1 Aralık 2019 Pazar

kasım-3



“YASASIZLAR” ÇIKTI…

Yasasız bir dönemde, Memurların yasaklarla mücadelesini anlatan İsmail Çınar’ın kaleme aldığı ve koordinatörlüğünü yaptığı, Köşe yazarımız Yunus Türkölmez’in de ‘PTT Çalışanlarının Tüm - Haber Sen öncesi tarihsel mücadelesi’ni anlatan bölümü ile katkıda bulunduğu "YASASIZLAR" isimli kitap çıktı.
Yasasızlar adlı kitap; "TÜM HABER - SEN'den ️HABER - SEN'e FİİLİ ve MEŞRU MÜCADELE DÖNEMİ ile ANILAR" adlı alt başlığıyla 1990'lı yılların başlarında henüz daha 'Memur Sendikaları Yasası' yokken; "Örgütlenme Bir Haktır, Engellenemez" diyerek sendikalarını kuran PTT, TÜRK TELEKOM ve TRT çalışanlarının onurlu mücadelesini anlatıyor.

Haklı mücadelelerini meşru bir zeminde fiili olarak yürütenlerin mücadelesinin, yasasız dönemden,yasallık kazandığı bir döneme, yani "Memur Sendikaları Yasası" çıkana kadar ki sürecini, yaşayanlara ve merak edenlere anlatıyor.

Tüm Haber- Sen ve Haber -Sen'in kurucu ve onursal genel başkanı İsmail Çınar’ın kaleme aldığı ve koordinatörlüğünü yürüttüğü; ‘Yasasızlar’a;
Köşe yazarımız Yunus Türkölmez, ‘PTT Çalışanlarının Tüm - Haber Sen öncesi tarihsel mücadelesi’ni anlatan bölüm ile,
İsmail Karakuş, Az sayıda ve öncü bir grup PTT çalışanının kısa ve onurlu bir mücadele dönemi içerisinden kitlesel Tüm Haber- Sen'i yaratttığı " PTT ÇAYAD" dönemini anlatan bölüm ile,

Engin başçı ve Osman Köse "TRT'de nasıl örgütlendik" bölümleri ile katkıda bulunuyor.

Ayrıca bu mücadeleye emek vermiş, öncülüğünü yapmış ve tüm yurtta örgütlenmesini üstlenmiş 51 kişi de süreci anlatan ve yaşadıklarından oluşan 150 sayfalık anılarıyla kitaba katkı sunuyor.

Kitabın yazarı, Tüm Haber - Sen ve kapatılınca yerine kurulan  Haber -Sen'in  Kurucu ve Onursal Genel Başkanı İsmail Çınar “Yasasızlar”ı şöyle tanıtıyor;
"Yasasızlar, özelde haber emekçilerinin, genelde kamu çalışanlarının meşru haklarını kullanabilmesi için nasıl militanca bir mücadele verildiğini anlatmaktadır.

Yasasızlar, özelleştirmeye karşı gösterilen direnişle zamanın ulaştırma bakanı Mehmet Köstepen'e "sizin yüzünüzden Telekom'u satamıyoruz" dedirtecek direnişleri anlatmaktadır.
Yasasızlar, sendikal mücadelenin sadece ekonomik koşulların iyileştirilmesi değil, ülkenin demokratikleşmesi için aynı zamanda bir demokrasi mücadelesi olduğunu anlatmaktadır.
Yasasızlar, kamuda memur statüsüyle çalışanların örgütlenme haklarını tanımayan iş-veren devlete karşı verilen onur savaşını anlatmaktadır.
Yasasızlar, ilk kez sendika ile tanıştığını ve ilk kez kendisini sınıf mücadelesi içerisinde bulduğunu anlatanların hikayesidir.
   Yasasızlar, devletin, emekçilere ve emek mücadelesine karşı nasıl acımasız, haksız, hukuksuz ve zalimce davrandığının anlatımıdır.
   Yasasızlar, bir dönem, ülke gündemini belirleyecek ölçüdeki eylemlere imzasını atan kamu çalışanlarının mücadelesini anlatmaktadır.

İyi okumalar dilerim…”



KARABULUT’UN KİTABI  “DANABURNU’ YAKINDA…

Gazeteci-televizyoncu İbrahim Erdem Karabulut’un “Politikada Yalanlar ve Yılanlar- Danaburnu” adındaki kitabı yakında okurlarla buluşacak…

                                                                                            
Yazar İbrahim Erdem Karabulut kitabında siyasilerin dünü ve bu günü ile bazı gizli kalmış gerçekleri irdeliyor. Danaburnu, içerik olarak uzun yıllara denk tecrübelerin dışa vurumu. Yazarın okurlar ile buluşturulmasını gerekli gördüğü politika ve politikacılar üzerine titiz bir çalışma. Çok yakında kitabevlerinde okuyucular ile buluşacak.

“Politikada yalanlar ve yılanlar-DANABURNU” kitabı çok ses getirecek türden bir kitap. Çünkü yalan dolan ve oyunlar ile makam alan kişilere kaçacak delik aratacak bir içeriğe sahip olduğu duyumu alıyoruz...

Bir sır gibi saklanan kitabın içeriği ile ilgili yakında açıklama yapacak olan yazar İbrahim Erdem Karabulut, Esenler basın mensupları ile de bir araya gelecek...

