TERCİH-NÜANS
Tercih,
eşitler arasından birini üstün tutmadır. Bedeli ağır, ağır bedelin ödenmesi zor
taraf olma ve yeğleme hakkıdır. Eşitler arasından birini tercih etmeme
yetkisini kullanmak da bazen en doğru tercihtir…
Eğrisi
doğrusu daha üstün veya önemli görüleni yeğleme, yüksek yetenek isteyen tarihi
bir karardır. Her karar aşaması yalnızca kongresel düzeyde güçlü olmak için, şekillenir,
şekillendirilir ise tercihler tutarsızlaşır. Ve tercihlerde ara geçişlilik
başlar. Bu da tercihlerin benzerlik teorisini haklı kılar.
Tercih
kullanma, güçlü güçsüz ayrımı, üstü kapalı gözdağı, verdiğinin karşılığını alma
teklifi, çekilen resti görme, karşı tedbir, saklanan öfke ve şiddet hissi, hesaplaşmalardan
arınma, suçlamalardan kaçınma, üstüne tepki çekmeme, sözü gözü bağlama ile değerlenir.
Veya değersizleştirilir. Kısacası çoğunluğu kafa kol ve beyin yıkama
operasyonları ile referanslara bakılmaksızın refere edilir.
Delege
katılımlı seçim kurullarında değişik tercih tipleri vardır. Bu değişik tip,
ayni kuvvet tercihler fazla öğüt nasihat, tasvir tavsiye dinlemezler. Hiç biri
asla seküler kalamaz, sadece fiyakalı tüyolara bakarlar. Tıkandıkça da tercih
kartı çekerler…
Tercih
türlerinin başında bağımsız ve tek kişilik ordu tercihi gelir. Bu tercihlere taraflarca
ani önemler geliştirilir. Tek amaç
önceden ne yapacağını öğrenmek ve baştan etkisizleştirmektir. Çünkü bağımsız
tek kişilik ordu tercihleri karar vermekte zorlanan, yanlı önerilere hiç aldırmadan
çare arayan tercihlere de komutanlık eder. O nedenle özellikle dayanılabilir ölçüde dışlanırlar.
Yalnızlaştırma ve sıkı kontrollerle yaratılan donuk bir ortamda bırakılırlar.
Sonra kişiliksiz yakıştırmalarla tercihe veya tercih etmemeye keskinlik
kazandırılır.
Bir diğer tercih hiç bir zaman genel eğilimini açığa vurmadan,
derin iz süren tercihlerdir. Bu sırdaş yandaşlık, düşünce ve telkinlerle hiç
değişmez. Dinler görünür ama asla dinlemez. Böylece kimlerin ne düşündüğünü
toplar, derler, biriktirir ve aktarım sağlarlar. Uydusal tavır alırlar. Yüzeysel
bir karakter, hayalci bir sadakat üzerine tercih koyarlar. İşin garibi en çok
tercih edilen, önemsenen tercih de budur.
En zeki ve uyanık tercih ise hiç ter akıtmadan, emek vermeden
beklenmedik kazanç kapılarını aralayanlardır. Yani bunlar beklentilerine değer
sonuçlar için söz dinler poza bürünürler. En tehlikeli ve istenmez tercih olmasına
karşın, fırsat birliği özelinde fırsat eşitliği genelinde anında en gözde görülen
tercihler safına geçerler.
Sorumluluk sahibi ve aklı başında tercih ise anısını, kanısını
hiç saklamaz. Gizli gizli soruları yanıtlamaktan çekinmez. Gizli kapaklı iş
istemez. Güç kudret tanımaz. Şan ve şöhretten etkilenmez. Bunların etkileri
güçlüdür ama yetkileri azdır. Çünkü makam mevki için tercih satmazlar…
Kurnaz tercih her teklife açık tercihtir. Bunların
istedikleri bellidir. Kendilerine samimi ve saygılı izlenimi vererek, belli planları
uygularlar. Plan ortakları ile birlikte çok isterler, verilene razı olurlar. Saf
dışı kalmayı asla tercih etmezler. Direnir, dayanır sonunda verilene fit
olurlar.
Tercihte emin olamayan tercih, pek az da olsa sürekli sorar,
sorgularlar. Çoğu kez özel görüşmeler talep eder. Sözde tanıma ve değerlendirme
ısrarıyla diğer tercih kategorilerine zıplamayı hedeflerler. Uzun süre, başkası
hesabına çalışanlarla tercih istatistiği tutarlar. Sonuçta dengeyi değiştiren
kuvvetin istemi doğrultusunda tercih belirlerler.
En ussal ve kuramcı tercih ise göz alıcı ve solgun güçler
arasında ölçülü davranan tercihtir. Bunlar fazla göze çarpmaktan kaçınarak,
yeni yüz, farklı üslup ve doğru usuller üzerine kafa yorar. Var olan ve var
edilen hiçbir şeyi gözden kaçırmadan, günlük raporlar ve tahminler üzerinde
bilgece davranırlar. Ve destekçi ağırlığına göre asla tercih koymazlar.
Yoğun
delege katılımlı seçimli kurullarda kaybı veya kazanımı ise bu tercih tipleri yanı
sıra aynı eksenden tercih ile terciat arasındaki nüans belirler…
KIYAMET
Kıyamet kâinatın içinde,
kıyametin özü ise kâinat. Dünyanın sonu. Her şeyin. Dinlerin de. İnsanlığın
değil ama…
Dinlerde hep bir mahşer
günü, mahşer meydanı hikâyesi. Ara kopukluğun giderilmesi. Kopuş ve alametlerin
de. Ve en büyük felaket, kıyamet. Kıyametten sonra yepyeni bir kâinat umusu. Ve
insanlığın devamı…
Kâinat vardan yok
olunca, kıyamet yoktan var oluş, diriliş ve yeniden hayat, bambaşka bir kâinat.
Bambaşka bir biçem. Ayaklanma, başkaldırı ve karşı çıkış. Kıyam. Kıyamete can…
Neresinden bakılırsa
bakılsın kâinat ile kıyamet iç içe. Kıyametin içi dışı kâinat. Özü bir zaman meselesi. Sürekli yenilenme ve
tekrar. Son devre, devrin sonu. Bir rakam meselesi, tek kere veya çokluk
zarfında. Ebediyet ve edebiyat kulesi. Kâinat ve kıyamet, birbirinin takipçisi.
Bölünmüş dönemler ve hakikat.
Hakikat insanın sürekliliği…
Yokoluş ve dinlenme sonrası hayat. Kaynağı kıyamet. Ahiret ve
nihayeti yine kâinat. Dinlerin olmadığı yüce maharet. Metinlerde gizli
fiiliyat. Alamet. Hepsi kâinatın içinde. Faaliyet.
Hadise gayet basit. Her yerde adalet. Eninde sonunda hesap ve
hasat. Kerahet, kerat, kırat, sırat, hikayenin aslı sadakat. Kâinat insan
hakkında, insan aklında. Kıyamet insan kalbinde. İnsan içi kâinat. Kıyamet
insanın içinde. Kısaca bölünmüş zaman, belirlenmiş vakit.
Esasen fikriyat…
Bir nevi tabiat. Tabiatın yasalarının altüst oluşu. Ve desteklenmeyen
hayat. Uzak ihtimal. Yaklaşık bir milyar yedi yüz elli milyon yıl sonra. Veya
anlık bir ihmal, Sonsuzda bir ihtimal hemen. Behemehâl.
Bir nevi tokat. Kâinatın sıfır noktası. Kıyamet. Bir birinin
eline doğan hayat. Mahşer günü mahşer meydanında eksiksiz kamet. Nihayet
kıyamet günü.
Kıyamet günü saklanacak mekân kalmayacak. Yeryüzü berbat, gök
harabat, sular ateş, yangınlar buzdan kılıç. Güç, her şeye yetenin elinde.
Zalim önderler, kudretli diktatörler, kutsal krallar, hiçlik içinde. İçi dışı
bir kıyamet. Kâinat uyanışta. Dinler sonlu. Her şeyler bitik.
İnsanlığın kavgası hiç bitmeyen…
Kıyametin hikmeti kâinatın içinde. Kâinatın içinde insan. Dışında
kâinat. İçinde kıyamet. İnsanın içinde kıyamet hikmeti. Asıl kıyamet, kıyameti
bilen insanın sonlu hayatı.
Kâinatın önünde kıyamet, kıyamet gününde insan. Tekrar ve
takip rotasında alem. Koptu kopacak meselesi, kâhinlerin elinde oyuncak.
Kıyamet zihniyet meselesi…
KÂİNAT
Kâinat ancak akıl
terazisinde tartılır. Görüntüsü akıl ölçeğinde tasarlanır. Bir nevi insanın ve aklın
ürettiğidir. Özgür düşüncenin biçimlendirdiğidir her şey…
Dinsel inançların
saptadığı ne varsa, bilimsel kurallar ile temellendirilmedikçe hurafelikten
kurtulamaz. Kainat üzerinden bilim din çekişmesi ve çatışması aklın iç
hesaplaşmasıdır. İrdeleyen, sorgulayan ve hesaplayan akıl dinle asla çelişmez. Bu
incelikli hesaplaşma gereklidir de.
Kâinat aklın bağımsızlığının
delilidir. Tanrıya eşit mesafede, ruhsal reaksiyondur. Kâinatın merkezidir. Âlem, ezber bozandır. Dogmalar
ve kuşkular çıkmazında aklın isyanı, kör inancadır. Körpe akıllara bilim istilasına,
dinin referans olmadığınadır.
İçten içe köktendincilik kâinatın bilimsel ölçümlemesini
yaptıkça, kâinatın sırrı dine bırakıldıkça abartılı ayrıntılarla yüklü, afyon
etkisi yaratan düşler gerçek sayılır. Tüm bilimci aygıtlar bozulur. Ve akla
zarar kâinat deneyimleri yaşanır. Kurgular, şablonlar ve despotizm aklın
terazisinin ayarı ile oynar.
Kainatın başlangıcın da aklı zorlayan teolojik düşüncenin armağanı
alın yazısı ile alın terinin de çatışması ile kendini bulan tarihi gelişim kesilir.
Daha insanlığın tekâmülünde akıllar tıkanır. Bu tıkanık akılla, kainatın
genişlemesi, derinliği, kâinatı düzenleyen ve doğa kanunları ile açıklanan akış
da bozulur.
Oysa kâinatın başlangıcına ulaşma gayesidir aklı yücelten…
Kainatın ölümü kainatın en önemli olayıdır. Varlığı kaplayan
akıl terazisi ile tartılan düzen ile uyumun da yok oluşudur o ölüm. Kâinatı
donatan düşüncenin biçimlendirdiği her şeyin herkesin de ölümü. Yaşanacak olan
yer gök, yok karşıtı ne varsa yok oluştur tümden.
Uyuyan kâinatın, kâinatı naimanın anlam bulmasıdır her ölüm…
Bozuk düzeni ancak akıl terazisinde tartılan ilkeler düzeltir.
Yasalar akıl ölçeğinde örgütlenir. Atomik âlem ve sonsuz boşluk, kâinat büyüdükçe
tamamlanır.
Bir nevi yorgunluk, çürüme ve yozlaşma, bilim din ayrışması ve
çakışması aklın hesaplarını doğrular. Temellendirilen her şey kâinatın içinde kâinat
ve hakikattir.
Aklın bağımsızlığını büyüleyen enerji, çıkmazdan çıkışın
temsili, mana âlemi, kozmolojik tahlil, kâinat sonsuz değildir savıdır. Küresel
sınırlılık çerçevesinde, makul düzenek bitmek üzere savının aklın duvarına
yapışmasıdır. On dört milyar yıl öncesinin testi de imkânsızlaşınca zaten kâinat
tekilleşir.
Ve tekil ama çoklu evren, tek bir evrenden diğerine, sıçrama
kabiliyeti netleşir. Kâinatın başı sonu, aklı şaşırtan mesele olması resmen teolojik
düşüncenin iflasının sonucudur. Çözüm silme akıl küpü ve doğru tartan akıl
terazisidir.
Madde ve enerji, manevi duyum artık hangisi önce biterse. Birbirini
kim yerse. Kâinatın belirsizliği, kıyametin içinde kâinat, kâinatın içinde kıyamet ile aklanır.
Aklın bir hücre ötesi…
İNSAN
Derler
ki; ‘İnsan değişim ve anlam nesnesidir’…
İnsan,
asli nesli yeryüzünü doldurur. İşgal eder. Tarih yazar. Devlet kurar. Savaşır.
İnanır. Tapar. İlla iktidar kavgasına tutuşur. Hükümet olur, kongre yapar. Bir
çıkar bin düşer. Bilinçdışı ampirik hayata hizmet eder. Kişisel hırs ve
özlemleri peşine takılır. Değişim ve anlam nesnesi olduğunu unutur…
Yeryüzünde
hep iki tip insan vardır. Birincisi bu ampirik hayatın temsilcileri, diğeri ise
değişim ve anlam nesnesi olma gereği bilme inanan, tarihi ilerleten, özgürlük
fikrini benimseyenleri.
Her iki
taraf ta tarihin zorunlu ilerleyişini, tarihin sonuna kadar sırtlarında taşırlar.
Aklın hilesi işlemez onlara.
Öyle ki
insan, özellikle hırs, özlem ve diğer duygularla tarihin gerileyişinde önemli
rol oynar. Çıkarı doğrultusunda büyük değerler gerçekleştirme pozuna bürünür. Diğeri
tarihin ilerleyişine yön verir, yönetimler kurar, medeniyetler kurar. Büyük
işler yapar.
Ancak
daima var olanı da, ver edileni de yıkar, yok eder…
Yani
insanın biri tarihi var eden, diğeri hiç pahasına sonlandırandır…
İnsanın
bu iki tipli ruh hali ürettiğinin, hayata mal ettiğinin hepsine, her şeyin
ruhuna da geçer. Bu tarihi ilerleten ve gerileten pratik ile ilgili değişmezliktir.
Bir anlamda kavram ve nesne çelişkisidir. Her türlü doğal ilişkinin, çelişkiye
dönüşmesi denkliğidir. Renkliliktir. Diyalektiktir.
İnsanın
kurduğu toplumsal düzenek, esasen nihai aşamada her türlü toplumsal uyumsuzluk,
çelişki ve çatışmanın olmadığı bir yeryüzü kurgusuna hizmettir…
Yani
insan değişim ve anlam nesnesi olarak, mutlak uyum düzenine aracılık eder. Uzun
tarihi yolculuğun en temel ögesi de insan aklı olur. Son ana son değişikliğe
kadar, kendi tarihini yaratma tecrübesi kazanır.
İnsan
bunca ayrıcalıklı gücüne koşut, her tarihsel gerçeği de bilmeli ve hayata
işlemelidir. İnsan, kendi tarihini kendi yapar ancak tarih, insan iradesinden
bağımsız objektif bir zorunluluğa göre akar.
Uyumu
veya uyumsuzluğu belirleyen etkenler insan dışına odaklıdır. Öğrenilmelidir…
İnsan
için en önemli iş, geleceği koruma bilgeliği ve ayrıcalık üzerinden, irade
girişim özgürlüğüdür. İşte bu yüzden insan tarihsel zorunluluk gereği, kitlesel
hedefler koyar. Ve bu zorunluluğu kavratma mücadelesine girişir.
Yani
insanın değişim ve anlam nesnesi oluşu doğrultusunda, kaçınılmaz gerçekliği
Devrim olgusunun değiştirilemezliğini savunmasıdır. Devrim inancıyla da hakiki
düşüncenin, nesnel değişim yasağıyla örtüştüğünü öğütler.
Çünkü
insan nesnel, toplumsal yasaları öğrenerek özgürleşir. Öğreterek özgürleştirir.
İşte bu özgürleşme bağlamında yeryüzünü dünden yarına, zaman ve mekân
bağlamında yaşanır kılan veya yaşanmaz hale getiren insandır.
İnsan
değişim ve anlam nesnesidir. Listesi de uzar gider…
YÜKSEK TİCARET’TEN “MARMARA EKONOMİ KONGRESİ”
İstanbul Yüksek Ticaret ve Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F Mezunları
Derneği Genel Merkezi, Marmara Üniversitesi Rektörlüğü ile birlikte 20-21
Aralık 2019 tarihlerinde gerçekleştirilecek ekonomi kongresi düzenliyor.
“Marmara Ekonomi Kongresi” adıyla düzenlenecek etkinlik Marmara Üniversitesi
Rektörlük Binası’nda gerçekleşecek.
İki gün sürecek kongrenin açılışı rektörlük binası konferans salonunda
20 Aralık 2019 günü saat 09.30 da açılış konuşmaları ile başlayacak. Açılış
konuşmalarını Dernek Genel Başkanı Mustafa Karsavuran ve Marmara Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Erol Özvar yapacak.
İlk günün 1. Oturumu; “2019 yılı
Dünya Ve Türkiye ekonomisinin değerlendirilmesi”, 2. Oturum ise “2020 yılı
Dünya Ve Türkiye ekonomisinde beklentiler” başlığında gerçekleşecek.
İkinci gün ise “İş dünyası konuşuyor” üst başlığında ilgililerin
sunumları ve “kongre değerlendirmesi” ile etkinlik sona erecek…
PART, PARTİ UMUT OLMA
Adı egemen sermaye, soyadı çokuluslu para gücü, kendi sorunlarını
giderecek manada kimi güçlü görürlerse memlekette umut o olur. Kişi ise kişi,
parti ise parti. Partisi yoksa şahsa özel parti kurdurularak, umutlar ona
bağlanır. böylece inisiyatif hep elde tutulur. Ve iktidar alternatif partilere
veya sola hiç geçmez…
Bu sağlama için memleket insanı görülen ancak burjuva klikleri ve emperyalist
mihrakların elinde yetişenler, en cazip kimliklerdir. Umuda yeltenişte egemen
sermaye, parlamenter oligarşi veya lider sultası eliyle, daima mevcut çıkarları
doğrultusunda uydulaşan yönetsel
mekanizmayı destekler. Bu net olgu umudu da kontrol eder. Umuda yönlenişleri de.
İç dış, etkili ve yetkili çevrelerin de
girişimleriyle güven vaat eden temsilcinin ismi veya hangi parti olduğuna
bakılmaksızın partisi sublimate edilir. Gözlere sokulur. Daima Sol tehlike
üzerinden konumlandırılan bu projeler zamanı geldiğinde hemen hayata bulaştırılır.
Tutar da.
Dozu ayarlanan gerilim politikası atmosferinde,
bir anda, hiç umulmadık anda en iyi temsilci olarak kendini kanıtlaması da sağlanır.
Fırıldaklarla fotoya, potaya sokulur. Yegâne arzu kesintisiz hizmetin,
hizmetçiliğin sürer gider babında kanaatlere yerleştirilmesidir. Meşrulaştırılmasıdır…
Parti ve umut olma bağlamında büyük sermaye, en
iyi hizmeti kimin verdiği ve en iyi temsilcinin kim olduğuna ince eleyip sık
dokuyarak bakar. Eğer kanıtlar ve kanaatler uygunsa, karakterin kimliğine, partinin
kimliğine bakılmadan kamuoyunda tercih edilmesi yönünde çaba ayyuka çıkarılır. Temsil
ilişkisi anında kurulur.
Toplumsal destek için bütün argümanlar
kullanılır. Ciddi oranları tutturma yarışında tek olduğu hayata geçirilir.
Potansiyel güç istenen sonuç adına, kimi unsurları da harekete geçirir…
Desteklenen ana blok, diğer bölünmüş bloklara
ve farklı odaklara karşı zafer kazansa da asıl zafer egemen sermaye ve
çokuluslu para gücünün zaferi olur…
Diğer yandan kazanmış parti, daima dış
bağımlığa öncülük etmiş sembol partilerin devamı olma özelliğini de bünyesinde taşır…
Aslında sistemsel ilerleyiş parasal hâkim
bloğun izin verdiği düzeyde bir işleyiştir…
Küresel sermayenin zararına, umuda yelken açılmasına
ise anında müdahale gelir. Bir müdahale ile önü kesilemez bir değişim isteği
var ise, peşi sıra müdahalelerle sindirilir…
Başka bir deyişle büyük sermaye ve emperyal güdümlü
iktidarlara karşı yeni sol kültür oluştuğunda, bu sol blok belli bir partiyi
iktidara taşıyacak güce eriştiğinde tablo anında değişir. Değiştirilir. İç
savaş gerilimine dek her şey kullanılır. Bunalım derinleştirilir. Mevcut
partiler de bu açmasın ve çıkmazın içine sürüklenir. Resmen gelişen solu yok
etme, dağıtma üzerine bloklar azdırılır. Ortam çok farklı bir çehreye döndürülür.
Ve bu yoğunlukta büyük sermaye temsilcisinin kim olacağına dair araştırmalar ve
görüşmeler yapılır.
Ve partiler peşi sıra kurulur…
Yani egemen sermaye ve emperyal güçler,
kendilerini sarsabilecek problemleri giderecek namzedi bulduğu an düğmeye basılır.
İhtiyari, iktisadi saldırgan politika durdurulur. Ortalık durulur. Başlangıç gongu
vurulur.
Hali vakti önceden bilinen kişi ve kişiler bir
güzel tıraşlanır, süslenir, yetkilerine yetki katılır, emrine verilecek parti
kurulur. Kurdurulur.
Kurgu budur…
DİN GÜVENCİ
Tüm dinler, güven duygusu hissettirmek, güvenilmek, tapmak ve tapınmak
üzerine kurumlaşmıştır. Dinler özelinde güvenin zedelenmesi tek derttir. O
yüzden dinler, din iliminin doğrultusunda olsa da, diğer dinleri ve din getiricileri
incelemeyi ve öğrenmeyi doğru bulmaz. Ve önermez. Yalnız kendisinin tanınması
üzerinden, diğerleriyle ilgilenmeyi tam yasaklar.
Oysa dinler, kendi dinlerinin kutsiyetinin ve görkeminin anlaşılması
açısından öteki dinleri de incelemeyi öngörmelidir. Ne hikmetse hiçbir din böylesi
bir yakınlaşmayı kabul etmez. Reddeder. Diğerlerini
imansız ve kâfir sayarak, dinden çıkma ve din değiştirme tehlikesini bertaraf
edebileceklerini düşünürler. Böylece her doğruyu, her uyarıyı, Tanrı adına var
olmuş olsa bile, kışkırtıcı ve saptırıcı sayarak dinlerin kapsayıcı yönünü
inkâr ederler. Çünkü öteki dinlere kapılma içgüdüsünden korkarlar.
İç isyanı bir şekilde sindirirler. Zaten bu
yüzden her din, öteki dinleri anlamayı ve anmayı isyancılık, yolunu şaşırmışlık
bağlamında değerlendirir. Çünkü diğer dinlerin ve öğretilerin de, uyulacak ve
kabullenecek yanları çok benzerdir. Aralarında ince bir çizgi mevcuttur. Ve
çizgiyi aşmak, tercih etme ile sınırlıdır. Korkulan budur. Yani dinlerin inananlarını
hangi konularda mutlu, ne zaman mutsuz veya hangi eylemlerle mutlu edeceğinedir,
asıl çekince.
O yüzden anlam kargaşaları yaratılarak dinler
arası çelişkiler ve tezatlar arttırılır. Tanrıya ulaşma ve yardımlarını talep
etme üzerine ayrıntılar çeşitlendirilir. Ve her din, tutkunlarını kaybetmeden, çoğaltma
gayesi güder. Sanki ne kadar çok bağımlısı varsa, o din o kadar makbuldür ve en
doğrudur mücadelesi verilir.
İşte dinler, kuşkulu ama inananını suskunlaştıran,
iz takibini zorlaştıran bir içerikle yüklüdür. Keskin tabir ve tedbirlerle bu
duygular tırpanlanmaya çalışır. Yani dinler, din iradesi ve otoritesi
çerçevesinde, kendisi dışındakileri daima reddeder. Reddetmeseler bile
kurnazlıkla öğrenilmesini ve incelenmesini onaylamazlar. Tek doğru olduklarını
güvence altına almak ve bağımlılarını kaybetmemek için tuhaf bir şekilde bu
reddi mirasa başvururlar.
Oysa her yeni din öncesi başka bir dindir. Son
dinlere doğru, öncesi bambaşka dinlerdir. Yani dinlerin dinleri doğurduğu, Tek
tanrılı veya çok tanrılı bir dünya düzeninde, tasvir ve tavsiyelerle her din
kendini dünyadaki varis ilan eder. O yüzden biri diğerini ziyan sayar. Serveti
kendinden menkul görür. Sevgiden çok düşmanlık yayarak, ihtirasları dizginler
veya delirtir. Bir yandan da diğer dinleri ve din getiricileri doğruluktan
ayrılmışlar şeklinde niteler.
Diğer yandan da her din, diğer dinleri araştırmayı,
onlar üzerinde çalışmayı kendine saldırı sayar…
DİN
GETİRİCİ
Sonsuzluğu
işaret eden tüm çağrılar, karanlığın kalkmasına yönelik bütün ilkeler
seçilmişlik felsefesine hizmet eder. Seçilmişler de, din getiriciler olarak
dinlere…
Gizlerin
gizini öğrenmek ve öğretmek üzerine şekillendirilen bu dinsel kurguda, din
getiriciler dünya zenginlikleri ve değersizliği ikileminde pek de esrarengiz
görünmeyen, bilindik bir rota izler.
Din
getirici öncelikle ırkına ve atalarına ve onların din dünyasına sıkı gözlemcilik
sonrası beliren, mevcudu saygın bulmama hissini, başka bir din arayışına dönüştürür.
Zamanla
her din getirici, din getiren insan,
insan- tanrı modunda, bir metne bağlı, ince mesajlarla, paha biçilmez vaatlerle,
din tasarımının içini doldurur. Yol gösterici tavrıyla, kutsal saydığı bir
öğretiyi zaman içinde yayarak, kutsal bir işaret olduğuna dair genel bir yargı
oluşmasına çabalar.
Bu tüm din getiricilerin izlediği ortak yoldur. Katlanılmaz
acılara dayanmak ve kutsal öğreticinin bir neferi ve elçi gücü olduğunu her
fırsatta anımsatmak da ortak ifade biçimidir…
Her din getiricinin çıktığı yol çok uzundur. Bu uzun
yolculukta her biri evrensel bilgiye yönelen bir rehber sükûneti de taşır. Kısa
sürede dünya hâkimiyeti sanrısı, dünyanın gizemine dönük bilgi aktarımları ile
saygınlık kazanırlar. İşte kazanılan o saygınlık, zayıf kılavuzluğu, ses
getirir hale dönüştürür.
Birden beklenen bilge olduğu kulaktan kulağa fısıldanır.
Mevcut dinler boyunduruğunda ezilmişliğin, yeni bir dinle, yeni bir din
getiricinin getirdiği ile kalkacağı algısı doğar. Diğer din kaynakları ile bu
algı beslenir. Dirlik, düzen beklentisinin, doğan bu yeni dalgayla, yeni din
getiricinin peşinde birleşerek sağlanacağı inancı da sonraları din olur.
Aslında desteklenilen ve esinlenilen, çağının ötesinde bir rol
model oluştur. Din getiricinin yeni bir dini projelendireceği, din getirici ve
din kurucusu olduğu başta hiç kaale alınmaz…
Alınmaz çünkü sonsuzluk işaret eder ve mutlaka bir kurtarıcı
gelir beklentisi her karanlık ortamın reçetesidir…
Din getiricinin mucizevi alametler ile donanımlı olduğu, yeni
inanca girmede, getirilen dini seçmede birincil etkendir. Maharetle kullanılan
bir unsurdur sihir. Din, bu donatılarla, belli ve en bilindik yoldan Tanrıya
bağlanır. Böylece din getiricinin gerçek ve tek olduğu savı da kanıtlanmış olur.
Bu arada bütün din getirenlerin bu zorlu dinsel sunum öncesi,
din getirici olarak bedensel ve zihinsel seyahatlerle etkinleştirildiği, yetkinleştirildiği
de bilindik bir süreçtir. Gerçi birçoğunda gizli kalsa da, gizli olması
sağlansa da bütün din getiriciler, seçildikleri an itibariyle bambaşka
kişiliklere dönüşürler. Görev öncesi veya sonrasında dönüştürülürler.
Yani kutsal savı yaymada, kutsal çağrıyı anımsatma da hiç
sorun olmayacak, sorun yaşamayacak bir din getiricisi pozuna büründürülürler.
Bu bürünme, anlık bir geçiş izlenimi yaratılarak, din bekleyenlerin
beklentisine sunulur.
Oysa din getiriciler zekâya tapma derecesine varan kıymette,
bir sorgulanma ve sorgulamanın varlığı özelinde yetişirler. Yetiştirilirler. Çok
özel bir şahsa dönüştürülürler…
İşte bu dönüşüm hızla ve kolayca kabul görür. Bu kabulün
yayılmasında, din getiricilerin özel olması bir
etkendir ama asıl etken, genel çoğunlukta artan din beklentisidir…
PARTİ KUR KURTUL…
Güç olma güç yaratma, reel siyasetin temel dayanağıdır. O yüzden kurulu
partilerle, iktidar gücünü ele geçirmek zor görüldüğünde, hemen yeni parti veya
partiler kurulur…
Kurgu uzaktan kumandalı ise güç zehirlenmesi devam eder. Dolayısıyla asla
arkasında ne yatarsa yatsın, araştırılmaz. Bilinse de hiç önemsenmez. İş nereye
dayanırsa dayansın fark etmez. Amaç parti veya partileri, hedefsiz millete
kabul ettirmektir. Hep aynı süreç işlemeye başlar. Ayrıca politik güç olmak
için hangi ödüller ve sözler verildiğinin de hiç önemi yoktur.
Geçmişi ne ki geleceği ne olsun neden sonuç ilişkisi hiç gözden geçirilmez. Tek bahis, güç tarzlarından
birine yığılma üzerinedir. Derin incelemeye tabi tutulmadan dayatılan Karakapitalin
kurumlandırdıkları adına güven yaratmadır bahse konu.
Zaten kurulu sisteme sermaye aktarımının, kimin
eli ile olacağı, hangi politik gücün sahipliğinde ağın genişleyeceğinin de önemi
yoktur. Büyük sermaye bilir bilir gereğini yapar. Karakapitalin güç devşirmesi
ve güç göçermesini hangi parti ile sağlayacağı bellidir. Sembolik sermaye ve
sembolik parti veya partiler.
Ve her tıkanmada yeni dönem başlar. Ve eski-yeni
politik tipleri donatma, kamuoyu oluşturma, medya algısı, referans
güncellemeleri, itibar kazandırma, istikrar ve istatistik aktarımı, etki yetki
sahibi bilgeler konumuna getirme peşinden gelir. Geleceği karartanlar olduklarına
bakılmadan gelecek günü kurtaracak havaya sokulur.
Böylece mağdur kesimleri arkasına katarak, egemen
güçlerin ekmeğine yağ sürecek atmosfere hizmet başlar.
Hâkim güçlerin tersine zıddına politika üretecek,
politika yapacak parti veya partiler olmadığı muhakkak bir durum bu durum. Pek
inandırıcı değil ama hâkim irade çok umutlu.
Çokuluslu sermaye şimdi bu yeni süreci
dayatıyor…
Ne yazık ki, on yıllarca peşi sıra kurulan
partiler devlet kurumu farz edilse de, devletin içinde, grup sermayenin aracısı
işlevi görürler. O yüzden kısa ömürlüdürler. Kapıkulu gibi kamuoyunda güç devşirirler.
Toplum desteği bulurlar. Evrensel güce hizmet ederler. Doğrultuları hep aynıdır.
Ve çok çabuk biterler.
Günü gelip çattığında ise farklı görüntü veren
yeni parti ve partileri inşa edilir…
Oysa hiçbiri tarihsel bir gereklilik,
vazgeçilmez bir durum değildir. Politik şemanın veya küresel güçler aygıtının parti
veya politik örgütlenmelerle, egemenliğini sürdürme gayesidir. Durum budur. Günü
ve durumu kurtarmaktır. Eski model usullerle, tutucu siyasetin gittikçe azalan popülaritesini
güncellemek içindir her şey.
Belli amaçlarla kurulduğu bariz parti ve
partilerle, millet yararına güç yaratmak söz konusu olmaz. Bu partiler egemen
güce boyun eğmek ve reformist akımların önünü kesmek dışında iş göremezler.
Sonuçta geçici bir heves ve hevesin bir nebze
tutması büyük sermaye ye yeter. Yeter de artar.
Yani iyice puslanan havayı değiştirmek için kurulan
bu yeni parti ve partilerle, anca güce tapınma devam eder. O kadar…
TARİHİ TEKRAR
Her
kongre dönemi, yakın tarihi akla gelir. Solcular acaba diye umutlanır. Tarihi
tekrardır, olur mu olur…
Olmalı
çünkü milliyetçi cephe iktidarlar, sol bloğu kendi içinde devamlı kırarak, güç,
zaman ve inisiyatif kazanırlar. Bu arada makam, mevki ve mevzi kazanmayı da hiç
ihmal etmezler. Her fırsatta adam devşirirler. Ağır aksak kurumsal işleyiş
kurulduktan sonra da, uzun yıllar faşizme davetiye çıkaracak modda, Anayasaya
aykırı bir yönetim modeliyle devam ederler.
Bunun
en bariz örneği, Ecevit CHP’sinin 74 iktidarında ve sonrasında gizlidir. Bariz
bir üstünlükle CHP hükümet olduktan sonra milliyetçi
cephe bileşenleri ile yerli işbirlikçiler tutuştu. İktidar
nimetlerinden kısacık mahrum
kalışın kalıcı olabileceği endişesiyle iç dış odakların tesirindeki milliyetçi
cephe sorun üstüne sorun üretti. Tez elden siyasi kutuplaşma ve toplumsal
kamplaşma yarattılar. Resmi, sivil faşist baskı unsurlarını, ruhsatlı ruhsatsız
yurt sathına dağıttılar. Sisteme faşizan ayar çekildi, saldırgan yayılma
hızlandırıldı. Bir iç savaş tablosu oluşması için sistematik bir plana açıkça onay
verildi.
Tüm amaç Ecevit CHP’si ile realize olan sol blokun
durdurulmasıydı. Çünkü Ecevit CHP’si çevresinde kenetlenen sol cephe iyice genişleyerek,
milliyetçi cephelerin bir daha iktidar olmasının önünü kesecek güce erişmişti. Toplumsal
dinamik, devrimci öğrenciler, emekçi halk, demokratlar, akademisyenler,
yazarlar, aydınlar öncülüğünde Ecevit cephesini destekliyorlardı. Deniz
bitmişti.
Önce belli merkezden programlandığı aleni kaos politikasına
geçildi. Anında etraf kana bulandı. Sonra millet can mal derdine düşürüldü. Geniş
halk yığınları geçim sıkıntısı ve yokluk içine hapsedildi. Art niyetli katliamlar
sahnelendi. Topluma büyük acılar yaşatıldı.
Ve bilinen beklenen son, resmen sola karşı 80 faşist darbesi…
Diğer yandan 80 öncesi kurulan milliyetçi cepheler
iktidarında, işler hepten sarpa sardığında
Ecevit CHP’sine yeniden hükümet olma yolu açıldı. Bu elbette hâkim güçler ve
faşist uzantıları için aleyhte bir gelişmeydi. Ancak kurumsal yapı, mevcut
devlet çarkı ve güvenlik güçleri Ecevit hükümetinin başarısız olması için içten
işte çalıştılar. Tuttukları kilit mevkilerde çekişerek, çatışarak resmen
savaşarak hükümetin iktidar olmasının önünü tıkadılar.
Ecevit CHP’sini ve hükümetini taban kitlesinin istemlerine
bile çare üretemeyen aciz hükümet çizgisine gerilettiler. Ecevit CHP’si sol cephenin taleplerini karşılayamaz pozisyona
getirildi. Ve hâkim güçler ve faşist
uzantıları için başta tehlike görülen Ecevit CHP’si hükümeti, planlı geliştirilen
ağır şartlar yüzünden sistem içi bir profil çizdi.
Böylece Ecevit CHP’si alanlardaki sol ve antifaşist güçlerle
olan ilişkisini kopardı. Doğal bütünleşme zaafa uğradı. Zamanla desteği
kaybetti. Karşılıklı güven tam düzene başkaldırı arifesinde yitirildi. Geniş
sol blok sahipsiz kaldı. Yani milliyetçi cephe süreçlerinde, Ecevit CHP’si iki
üç kere hükümete getirilerek, artan sol birikim bölündü herkes kendi yoluna
gitti.
Egemen sermaye ve yerli işbirlikçilerine korku salan iktidarı
ele geçirme durumundan, bir daha asla hükümet olamaz duruma getirilen bir CHP
yaratıldı. CHP karşıtlığı daima diri tutuldu. Bellik dönemlerde, her çıkış
gösterdiği aşamada, üstü üstüne hamleler gerçekleştirilerek yeni bölünmeler
güncellendi.
İşte o yıllardan bu yana bölünmeler birbirini takip ederek
geldi. CHP üzerinden solun iktidar olmasının önü hep tıkandı.
Ancak iç ve dış destekli bu bölünmeler asla kesin kopuşlar
değildir. Çünkü yıllar yılı, egemen güçlerin solu yok etme politikaları asla
tutmamıştır. Sol sadece parçalanabilmiştir. Önemli olan solun çok parçalığının,
dağınıklığının, güçsüzlüğünün, güçlü ve kararlı bir CHP önderliğinde tekrardan
ortak paydada bir araya getirilmesidir.
Yakında gerçekleşecek kongreler ve kurultay, değişimi, dönüşümü
ve sola açılımı hayata geçirecek tarihten ders almış bir lideri ve kadroları
güncellerse, tarihi tekrar sağlanır. Ve umuda yolculuk hızlanır. Yenilenen CHP
rahat taban bulur. Yılgınlık ve yoksunluk aşılır. Geniş halk yığınlarının sağa
teslimiyet dönemi biter.
İşte kongreler bunun için çok önemli; Günden güne gelişen bir
diriliş ve umut ışığının yeniden doğması için. Tarihi tekrar için…
PARTİ KURUL…
Tarihinin
en büyük politik ekonomik bunalımının yaşıyor memleket. Her alanda kriz var.
Uyumsuz ve dengesiz bir yönetsel yapı, bileşenleri dışında kimseyi görmüyor.
İstikrarsız bir istikamet izliyor. Kamu tıkanmış ve işlemez halde. Yeni model işlemez
durumda. Yoksullaşma, mülksüzleşme ve bunalım üst boyutlarda. Memleket tam
anlamıyla sıfır noktasında…
İşte bu
sıfır noktasında, sığlaşan politika neden olduğu krizleri görmezden gelerek,
sıfır noktasından çıkışı yeni partileşmelerle sağlamaya çalışıyor.
Egemen
sermayenin özel desteği ve gizli planlarıyla kurulacak yeni parti veya partiler toplumu, toplumsal patlamanın uzağında
tutma görevini yerine getirecekler. Umut var diyecekler.
Oysa on yıllardır izlenen çarpık kapitalistleşmenin yarattığı
ekonomik kriz, dev boyutlara ulaşınca mevcut iktidar elbette güven kaybeder.
Kaybetti de. Bu yoğun kaçağı, kaçışı gören büyük sermaye sola iktidar kapısını
kapamak üzere bu yeni partileri gündeme soktu.
Görülen odur ki geleneksel yapıları parçalayarak, geniş yığınları
emperyalizmin güdümünde yöneteceklere yeni imkânlar tanıyor. Güdümlü
politikacılara yeni imkânlar yaratılıyor.
Memleketin politika çöplüğü bu kullan at partilerle dolu.
Dolu olduğu bilindiği halde yurt sathına, tünelden ancak böyle çıkış gerçekleşebilir
algısı yerleştiriliyor.
Egemen sınıfların tek derdi gayesi var; vadesi gelmiş, geçmiş
borçlarını almak, yeni borçlar, bol krediler vermek ve dış bağımlılığı artırmak.
Yabancı madde, hammadde ölçeğinde üretim, ithal ikamenin devamı, ekonominin
durma tehlikesinin bir şekilde aşılması, mamul, yarı mamul, makine teçhizat, teknoloji
transferinin sürdürülmesi. Dertleri bu.
Bu sürdürümün hangi parti veya parti iktidarıyla
gerçekleştirileceği de, politikanın yeniden dizaynına bağlı. Dizayn için
gelinen sıfır noktası, tam da zamanı. Tam isabet. Belki de plan program bunu
gerektiriyordu. Yani istenen ve beklenen de buydu.
Zaten toplumsal tablolarda yaşanan kırılma görülünce, o
bilindik formülasyon bir anda güncelleniyor. İktidarın teslim edileceği parti
veya partilerin kurulması ve tanıtımı.
Böylece krizi yıllar yılı büyüten siyasi aktörlerden, mağduriyet
giderecek, imajı yenilenen liderler yaratmak ve onlara partiler kurdurmak
yoluna geçiliyor. Durum, aynıyla beyan budur.
Her dönem mağduriyet ve kriz, politikada yükselmenin ve
çıkışın baş malzemesidir…
Egemen sermaye tam bu aşamada devreye girerek hiç devreden
çıkmamışlığı da bir gerçek, siyasetin işleyişine yeni partiler ekliyor. Ve
ekletiyor.
Yani kâğıt üzerinde düzenin devamı dâhilinde, benzer düzeyde,
hiçlik, yokluk ve sıfır noktası sorunlardan kurtulmayı sağlayacak, krizden
çıkışı gerçekleştirecek, biriken işleri görecek rol modeller yaratılıyor.
Siyaset sahnesine bu yeniden sürüm, şans ve avantajı kurulan yeni
parti veya partilere geçmesi ve gelişmesi sürümü. Şimdilik sunum aşamasında.
Tutup tutmayacağı ise gelecek günlerin oyunu. Gelecek, tutmaz
ise stepnesi de hazır…
CEMAL KAYA, ADAY OLUŞUNU
BASINA DEĞERLENDİRDİ…
Cemal Kaya, CHP Esenler 11.
Olağan Kongresi’nde İlçe Başkanlığına neden aday olduğunu yerel basına anlattı.
Kaya; “Ben şu anda İlçe Başkanlığımızı yürüten arkadaşımızı desteklemiştim.
Fakat CHP oyları Mart 2019 seçimlerinde ve 24 Haziran 2019 seçimlerinde %
12’lere kadar düştü. Partililerimizde CHP’nin Esenler’de iyi temsil edilemediği
ortak kararı oluştu. Ve İlçe Başkanlığı’na aday oldum…”
Cemal Kaya devamla; Uzun yıllardır AKP
yönetimde. AKP’nin yıprandığını, yolsuzluk batağına battığını, adam
kayırmacılığının alabildiğine yoğunlaştığını görüyoruz. Böyle bir ortamda
hâlâ AKP’nin Esenler’de oy oranının yüksek kalması kabul edilir bir şey değil.
Oy düşüşü var ve bunun iyi değerlendirilmesi lazım. Bunu arkadaşlarımızın iyi
tahlil etmesi gerekirdi. Buna bir başarı hikâyesi demek yanlış olur.
Eksikleri var. Yönetemedikleri oy oranının düşüklüğünden belli.
Ben böyle düşünüyorum. İyi yönetirsen oy oranları yükselir. İyi yönetmek için
de anlatmak lazım. Bulunduğu, oturduğu, yaşadığı yerde eksikleri, Ak Partinin
yapmış olduğu siyasi çalışmaları, sosyal ve kültürel çalışmaları seçmene
anlatman lazım.
Demek ki anlatmıyorsun, millet de çok güzel yer zannediyor burayı.
Nasılsa CHP’nin İlçe Başkanı da anlatmıyor. CHP İlçe Başkanı da anlatmayınca
demek ki sokakta her şey çok güzel gidiyor, kendisine hizmet vermeye çalışan
partiye tekrar oy veriyor.
Ben böyle bir ortamda
CHP’nin Esenler’de oyunun artması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için adayım.
Benim başka bir sebebim yok. Gidilmedik yer, buluşulmadık esnaf bırakmayacağız.
Bu bir eksiklik, yapılmamışlık. Bu çalışmalar neticede sandığa oy olarak
yansımıyor.
Partinin içerisinde beraber çalışabilecek, aynı şeyi düşünebilecek
ve hedefi aynı doğrultuda olan birçok insan dışarıda kalmış şu an, bekliyor.
Muhalefet olarak bekliyor. Cumhuriyet Halk Partisi’ne oy verecek halk da
bekliyor. Ancak onun sorunlarını çözecek bir ortam hazırlanırsa, o
vatandaşlarla konuşulursa sana oy verir…”
RESSAM TURAN BÜYÜKKAHRAMAN SERGİSİ, PİRAMİD SANAT’TA…
Esenlerli ressam Turan Büyükkahraman’ın kişisel sergisi “Hakikat El’li” 19
Aralık 2019–16 Ocak 2020 tarihleri arasında Piramid Sanat’ta. Serginin Açılışı
19 Aralık, Perşembe günü saat 18.00-21.00 arası gerçekleştirilecek…
Ressam Turan Büyükkahraman, yeni sergisinde, renklerin canlılar
üstündeki etkisine ve sembolizmdeki derinliğine vurgu yapan bir seri sunuyor.
Sergi insan yaşamının evrelerini de yine bu dinamikten yola çıkarak inceleyen
eserleri içeriyor.
Sanatçı Turan
Büyükkahraman renk kullanımı ile ilgili; “Her rengin titreşimi, frekansı, o
rengin kendine ait bir manyetik imza içerir. Bu imza, kâinatın her zerresine
vurulmuş bir mühür niteliğindedir. İnsanlık tarihi kadar eski bir bilgi olan
“renklerin sembolik kullanımı” gerçekte bir öğretidir. Kurallarını insanî
zevklerin belirlediği ve ruhî sezgilerin süslediği içsel bir öğreti…” diyor.
Hakikat El’li, 16 Ocak 2020 tarihine kadar Piramid Sanat’ta izlenebilir.
Piramid Sanat; Taksim Meydanı ile Tarlabaşı Bulvarı arasında
Kuveyt Türk Binasının yanından girilince 100 metre ileride, 6 katlı mavi bina…
Ressam Turan
Büyükkahraman kimdir?
Turan Büyükkahraman 1968, Erzincan doğumludur. Esenler İbrahim
Turhan Lisesi mezunudur.
1990-1996 yılları arasında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü’nü bitirmiş, 2006’da Mimar Sinan Güzel
Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisansını
tamamlamıştır.
KONGRE TEPKİLERİ
Tepkili
kitlelerin politik güce dönüşmesi için önce sağlam bir politik yöntemin ortaya koyulması
gerekir. Bu yöntemin hayata geçmesi için de, hâkim algıyı ve mevcut kuvvetler
dengesini kırmak birincil etkendir. Kongreler işte bunun için yapılır…
Zaten hâkim
algıyı kırmadan, farklı bir algıyı hâkim kılmak oldukça güçtür. Bu kırma ve kırılma,
güç gösterisi ve psikolojik mücadele ile mümkündür. Artı destek bulmak ise sempati
ve güven verme ile olasıdır. Kitle desteği ise değişim ve dönüşümün
olabilirliğinin telkini ile gerçekleşir.
Tüm bunlar da
ancak kongrelerde bilinç ve bilinç aktarımı yolu ile mümkündür…
Rasyonel bir
içerikte buluşulmadan, sadece duygusal ve sosyolojik bağlar temelinde kurulan
ortaklıklar uzun ömürlü olmaz. Paralel yaklaşımlar, ideolojiden uzak
paylaşımlar, günü kurtarmaya yönelik saflaşmalar siyaseti belirler. O siyasette
kongreleri. Ve daima tekrara düşülür. Başa dönülür.
Günümüzde herhangi
bir provokatif kongrecilik anlayışı kazanmış olsa da, ne tür bir algıya hizmet
edeceği baştan bellidir. Bu kongreci mantıkla tepkili kitlelerin, tepkisiz bir
ortaklığa mecbur kılınması dışında bir sonuca varılmaz. Bu öyle bir travmadır
ki enerjiyi kendi içinde tüketir. Tükenmişlik bir yana siyasetin normal akışı
da bozulur. Zamanla baskı, yıldırma ve yaygara temelinde ancak ve ancak sembolik
çıkışlara izin verilir.
Oysa kitlesel
tepkinin açıkça dışa vurulmayışı, aktif katılımların da önünü keser. Ve eskiyen
rol modeller ile yalnızca toplumun kurucu unsuru olma babında güç devşirme ve
iktidar olma zorlaşır.
Yani kendi
içinde kronikleşen ve değişmez sanılan algıyı kırmadan, toplumun rıza
gösterdiği genel iradeye karşıtlık algısı hiç de inandırıcı olmaz. Çünkü
içeride oluşan güç merkezleri etrafında biçimlenen tablo, kitlesel tepkiyi
örgütleyemez. Yıllardır örgütleyemediği de belli.
İşte o
nedenlerle kongreler ve kongrelerin işlevselliği çok önemlidir. O yüzden içsel
dışsal etkenler ve tepkilere duyarlı ama muhalif bir işleyiş ile çalışılmalıdır.
Kongreler gerekli tedbirleri alan, düzenleyici ve değiştirebilir bir sistematiği
öncelemelidir. Uyumlu bütünsellik ancak böyle oluşturulabilir. Ancak böyle mevcut
iktidara alternatif politik güç olunduğu algısı verilebilir.
Yani her türlü eylem
esnekliğiyle tepkiyi müdahaleye dönüştürecek ve iktidarı alt edecek bir his ve
bilinç ortaya koymadan, itaatkar referanslarla kongre tüccarlığının icrası sadece
hakim algıyı devam ettir. Hakikatlerin de üstünü örter.
Tepkili ve muhalif
eğilimler dengesiz ve uyumsuz görüldükçe, politik güçlenme de zaafa uğrar. Ve
kesintisiz krizler yaşanmaya devam edilir. Kongreler o yüzden siyasi aktörlerin
tepkilerini ve tepkili kitlelerin uyarılarını evrensel fikirler ekseninde
dikkate almalıdır.
Eğer hiçbiri
dikkate değer görülmez ve dikkate alınmazsa, yoğun tepkiler kongre sonrasına da
taşar ve baş edilemez…
BİLİM
Bilim aslında bir mem olarak doğmuştur. İnsanlar, basit olguları açıklamak için tekrar edilebilir düzenekler kurmuş, beş duyu organına yönelik sistemler var etmişlerdir…
Göreceli olarak dinlerden ve Tanrılardan çok çok sonra, birkaç bin yıl önce ortaya çıkan bilim, kısa sürede çok hızlı bir yol alarak akıl almaz bir açıklama gücüne erişmiştir. Bu hızlı yükselişin birincil nedeni, bir mem olarak bilimin insan popülasyonlarında çok güçlü bir şekilde tutunabilmesi, yaşam mücadelesinde çok ciddi faydalar sağlaması ve insanın binlerce yıldır merak ettiği sorulara çok net ve açık yanıtlar verebilmesidir.
Bilimin gelişmesiyle birlikte, insanın korkularına ve merakına neden olan soru işaretleri ve olgular arasındaki nedensellik ilişkileri hızla çözülmeye başlamıştır. Örneğin göklerin gürlemesinin, herhangi bir dış kaynak veya açıklanamaz bir güçle hiç ilgisi olmadığı keşfedilmiştir. Tüm olayın basit elektrik ve titreşimlerden ibaret olduğu bulunmuştur.
Depremlerin, Yer Tanrısı tarafından değil, hareket eden yer plakaları nedeniyle meydana geldiği bulunmuştur. Güneşin doğup batmasının Güneş Tanrısı aracılığıyla değil, Dünya'nın kendi etrafında dönmesinden dolayı olduğu keşfedilmiştir. Dünya'yı taşıyanın bir boğa değil, uzay boşluğundaki çekim kuvvetleri olduğu bulunmuştur.
Bilimle, Tanrıların varlık sebebi pek çok soru işareti ortadan kaldırılmıştır. Dolayısıyla bu Tanrı memleri, zamanla işlevsiz hale gelmiş ve popülasyonda elenmeye başlamıştır. Birkaç bin yıl önce Antik Yunan'da ve Mısır'da binlerce olan Tanrı sayısı erimeye başlamıştır. Bu gün ise çoğu popülasyonda bire veya birkaç taneye düşmüştür.
O halde antropolojik ve psikolojik olarak sadece mental dengeyi korumak için evrimleşen Tanrı düşüncesi, neden bu güne dek sürmüş ve halen sürmektedir? Bu sorunun yanıtı da açıktır: Çünkü insanların hala korktukları ve açıklayamadıkları bazı kavramlar vardır.
Ayrıca insanlık bilimin verdiği yanıtları, bir adım öteye götürmüştür: "Gök gürültüsü, Gök Tanrısı tarafından yapılmıyor, bu anlaşıldı ancak elektriğe ve titreşimlere ne sebep oluyor?" Ya da "Depremler Yer Tanrısı tarafından yapılmıyor, ama plakaların hareketine sebep yasaları var eden nedir?" Bilim, akla takılı sorulara bu gün yanıt verebilmektedir. Ve gelecekte daha da fazla yanıtlar bulacaktır.
İleri sürülen bu gibi sorular ve savlar da son derece mantıklı, doğal ve akılcıdır…
Ancak insanlık, henüz adaptasyon aşamasındadır. Evrim, süreklidir ve yavaştır. Yani insan popülasyonlarının, bilimin verdiği ve vereceği yanıtlara adapte olması için daha çok zaman ve nice nesiller gereklidir.
Nasıl ki yüzlerce yıl Dünya'nın düz olduğu düşünüldüyse, ancak bilimsel buluşlar sayesinde gerçekler ortaya çıkarıldıysa, buna adaptasyon kanlı bir direnişe sebep olduysa ve süre aldıysa, en karanlık çağlardan özellikle dinlerin egemen olduğu orta çağdan çıkılması gerçekleştiyse, hepsi bilim sayesindedir.
Bilim, her koşulda kabul edilen tek gerçek ve bilgi türüdür. Böyle de kalacaktır. Tek gereken, insanların açık fikirli olmaları, ellerindeki verileri değerlendirmeleri, neden-sonuç ilişkilerini doğru kurmaları ve en önemlisi, yanıt olarak ne istediklerini çok iyi bilmeleridir.
Teselli mi, gerçekler mi? İşte kişi önce buna karar vermelidir…
Bilim aslında bir mem olarak doğmuştur. İnsanlar, basit olguları açıklamak için tekrar edilebilir düzenekler kurmuş, beş duyu organına yönelik sistemler var etmişlerdir…
Göreceli olarak dinlerden ve Tanrılardan çok çok sonra, birkaç bin yıl önce ortaya çıkan bilim, kısa sürede çok hızlı bir yol alarak akıl almaz bir açıklama gücüne erişmiştir. Bu hızlı yükselişin birincil nedeni, bir mem olarak bilimin insan popülasyonlarında çok güçlü bir şekilde tutunabilmesi, yaşam mücadelesinde çok ciddi faydalar sağlaması ve insanın binlerce yıldır merak ettiği sorulara çok net ve açık yanıtlar verebilmesidir.
Bilimin gelişmesiyle birlikte, insanın korkularına ve merakına neden olan soru işaretleri ve olgular arasındaki nedensellik ilişkileri hızla çözülmeye başlamıştır. Örneğin göklerin gürlemesinin, herhangi bir dış kaynak veya açıklanamaz bir güçle hiç ilgisi olmadığı keşfedilmiştir. Tüm olayın basit elektrik ve titreşimlerden ibaret olduğu bulunmuştur.
Depremlerin, Yer Tanrısı tarafından değil, hareket eden yer plakaları nedeniyle meydana geldiği bulunmuştur. Güneşin doğup batmasının Güneş Tanrısı aracılığıyla değil, Dünya'nın kendi etrafında dönmesinden dolayı olduğu keşfedilmiştir. Dünya'yı taşıyanın bir boğa değil, uzay boşluğundaki çekim kuvvetleri olduğu bulunmuştur.
Bilimle, Tanrıların varlık sebebi pek çok soru işareti ortadan kaldırılmıştır. Dolayısıyla bu Tanrı memleri, zamanla işlevsiz hale gelmiş ve popülasyonda elenmeye başlamıştır. Birkaç bin yıl önce Antik Yunan'da ve Mısır'da binlerce olan Tanrı sayısı erimeye başlamıştır. Bu gün ise çoğu popülasyonda bire veya birkaç taneye düşmüştür.
O halde antropolojik ve psikolojik olarak sadece mental dengeyi korumak için evrimleşen Tanrı düşüncesi, neden bu güne dek sürmüş ve halen sürmektedir? Bu sorunun yanıtı da açıktır: Çünkü insanların hala korktukları ve açıklayamadıkları bazı kavramlar vardır.
Ayrıca insanlık bilimin verdiği yanıtları, bir adım öteye götürmüştür: "Gök gürültüsü, Gök Tanrısı tarafından yapılmıyor, bu anlaşıldı ancak elektriğe ve titreşimlere ne sebep oluyor?" Ya da "Depremler Yer Tanrısı tarafından yapılmıyor, ama plakaların hareketine sebep yasaları var eden nedir?" Bilim, akla takılı sorulara bu gün yanıt verebilmektedir. Ve gelecekte daha da fazla yanıtlar bulacaktır.
İleri sürülen bu gibi sorular ve savlar da son derece mantıklı, doğal ve akılcıdır…
Ancak insanlık, henüz adaptasyon aşamasındadır. Evrim, süreklidir ve yavaştır. Yani insan popülasyonlarının, bilimin verdiği ve vereceği yanıtlara adapte olması için daha çok zaman ve nice nesiller gereklidir.
Nasıl ki yüzlerce yıl Dünya'nın düz olduğu düşünüldüyse, ancak bilimsel buluşlar sayesinde gerçekler ortaya çıkarıldıysa, buna adaptasyon kanlı bir direnişe sebep olduysa ve süre aldıysa, en karanlık çağlardan özellikle dinlerin egemen olduğu orta çağdan çıkılması gerçekleştiyse, hepsi bilim sayesindedir.
Bilim, her koşulda kabul edilen tek gerçek ve bilgi türüdür. Böyle de kalacaktır. Tek gereken, insanların açık fikirli olmaları, ellerindeki verileri değerlendirmeleri, neden-sonuç ilişkilerini doğru kurmaları ve en önemlisi, yanıt olarak ne istediklerini çok iyi bilmeleridir.
Teselli mi, gerçekler mi? İşte kişi önce buna karar vermelidir…
CHP İLÇE BAŞKANLIĞINA, CEMAL KAYA
ADAY…
CHP Esenler İlçe Başkanlığına
adaylığını açıklayan Cemal Kaya; “ Birlik ve beraberliğin
sağlanması ve Esenler’de partinin ayağa kaldırılması için bir dönemliğine
sizlerden yetki istiyorum…”dedi.
CHP
Esenler İlçe Merkezi’nde delegelerle bir araya gelerek adaylığını açıklayan
Cemal Kaya neden aday olduğunu izah etti;
“CHP'nin her kademesinde görev alarak uzun
yıllar siyaset yaptım. Belediye başkanı adayı oldum, iki dönem ilçe başkanlığı
yaptım, belediye meclisi üyeliği yaptım, milletvekili aday adaylığı yaptım. Bu
görevlere hep ekip arkadaşlarımın önerisiyle geldim. Parti görevi kabul ettim.
Partimin kazanması için çalıştım.
Bu
kongre sürecinde de partililerimiz ve ekip
arkadaşlarımız benim aday olmam yönünde ısrarcı
oldular. Çünkü partimiz dört yıllık süreçte yapılan seçimlerde ivme kaybetti.
Oy oranımızı artıramadık. İlçe başkanımız gayret içinde oldu. Ancak bu gayreti
oylarımızı yükseltmeye yetmedi. Bu seçim istatistiklerini değerlendirdiğimizde
bir şeylerin yürümediğini gördük. Ve aday olmaya karar verdik.
Bu benim adaylığım bir ayrışma
değil. Biz ilçe başkanına iki dönem destek verdik. Listesini destekledik.
Çalışmadı diyemem ama yeterli olmadı. Onun için bir kan değişikliği lazım.
Sizlerden kavgaların gürültülerin
ortadan kalkması, birlik ve beraberliğin sağlanması ve Esenler’de partinin
ayağa kaldırılması için bir dönemliğine yetki istiyorum…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder