14 Ekim 2024 Pazartesi

ADAKMER, ADAYAZ HARMONİSİ…

 ADAKMER, ADAYAZ HARMONİSİ…


Kent, denize rağmen kent merkezi ve civar semtleriyle yavan yerleşke birimlerine, işe, aşa, göçe ve akraba hemşeri kayırmacılığına göre güncellenince, yerel duyarsızlık baş köşeye kondurulur. Zamanla kuru laf ve kof savunmayla işin içinden çıkılamaz. Ve elbette kısası adayaz, uzunu adalı yazarlar ve şairler için yaşanmaz hale gelir adakmer. Dört bir yan adakmer, adam sende vasfıyla kendini görüntüde kültür ve sanata adamış, örüntüde kuşgana adamlar ve kulyuç kadınlar merkezi. Kodu akmerkez modu akmarkiz, mottosu kuş kafesi. Direkt açılımı, hisseleri gittikçe ucuzlayan açık veya yarı açık kültür ve sanat hapishanesi. Merkezi adı, edebi yatırım ortaklığı markajı. Saçılımı, misyonu ve işlevselliği dolayısıyla asla çoğalmaması gereken umacı, damacı çok bilir kuşak sarmalı. Kendini kalburüstü görenlere sabun köpüğünden fotokinezi. Fotosentez sentezi. Paralel kâinatın kuşlak merkezi… 


Bir yıl bir gün bu ayrıcalıklı kusur kutbunda, laf ola kusursuzluk tasarlanıp ileri cins Demoklesin kılıcı sallandı. Derya içinde zerre, kuş beyinli ucube çığırtkanlar çığlık çığlığa damokratlık tasladı. Ve o biçim kıyaslamayla asla ilerleme kaydedilemeyeceği anında netleşti. Küflü bir tuhaf tufan koptu. Çağrıya kulak asanlara pratik kumpir bilgeliği ve cinaslı kuir çalkantısı harmanlandı. Kumpanyacıların kumpası tutmayınca, mevzu teke top kamplaşmayla da kıvırılamayınca, ayrıntılarda gizlenen ağır kusurlu oryantalizm, ortamı gericiliği işleme koydu. Hemen hemboy, herboy şemsiye edebiyle, edebiyatın tahrip ve talanı demlendi. Edip edilgenliği hortlatıldı. Böylece direkt veya endirekt kentsel dolaplara sığınan yüzde yüz safsatacılarla, yüzleşme fırsatı doğdu. Çünkü er ya da geç doğan bu kargaşada gözün gör dediğini görmek değildi görmek. Kimin abası yanık, kimin yüreği yanık görüldü. Görmek demek, gerilemeden yükselmek, durmadan yükselişin gerçek yüksekliğini görmek demek. Gerilmeden, pik dip kulvarında en yükseği arzulamak ve de malum hususu anlamak demek. Zaten habis mantık ürünü hususi maskaralığa hiç de gerek yoktu demek. Mavi göğün hududu yoktur ve Denize düşen emanet hayatın parolası tam da budur demek. Emek, ereği gereği emanete hıyanet etmeden tükenmez umutla, mutlu yarınları görmek demek. Bir yıl bir gün ablukada abartısız bunlar yaşandı ve vekil değil meclis kaybetti...


Meclisin güvenirliği kalmadı. Sözde her türden kültüre ve kültürel kimliklere, sanata ve sanatçılara, deneyime ve bilgi birikimine, dile ve yazına destek penceresinde cam kırıldı. Canların genel bakışına sunulan sınırsız imkân, kasıtlı kısıtlandı. Birden şekillenen yanlı pratikle nitelik es geçildi. Farklı kültür kümelerince katlanan yanlışlar, nicelik önünde eşitlendi. Nice eşik hızla atlanınca, atakanlık öyle bir hal aldı ki hazzın bir adım öncesi ve bir atımlık sonrası unutuldu. Naçizane saptama nice vaaz artık vaziyeti kurtaramaz. Günden güne güvence altına alınmış sanılan tüm karakteristik özellikler ve doğal kazanımlar bir bir yitirilir. Muazzam sanılan bağlantılar zayıflar ve kusursuzluk sarkacı da zedelenir. Devamında filan feşmekan sapağında bal teknesine ihanet başlar. Adakların izi silinir, adakmer tümden inanılmaz düşük profile kurban gider…


Adayaz gönüllüsü olmak, tarihsel gerçekliği arsızca görmezden gelip, yüksek perdeden üstün yetenek, özel yaratı, özgün ve özgürlük sevdası pompalamak değil. Bizzat harikulade insanların harcanmaya çalışılmasına şerh koymak. Bu son on yılların yüksek gerilimli çarpılmasının yanı sıra akıl almaz görgüsüzlük ve körlük ayıbına parmak basmak. Yadsınamaz acı gerçeğe paralel, parakültür geliştirilmesiyle çok şey unutturulmuş, derinlik ve çeşitlik kazandırılması gereken realite sair kuir saplantılarla bir biçimiyle durdurulmuş olabilir. Hal böyle olunca, hoşgörü ve özgürlük ortamı yok edilince, merkezi idarenin  yoz kültür dayatısı dallanıp budaklanınca, isyan en ücra merkezlere dek taşınır. Ve meri merkezlerde her türden yozlaşıyı bilerek ayrımsız korumak, bilmeyerek geliştirmek ve saklamak hatta geleceğe taşıyan mekanizmaları kullanarak tek düze banalliğe sığınmak, adakmer cenahını acze, adayaz canlanışını da kalbe düşürür. Doğru bakılsa yamuk arenada neler sahneleniyor görülecek, görmezden gelinenler de bir bir dev aynasına yansıyacak...


Yana yakıla keskin siyasal çalkantıların uzağında tasarlanan ilimler ve ilgililer tasnifi, mevcut gelenekçi yapıda ısrarcılığın gizliden dışa vurumudur. Yani normale, katı norm veya esnek form önermekle çağın çok ilerisinde olunduğu kanıtlanamaz. Bu olsa olsa nesnel değerlendirmelerden ve eylemden kopuştur. Eyyamcı alışkanlıkla ve sair yaklaşımlarla ve kuir kurguyla varsayılan tıkanıklığın açılması da mümkün olamaz. Çünkü dönem itibariyle uygulanabilirliği makul tercihler bile artık aşırı düşündürücü. Düşünceye engel önyargıların tuzağında steril kalmak ise epeyce zor. Akıl yolunu savunanlar azınlıkta kalmış, eril dişil yakıştırması kutlu yolculuğa taş koymuş. O halde olayların materyalist felsefeyle, toplumların diyalektik gerçeklik doğrultuda incelenmesi gerektiğini savunmaktan geri durulamaz asla…


Aslolan kent. Kentliler bilimsel duyarlıktan uzaklaştıkça, kentokratlar yasa dışılığı marifetmiş gibi zırhlandırır. Merkezi otorite kalıcı ve sağlıklı çözüm üretemediğinden hep bunları kullanır. Geniş halk kesimleri kent içinde kentler, kent dışında civar semtler kurar. Peri masallarına inat, sosyal, siyasal ve ekonomik sorunların doğmasını kolaylaştıran bu yerleşke adaletsizliği el birliğiyle salt sömürüye zemin oluşturur. Bu açık realite, resmen insani sınırları aşan eserlerle güçlenir. Esrik eserler bir kaç merkezde toplanır. İlhamcı ve vahiyci statiko, evrensel düşünceye, felsefenin kendine yol açacak metotlarına şans bırakmaz. Yani bilimsel düşüncenin meşruluğunu çağın gerisinde bırakan her ne varsa ve sair ve kuir desteklenir. İradeyi rasyonel düşünceye ve gerçekçi temellere göre açılımlayanlara düşman kesilmek hepsinin harcıdır. Kültürel etkinlik alanlarında veya sanatsal klik merkezlerinde yönlendirici ve güdümleyici işlev üstlenilmesini engellemek de büyük fotoğrafın arabıdır. O yüzden idari bakımdan iktidarlara bağımlı kültür ve sanat kurumları, çoğaltılmamalı bir an evvel özerkleşmeli, özel kültür ve sanat merkezleri çoğalmamalı özgürleştirilmelidir. Çoğunluğu tutsak eden belli belirsiz kırmızı çizgi anlayışıyla, azınlık faydasına siyasi ve keyfi yasaklamalarla, kültürel zenginliklerin korunması, duyurulması ve tanıtımı, toplumsallaşması ve öğrenilmesi elbette gecikir.


Bir yıl bir gün bu ayrılıkçı ayrıcalıklı hasar tavrıyla, görsel ve yazılı kültürel gelişmeler ve çalışmalar mutlaka adayaz hanesine yazılır. Adamakıllı da yazılır. Adakmer ise sanatsal etkinlik ve duyarlığın merkezi olma vasfını, küçülen ölçütlerin dışına çıkaramaz. Dostlar alışverişte görsün sorgulama ve getir götür tartışmalarla evrensel kültür düzeyine ulaşmak hayal olur. Ve kent, denize rağmen kent merkezi ve civar semtleriyle yavan yerleşke harmonisini yaşar…

EKİMOKS, AYAK TOPU KAFA PASI AKIL GOLÜ…

 EKİMOKS, AYAK TOPU KAFA PASI AKIL GOLÜ…


Evrensel akıl oyunudur futbol. Her dakikası çok değişkenli, sonu bilinmeyen denklemlere gebedir. Dik açılı üçgen paslaşmalar ceza sahasına denk gelirse, hızlanan ruhsal ve duygusal uyarılarla bazen baştan kopulur. Eğer tek bir merkezden yönetilmiyorsa ayaklar, sırf geri ve yan paslarla başarmak epey güçtür. Çünkü ortak akıl, çoğu kere bireysel fırsatçıların beşliklerine kurban gider. Taktiksel tutum ve strateji orta sahada batar. Ayak topu, kafa pası, akıl golü derken oyundan düşülür. Ekimoks ekinoks için daha erken derken, tek bir hata köşe gönlerinde oyun bozulur… 


Futbol akıl oyunudur ama skoru çoğunlukla akıl dışılık belirler. Futbolu vazgeçilmez kılan işte bu dağınıklıktır. Şaşırtıcı elbette ama bir yandan da aklın futbolda sürekliliği futbolu güzelleştirir. Takımları etkinleştirir. Tarihe not düşen akıl dışılıklar ise her ağızda yazgıya bağlanan değişimdir. Haftaymda kusurlar belirlenir, hayal kırıkları hep böyle hafifletilir. 


Evvelinden beri egemen güçlerce dipsiz kuyuya dönüştürülür futbol. Ve hayatın içinde futbolun kapladığı alan böyle böyle genişletilir. Futbola tutsak yaşamlar, oyunun seyir zevkinden çok gizli güçlerin emrinde seyirtir. Salt iç güdülerle hareket ederler, kurgulanan oyunu kalp daralana kadar benimserler. Yürek sıkıştıran bir modda futbola da haksızlık ederler. Eni konu gereksinimleri karşılayamayacak bir eylemsellik olduğu bilindiği halde stadyumlar gerilim ve çatışma alanlarına dönüşür. Derin kuyu dipsizleşir ve futbolseverler renk kardeşliğini dürüst futboldan yoksun kalma pahasına bonkörce harcar…


Futbol, kitleleri ardından sürükleyen bireyselleşmedir. Aykırı her eylemselliğin özü ise futbolun doğrayacağı ideolojilerin varlığıdır. Mesele varsa yoksa egemen güçlerin dengeyi bozan ritmine ve yaşamsal eksiklere körleme bağlılıktır. Artarsa ideolojiktir. Azalırsa aitliktir. Düşünsel değerler, yaşamsal inançlar, etik yönelimler ve sanatsal konumlar var oldukça ideoloji ilelebet var olacaktır. Elbette ideolojik yaptırımlar olacaktır. Futbolun ortak değerler ve değişken ilkeler ürettiği de düşünüldüğünde açıkça futbol da ideolojik bir oyundur… 


Sporun evrenselliği gölgesinde gelişen futboldaki ideoloji, yeri gelir bağımsızlık filmini ateşler. Atılan gülleler tam bağımsızlık için kaleleri deler geçer. Yeri gelir faşizmi yüceltir. Hatta ırkçılığa dek varan tutumlar ve tutkular üretir. Bazen azınlığın sembolü, çoğunluğun bayrağı olabilir. Bu olumsuz bir durum değildir. Aslı kimin ve geleceğin nasıl gelişeceği umududur. Umut yeşerdikçe zehri katran yağar tribünlere bardaktan boşanırcasına. Yeşil sahada, beyaz camda, göz göze diz dize, camdan cama bakanlar sırıtırlar katılırcasına. Kafa kol, bir kafa golü kör karanlıkta kelebek etkisidir. Veya dip dalgası. Kat ve kat isabet, kalpsizlere tapınırcasına azamet...


Hayatı bir biçimiyle kavrama aparatıdır futbol. Diğer belirleyici unsuru ise ideolojik alan kurgusudur. Kurgu olmasa da ideolojilerin, futbolun içinde kolaylıkla yer bulduğudur. Özellikle yoksul ülkelerde. Oralarda buralarda futbol resmi otorite desteğiyle ateşli silaha dönüştürülür. Asla yadsınamaz gerçekliktir ekimoks. Aşırı güven, kâinatta başıboş dolaşan ve tez kirlenen uçucu gazdır. Kaleden kaleye, yaşamdan ölüme saf saf salınır. Nefesin çok tasarruflu kullanılması gerekir. Tersine durum hayata ihanettir. Futbola ihanettir. İhanet-hıyanet öyle bir zehirlenmedir ki ne ney bırakır ne mey bırakır. Ne top ne kale, kaçak göçek ihatayı başlatır. Arması ve forması ve de renkleri gizli ittifak, kamuoyuna açık sözleşmedir. Alına moruna çalınan kurşunlanma kurgusuyla doksana çakılır ekinoks...


Evrensel akıl oyunudur futbol. Çok değişkenlidir. Skalası skoru sonu bilinmeyen çok bilinmeyenli denklemlere gebedir. Çağdaş toplumlar, sosyal yaşamı aktive edecek nitelikli insan gücüyle oluşur. Futbol toplumsal gargara yetmezse aleyhte yaygaradır. Futbolun evrensel başarıları deniz, şampiyonlukları ölümsüz olsun dileğidir ekimoks. Ekinoks ayak topu, kafa pası, akıl golü…

6 Ekim 2024 Pazar

EKİM DİKİM AYI HOŞGELDİN…

 EKİM DİKİM AYI HOŞGELDİN… 

 

Ömürden bir kayıp yıl daha geçecek. Yıl 2024, sona kaldı üç ay. Yine sonu başından belli acıklı öyküler. Yüzyıllık muhteşem gerçekliğe sırlı ayna, Ekim dikim ayı Hoşgeldin. Hoşgeldin ama dışta savaş, içte eril vahşet. Malum mahşer. Yirmi küsur gün göz açıp kapayıncaya dek geçip gider. Gitsin. Ancak geride kalan yine acı sıkıntı, dert keder. Devamı kasım kasım kasılanlar cehennemi. Derdo'ya ekim dikim ayı hoşgeldin demek düşer...

 

Yılın geçen üç çeyreğinde ekonomik yıkıntının etkisinde kaldı siyaset kılıcı. Çanlar çalınca, popüler kültür zamanın tozunu attı. Despotizm ve oryantalizm devlet eliyle ve hükümetin pompaladığı para gücüyle yakın tarih planlarına sokuldu. Metezori zokalar yutuldu. Oligarşik yaptırım ve faşizan zorlamalarla demokrasi makası iyice açıldı. Yapılanlar, edilenler yetmezmiş gibi azgınlaşıldı. Büyük hıyanetten kimseler utanmadı. Binbir dalavere her fırsatta kulvar değiştirildi. Dokuz ay geçim derdiyle dokuz doğuran millet, erken seçim masalıyla oyalandı. Akılda kalan tek maharet havadan sudan sebep mahkûmiyet. Tekletilen cumhuriyet, ilelebet mecburiyet. Tertiplenen mağduriyet, illa ki muhtariyet mutlakıyet. Kuşku pik yapınca, kurgu kusurlu mahcubiyet. Ekim dikim ayı dahil kaldı bir çeyrek daha fakat kalmadı kimselerde takat...

 

Yılın ilk üç çeyreğinde yirmi küsur yıldır alışılageldiği gibi yine kuruluş kökeninden kıytırık bahanelerle kopuldu. Yüz birinci yılda ahde vefa toptan unutuldu. Resmen ortaçağ zilleti, kulluk zihniyeti. İllet, ihanet yaşamın temeline oturdu. Perde arkasındakiler kördüğüm. Perde önü kötücül kötürüm. Körlemesine elde kalan son değerlere de dikildi gözler. Ana kapının az ötesinde edepsizce süren kördöğüş. Büyülenmiş, bağlanmış, balyalanmış gözlerde görgüsüzlük. Kolay çözülemeyecek çetrefilli oyunlar. Oyun içinde oyunlar. İşlerine geldiği gibi rotayı ve haritayı her gün yeniden çizmeler. Ve barış Gar'dan uğurlandı. Sırdaşlığın ve sıradışılığın  reddiyle insanlar bir kez daha oyuna getirildi. Karşılıklı har vurup harman savuranlar hep işin kolayına kaçtılar. Sonuç çaresizlik içinde bocalamalar.

 

Yılın biten üç çeyreğinde bereketli topraklarda şaşılası komplolar, kanlı kumpaslar, kirli tuzaklar, ucuz tezgâhlar, sinsi suistimaller, suskun suikastlar. Kaygan yörüngeye hapis kuru gürültü dünyada zordur dünya insanı olmak. Zordur savaş karşıtı ses vermek. Çünkü ses vermedikçe kenti dinlemek kolay. Gözü pek direnmek, konçerto eşliğinde birbirinden uzak  hayaller. Bir o kadar uzak şah damarına yakın buharlaşan hayatlar. Haliyle özgür ve özgün sosyal deneylere bakış masumane. Manzaraya boş boş bakanları bile çok gördüler. Azı çoğu bir kalemde Ekim Devrimi. Bilinmezliğe birlikte biat edenlere yüz yılı devirme şerbeti...


İnsanlık tarihinin bu en muazzam Devrimi'ne, Ekim Devrimi'ne, ekim dikim ayında postmodern önermeler yanılsaması. Lotaryacılık primiyle geciken sonuç resmen proletarya ile vedalaşma. Çağ pik yapan vahşi kapitalizm çağı. Bu Ekim dikim ayında dip tarafta anşamsız emperyalist işgaller. Kirli savaş masumlara kan kusturuyor. Evler haneler bombalanıyor. Dahası dört bir yandan el birliğiyle işbirliğiyle sınıf karşıtlığı pompalanıyor. Alelade enstrümanlarla sağa eğilimli memleketler planlanıyor. Dünya bir kez daha eskici istilasıyla başbaşa. İstilacılar ilticacılar, bedavacı ırgatlar dünyasında, her bitik ülkede yitik insanlar…


Ekim dikim ayı Ekim ayı. Aymazlara işte memleket işte devlet. Sallanıyor kızıl sultan. Ha düştü ha düşerken, çağa tanıklığın öfkeyle karışık haykırısı özgür dünya özlemi. Öyle böyle değil geçmişe özel değerlemeler, geleceğe güncel bildiriler ve yarınlara manifesto süreci. Kan donduran ayazda kıpkızıl bir alev topu. Tek seçenek dev dalgalı denizlerde boğulmamak veya güneşe yolculukta bellek kaybına tutulmamak. Hayatın çekilmezliğine tek armağan, Ekim dikim ayında bir zırhlı zırdelinin kör kuyuya attığı taşları  çıkarmak...


Ekim dikim ayında çıkıp kötü gidişata karşı koyulmadıkça, ekime dikime aşırı kişisel tutkular eklenir. Dinler çıkmazına pusu atanlar, realiteyi yuttu yutar. Doğru eller, dobra diller, dost doğru duruşlular Kırklar meclisine zor sığar. Gönüllere taht kuran Ekim dikim ayı hoşgeldin. Gülegüle. Bir kayıp yıl daha kurgu savaşlarla kapıya dayandı. Derdo son çeyrekte ekin dikin boş, hoş seçim yılı 2025...

23 Eylül 2024 Pazartesi

EYLÜL’ÜN KİTABINI YAZMAK…

 EYLÜL’ÜN KİTABINI YAZMAK…


Sararmış yapraklarıyla salınan Eylül’ün, belki de bir ömür yazılamayacak sert kitabına salt yazılmış olsun diye yazılmış, öylesine bir önsöz veya son söz değil bu. Kutlu kitaba giriş simfoniyası. Zaten koşullu inanışların boş olduğu, eninde sonunda mutlaka görülür. Yaş itibariyle burunlara kara toprak kokmaya yakın, korkulası derin boşluk hakkınca serin doldurulamaz. Yazın yolculuğu her hazan doğrudan doğruya, gökkubbeye çivilenir. Çileren mesnetsiz meseleler, meymenetsiz marmelatlar üzerinde kafa yorulmaması gerçeğine geç ulaşılır. Çoktan fünyesi çekilmiş Eylülün Kitabı’nı yazmanın ne denli zor olduğu ise tez anlaşılır…


Evrenle beraber elbet ilelebet söz de yazı da var olacak. Yazın inadı da her eylül yenilenerek sürecek. Yazmaya yakınlık babında, saliselik bağımsızlık her devirde abartılacak. Bağımlı dökülmelere, sağımlı dövünmelere uzun yılların dostluğu varmış izlenimi verilecek. Cıvık kıvamda anekdotlar hararetle harmanlanacak, sayfalara sızdırılacak. Hayatlar öyle veya böyle, hayatım roman serzenişiyle istiflenecek. Yazın sanatının ekabirleri, ekarte edilme pahasına noktasına virgülüne aklı işgal edecek. Garipleşen sosyal statü içinde biri bir yerlere geldiğinde veya gelme olasılığı belirdiğinde ebedi ortaklık bitecek. Doğan ölecek, ölmeye duranlar durmadan yaşamdan dem vuracak. Vay demine, toprak başına Eylül…


Üzüm gözlü kitap demem o ki diye başlayacak; demem o ki, sağda solda bilinç eksikliği, bilinçaltı hafifliği. Memleket izbeliğe yelken açmış, millet zifiri kör karanlığa müptela. Deniz suskun, dağ küskün. Dünyayı sırf kendine ait sanan sıfatsızlara mükafat bol. Lafkolik asalak ve siliklere, yüz yılların değerleri haybeye armağan. Evvelemirde Eylül’ü komaya sokanlar, otoriter görüntüye gizlenmiş. Kaliteyi bozanların topuna, evrensel derinlik sunumu. Özgün tavır geliştirme sevdasına ise esli susturucu takımı. Ana gaye hiç ve linç sarmalında. Kitabın anlatısı ortalara doğru; yaşlı dünya, gözü yaşlı memleket tüm bunlara layıktır bilincine eriştirecek. Sona yakın, sonu belli diyecek ve ekleyecek; bu bilinçle ömür gülistanından güller paylaşmak, ölüm girdabına düşüp bocalayanlara esip gürleyip yancı olmaktır. Belki de bin ömür yazılamayacak kitap olan Eylül, bilinçaltı eksikliklerini bile bile bilinçsizce giderenlerin, suni ilişkilere tapanların okuyabileceği türden değildir. Çünkü ekseni kaymış hayatın ruhu, lafla peynir gemisini yüzdürmeye deniz, laf kalabalığıyla gemiden mutlu inmeye liman bulamaz. Aklın karanlığına kazınmış okyanus, ziftin peki kelimelerle ışığa ulaşamaz. Oran tabakası daima çöküş kompleksi ve tafralanma tasması takar. Kafaya takmadan müthiş medcezir sarhoşluğuna kapılır ve azar. Ve demem o ki diye bitecek kitap; demem o ki; Eylül ezer geçer. Tıpkı eylülzedeler gibi özgün değerlere özgü, özgür ve bilinçli, başlar dik, alına kara çalmadan ömür sürmenin önemini eylülzadeler içselleştiremez…


Kendini Eylül’ün kitabını yazmaya adamış Adalılar daha yazmadan binlerce hikâyeyi adı gibi bilir. Eylül kitabının her tümcesi, illaki içten içe direnmeyi ve ayakta kalmayı öğütler. Çağın aymazlığı düşkünlüğü evrelerken, asla tüme varmayacak, tümden yok oluşa götürecek tutarsızlığın ve yersiz tutkuların, deneysel dürtülerini tarihin bilgisine sunar. Kof komutlarla ayar çekilen dünyada, evrensel derinliği sığlaştıran itaatlere aldırmaz. Gerisingeri asla oyalanmaz. Kâğıttan gemileri yakanları, her şeyi ters düz edenleri çekinmeden kronolojik sıralar. Silsilesini sıraya dizer. Kardeşlik ortamında, kalleşlik batağına batmadan evvel daima bir başka pencere bulup, gözlem yeteneğini konuşturur. Eylül, kendi kendine kitabını yazdırır…


Yazımı ertelendikçe özgürleşen Eylül kitabının özü, özlemin ana rengini, sevdalara susamışlığın ahengini arama eylemidir. En aykırı serüvenleri yaşamışlığın umuda sürüklenişiyle, yaşam dizaynını belgelemektir. Kitabın andı, güneşe düşen gölgelere ateş gülleri ve sararmış yapraklar savurmaktır. Hayatın içine doğan kutlu ve kutsal kazanımlar biriktirme yetkinliğidir. İsyanın dışa vurumu ve içsel yalpanın ispatıdır. Apansız pik yapmış iğreti komplekslere ve kuralsızlığa direnmek, imparatoryal korkuya karşı el heykelli Adaya cesaret yüklemektir. Yazılmamışın önsözünü okuyanlara bile okkalısından özgüven tazelemektir. Babalar gibi ana teması; Sözün bedeli pahalı, hayatın ederi ucuz bir dünyaya ve yaşanan kör karanlığa imgesel ve simgesel uyarıdır… 


Sararmış yapraklarından kan sızan Eylül’ü bir türlü yazamayan Eylül kitabı, bin ömür geçse de gün gelecek yazılacak. Kitap yazgıya baş kaldıracak. Sol tahlilde soluğu kesilen ‘memleketten insan manzaraları’na ışık tutacak. Uçsuz bucaksız topraklara estetik kaygılı sonsuzluk ekecek. Ekin kurgulayacak. Çok ileride illa ki vay canına dedirtecek; vay başıma yaşamak bu değil…


Eylül’ün belki de bir ömür yazılamayacak ama bin ömür okunacak sert kitabına salt yazılmış olsun diye yazılmış, salt okunmuş olsun diye okunacak, öylesine bir önsöz veya son söz yazısı değil bu. Bu kutlu kitaba giriş simfoniyası. Ebediyen utanılası süflü tarihin güneş alan duvarına çivilenecek kitap levhası için. Kör pencere, kapı duvar sonsuza kadar orada yazılması geciken Eylül’ün kitabını bekleyecek. 


Boşa doluya bekleyecek çünkü Eylül’ün kitabı okunması zor zanaat, kitabını yazmak ise zinhar intihar…

29 Ağustos 2024 Perşembe

ZAFERİN PİRİ MUSTAFA KEMAL...

 ZAFERİN PİRİ MUSTAFA KEMAL...


Yüzüç yıl önce, emperyalist dünya ve yerli işbirlikçileri, bu milleti yenmeyi başaramadı. Yedi düvel memleketi böldü, parçaladı, paylaştı ama ele geçiremedi. Yüzüç yıl sonra vaktiyle alınan hezimetin acısıyla bin türlü alavere dalavere ama yine başaramayacaklar. Başaramazlar çünkü bin bir yıl geçse de 30 Ağustos Zaferi bu milletin uğuru, gururu. Zaferin piri Mustafa Kemal, ilelebet bu milletin tam bağımsızlık umudu...


Bugünden yüzüç yıl önce 'para yok, silah yok, ordu yok savaşamayız' denilerek sıvışıldığı, sanki saltanat düşmemiş yenilmemiş gibi yeniliriz diyerek topyekûn mandacılığa sıvanıldığı bir dönemde düzenli orduyu kurdu Mustafa Kemal. Savaş sonrası ödenmek üzere para, takalarca, kağnılarca silah ve mühimmat temin etti Mustafa Kemal. Vatan evladını vatan aşkıyla işledi. Her birini gönüllü şehitliğe yüce gönülle razı etti. Vatan uğruna ölmeye imanlı bir millet yarattı Mustafa Kemal...


  

Gidilen yol akıl işi değil, ak akçe olmadan savaş olmaz, elde yok avuçta yok savaş için çok para lazım diyerek kıvıranlara, para bulunur dedi ve komün komünist demeden parayı buldu Mustafa Kemal. Canımızı almaya bizi kanımızda boğmaya yeminli birleşmiş düşman güruh var, içlerinden birine bağlanalım, mandalanalım kurtulalım diyen salt günü kurtarma yağcılarını cesaretle tersledi. Bağımsızlık uğruna garip guraba milletiyle yekvücut, iç ve dış düşmanlara tek başına karşı durdu. Nutuk’unda her bir ayrıntıda gizli zorluk.

Akıl yüklü radikal hamlelerle düşmanın topunu yendi. İlerleyişi öğütledi, örgütledi. Denizleri hedefledi, düşmanların maşasını denize döktü. Aslı zor kazanılmış bir kutlu zafer, 30 Ağustos. Zaferin piri Mustafa Kemal... 


 

Mustafa Kemal Paşa 30 Ağustos'ta; kurtuluşa bir adım kala "…yürüdü uçurumun başına kadar. /Eğildi durdu. /Bıraksalar Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı…” dizeleriyle destanlaştı. Ata toprağının kurtarılması için ağır şartlardan yılmadı, Hak doğrudan milim sapmadı. Halkından kopmadı. Zalimlerden korkmadı. Dünyanın görüp göreceği en büyük siper savaşlarından, süngü savaşlarına ve kaybedecek bir şeyi kalmamış düzenli ordu taarruzuna dek gözünü huzurla kırpmadı. Millet memleket, ar namus uğruna kar taş üzerinde paltosuna uzandı. Bir gözü açık yattı hiç rahat uyumadı. Dost düşman hiç rahat uyutmadı. Hainlerin peşini bırakmadı. Mustafa Kemal’in pirliğinde bir millet uyandı, bir devlet doğdu, bir Cumhuriyet ki küllerinden kuruldu. Cumhuriyetin banisi Mustafa Kemal...


Kutsal isyanın zaferle taçlandırılacağı ilk gün karacasından bugüne yüzüç yıl. Yüz yıllar geçse de tarih yapmayı görev görenlerin, kıyı köşe tarihle uğraşanların, dünyayı tarihin kaynaklarıyla buluşturanların asla unutamayacağı bir zafer 30 Ağustos. Bir millete tarihi serüven yazan, tarihin akışını değiştiren, dünyaya yön veren Mustafa Kemal Paşa asla unutulmayacak. Gazi Mustafa Kemal Atatürk kutlu ilerleyişin önderi, meydan muharebesini bizzat yöneten komutan. İlelebet Başkomutan. Kutlu Zaferin piri Mustafa Kemal...


 

Mustafa Kemal Atatürk asla koltuk hırsı yapmadı. Usulen antiemperyalist nutuklar çekmedi, lafta kapitalizmle çarpışmadı. Milletini ezmedi bizzat milletiyle bir oldu. Diri kaldı topuna kafa tuttu, pir oldu topuyla savaştı. Emperyal emellerle havanda su dövmedi. mirasyedi havasında havadan övünmedi. Yıllarca Cumhuriyet nimetlerinden faydalananların, büyük zaferi içten dışa, gizli kapaklı inkâr edenlerin tarihe kaydını düştü.  Dünya mazlumlarına sembol 30 Ağustos ile perçinlenen kutlu dirilişi ve kutsal isyanı hiçe sayanlara, gelmişinden geçmişinden ders çıkarmayanlara, aslını neslini inkâr edenlere, ülkenin geleceğini karartanlara Zaferin piri Mustafa Kemal... 


İkinci yüzyılın başında Kuvayı Milliye Destanı’nı, Ulusal Kurtuluş Mücadelesini, 26 Ağustos ile başlayan kutlu Zafere yürüyüşü ve 30 Ağustos Büyük Taarruzu metazori dillerine dolayanlara Sevr’i yırtan Büyük kurtarıcı, zaferin piri Gazi Mustafa Kemal... 


Atatürk adını sanını anmaktan imtina edenlere Gazi Mustafa Kemal Paşa...


Kör talihi kara tarihi tekerrür ettirme acziyle Gazi Mustafa Atatürk’ün gelmişine geçmişine saydıranları tarih elbette yargılar ama topuna zaferin piri Mustafa Kemal Atatürk...


Başa gelen talihsiz ve tarifsiz kara yazgıya her dilden her dinden beddua, böyle illet düşman başına. Yerüstünde bu millet gibi bir başka millet olmaya, toprağı kanıyla sulamış şüheda utanmaya. Pir düsturu; "Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır..." Kutlu zaferin piri  Gazi Mustafa Kemal Atatürk...

28 Ağustos 2024 Çarşamba

ZAFER KAÇKINI KORKAK VE SİLİKLER...

 ZAFER KAÇKINI KORKAK VE SİLİKLER...


Korkak ve silikler de gün olup güçlenir, iktidara yerleşir ama bu ilerde anılacak bir zafer getirmez. Hatta bu zafer kaçkınlarının, akut hastalıklı tavırla büyük zaferleri  küçümsemeleri de işe yaramaz. Bu dev aynasında küçülmeler zamanla adetten görülür. Gereği yapılır...


Bu görgüsüzlük, nereye bellidir aslında.  Zamanla belirsiz aidiyet ve pusula şaşmasıyla boş gürültücü ve tansiyonu yüksek hava yaratısına. Daima bilindik yanlış argümanlarla, koca zaferleri ve bağımsızlığa adanmış ömürleri hiçe saymaya. Kesinlikle hiç olacak uydurma zaferler sarhoşluğuyla kronikleşen boşluğa. İşte tam bağımsızlık inancı o boşluğa hapsedilir. Oysa boşluğa asla kalıcı olmayan kayıplar kaydedilir. Korku duvarına korkak ve silikler tahtası asılır. Ve korkusuzlar sonsuzluğu hazırlar, sonsuzluk ta zaferleri...


Düz mantıkla kutlu zaferler her fırsatta unutulur ve unutturulur ama her biri tarihle sabittir ve nesillere acı derstir. Acı reçeteyi yutturma heveslisi emperyal kopuklar daima korkak ve siliklerin suni gururunu okşar. O kadar ki onur haysiyet bile kaybedilir. Hayatın tam içine kaos doğar. Bingbang benzeri patlamalar sosyal tahribata pik yaptırır. Takriben ödenecek bedeller bedevi severlere dip yaptırır. İşte bu kargaşada gidilecek yolu belirleyenler ise alnı açık, dimdik ve yiğit olanlardır. Çünkü ne idüğü belirsiz yapay güç anında göçer, sıvışır. Yani korkak ve silik benlikler tahtırevanı bırakıp kaçar. Kaçar çünkü sonsuza devrilen büyük zafer, gözleri yakar demirleri eritir...


Bu kutlu atmosferde bile cıvık, korkak ve silikler bin türlü dalavere zafere giden yollara kıt akılla mayın döşerler. Zafer yolcularının etrafını dikenli telle çevirirler. Darağaçları kurarlar. Şeytanın aklına gelmeyecek tezgahlar kurarlar. Zehirli mazeretlere sığınarak, melanetin ardına gizlenerek, kutlu mücadeleye müdahale ederler. Yetmez elbet tahtırevan havası silikleşince merkezi korkular ve hayati kararlar da yabanlaşır. Bu kendi tarihine yabancılaşan korkaklar ve silikler yalan yanlış, gırla iftira uzaktan kumandalı oyunlara girişirler. Bu aksak girişimler hattızatında kaybedişin rehberidir. Kayıp hayata rehin kalma ve sona çakılmadır. Şimşek çakar çakmaz korkak ve siliklerin beyin kıvrımlarında kaçıp gitmek arzusu arsızca kıpraşır. Artık nafiledir. Çünkü nihayetinde mutlaka korkak ve silik sahtekarlar kaybedecektir. Ve Zafer, zafere inananların olacaktır...


Diğer yandan Zaferi yaratan gerçek kahramanlarla, hayal dünyasından ezik kahramancıkları kapıştırmak, salt kafa karıştırmaktır. Aymazca ileri sürülen, hiç ölmeyecekmiş tavrıdır. Yalandan, yanyatan rüyaların silik anılarından faydalanarak korku ve ecel ilişkisi güncellemektir. Ancak nice zaferleri silmek işten sayılsa da asla mümkün değildir.


Yalancı tanıklarla üstü örtülmeye çalışılan, özü boşaltılan büyük zaferler, aslında yolun sonunun göründüğüne ta yüzyıl öncesinden habercidir. O yüzdendir habire karalamalar. Bu yüzdendir kamplaşmalar. Ama tutmaz. Tek endişe ebelenmek korkusudur. Ancak debelenilen karanlıkta, korku dağları bekler... 


Elbette kendilerini var eden zaferden ürken, bu korkak ve siliklerin güç devşirdiği iktidarlar da bir gün düşer. Elbette düşecektir. Düşerken de bir şeyleri her şeyleri, kutlu değerleri, tarihsel emanetleri küçümseme adeti anında tersine çevrilecektir. Yani küçük beyinli korkak ve silikler evladı ve ecdadı arasına sıkışacaktır. Ve daima büyük kutlu zaferlerin altında kalarak ilelebet ezilecektir...

15 Ağustos 2024 Perşembe

İLETİ

 İLETİ 


Değerli dostlar, saygıdeğer katılımcılar hoşgeldiniz. Bugün burada Çalıkuşu Kültür ve Sanat Evi’nde belki de bir ilki yaşayacağız. Konuğum iletişim konusunda uzman, alanında duayen. Tırnak içinde söylüyorum tam da “Doğru Kişi” BAy… 


Merhabalar efendim, hoşgeldiniz... 


Bendeniz ise okur yazar ama yazdıkları okurla doğru iletişim kuramadığı eleştirileri alan, tırnak dışı ‘Yanlış Kişi’ Erak. Bu programı planlayanlar ne yazık ki bizi bir araya getirdiler. Burada yazık kişi ben oluyorum tabii ki. Bana metazori ilk ve son defa katlanacaksınız. Sayın arkadaşlarım, Saygın dost, Bay’dan gönlünüzce dilediğinizce bilgileneceksiniz...


Değerli hocam eğer burada benim gibi üç kişi daha varsa vay halinize. Değil mi ki dört yanlış bir doğru eder… 


Sabırsızca beklediğiniz programımıza geçmeden önce, değerli hocamdan rol çalmak veya beyin açar ‘muhteşem’ sunumu öncesi korsan bildiri yayınlamak algılanmasın sakın bir beyin fırtınası yaratmak istiyorum. Sizin ve hocamın da izniyle birkaç paragraflık ortalama süre 'altıyirmidört'ü aşmayan bir okumam var. Bu bir meydan okuma değil kanımca bir türlü gideremediğim okurla iletişim zaafımı sizlere bizzat sergileme olacak…  


Hazır iletişim uzmanımız sayın hocam da yanımdayken tırnak içinde ‘müthiş’ olacak. Umarım bu kez sohbet arası öğrettiğiniz ‘muhteşem ve müthiş’ betimlemesini yerli yerinde kullanmışımdır sayın hocam… Bence…


İLETİŞİM İLLÜZYONU…


Bilimsel teknikleri bilinçli kullanıldığında iletişim bir illüzyon. Evet iletişim bir illüzyon. Zorlama taklitler ve yayvan hükmetme tarzı yeğlendiğinde ise bir bumerang. Üstelik kontrol kaybedilirse, yanlı ve yanlış hamlelere devam edilirse bir illet. Bir adım ilerisini düşünmeden, lafta arz ve talep gereği seviyesizce pozisyon alan postmodern iletişim madrabazlarına ise ‘point of sale’ yani pos cihazı. Bu borsası belli ‘satış noktası’ ranttan yüksek dozda paylanmayı sağlayabilir ancak bu iletisel cakalanmanın sonu illa ki karşılıklı nefrettir. Egemenlerce istenen iletişim ve tasarım belki de budur; çünkü nefret sarmalına savrulanlar bilgiyi ve bilimi reddeder. Ve bilinçaltına hâkim olan katı buyurganlık kolay işler. Oysa bu hal bizzat kendi kendini yok etme programına dönüşümdür… 


Bu kısır döngüde lafta iletişim gereği eytişim ve yönetişim dışlanır, ön ve arka fonu sert ifadelerle tertiplenmiş, tektip yapılanma formatı dizayn edilir. Başta kimin hangi formayı neden giydiği pek önemsenmez. Ama kısa sürede ironik karmaşalarla biçimlenen eksik iletişim ve algı operasyonları dev facialara yol açar. Krizi ve kaosu beraberinde getirir. Yani toplumsal gerçeklikle asla bağdaşmayan, evrensel iletişimin yöntem ve değerlerine kesinlikle sığmayan iletim manevralarıyla sadece yön ve zaman kaybedilir. Öyle aynı gemideyiz iddiasıyla yaşamın diyalektiğine asla uymayan diyalogda veya monologda ısrarcılık ise total yaşam pratiğini önünde sonunda mutlaka kaybetmeye sabitler…


Hayatta kaybetmemek için hayatı kazanmak için; dil, diksiyon, ses ve beden dili diğer iletişim enstrümanlarıyla en doğru biçimde ve doğrudan buluşturulmalıdır. İletişimin alfabesini bilenler, iletinin doğasını doğru okuyarak ilerler. Yani bireysel ve toplumsal hayata ön vermek, yön tayin etmek, yer bulmak, kulvar açmak, büyümek büyütmek istenci doğru iletişimle gerçekleşir. Ismarlama iletişim metotlarıyla başarı sağlanamaz. Sağlansa da uzun soluklu olmaz. Kalıcı olmaz. Bu doğrultuda toplumsal kültüre denk düşse de düşmese de değişen dünyayı anlama ve anlamlandırma sanatıdır iletişim. İşte bu gerçekliği algılayan birey, bilim ve teknolojiyle doğayı kökten değiştirilebilecek güce erişir. Bu sayede toplumsal zenginlikler üretilir. Paylaşım artar… 


Düşünceye ve düşüncenin diline dayalı iletim ve etkileşim süreci, edinilmiş algılardan süzülüp gelen değerlerle şekillenir. Süreç uzun yılları alan eğitim ve öğretim ile direkt ilintili devam eder. Süreç içinde ulusal, bölgesel ve yerel çapta görsel ve işitsel argümanlarla desteklenen iletişim güçlenir, alabildiğine gelişir. Ve rasyonel normlardan faydalanan etkili iletişim ağı, bilinmezin bilinmesine yönelik ortak akıl üretir. Eğer bireyler durağan çarpıtmalara kanmaz, arzuhalci mantığıyla kotarılmış sanal, yanal ve masal ceryanına kapılmaz ise doğru ve güçlü iletişim modeli toplumda egemenleşir…

 

Tarihsel gerçekliktir, kitle iletişim araçlarına sahip olanların gizli amaçlarla çizdiği rota, nihayetinde kendilerine notaya dönüşür. Yani hep kazanmaya ve kazlamaya dönük totaliter rejimin dayattığı iletme ve yönetme şematiği de gün gelir kaybeder. Bu arada salt gördüğünü yansıtan ayna akışkanlığı ve popülist geleneksellik takipçileri ivedilikle çark eder. Hemen paralel uydular yaratılır. İşte korkulası durum asıl budur…


Akıl dışı heves ve akıldışı atraksiyonlarla, her alanda tüm donanım ve donatılar bir süreliğine el değiştirmiş olabilir. Değişmeyen değişmezlik, rantabl işleyen iletişim örgüsüdür. Bu nedenle despotik potlara aldırmadan uğruluk üleştirenlere ve üleşenlere, her ortamda 'gidişat iyi' deyip durup umursamaz bileşenlere, iletişim illüzyonuna tersten bakanlara, bumerang çarpmasıyla feleği şaşanlara, pozisyonu koruma pahasına aynı pozda debelenenlere, yarından tezi yok yüzde yüz iletişim bilinci ve doğru iletişim dersleri şart...


Aklı önceleyen iletişim için iletilmek istenen doğru bilgi ve yetkin donanım şart. Bilgiyi dostdoğru göndericiler ve öğrenmeye gönüllü alıcılar şart. İletinin doğru anlaşılacağı rahat ortam, doğru atmosfer şart. Bunlar bugün burada, Çalıkuşu’nda var. Madem hazırız; doğru bilginin, doğru göndericiden, doğru alıcılara aktarımı başlasın…


SUNULAR


-Teşekkür ederim…

- Evet aktarım başlasın lütfen dediğinizi duyar gibiyim. Başlıyoruz... 

- Sayın hocam bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Zamanınızdan aldım. Siz dilediğiniz formatta sunumunuzu yapabilir ve özgürce ilerleyebilirsiniz. İsterseniz sorulu cevaplı bir program da sunabiliriz. Ama bu tip söyleşmek sunumunuzun bütünlüğünü zedeleyebilir. O yüzden soruları sonraya bıraksak daha iyi olur düşüncesindeyim. Ayrıca zamanımız kalırsa benim de sorularım olacak size. Sanırım konuklarımızın da...

-Buyurunuz efendim…


SORGULAR


-İletişimde eğitimin önemi büyük. Eğitim süreci ve süresiyle ilgili kısa saptama…


-İletişimin varoluş nedenlerinden biri imaj. Yıllardır cilalı imaj devri yaşanıyor. İmaj ve imaj pazarlama sektörü vazgeçilmez olmuş. İmaj bambaşka bir boyuta evrilmiş. Yarı kurumsallık içeren boyutta ‘imaj maker’ler konsept tasarımlarıyla toplumsal ve kişisel imaj değerlendirmesi yapıyor. Bu bağlamda kendi bakış açımız ve başkalarının gözündeki duruşumuz açısından bir değerlendirme…


-Siyasette hitabeti besleyen ve güçlendiren etkenler…


-Konuşma toplum nabzını tutma eylemi. Etkili konuşabilmek sanat. Bilgi, eleştiri, yönetişim ve motive açısından farklı formatların kullanımı söz konusu. Kitle önünde konuşmaya dönük öneriler…


-Sahnede, podyumda, kürsüde, forumda heyecan olur ve şarttır denir. Peki heyecan kontrolü…


-Yazmak da bir iletişim metodu. Şairler ve yazarlar kelimeleri konuşturanlar. Okurlarla buluşturdukları kitapları, okurla etkili iletişim kurmaları ve okunmaları açısından kısa dipnotlar…