“Politikada Yalanlar ve Yılanlar- Danaburnu”  Kitabının yazarı İbrahim Erdem Karabulut’; 1994 yılında Başta HBB, Kanal 6, Ordu TV de uzun yıllar yöneticilik yapmış olup Vatan, 2000tv, Kanal34 de gündem yaratan programlara imza atmıştır...

İstanbul Gündem, İstanbul Gündemi, Haber İstanbul, Yerel Haber, Öteki Haber, Meşale gazetelerinde köşe yazarlığı yapmıştır. Ulusal güvenlik uzmanı olup, siyaset akademisi eğitimi ile birlikte Medya ve sosyal medya eğitimleri donanımlıdır.

TÜRKİYE’DE KENTLİLEŞME

Toplumsallaşma, bir toplumun değer ve normlarının öğrenilmesi ve uyum içerisinde yaşama sürecidir. Uyum içerisinde yaşamak düzen getirdiği gibi o toplumun medenileşmesini de beraberinde getirir.
Doğru yapılanma ile oluşacak bu önemli konunun temelleri doğru atılmalıdır. Çeşitli sebeplerle dışarıdan bilinçli olarak getirtilen, insan toplulukları için göç programları yapılır ve nüfus kontrol altına alınır. Zorunlu göçler de tarihin belli dönemlerinde olmuştur.
Yakın tarihte Bulgaristan göçü hafızalarımızda daha tazeliğini korumaktadır.(1989) Yine yakın tarihte, günümüzden uzak olan Lozan mübadelesi (1923) adı altında yapılan Yunanistan-Türkiye kitlesel insan değiş tokuşu. Üzerine romanlar yazılan unutulmaz karşılıklı göç hareketi.
Daha geriye gitmek gerekirse dünyada ve Türkiye’de buna benzer tüm dünya devletlerini etkileyen göçler olmuştur. Başka bir göç sebebi ise insan hakları ihlalleri, hakların eşit dağıtılmaması, nüfus artışı, kaynakların yetersizliği, iç savaşlar. Bu göçler gidilen coğrafyadaki toplumun sosyal, ekonomik, siyasal, güvenlik ve toplumsal konularda etkilemektedir.
Birinci ve İkinci dünya savaşı sonrası kitlesel göçler ve niceleri olduğu gibi çok yakın tarihte Suriye’den ülkemize yapılan (2011) göçler bizi maddi ve manevi olumsuz anlamda etkileyen göç olmuştur. İster iç göç olsun, isterse yukarıda sayılan göç sebepleri olsun toplumları olumsuz anlamda etkileyen etkinlikler olmaktadır.
Kentlileşme çok kısaca gidilen kente ayak uydurma, uyum sağlamak diyebiliriz. Kentlerin büyümesiyle beraber kentlileşme olgusunda önem kazanmaktadır. İç göçten çok dışarıdan alınan göç ya da dışarıya verilen göç sorun olabilmektedir. Kontrolsüz açılan kapıların sonradan tekrar kapatılması imkansız hale gelmiştir.
Yaşadığımız Suriye göçü, yasal statüsü GEÇİCİ KORUMA ALTINDA bulunma olarak tanımlandığı ve böylece entegrasyon seçeneğinin yasal ve idari olarak öngörülmeyen bir göç dalgası.
Ağırlıklı olarak büyük şehirlere yerleşen Suriye halkı toplumumuzda, maddi ve manevi açıdan büyük sorunlar oluşturmuştur. Toplumun değerlerinde değişme, kültür farklılığının getirdiği olumsuz davranışlar sosyal hayatımızı olumsuz anlamda etkilemektedir. Evlenmeler, kurumsal beraberlikler toplumun geleceğini etkileyecek davranışlar olacaktır. Zararını henüz kısmen de gördüğümüz bu yerleşimin, neticelerini ileriki dönemlerde daha acı bir şekilde yaşayacağımız aşikardır.
Kentlileşmenin eksik olduğu yerlerde, kentleşmede o derecede çarpık olmaktadır. Göç ne çeşit olursa olsun ya da nereden olursa olsun devlet tarafından kontrol altında tutulmalı, kentlileşme olgusuna çok ta zarar vermemelidir. Toplumda eşit olarak sağlanan sosyal hizmetler eşit dağılımda olursa yapılan iç göçler daha aza inecek, kentlileşme o derecede olumlu olacaktır.
Küreselleşen dünyada göçler, yasal veya yasadışı olsun sorunları göz ardı edilirse hem büyük sorunlara yol açması sürecek, ölümle sonuçlanan vakalar devam edecektir. Bu işten zararlı çıkan her zaman olduğu gibi çocuklar ve gençler olacaktır. Küreselleşme ve beraberindeki kapitalizm insanlara zarar verse de zayıf insan küreselleşmenin baş rol oyuncusu olmaya devam edecektir…



GARİP TATAR

Anı defterlerini karıştırırsak, hazırda ne öyküler kalır, ne de roman. Hatırlı gazeteler, yeni roman tefrikaları ile dolar. Öykülerle. Romanlar dağ gibi. Coğrafyaya saplanır. Hikâyeler ölüm kokar. Zaten ‘Ölüm hiç önemli değil’ Ümit daima vardır…

“Garip, Yelatan Dağı esintilerinin vurduğu bir köyde doğar. Öyle ki ‘Yaşama direnmek’ adına direnir. Çok çocuklu bir aileye, beşinci çocuk olarak eklenir. Okul öncesi öğrenir okuma yazmayı. Ve köy mektupçusu, köyün kitap okuyucusu olur.

Adam boyu kar, yalınayak baş kabak ilkokul. Peşine Köy Enstitüsü, Cılavuz…

Yalın yürekli, ölüm yolculuğundan sonra kaydolduğu, Cılavuz’u bitirir. Öğretmen olur. Askerlik dönüşü Radyo-Televizyon’da, Köy Yayınları bölümüne işbaşı yapar. Sözlü halk edebiyatını yazıya dökmek için Anadolu'yu dolaşır. Yığınla söz derler; ‘Evreşe Yolları Dar’ ve ‘Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar’ bile onundur. Daima sanatsal politik bir duruş sergiler. Yedi yıl halk için, didinir uğraşır. Sonra Kültür Yayınları bölümüne geçer.

Yıllar yılı insanı öykülerine taşır. Öykülerinde, yalın ve süssüz anlatır insanı. Garip Tatar; insansızlığı yaşam dışı sayar, insansız yaşam sönük der. ‘Dünyanın atmosferi,  mağması, ekvatoru insan…’der…

Ve ‘Dönemeç’ ile Radyo-Tv büyük ödülünü alır. Tanınmaya başlar. Edebiyat dünyasına peş peşe eserler armağan eder. Aslında dönemeç; insan, toprak ve göç odaklı edebi yolculuğunun da başlangıcıdır. Işıksızlıktan ışığa geçiş, ışığı arayan arayış ve özlemdir cümlelerine yayılan.

Çağdaş uzantı, Ümit'e göçtür…

Garip, kaftanı okumak olan bir dünya insanına dönüşür. Okur ve yazar. Zamanı altın yaldızlarla süslemek adına, kara karanlığa yazar

Sırasıyla; ‘Hakullah’ der, ‘Yelatan, Tek Atlı Tekin Olmaz, Tüfekliler, Köroğlu Kolları’ der…

Yetmez devam eder; ‘ Köroğlu, Altın Ekin, İstanbul Allak Bullak, Çarpana, Salih Bey, Kekeme Tavşan, Kan Kardeşim, Dorutay, Şülgür Deresi, Çoban Geçmez, Hınzır Paşa, Çizmelerim Keçeden, Dört Boynuzlu Koç…’der.  

Dedikçe de dikkat çeker. Hedef olur…

Yazıtlarını yediden yetmişe armağan eder. Halkına emanet eder eserlerini. Unutulmaz bir iz bırakır. Geriye bir kültür hazinesi…

Garip Tatar,  ilkbaharın filizlendiği nisan ayı ortalarında bir gün yere düşer.

Düşmeden evvel; ‘Ölüm için, ölen için gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. Ölümümde eşim, çocuklarım, en yakınlarım bile tek bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum… Ölüm hiç önemli değil, yaşam var dağ gibi, yaşam var gökyüzü, deniz…’ diye salık verir…

Garip bir hayat işte. O gün evden dışarı çıkıp, arabasının camını silerken bir soru ile karşılaşır; ‘Sen Ümit Kaftancıoğlu musun? Evet, benim der’. Kızı ile yaşar en son dakikalarını…”

Ve kurşunlar aydınlığa çalınır. Ortalık önce sessizliğe bürünür. Sonra o bildik koşuşturmalar. İşgüzarlık zamanı. Ardına konuşmalar başlar.

Anı defterlerini karıştırırsak daha ne Garipler çıkar, insanlığa Ümit olmuş. Ne öyküler, ne romanlar, ne şiirler, ne makaleler. Makaleler yetmez anlatmaya.

O Garip, bir cümle de anlatır her şeyi; ‘üzülen, bin bir meyve yüklü bir ağacın altına yere düşmüş, sararmış bir yaprağa üzülsün…’

ZITLIK

Kurgu kapılar, zıtlıklara açıldığında maziye dayanır akıl köprüsü. Kaderin cilvesi ile tanışan ve kesişen hayatlar da zıtların birliğini oluşturur…

Bir küçük hikâyedir, tüm yanlışı güzel kılan. Nihayet bir cümledir, koca hikâyeyi başlatan. Çetrefilli yolları yanlıştan ayıran da. Hayata çelme zamanı akılçelen de. Bir cümle.

Tahta kapılar ormana açıldığında, coğrafyaya alışır akılların hacmi. Bahtsızlık büyük hacimli, hiç hacimsiz yalnızlığa kapı. Kapı eşinden içeri boşluk. Boşluktan ibaret dünyaya, zıtlıkların ahengi…

Belleksel bir seçkidir, karşılaşılan karga tulumba. Gizli duvarlara kazınan karanlığın gülü. Hasılatı hayat. Hasılası yaz mevsimi. Yazıt. Zıt renklerin uyumu ve uyumsuzluğu. Bekleyiş kapıları zorladığında hazır karakterler. Kayıp ve kayıplara karışan akıl. Küp desenli.

Akıl örgüsü çözülür. Hafıza kesişen hikâyeleri siler. Manzara donuklaşır. Mekânlar aynılaşır. Sırlı aynada ise içten dışa müdahaleler...

Bir küçük hikâyede geçer klişeler. Klişe içeren tarihler. Yakın temaslar. Baş karakterler. Boynu devrilesi cümleler. Cümlesi akbaba görüntüsüdür. Zıtlık fotoğrafında baykuşlar.

Zıt gerçeklikler süsler hikâyeyi. Benzerlikleri hesaplayarak dökülür kapılardan içeri. Ayrı vasıflara vakfeder karakterleri. Gündelik hayat çelişkisi. Eksik hayat bilgisi. Yaman tezatlık. Zıt fikirli kaynaşma. Hepsi iç kanamadır…

Zıtlığın aynı atmosferde birleşmesi hikâyesi. Ezcümle malzeme. Kapalı kapılar, zıtlıklara açıldığında maziye dayanır akıl köprüsü. Anılar pusar. Ar ne zamana kadar. Ta ki kader çıkmazına kadar. Takip sonsuza. Çıkmaz sokaklara açılır çelik kapılar. Aklı bir berbat hava kaplar. Havasızlık. Nefes almaya ciğer dayanmaz. Nutuk silinir. Beniz soluktur. Bir paranoya nöbetidir kapılardan sızan. Pencerelere dolan.

Zıtlık kesat bir yalnızlıktır. Sırtlanın çatısına uzanan bir küçük hikâyedir zıtlıklar. Zıtlıklara kapı aralayan, açıyı daraltan. İç açıtan. Maruz kalınan. Hayati zıtlıkları saklayan. Amaç dışına kayan. Yaşanan yer kaymasıdır.

Kasırgalar kapıları dövdüğünde, zıtlıklara açılır kepenkler. Pencerelerde soluklanır, zıtlaşan taşınmaz hayatlar. Kalemlenen kaderin cilvesidir…

Zıtlığa festival, baş döndürücü bir kurgudur. Karşılaştıran karşıtlık, zıtlık pınarından beslenendir. Belki de cakalı toplum aldanışı, sadakat aldatısıdır. Postalanan hikâye, hikâyeler ve maziye çalınmış köprüler. Zıttına zatlık, başka hikâye.

Zirve performansı doğru yönetilemeyince zıtlık şahlanır. Zayıflar el. Zırh kuşanır kapılar. Kapılar da zıtlığın kilidi. Kendiliğinden açılan kapılar maziye kapanır. Geleceğe odaklanır, zıtlıklardan güçlenir akıl almaz sırlar. Açılmaz akıl deryası.

Zıtlıklar köprüsünde kesişen yollar yeni hayatlara zaviyelenir.  Zıtların birliği kaderin cilvesi olur.

Zıtlık bir küçük hikayedir…
Formun Üstü

TÜRKİYE’DE KENTLEŞME
Günümüzde büyük kentlerin nüfusunun artmasına, güncel konuların katkısı olsa da geçmişten gelen yanlış yönetim sistemleri, Amerika’nın uyguladığı sömürgeleştirme politikası en büyük nedendir.  
Yanlış politikalara yenik düşülmesi, sorunları giderek büyütmüş, bu günlere gelinmesinin başlangıç noktası olmuştur. Türkiye de kentleşme, sanayileşmeye bağlı olarak gelişmemiştir. Tarımda gereken ilerleme yakalanamadığı için kırsalda yaşayan köylü, büyük kentlere göç etme durumunda kalmıştır. Marshall yardımlarının kabul edilmesi, yapılan reformlar (1950) çok ta işe yaramamış, her zamanki gibi zengini daha zengin yaparken köylü yine mağdur olmuştur.
Köylü ahali yaşam şansını kentlere göç ederek denemek istemiştir. Tarımda makineleşmeye geçmek tepeden inme olduğu için toprak ağaları bu dönemde de türemeye devam etmiştir. Mağdurun kanını emme dönemi yinelenirken, toprak ağaları siyasetçilere yakın durmuşlardır. Siyasetçilerde, oy kaygısı yüzünden bu yakınlığı meşru görmüşlerdir.
Malum fakirlik diz boyu olunca, ağanın her dediğini yapmak ta köylü için farz olmuştur, hala da olmaktadır…
Tarım yapılacak alanların kaybolması 1950 yıllarında başlamış, Atatürk'ün dediği ‘Köylü Halkın Efendisidir’ sözü tam da yerini bulamadan tarihe karışmaya başlamıştır. Efendilik düzenbazların eline geçmiştir. Düzenbazlık geçerli hale gelince günümüzde tohumlar da yalandan olmuştur. İlkokulda öğrendiğimiz toprağın nadasa kalması şimdilerde hayal olmuş yorgun topraklarımız verimsiz hale gelmiştir.
Avrupa ülkelerinde kentleşme sanayiye bağlı olarak gelişirken, ülkemizde kırsal kesimin fakirliği büyük kentlere göç etmesi ile kentleşme olgusu çarpık gelişmiştir. Şimdilerde ise durum daha vahim hale gelmiş kırsalda nüfus daha da azalmıştır. Genç nüfusun bir kısmı büyük kentlere göçerken bir kısmı Avrupa ülkelerinde yaşam sürmektedir.
Tarım arazileri ya betona dönüşmüş, ya da betonlaşmayı beklemektedir.
Çare bu arazilerin bir gün, gerçek sahibinin eline geçmesidir…
MUHARREM İNCE, BASIN TOPLANTISI YAPTI…
Muharrem İnce, "Saray'da Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüştüğü" yolundaki iddialarla ilgili basın toplantısı düzenledi. Ortada bir tezgâh olduğunu söyleyen Muharrem İnce, "Bugün partiyi yönetenler ciğerimi dağlıyor" dedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'na çağrı yaparak; "Bu sorunu çözmeden CHP yola devam edemez" dedi…
Muharrem İnce’nin konuşmasından öne çıkanlar:
Ben bu yalan haber çıkınca tezgâh olduğunu hissettim. “Burada bir komplo var” dedim. Sonra 21 Kasım günü Sayın Genel Başkan bir televizyon programına çıktı. “Saray’a giden bir CHP'li var mı” sorusuna, “Şaşırmadım, doğrudur. Ama ismi açıklayamam” dedi.
“Partim krize gidecek, yara alacak” dedim. Saat 11.37'de Genel Başkan’la görüştüm. 8 dakika 19 saniye kendisiyle konuştum. “Partimiz yara alacak, yanınıza geleyim, görüntü verelim” dedim. “Bu kişi ben değilim. Beni yıpratmak için bunu yapacaklar” dedim.
 “Sayın Genel Başkan Geminin kaptanı sizsiniz, geleyim yanınıza, CHP yara alacak” dedim. 21 Kasım günü bu açıklamayı Genel Merkez’de Sayın Kılıçdaroğlu ile yapsak bugün hiçbir sorun olmayacaktı. Adeta yalvardım. “Bu yalan” dedim.
Haber gelmedi. Bu açıklamayı CHP Genel Merkezi’nde Sayın Kılıçdaroğlu’yla birlikte yapmamız lazımdı.
Ortada bir tezgâh var, bir komplo var. Bunun sorumluları ortaya çıkarılmalıdır. CHP 82 milyona bunu anlatmalıdır. Bunu açıklamalıdır. Bu tezgâhı kim kurdu? Temiz siyaset için bu tezgâh temizlenmelidir.
Artık yalan haberi geçtik. Bu haber yalan haber. Muharrem İnce gitmediği gibi hiç kimse de gitmedi.
CHP Türkiye'de temiz siyaset diyorsa önce bu pisliği temizlemelidir. Burada bir temizlik yapmadan olmaz. Arınma buradan başlayabilir. Eğer bu tezgahı ortaya çıkarır, cezalandırır, komployu kuranları partiden atarsak yeniden şahlanırız.
Ben bu ülkede 16 sene milletvekilliği yapmışım. Erdoğan'la da görüşürüm, Bahçeli’yle de görüşürüm. Karamollaoğlu ile de. Herkesle görüşürüm. Görüşmeden önce Genel Başkan’a bildiririm. Twitle  kamuoyunu bilgilendiririm. Bunu adaylığım sürecinde de böyle yapmadım mı?
Bir başka çağrım Sayın Genel Başkanadır. “Şaşırmadım” dediniz. Açıklamalısınız. “Saray komplosu” deyip bu işin içinden çıkamazsınız. Saray bu memlekete çok kötülük yapmış olabilir ama bunun neresinde Saray var? Kimi kandırıyorsunuz? Bu komplo yarın Kılıçdaroğlu’na da kurulur.
Partinin sözcüsü ağzını açmadı daha. Bugün partiyi yönetenler ciğerimi dağlıyor. Kim oluyorsunuz da siz beni savunmuyorsunuz? “Muharrem İnce böyle gizli bir görüşme yapmaz, iftira atıyorsunuz” deseler içim yanmazdı.
Sen malzeme verirsen kumpas kurarlar. Ne diyor gazetecinin kaynağı? “Ben bunu bir CHP’liden öğrendim. Bunu Kemal Kılıçdaroğlu’na doğrulattım.” Demek ki bu CHP Genel Merkezi’nden çıktı. Dedikodu AKP’den çıkmadı.
Mutlaka hesaplaşacağız. Bu hesabı görmeden yürüyemeyiz. Helalleşmeyi de mutlaka sağlayacağız.
Teşekkür etmem gerekenler var. Başta Uğur Dündar’a çok teşekkür ediyorum. Bu olay kendisine geliyor ve bakıyor saçma sapan görüyor, yazmıyor. Candaş Tolga Işık… Ona da geliyor. Birileri yazdırmak istiyor bunu. Ama onlar yazmıyor.
Adımı kullanarak dedikodu yapıyorsunuz. 41 yıl sonra 30 barajını ben aştırmadım mı? Size ve bu ülkeye ben umudu aşılamadım mı? Kendiniz aday olamadınız, mecbur kaldınız aday yaptınız beni. Bugün dedikodumu yapanlar, cumhurbaşkanlığı adaylığımda otobüsüme binmek için torpil yapmadınız mı? Ben size ne kötülük yaptım da bunu yapıyorsunuz bana?
Muharrem İnce’nin açıklamalarının ardından soru-cevap kısmına geçildi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun İngiltere seyahatinde kumpasın planlandığı iddiasıyla ilgili bir soruyu cevaplayan İnce, şunu söyledi:
“O bir komplo teorisidir. Buna inanmam ben. İngiltere’ye kadar gitmenize gerek yok. Bu Muharrem İnce Saray’a gitti iddiası gibi palavra bir haber.”
Sayın Genel Başkanı bu sorunu çözmeye davet ediyorum. Bu sorunu çözmeden CHP yola devam edemez.
Amaç, Muharrem İnce’yi devre dışı bırakmak…



HİÇLİK
Hiçliğin orta yerinde kör kuyu…
Sabır onur, bütün yükü çeken yitik kuşakların. Kuşkusuz, defosuz kalanların. Hayal, komplo, gerçek, yüze çarpan çarpıcı karanlığa dağılan figürleri, görme cesareti olanların.
Hiçliğin en sert yanı karanlığın içine içine doğduğunda ve belkisiz belgesiz iyice belirdiğinde, tesadüfler zor yumuşar. Tuz kokar. Anılar sertleşir. Korkudan mıdır nedir bilinmez, camgözler taş olur. Can acır, canlar yanar.
Hiçliğin ortaçağında körkuyu korkusu, netleşir…
Kurmaca sırlar arşivi. Fişi çekilmiş hayatlar. Kayıp kuşaklar. Karanlıkta iz süren yabancılar. Hiçliğin orta merkezinde dur ihtarı. Olur ihmali. Hakikat hangisi ise rica ediyorum fikri. Yahut etkileme, yetkileme adına hisli hikâyeler. Ve merkezi arıza. Kobay yanıltması.
Hiçliğin ortasında kaçıncı olduğu bilinmeyen, sayılmayan kaybolmuşlar. Kayıp gelecek. Çalınmış hayaller. Evrende bir tortu ihtimali...
Hangi ideal ile yola çıkıldığı unutulmuşluk. Kader penceresinde şok. Pervasız motif. Hiçliğin iması, imzası, imajı kör kuyulara mihenk taşı. Yangın. Taşınamaz ağırlıkta suskunluk. Susulacak şey fazlalığı. Ve boşluğa konuşmalar.
Sorulduğunda yanıtı hazır, hiç. Hiçlik…
Hiçliğin tam ortasında hiçlik. Fotoğraf siyah beyaz. Aynı kanaldan ayrı ayrı tanıklıklar. Harabe tanıklığı. Psikolojik vahşet. Sosyo-siyasal cinayet. Linç. Tıpkı kör kara kuyu karartması. Kasten hiçlik.
Hiçliğin orta basamağında, muhteşem sıradanlaşma. Neydik ne olacağız notu. Makam mevki. Eksik nota. Bozuk düzen. Bozuk saat misali doğrulama. Tezelden davranma.
Hiçliğin içine boğulan son yitik kuşak…
Varsa bir onur, onur mücadelesi, kör kuyulara doğanların. Onların. Ziyadesiyle karartma günleri yaşayanların. Hiçliğin içinden alnı açık çıkanların.
Hiçlik her yerde. Tam gaz. Tam ortası gezegen. Evren. Evrilen çevrilen köşe kapmaca turları. Kör kuyular. En çok hangi tür, yaraya basılan, maruz kalınan, hiç de sürpriz olmayan. Kaldı mı hiç? Kalmadı.
Hiç kaldı mı, kaldı mı hiçliğin bel kemiğindeki kör kuyu izi. Hep çamur karası. Çam ormanı, orman sevdasına tırpan. Sevdasız hiçliğin orta yerinde aynı dertten muzdaripler. Korkusuzlar. Yolcular. Onur madalyası işte onlara.
Hiçliğin merkezinde sıra dışı hâkimiyet. Sıradan sadakat ve gizemli dünyalar aldatmacası…

Hiçliğin merkezinde hiç akıl. Sokma akıl. Hak gaspı. Safkan satılmışlık. Varlık sınanması. Kör kuyuculuk. Kusuru bol senaryo. Düş sineması. Yüce bir dileği varken budanma. Onursal sapma. Herkesin bildiği.

Onur bütün kayıp kuşaklara. Kuş uçmaz kervan geçmez diyarlara savrulanlara. Hiç sebepten iç edilenlere. Hayatta kalamayanlara.
Hiçlik vakti gelip çattığında, çat kapı kör kuyunun kapağı açılır. Hiçliğin orta yerinde bir karadelik. Dönemin sözde röntgenini çekenleri de hap gibi yutar.
Ve hiçliğin orta yerinde kayıp kuşaklar, belirir…

FİKRİ, SÖNMEZ…
Kitap okunmalı. Bu kitap özellikle okunmalı…*
“Ata’nın öldüğü yıl doğmuş Fikri. Kabakdağı Köyü'nün yaz kalabalığına. Tepede silah sesleri, Golomanidze’lerden. Herkes can cana, günleri. Tepe ferah esintili. Kuzeyden Karadeniz'i görüyor…
İlkokul bir bitince köyden göç. Fatsa’ya. Fikri, beşten çıkınca terzi Nazım Usta’nın yanına çırak verilir. Kalfa çıkınca İstiklal‘in yolunu tutar. Beyoğlu'nda Yorgo Usta'dan kuşağını hak eder. Bu arada 6-7 Eylül’ü canlı yaşar. Ve ‘Taşçı’ lakabı ile döner memleketine. Sahilde terzi dükkânı açar.
Yaşamı boyunca ekonomik krizlerle boğuşur. Her kriz vurduğunda, durumu düzeltmek için İstanbul'a gider gelir. Bir süre terzilik yapmaz. Sonra sahilde ikinci kez dükkân açar. Taşçı. İki katlı bu terzi dükkânı Fatsa’daki tüm devrimci olaylara tanık olur. Terzi Fikri de sosyalist görüşçü, tescilli solcu. Evinin kapısında kurşunlanır, köy evi yakılır. Yol seviyesi pencerelerini demir zırhlarla korur. Yılmaz. Direnir. Büyük fındık mitingleri düzenler. TİP’i kuranlardandır…
CHP'li Belediye Başkanı amansız bir hastalıktan hayatını kaybedince, devrimci gençler ona başkan adaylığı teklif ederler. Bağımsız kazanır. Memlekette bir ilk gerçekleşir. Terzi Fikri, Devrimci Belediye Başkanı…
Tam bir enkaz devralmıştır. Hükümet yardımı kesmiştir. Belediye borçlarını hiç açıklamaz. Ama borç çoktur. Yükü yüklenir. İşçi yok, iş makinesi yoktur. Yapılacak iş çoktur. Ana caddeler çamur çorak. Cumhuriyet Meydanı ise bataktır. Kuru havada toz bulut.
Çamura son kampanyasını başlatır. Devrimciler, güç birliği ile halkla imece usulü bu işin hakkından gelirler. Ardı sıra festivaller. Edebiyat, tiyatro, panel, konser, halk oyunları, müzikli gösteriler. Çağdaş kültür etkinlikleri. Halk kültür şenlikleri. Karaborsa ile mücadele. Ve çağın çok ilerisinde belediyecilik hizmetleri. Dolu dolu dokuz ay…
Fatsa'da; ‘halkın haklı ve kararlı mücadelesi kendi yönetimini yarattı…’ denir.  Faşist göz zaman sektirmeden bakışlarını Fatsa’ya yöneltir. Öyle ki; ‘Çorum’u bırakın Fatsa'ya bakın…’ denilerek adres gösterilir. Hürriyet yazar; ‘Fatsa'ya nokta operasyonu olacak…’  Ve beklendiği gibi 10 Temmuz gecesi ordu yolları keser.
Ertesi gün 11 Temmuz sabahı Fatsa’da tanklar. Zor bir hal dokuz ayda Terzi-Devrimci patentli yaratılan güzellik bir gecede yok edilir. 12 Eylül faşist darbesinin fitili ateşlenir. Provası yapılır…
Devrimciler çatışmazlar. Çekilme kararı alınır. Terzi, çekilmez. Dik duruş sergiler. Arkadaşlarına, çekirdek kadrosuna siz gidin der. Silahını giden arkadaşına verir, Fatsa’da kalır. Ve bekler. Polisler ev ev onu aramaktadır. Sonunda kaldığı eve ulaşırlar. Sorarlar, ‘Fikri Sönmez burada mı?’ Terzi; ‘Buradayım’ der. Bir süre sonra ekipler hazırlıklı gelir…
Daha araçta şiddet başlar. Faşist saldırı sürer. Polis merkezinde Yüzbaşıya, ‘Ben seçilmiş Belediye Başkanıyım. Hayatı tehlikeye içindeyim. Beni korumak zorundasınız.’ der. O anlık ölümden kurtulur…
Her türlü baskı işkence aldırmaz. Devrimci Yol’undan sapmaz. Amasya cezaevinde yatar. Yargılaması başlar. Belediye başkanlığı yaptığı her aya karşılık, bir saat olmak üzere tam dokuz saat, aralıksız kendini savunur. Mahkeme heyetine bizzat kendisi savunma yapar. ‘Fikri Bey’ olur. Son duruşmada tahliyesini talep etmez. ‘Bu sizi aşar’ der. Lafta cezası kesilir…
Tarih 4 Mayıs 1985. Sabah. Beş ve altıncı koğuş havalandırmalarına açılan kapıyı bir asker açar ve bağırır; ‘Fikri Sönmez öldü’…
Kalakalır devrimciler…”
Daha çok yıllar geçse Fikri ölmez. Yaktığı devrimci belediyecilik meşalesi Sönmez. Çünkü adı belediyecilik tarihine devrimci ruhla kazınmıştır…
*Bilinmeyen Yönleriyle Fikri sönmez-Ahmet Nebioğlu-Su Yayınları


BLOK ÖYKÜ BU…
Lafazan bilgelik-bilgiçlik gölgesinde kalıp, kitlesel başarı için verilen her savaş horlanır, sırlar sır olmaktan çıkarılır ise eksik sorgulamalardan beslenen saltanat, sefaleti getirir…
Zaten kukla deneyim, kindar gözlem ve toptancı cehalet anca gürültücü yalnızlığı günceller. Taraflı, tafralı, takıntılı ellerde güncellenip dayatılan figüranlık ise elde var sıfırı getirir.
Aslında herkesi bloklayan öyküdür bu…
Bloklaşan listelerle sürdürülen tutku ve yetki yarışı, kadirbilmezlik gürültüsünde ya sessizleşmektir. Ya da başkaldırmaktır. Veya sesini gereğince duyuramamak olsa bile sonuçta haklı çıkmaktır…
Bu unutulması çok zor filmi, bir saat on beş dakikalık repliği, tüm emektarlarıyla anmaktır. Benzer bir filmi yeni oyuncularla yeniden çekmek ise zordur. Çekilmez de. Çünkü ıskarta mantığından muzdarip motivasyon düşürmek, yeni yazılmakta olan senaryoya daha en başında taş koymaktır.
İşte herkesi bloklayan hazin öykü budur…
Keskin kolor biraderlerin yazılı görsel bilgiçlik taslaması ile yerelde genelde yalnızca eski tas eski hamam liderlik sultasına boyun eğiş gerçekleşir. O kadar. Belki istenen odur. Belki de uydu halinde sisler rıhtımına yığılma da o sebepledir. Vazgeçilmez hatanın tekrarı için kapılanma.  Hataların büyüsüne kapılmanın ağırlığını ağırdan gündemleştirme. Datasız yadasız her şeye açık veya örtülü anlamlar yüklemeyi maharet sayıp, sonra…
Sonra, herkesi bloklayan hazin öykü buduru bile bile budanmak öyküsüdür bu…
Bu baştan sakat pazılcılık ile paslı ve muğlak ilişkilerle, zulada çoğunluk var bağlantılı restleşmek, zıtlaşmak aslında ayni şey. Benzeşme eşittir asimilasyon. Bu tavırla derlenilip toparlanılır belki ama bu tür kazanışlar özünde bilinen ve beklenen başarıyı zaten getirmez.
Diğer yandan ana hatları ile edep, suç ve kalem usturupsuzluğundan başka bir şey olmayan, aklı sıra suç savma linç girişimleri logolaştırıldıkça iş sarpa sarar. Zaten aslı astarı olmayan bu salvolar, varsa ne varsa dökülse dahi sadece hedef tahtası yapılana çok puan kazandırır. O kadar.
Ayrıca bu işlerden en çok bunalmışlara, hah işte biliyorduk babında ucuzcu yaklaşımlara, toptancı fuar cambazlığıdır her yapılan. Başvurulan kaynak kesilip doğransa da, makaslanıp montajlansa da asla amacı dışına çıkmaz. Sadece olmamışlığı, yaşanmamışlığı kanıtlar.
Çünkü kamuoyuna açık her yazının da, kürsü merkezli her söylevin de bir aritmetiği vardır. Ötede beride çarpıtılmaması için bir formülü vardır. Olmalıdır da. Mürekkep yalamayanlar o formülü çözemezler. Yine de bu savruk harekât yıllardır günaşırı köşelerden dökülen makalelere dikkatleri çeker. İyi de olur bu sayede okunur.
Ancak bu çaylak ilişme, ileri boyutlarda bloklaşmayı tesciller sadece. Ve aradan hep birlikte sıyrılma senaryosunun tutmayışını yineler.
İşte yıllardır işleyen, işletilen herkesi bloklayan, bu hazin öyküye başkaldırmayışın, direnmeyişin neticesidir bu gün için de netleştirilen…
Ortak bilinç düzeyli çözümler üretebilecekken, eldeki gücün farkına varmadan güç kaybına uğramaktadır, bilir-bilgiç gölgesine sığınmak. Baştan kaybetmek, kendini yapayalnız bulmak ve büyüklenmektir kabına sığmazlık. Oysa hiç de öyle değil.
Yönetsel iradeye yeniden kavuşmak, herkesi bloklayan bu hazin öyküye ülke çapında karşı durmakla olur. Ortalık karıştıran, çağdışı bilir-gezer tafrasıyla değil. Blokçulara geçit vermeyerek olur. Blok mantıksızlığının arkasındaki gizli blokçu mantığa arka çıkarak değil. Çünkü bu maraz çözüldüğü an herkesi bloklayan bu hazin öykü de biter.
Öykünülecek bir bilgelik bilgiçlik de kalmaz ortada. Bloklaşma listeleri ile sürdürülmeye çalışılan gaflette çarşafa dolanır…
Ancak herkesi bloklayan bu hazin öyküde ısrar, bu nörolojik baskı, neopolitik yeni siyasi yöntemlerin varlığına ispattır. Ütopik korkudur. Blok mimarisine tapıştır.
Oysaki depresyonun nedeni, debdebeye kanıp, tutku ve yetkiyi her zamanki gibi deneyip deneyip yanılanlara bırakmaktır. Gözleme dayalı analizlere inanmayıp, boş inanç cehaletine bel bağlamaktır.
İşte dakika sektirmeden herkesi bloklayan bu hazin öykünün devamlılığı, çok bilir zatların diri tutulmasına bağlıdır. Blokçu zihniyet karşıtlığına saldırıların da temel nedeni budur.
Çünkü bloklaşan listelerle, sayılı dernekler ileri sürüp, tutku ve yetki yarışında öyküye son noktayı koymak kolaylaşır. Yani herkesi bloklayan hazin öykünün devamını sağlamaktır mesele.
Peki, sonuç solda sıfır…

Hiç yorum yok: