynı
zamanda bir demokrasi mücadelesi olduğunu anlatmaktadır.
Yasasızlar, kamuda memur statüsüyle
çalışanların örgütlenme haklarını tanımayan iş-veren devlete karşı verilen onur
savaşını anlatmaktadır.
Yasasızlar, ilk kez sendika ile
tanıştığını ve ilk kez kendisini sınıf mücadelesi içerisinde bulduğunu
anlatanların hikayesidir.
Yasasızlar, devletin, emekçilere ve emek mücadelesine karşı nasıl
acımasız, haksız, hukuksuz ve zalimce davrandığının anlatımıdır.
Yasasızlar, bir dönem, ülke gündemini belirleyecek ölçüdeki eylemlere
imzasını atan kamu çalışanlarının mücadelesini anlatmaktadır.
İyi okumalar dilerim…”
KARABULUT’UN
KİTABI “DANABURNU’ YAKINDA…
Gazeteci-televizyoncu
İbrahim Erdem Karabulut’un “Politikada Yalanlar ve Yılanlar- Danaburnu”
adındaki kitabı yakında okurlarla buluşacak…
Yazar İbrahim Erdem Karabulut kitabında
siyasilerin dünü ve bu günü ile bazı gizli kalmış gerçekleri irdeliyor. Danaburnu,
içerik olarak uzun yıllara denk tecrübelerin dışa vurumu. Yazarın okurlar ile
buluşturulmasını gerekli gördüğü politika ve politikacılar üzerine titiz bir
çalışma. Çok yakında kitabevlerinde okuyucular ile buluşacak.
“Politikada yalanlar ve yılanlar-DANABURNU” kitabı çok
ses getirecek türden bir kitap. Çünkü yalan dolan ve oyunlar ile makam alan kişilere
kaçacak delik aratacak bir içeriğe sahip olduğu duyumu alıyoruz...
Bir sır gibi saklanan kitabın içeriği ile ilgili yakında
açıklama yapacak olan yazar İbrahim Erdem Karabulut, Esenler basın mensupları
ile de bir araya gelecek...
“Politikada
Yalanlar ve Yılanlar- Danaburnu”
Kitabının yazarı İbrahim Erdem Karabulut’; 1994 yılında Başta HBB, Kanal
6, Ordu TV de uzun yıllar yöneticilik yapmış olup Vatan, 2000tv, Kanal34 de
gündem yaratan programlara imza atmıştır...
İstanbul Gündem, İstanbul Gündemi, Haber İstanbul, Yerel
Haber, Öteki Haber, Meşale gazetelerinde köşe yazarlığı yapmıştır. Ulusal
güvenlik uzmanı olup, siyaset akademisi eğitimi ile birlikte Medya ve sosyal
medya eğitimleri donanımlıdır.
TÜRKİYE’DE
KENTLİLEŞME
Toplumsallaşma, bir toplumun değer ve normlarının
öğrenilmesi ve uyum içerisinde yaşama sürecidir. Uyum içerisinde yaşamak düzen
getirdiği gibi o toplumun medenileşmesini de beraberinde getirir.
Doğru yapılanma ile oluşacak bu önemli konunun temelleri
doğru atılmalıdır. Çeşitli sebeplerle dışarıdan bilinçli olarak getirtilen,
insan toplulukları için göç programları yapılır ve nüfus kontrol altına alınır.
Zorunlu göçler de tarihin belli dönemlerinde olmuştur.
Yakın tarihte Bulgaristan göçü hafızalarımızda daha
tazeliğini korumaktadır.(1989) Yine yakın tarihte, günümüzden uzak olan Lozan
mübadelesi (1923) adı altında yapılan Yunanistan-Türkiye kitlesel insan değiş
tokuşu. Üzerine romanlar yazılan unutulmaz karşılıklı göç hareketi.
Daha geriye gitmek gerekirse dünyada ve Türkiye’de buna
benzer tüm dünya devletlerini etkileyen göçler olmuştur. Başka bir göç sebebi
ise insan hakları ihlalleri, hakların eşit dağıtılmaması, nüfus artışı,
kaynakların yetersizliği, iç savaşlar. Bu göçler gidilen coğrafyadaki toplumun sosyal,
ekonomik, siyasal, güvenlik ve toplumsal konularda etkilemektedir.
Birinci ve İkinci dünya savaşı sonrası kitlesel göçler ve
niceleri olduğu gibi çok yakın tarihte Suriye’den ülkemize yapılan (2011) göçler
bizi maddi ve manevi olumsuz anlamda etkileyen göç olmuştur. İster iç göç olsun,
isterse yukarıda sayılan göç sebepleri olsun toplumları olumsuz anlamda etkileyen
etkinlikler olmaktadır.
Kentlileşme çok kısaca gidilen kente ayak uydurma, uyum
sağlamak diyebiliriz. Kentlerin büyümesiyle beraber kentlileşme olgusunda önem
kazanmaktadır. İç göçten çok dışarıdan alınan göç ya da dışarıya verilen göç
sorun olabilmektedir. Kontrolsüz açılan kapıların sonradan tekrar kapatılması
imkansız hale gelmiştir.
Yaşadığımız Suriye göçü, yasal statüsü GEÇİCİ KORUMA
ALTINDA bulunma olarak tanımlandığı ve böylece entegrasyon seçeneğinin yasal ve
idari olarak öngörülmeyen bir göç dalgası.
Ağırlıklı olarak büyük şehirlere yerleşen Suriye halkı
toplumumuzda, maddi ve manevi açıdan büyük sorunlar oluşturmuştur. Toplumun
değerlerinde değişme, kültür farklılığının getirdiği olumsuz davranışlar sosyal
hayatımızı olumsuz anlamda etkilemektedir. Evlenmeler, kurumsal beraberlikler
toplumun geleceğini etkileyecek davranışlar olacaktır. Zararını henüz kısmen de
gördüğümüz bu yerleşimin, neticelerini ileriki dönemlerde daha acı bir şekilde
yaşayacağımız aşikardır.
Kentlileşmenin eksik olduğu yerlerde, kentleşmede o
derecede çarpık olmaktadır. Göç ne çeşit olursa olsun ya da nereden olursa
olsun devlet tarafından kontrol altında tutulmalı, kentlileşme olgusuna çok ta
zarar vermemelidir. Toplumda eşit olarak sağlanan sosyal hizmetler eşit
dağılımda olursa yapılan iç göçler daha aza inecek, kentlileşme o derecede
olumlu olacaktır.
Küreselleşen dünyada göçler, yasal veya yasadışı olsun
sorunları göz ardı edilirse hem büyük sorunlara yol açması sürecek, ölümle
sonuçlanan vakalar devam edecektir. Bu işten zararlı çıkan her zaman olduğu
gibi çocuklar ve gençler olacaktır. Küreselleşme ve beraberindeki kapitalizm
insanlara zarar verse de zayıf insan küreselleşmenin baş rol oyuncusu olmaya
devam edecektir…
GARİP TATAR
Anı defterlerini karıştırırsak, hazırda ne öyküler kalır, ne
de roman. Hatırlı gazeteler, yeni roman tefrikaları ile dolar. Öykülerle. Romanlar
dağ gibi. Coğrafyaya saplanır. Hikâyeler ölüm kokar. Zaten ‘Ölüm hiç önemli
değil’ Ümit daima vardır…
“Garip, Yelatan Dağı esintilerinin vurduğu bir köyde doğar. Öyle
ki ‘Yaşama direnmek’ adına direnir. Çok çocuklu bir aileye, beşinci çocuk olarak
eklenir. Okul öncesi öğrenir okuma yazmayı. Ve köy mektupçusu, köyün kitap
okuyucusu olur.
Adam boyu kar, yalınayak baş kabak ilkokul. Peşine Köy
Enstitüsü, Cılavuz…
Yalın yürekli, ölüm yolculuğundan
sonra kaydolduğu, Cılavuz’u bitirir. Öğretmen olur. Askerlik dönüşü Radyo-Televizyon’da,
Köy Yayınları bölümüne işbaşı yapar. Sözlü halk edebiyatını yazıya dökmek için
Anadolu'yu dolaşır. Yığınla söz derler; ‘Evreşe Yolları Dar’ ve ‘Yüksek Yüksek
Tepelere Ev Kurmasınlar’ bile onundur. Daima sanatsal politik bir duruş
sergiler. Yedi yıl halk için, didinir uğraşır. Sonra Kültür Yayınları bölümüne
geçer.
Yıllar yılı insanı öykülerine taşır.
Öykülerinde, yalın ve süssüz anlatır insanı. Garip Tatar; insansızlığı yaşam
dışı sayar, insansız yaşam sönük der. ‘Dünyanın atmosferi, mağması, ekvatoru insan…’der…
Ve ‘Dönemeç’ ile Radyo-Tv büyük ödülünü alır. Tanınmaya
başlar. Edebiyat dünyasına peş peşe eserler armağan eder. Aslında dönemeç;
insan, toprak ve göç odaklı edebi yolculuğunun da başlangıcıdır. Işıksızlıktan ışığa
geçiş, ışığı arayan arayış ve özlemdir cümlelerine yayılan.
Çağdaş uzantı, Ümit'e göçtür…
Garip, kaftanı okumak olan bir dünya insanına
dönüşür. Okur ve yazar. Zamanı altın yaldızlarla süslemek adına, kara karanlığa
yazar
Sırasıyla; ‘Hakullah’ der, ‘Yelatan, Tek Atlı Tekin
Olmaz, Tüfekliler, Köroğlu Kolları’ der…
Yetmez devam eder; ‘ Köroğlu, Altın Ekin, İstanbul
Allak Bullak, Çarpana, Salih Bey, Kekeme Tavşan, Kan Kardeşim, Dorutay, Şülgür
Deresi, Çoban Geçmez, Hınzır Paşa, Çizmelerim Keçeden, Dört Boynuzlu Koç…’der.
Dedikçe de dikkat çeker. Hedef olur…
Yazıtlarını yediden yetmişe armağan eder. Halkına
emanet eder eserlerini. Unutulmaz bir iz bırakır. Geriye bir kültür hazinesi…
Garip Tatar,
ilkbaharın filizlendiği nisan ayı ortalarında bir gün yere düşer.
Düşmeden evvel; ‘Ölüm için, ölen için gözyaşı
döktüğümü anımsamıyorum. Ölümümde eşim, çocuklarım, en yakınlarım bile tek bir
damla gözyaşı dökmesin istiyorum… Ölüm hiç önemli değil, yaşam var dağ gibi,
yaşam var gökyüzü, deniz…’ diye salık verir…
Garip bir hayat işte. O gün evden dışarı çıkıp,
arabasının camını silerken bir soru ile karşılaşır; ‘Sen Ümit Kaftancıoğlu
musun? Evet, benim der’. Kızı ile yaşar en son dakikalarını…”
Ve kurşunlar aydınlığa çalınır. Ortalık önce sessizliğe
bürünür. Sonra o bildik koşuşturmalar. İşgüzarlık zamanı. Ardına konuşmalar başlar.
Anı defterlerini karıştırırsak daha ne Garipler
çıkar, insanlığa Ümit olmuş. Ne öyküler, ne romanlar, ne şiirler, ne makaleler.
Makaleler yetmez anlatmaya.
O Garip, bir cümle de anlatır her şeyi; ‘üzülen,
bin bir meyve yüklü bir ağacın altına yere düşmüş, sararmış bir yaprağa
üzülsün…’
ZITLIK
Kurgu kapılar, zıtlıklara
açıldığında maziye dayanır akıl köprüsü. Kaderin cilvesi ile tanışan ve kesişen
hayatlar da zıtların birliğini oluşturur…
Bir küçük hikâyedir, tüm yanlışı
güzel kılan. Nihayet bir cümledir, koca hikâyeyi başlatan. Çetrefilli yolları
yanlıştan ayıran da. Hayata çelme zamanı akılçelen de. Bir cümle.
Tahta kapılar ormana açıldığında,
coğrafyaya alışır akılların hacmi. Bahtsızlık büyük hacimli, hiç hacimsiz yalnızlığa
kapı. Kapı eşinden içeri boşluk. Boşluktan ibaret dünyaya, zıtlıkların ahengi…
Belleksel bir seçkidir, karşılaşılan
karga tulumba. Gizli duvarlara kazınan karanlığın gülü. Hasılatı hayat. Hasılası
yaz mevsimi. Yazıt. Zıt renklerin uyumu ve uyumsuzluğu. Bekleyiş kapıları
zorladığında hazır karakterler. Kayıp ve kayıplara karışan akıl. Küp desenli.
Akıl örgüsü çözülür. Hafıza kesişen hikâyeleri
siler. Manzara donuklaşır. Mekânlar aynılaşır. Sırlı aynada ise içten dışa
müdahaleler...
Bir küçük hikâyede geçer klişeler. Klişe
içeren tarihler. Yakın temaslar. Baş karakterler. Boynu devrilesi cümleler. Cümlesi
akbaba görüntüsüdür. Zıtlık fotoğrafında baykuşlar.
Zıt gerçeklikler süsler hikâyeyi. Benzerlikleri
hesaplayarak dökülür kapılardan içeri. Ayrı vasıflara vakfeder karakterleri. Gündelik
hayat çelişkisi. Eksik hayat bilgisi. Yaman tezatlık. Zıt fikirli kaynaşma.
Hepsi iç kanamadır…
Zıtlığın aynı atmosferde birleşmesi hikâyesi.
Ezcümle malzeme. Kapalı kapılar, zıtlıklara açıldığında maziye dayanır akıl köprüsü.
Anılar pusar. Ar ne zamana kadar. Ta ki kader çıkmazına kadar. Takip sonsuza. Çıkmaz
sokaklara açılır çelik kapılar. Aklı bir berbat hava kaplar. Havasızlık. Nefes
almaya ciğer dayanmaz. Nutuk silinir. Beniz soluktur. Bir paranoya nöbetidir
kapılardan sızan. Pencerelere dolan.
Zıtlık kesat bir yalnızlıktır. Sırtlanın
çatısına uzanan bir küçük hikâyedir zıtlıklar. Zıtlıklara kapı aralayan, açıyı daraltan.
İç açıtan. Maruz kalınan. Hayati zıtlıkları saklayan. Amaç dışına kayan.
Yaşanan yer kaymasıdır.
Kasırgalar kapıları dövdüğünde,
zıtlıklara açılır kepenkler. Pencerelerde soluklanır, zıtlaşan taşınmaz hayatlar.
Kalemlenen kaderin cilvesidir…
Zıtlığa festival, baş döndürücü bir
kurgudur. Karşılaştıran karşıtlık, zıtlık pınarından beslenendir. Belki de cakalı
toplum aldanışı, sadakat aldatısıdır. Postalanan hikâye, hikâyeler ve maziye
çalınmış köprüler. Zıttına zatlık, başka hikâye.
Zirve performansı doğru yönetilemeyince
zıtlık şahlanır. Zayıflar el. Zırh kuşanır kapılar. Kapılar da zıtlığın kilidi.
Kendiliğinden açılan kapılar maziye kapanır. Geleceğe odaklanır, zıtlıklardan
güçlenir akıl almaz sırlar. Açılmaz akıl deryası.
Zıtlıklar köprüsünde kesişen yollar yeni
hayatlara zaviyelenir. Zıtların birliği
kaderin cilvesi olur.
Zıtlık bir küçük hikayedir…
Günümüzde büyük kentlerin nüfusunun artmasına, güncel
konuların katkısı olsa da geçmişten gelen yanlış yönetim sistemleri,
Amerika’nın uyguladığı sömürgeleştirme politikası en büyük nedendir.
Yanlış politikalara yenik düşülmesi, sorunları giderek büyütmüş,
bu günlere gelinmesinin başlangıç noktası olmuştur. Türkiye de kentleşme,
sanayileşmeye bağlı olarak gelişmemiştir. Tarımda gereken ilerleme
yakalanamadığı için kırsalda yaşayan köylü, büyük kentlere göç etme durumunda
kalmıştır. Marshall yardımlarının kabul edilmesi, yapılan reformlar (1950) çok ta
işe yaramamış, her zamanki gibi zengini daha zengin yaparken köylü yine mağdur
olmuştur.
Köylü ahali yaşam şansını kentlere göç ederek denemek
istemiştir. Tarımda makineleşmeye geçmek tepeden inme olduğu için toprak
ağaları bu dönemde de türemeye devam etmiştir. Mağdurun kanını emme dönemi
yinelenirken, toprak ağaları siyasetçilere yakın durmuşlardır. Siyasetçilerde,
oy kaygısı yüzünden bu yakınlığı meşru görmüşlerdir.
Malum fakirlik diz boyu olunca, ağanın her dediğini
yapmak ta köylü için farz olmuştur, hala da olmaktadır…
Tarım yapılacak alanların kaybolması 1950 yıllarında
başlamış, Atatürk'ün dediği ‘Köylü Halkın Efendisidir’ sözü tam da yerini
bulamadan tarihe karışmaya başlamıştır. Efendilik düzenbazların eline geçmiştir.
Düzenbazlık geçerli hale gelince günümüzde tohumlar da yalandan olmuştur.
İlkokulda öğrendiğimiz toprağın nadasa kalması şimdilerde hayal olmuş yorgun
topraklarımız verimsiz hale gelmiştir.
Avrupa ülkelerinde kentleşme sanayiye bağlı olarak
gelişirken, ülkemizde kırsal kesimin fakirliği büyük kentlere göç etmesi ile
kentleşme olgusu çarpık gelişmiştir. Şimdilerde ise durum daha vahim hale
gelmiş kırsalda nüfus daha da azalmıştır. Genç nüfusun bir kısmı büyük kentlere
göçerken bir kısmı Avrupa ülkelerinde yaşam sürmektedir.
Tarım arazileri ya betona dönüşmüş, ya da betonlaşmayı
beklemektedir.
Çare bu arazilerin bir gün, gerçek sahibinin eline
geçmesidir…
MUHARREM İNCE, BASIN TOPLANTISI YAPTI…
Muharrem İnce, "Saray'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüştüğü"
yolundaki iddialarla ilgili basın toplantısı düzenledi. Ortada bir tezgâh
olduğunu söyleyen Muharrem İnce, "Bugün partiyi yönetenler ciğerimi
dağlıyor" dedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na çağrı yaparak; "Bu
sorunu çözmeden CHP yola devam edemez" dedi…
Muharrem İnce’nin
konuşmasından öne çıkanlar:
Ben bu yalan haber çıkınca tezgâh olduğunu hissettim.
“Burada bir komplo var” dedim. Sonra 21 Kasım günü Sayın Genel Başkan bir
televizyon programına çıktı. “Saray’a giden bir CHP'li var mı” sorusuna,
“Şaşırmadım, doğrudur. Ama ismi açıklayamam” dedi.
“Partim krize gidecek, yara alacak” dedim. Saat
11.37'de Genel Başkan’la görüştüm. 8 dakika 19 saniye kendisiyle konuştum.
“Partimiz yara alacak, yanınıza geleyim, görüntü verelim” dedim. “Bu kişi ben
değilim. Beni yıpratmak için bunu yapacaklar” dedim.
“Sayın Genel Başkan Geminin kaptanı sizsiniz,
geleyim yanınıza, CHP yara alacak” dedim. 21 Kasım günü bu açıklamayı Genel
Merkez’de Sayın Kılıçdaroğlu ile yapsak bugün hiçbir sorun olmayacaktı. Adeta
yalvardım. “Bu yalan” dedim.
Haber gelmedi. Bu açıklamayı CHP Genel
Merkezi’nde Sayın Kılıçdaroğlu’yla birlikte yapmamız lazımdı.
Ortada bir tezgâh var, bir komplo var. Bunun
sorumluları ortaya çıkarılmalıdır. CHP 82 milyona bunu anlatmalıdır. Bunu
açıklamalıdır. Bu tezgâhı kim kurdu? Temiz siyaset için bu tezgâh
temizlenmelidir.
Artık yalan haberi geçtik. Bu haber yalan haber.
Muharrem İnce gitmediği gibi hiç kimse de gitmedi.
CHP Türkiye'de temiz siyaset diyorsa önce bu pisliği
temizlemelidir. Burada bir temizlik yapmadan olmaz. Arınma buradan
başlayabilir. Eğer bu tezgahı ortaya çıkarır, cezalandırır, komployu kuranları
partiden atarsak yeniden şahlanırız.
Ben bu ülkede 16 sene milletvekilliği yapmışım.
Erdoğan'la da görüşürüm, Bahçeli’yle de görüşürüm. Karamollaoğlu ile de. Herkesle
görüşürüm. Görüşmeden önce Genel Başkan’a bildiririm. Twitle kamuoyunu bilgilendiririm. Bunu adaylığım
sürecinde de böyle yapmadım mı?
Bir başka çağrım Sayın Genel Başkanadır. “Şaşırmadım”
dediniz. Açıklamalısınız. “Saray komplosu” deyip bu işin içinden çıkamazsınız.
Saray bu memlekete çok kötülük yapmış olabilir ama bunun neresinde Saray var?
Kimi kandırıyorsunuz? Bu komplo yarın Kılıçdaroğlu’na da kurulur.
Partinin sözcüsü ağzını açmadı daha. Bugün partiyi
yönetenler ciğerimi dağlıyor. Kim oluyorsunuz da siz beni savunmuyorsunuz?
“Muharrem İnce böyle gizli bir görüşme yapmaz, iftira atıyorsunuz” deseler içim
yanmazdı.
Sen malzeme verirsen kumpas kurarlar. Ne diyor
gazetecinin kaynağı? “Ben bunu bir CHP’liden öğrendim. Bunu Kemal
Kılıçdaroğlu’na doğrulattım.” Demek ki bu CHP Genel Merkezi’nden çıktı.
Dedikodu AKP’den çıkmadı.
Mutlaka hesaplaşacağız. Bu hesabı görmeden
yürüyemeyiz. Helalleşmeyi de mutlaka sağlayacağız.
Teşekkür etmem gerekenler var. Başta Uğur Dündar’a çok
teşekkür ediyorum. Bu olay kendisine geliyor ve bakıyor saçma sapan görüyor,
yazmıyor. Candaş Tolga Işık… Ona da geliyor. Birileri yazdırmak istiyor bunu.
Ama onlar yazmıyor.
Adımı kullanarak dedikodu yapıyorsunuz. 41 yıl sonra
30 barajını ben aştırmadım mı? Size ve bu ülkeye ben umudu aşılamadım mı?
Kendiniz aday olamadınız, mecbur kaldınız aday yaptınız beni. Bugün dedikodumu
yapanlar, cumhurbaşkanlığı adaylığımda otobüsüme binmek için torpil yapmadınız
mı? Ben size ne kötülük yaptım da bunu yapıyorsunuz bana?
Muharrem İnce’nin açıklamalarının ardından soru-cevap
kısmına geçildi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun İngiltere seyahatinde
kumpasın planlandığı iddiasıyla ilgili bir soruyu cevaplayan İnce, şunu
söyledi:
“O bir komplo teorisidir. Buna inanmam ben.
İngiltere’ye kadar gitmenize gerek yok. Bu Muharrem İnce Saray’a gitti iddiası
gibi palavra bir haber.”
Sayın Genel Başkanı bu sorunu çözmeye davet ediyorum.
Bu sorunu çözmeden CHP yola devam edemez.
Amaç, Muharrem İnce’yi devre dışı bırakmak…
HİÇLİK
Hiçliğin orta yerinde kör
kuyu…
Sabır onur, bütün yükü çeken
yitik kuşakların. Kuşkusuz, defosuz kalanların. Hayal, komplo, gerçek, yüze
çarpan çarpıcı karanlığa dağılan figürleri, görme cesareti olanların.
Hiçliğin en sert yanı
karanlığın içine içine doğduğunda ve belkisiz belgesiz iyice belirdiğinde,
tesadüfler zor yumuşar. Tuz kokar. Anılar sertleşir. Korkudan mıdır nedir
bilinmez, camgözler taş olur. Can acır, canlar yanar.
Hiçliğin ortaçağında
körkuyu korkusu, netleşir…
Kurmaca sırlar arşivi. Fişi
çekilmiş hayatlar. Kayıp kuşaklar. Karanlıkta iz süren yabancılar. Hiçliğin
orta merkezinde dur ihtarı. Olur ihmali. Hakikat hangisi ise rica ediyorum fikri.
Yahut etkileme, yetkileme adına hisli hikâyeler. Ve merkezi arıza. Kobay
yanıltması.
Hiçliğin ortasında kaçıncı
olduğu bilinmeyen, sayılmayan kaybolmuşlar. Kayıp gelecek. Çalınmış hayaller.
Evrende bir tortu ihtimali...
Hangi ideal ile yola
çıkıldığı unutulmuşluk. Kader penceresinde şok. Pervasız motif. Hiçliğin iması,
imzası, imajı kör kuyulara mihenk taşı. Yangın. Taşınamaz ağırlıkta suskunluk. Susulacak
şey fazlalığı. Ve boşluğa konuşmalar.
Sorulduğunda yanıtı hazır,
hiç. Hiçlik…
Hiçliğin tam ortasında hiçlik.
Fotoğraf siyah beyaz. Aynı kanaldan ayrı ayrı tanıklıklar. Harabe tanıklığı. Psikolojik
vahşet. Sosyo-siyasal cinayet. Linç. Tıpkı kör kara kuyu karartması. Kasten
hiçlik.
Hiçliğin orta basamağında,
muhteşem sıradanlaşma. Neydik ne olacağız notu. Makam mevki. Eksik nota. Bozuk
düzen. Bozuk saat misali doğrulama. Tezelden davranma.
Hiçliğin içine boğulan son
yitik kuşak…
Varsa bir onur, onur
mücadelesi, kör kuyulara doğanların. Onların. Ziyadesiyle karartma günleri yaşayanların.
Hiçliğin içinden alnı açık çıkanların.
Hiçlik her yerde. Tam gaz.
Tam ortası gezegen. Evren. Evrilen çevrilen köşe kapmaca turları. Kör kuyular.
En çok hangi tür, yaraya basılan, maruz kalınan, hiç de sürpriz olmayan. Kaldı mı
hiç? Kalmadı.
Hiç kaldı mı, kaldı mı
hiçliğin bel kemiğindeki kör kuyu izi. Hep çamur karası. Çam ormanı, orman
sevdasına tırpan. Sevdasız hiçliğin orta yerinde aynı dertten muzdaripler. Korkusuzlar.
Yolcular. Onur madalyası işte onlara.
Hiçliğin merkezinde sıra dışı
hâkimiyet. Sıradan sadakat ve gizemli dünyalar aldatmacası…
Hiçliğin merkezinde hiç akıl.
Sokma akıl. Hak gaspı. Safkan satılmışlık. Varlık sınanması. Kör kuyuculuk. Kusuru
bol senaryo. Düş sineması. Yüce bir dileği varken budanma. Onursal sapma. Herkesin
bildiği.
Onur bütün kayıp
kuşaklara. Kuş uçmaz kervan geçmez diyarlara savrulanlara. Hiç sebepten iç edilenlere.
Hayatta kalamayanlara.
Hiçlik vakti gelip
çattığında, çat kapı kör kuyunun kapağı açılır. Hiçliğin orta yerinde bir
karadelik. Dönemin sözde röntgenini çekenleri de hap gibi yutar.
Ve hiçliğin orta yerinde
kayıp kuşaklar, belirir…
FİKRİ, SÖNMEZ…
Kitap okunmalı. Bu kitap özellikle
okunmalı…*
“Ata’nın öldüğü yıl doğmuş
Fikri. Kabakdağı Köyü'nün yaz kalabalığına. Tepede silah sesleri, Golomanidze’lerden.
Herkes can cana, günleri. Tepe ferah esintili. Kuzeyden Karadeniz'i görüyor…
İlkokul bir bitince köyden
göç. Fatsa’ya. Fikri, beşten çıkınca terzi Nazım Usta’nın yanına çırak verilir.
Kalfa çıkınca İstiklal‘in yolunu tutar. Beyoğlu'nda Yorgo Usta'dan kuşağını hak
eder. Bu arada 6-7 Eylül’ü canlı yaşar. Ve ‘Taşçı’ lakabı ile döner
memleketine. Sahilde terzi dükkânı açar.
Yaşamı boyunca ekonomik
krizlerle boğuşur. Her kriz vurduğunda, durumu düzeltmek için İstanbul'a gider
gelir. Bir süre terzilik yapmaz. Sonra sahilde ikinci kez dükkân açar. Taşçı. İki
katlı bu terzi dükkânı Fatsa’daki tüm devrimci olaylara tanık olur. Terzi Fikri
de sosyalist görüşçü, tescilli solcu. Evinin kapısında kurşunlanır, köy evi
yakılır. Yol seviyesi pencerelerini demir zırhlarla korur. Yılmaz. Direnir.
Büyük fındık mitingleri düzenler. TİP’i kuranlardandır…
CHP'li Belediye Başkanı
amansız bir hastalıktan hayatını kaybedince, devrimci gençler ona başkan
adaylığı teklif ederler. Bağımsız kazanır. Memlekette bir ilk gerçekleşir. Terzi
Fikri, Devrimci Belediye Başkanı…
Tam bir enkaz devralmıştır.
Hükümet yardımı kesmiştir. Belediye borçlarını hiç açıklamaz. Ama borç çoktur.
Yükü yüklenir. İşçi yok, iş makinesi yoktur. Yapılacak iş çoktur. Ana caddeler
çamur çorak. Cumhuriyet Meydanı ise bataktır. Kuru havada toz bulut.
Çamura son kampanyasını
başlatır. Devrimciler, güç birliği ile halkla imece usulü bu işin hakkından
gelirler. Ardı sıra festivaller. Edebiyat, tiyatro, panel, konser, halk
oyunları, müzikli gösteriler. Çağdaş kültür etkinlikleri. Halk kültür
şenlikleri. Karaborsa ile mücadele. Ve çağın çok ilerisinde belediyecilik
hizmetleri. Dolu dolu dokuz ay…
Fatsa'da; ‘halkın haklı ve
kararlı mücadelesi kendi yönetimini yarattı…’ denir. Faşist göz zaman sektirmeden bakışlarını Fatsa’ya
yöneltir. Öyle ki; ‘Çorum’u bırakın Fatsa'ya bakın…’ denilerek adres
gösterilir. Hürriyet yazar; ‘Fatsa'ya nokta operasyonu olacak…’ Ve beklendiği gibi 10 Temmuz gecesi ordu
yolları keser.
Ertesi gün 11 Temmuz
sabahı Fatsa’da tanklar. Zor bir hal dokuz ayda Terzi-Devrimci patentli yaratılan
güzellik bir gecede yok edilir. 12 Eylül faşist darbesinin fitili ateşlenir. Provası
yapılır…
Devrimciler çatışmazlar. Çekilme
kararı alınır. Terzi, çekilmez. Dik duruş sergiler. Arkadaşlarına, çekirdek
kadrosuna siz gidin der. Silahını giden arkadaşına verir, Fatsa’da kalır. Ve
bekler. Polisler ev ev onu aramaktadır. Sonunda kaldığı eve ulaşırlar. Sorarlar,
‘Fikri Sönmez burada mı?’ Terzi; ‘Buradayım’ der. Bir süre sonra ekipler
hazırlıklı gelir…
Daha araçta şiddet başlar.
Faşist saldırı sürer. Polis merkezinde Yüzbaşıya, ‘Ben seçilmiş Belediye
Başkanıyım. Hayatı tehlikeye içindeyim. Beni korumak zorundasınız.’ der. O
anlık ölümden kurtulur…
Her türlü baskı işkence
aldırmaz. Devrimci Yol’undan sapmaz. Amasya cezaevinde yatar. Yargılaması
başlar. Belediye başkanlığı yaptığı her aya karşılık, bir saat olmak üzere tam
dokuz saat, aralıksız kendini savunur. Mahkeme heyetine bizzat kendisi savunma
yapar. ‘Fikri Bey’ olur. Son duruşmada tahliyesini talep etmez. ‘Bu sizi aşar’
der. Lafta cezası kesilir…
Tarih 4 Mayıs 1985. Sabah.
Beş ve altıncı koğuş havalandırmalarına açılan kapıyı bir asker açar ve bağırır;
‘Fikri Sönmez öldü’…
Kalakalır devrimciler…”
Daha çok yıllar geçse
Fikri ölmez. Yaktığı devrimci belediyecilik meşalesi Sönmez. Çünkü adı belediyecilik
tarihine devrimci ruhla kazınmıştır…
*Bilinmeyen Yönleriyle
Fikri sönmez-Ahmet Nebioğlu-Su Yayınları
BLOK ÖYKÜ BU…
Lafazan bilgelik-bilgiçlik
gölgesinde kalıp, kitlesel başarı için verilen her savaş horlanır, sırlar sır
olmaktan çıkarılır ise eksik sorgulamalardan beslenen saltanat, sefaleti getirir…
Zaten kukla deneyim, kindar
gözlem ve toptancı cehalet anca gürültücü yalnızlığı günceller. Taraflı,
tafralı, takıntılı ellerde güncellenip dayatılan figüranlık ise elde var sıfırı
getirir.
Aslında herkesi bloklayan
öyküdür bu…
Bloklaşan listelerle
sürdürülen tutku ve yetki yarışı, kadirbilmezlik gürültüsünde ya sessizleşmektir.
Ya da başkaldırmaktır. Veya sesini gereğince duyuramamak olsa bile sonuçta haklı
çıkmaktır…
Bu unutulması çok zor
filmi, bir saat on beş dakikalık repliği, tüm emektarlarıyla anmaktır. Benzer
bir filmi yeni oyuncularla yeniden çekmek ise zordur. Çekilmez de. Çünkü ıskarta
mantığından muzdarip motivasyon düşürmek, yeni yazılmakta olan senaryoya daha en
başında taş koymaktır.
İşte herkesi bloklayan hazin
öykü budur…
Keskin kolor biraderlerin yazılı görsel bilgiçlik taslaması ile yerelde
genelde yalnızca eski tas eski hamam liderlik sultasına boyun eğiş gerçekleşir.
O kadar. Belki istenen odur. Belki de uydu halinde sisler rıhtımına yığılma da
o sebepledir. Vazgeçilmez hatanın tekrarı için kapılanma. Hataların büyüsüne kapılmanın ağırlığını
ağırdan gündemleştirme. Datasız yadasız her şeye açık veya örtülü anlamlar
yüklemeyi maharet sayıp, sonra…
Sonra, herkesi bloklayan hazin öykü buduru bile bile budanmak öyküsüdür
bu…
Bu baştan sakat pazılcılık ile paslı ve muğlak ilişkilerle, zulada
çoğunluk var bağlantılı restleşmek, zıtlaşmak aslında ayni şey. Benzeşme
eşittir asimilasyon. Bu tavırla derlenilip toparlanılır belki ama bu tür
kazanışlar özünde bilinen ve beklenen başarıyı zaten getirmez.
Diğer yandan ana hatları ile edep, suç ve kalem usturupsuzluğundan başka
bir şey olmayan, aklı sıra suç savma linç girişimleri logolaştırıldıkça iş
sarpa sarar. Zaten aslı astarı olmayan bu salvolar, varsa ne varsa dökülse dahi
sadece hedef tahtası yapılana çok puan kazandırır. O kadar.
Ayrıca bu işlerden en çok bunalmışlara, hah işte biliyorduk babında ucuzcu
yaklaşımlara, toptancı fuar cambazlığıdır her yapılan. Başvurulan kaynak
kesilip doğransa da, makaslanıp montajlansa da asla amacı dışına çıkmaz. Sadece
olmamışlığı, yaşanmamışlığı kanıtlar.
Çünkü kamuoyuna açık her yazının da, kürsü merkezli her söylevin de bir
aritmetiği vardır. Ötede beride çarpıtılmaması için bir formülü vardır.
Olmalıdır da. Mürekkep yalamayanlar o formülü çözemezler. Yine de bu savruk
harekât yıllardır günaşırı köşelerden dökülen makalelere dikkatleri çeker. İyi
de olur bu sayede okunur.
Ancak bu çaylak ilişme, ileri boyutlarda bloklaşmayı tesciller sadece. Ve
aradan hep birlikte sıyrılma senaryosunun tutmayışını yineler.
İşte yıllardır işleyen, işletilen herkesi bloklayan, bu hazin öyküye
başkaldırmayışın, direnmeyişin neticesidir bu gün için de netleştirilen…
Ortak bilinç düzeyli çözümler üretebilecekken, eldeki gücün farkına varmadan
güç kaybına uğramaktadır, bilir-bilgiç gölgesine sığınmak. Baştan kaybetmek,
kendini yapayalnız bulmak ve büyüklenmektir kabına sığmazlık. Oysa hiç de öyle
değil.
Yönetsel iradeye yeniden kavuşmak, herkesi bloklayan bu hazin öyküye
ülke çapında karşı durmakla olur. Ortalık karıştıran, çağdışı bilir-gezer tafrasıyla
değil. Blokçulara geçit vermeyerek olur. Blok mantıksızlığının arkasındaki
gizli blokçu mantığa arka çıkarak değil. Çünkü bu maraz çözüldüğü an herkesi
bloklayan bu hazin öykü de biter.
Öykünülecek bir bilgelik bilgiçlik de kalmaz ortada. Bloklaşma listeleri
ile sürdürülmeye çalışılan gaflette çarşafa dolanır…
Ancak herkesi bloklayan bu hazin öyküde ısrar, bu nörolojik baskı, neopolitik
yeni siyasi yöntemlerin varlığına ispattır. Ütopik korkudur. Blok mimarisine
tapıştır.
Oysaki depresyonun nedeni, debdebeye kanıp, tutku ve yetkiyi her zamanki
gibi deneyip deneyip yanılanlara bırakmaktır. Gözleme dayalı analizlere
inanmayıp, boş inanç cehaletine bel bağlamaktır.
İşte dakika sektirmeden herkesi bloklayan bu hazin öykünün devamlılığı, çok
bilir zatların diri tutulmasına bağlıdır. Blokçu zihniyet karşıtlığına
saldırıların da temel nedeni budur.
Çünkü bloklaşan listelerle, sayılı dernekler ileri sürüp, tutku ve yetki
yarışında öyküye son noktayı koymak kolaylaşır. Yani herkesi bloklayan hazin
öykünün devamını sağlamaktır mesele.
Peki, sonuç solda sıfır…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder