EYLÜL’ÜN KİTABINI YAZMAK…
Sararmış yapraklarıyla salınan Eylül’ün, belki de bir ömür yazılamayacak sert kitabına salt yazılmış olsun diye yazılmış, öylesine bir önsöz veya son söz değil bu. Kutlu kitaba giriş simfoniyası. Zaten koşullu inanışların boş olduğu, eninde sonunda mutlaka görülür. Yaş itibariyle burunlara kara toprak kokmaya yakın, korkulası derin boşluk hakkınca serin doldurulamaz. Yazın yolculuğu her hazan doğrudan doğruya, gökkubbeye çivilenir. Çileren mesnetsiz meseleler, meymenetsiz marmelatlar üzerinde kafa yorulmaması gerçeğine geç ulaşılır. Çoktan fünyesi çekilmiş Eylülün Kitabı’nı yazmanın ne denli zor olduğu ise tez anlaşılır…
Evrenle beraber elbet ilelebet söz de yazı da var olacak. Yazın inadı da her eylül yenilenerek sürecek. Yazmaya yakınlık babında, saliselik bağımsızlık her devirde abartılacak. Bağımlı dökülmelere, sağımlı dövünmelere uzun yılların dostluğu varmış izlenimi verilecek. Cıvık kıvamda anekdotlar hararetle harmanlanacak, sayfalara sızdırılacak. Hayatlar öyle veya böyle, hayatım roman serzenişiyle istiflenecek. Yazın sanatının ekabirleri, ekarte edilme pahasına noktasına virgülüne aklı işgal edecek. Garipleşen sosyal statü içinde biri bir yerlere geldiğinde veya gelme olasılığı belirdiğinde ebedi ortaklık bitecek. Doğan ölecek, ölmeye duranlar durmadan yaşamdan dem vuracak. Vay demine, toprak başına Eylül…
Üzüm gözlü kitap demem o ki diye başlayacak; demem o ki, sağda solda bilinç eksikliği, bilinçaltı hafifliği. Memleket izbeliğe yelken açmış, millet zifiri kör karanlığa müptela. Deniz suskun, dağ küskün. Dünyayı sırf kendine ait sanan sıfatsızlara mükafat bol. Lafkolik asalak ve siliklere, yüz yılların değerleri haybeye armağan. Evvelemirde Eylül’ü komaya sokanlar, otoriter görüntüye gizlenmiş. Kaliteyi bozanların topuna, evrensel derinlik sunumu. Özgün tavır geliştirme sevdasına ise esli susturucu takımı. Ana gaye hiç ve linç sarmalında. Kitabın anlatısı ortalara doğru; yaşlı dünya, gözü yaşlı memleket tüm bunlara layıktır bilincine eriştirecek. Sona yakın, sonu belli diyecek ve ekleyecek; bu bilinçle ömür gülistanından güller paylaşmak, ölüm girdabına düşüp bocalayanlara esip gürleyip yancı olmaktır. Belki de bin ömür yazılamayacak kitap olan Eylül, bilinçaltı eksikliklerini bile bile bilinçsizce giderenlerin, suni ilişkilere tapanların okuyabileceği türden değildir. Çünkü ekseni kaymış hayatın ruhu, lafla peynir gemisini yüzdürmeye deniz, laf kalabalığıyla gemiden mutlu inmeye liman bulamaz. Aklın karanlığına kazınmış okyanus, ziftin peki kelimelerle ışığa ulaşamaz. Oran tabakası daima çöküş kompleksi ve tafralanma tasması takar. Kafaya takmadan müthiş medcezir sarhoşluğuna kapılır ve azar. Ve demem o ki diye bitecek kitap; demem o ki; Eylül ezer geçer. Tıpkı eylülzedeler gibi özgün değerlere özgü, özgür ve bilinçli, başlar dik, alına kara çalmadan ömür sürmenin önemini eylülzadeler içselleştiremez…
Kendini Eylül’ün kitabını yazmaya adamış Adalılar daha yazmadan binlerce hikâyeyi adı gibi bilir. Eylül kitabının her tümcesi, illaki içten içe direnmeyi ve ayakta kalmayı öğütler. Çağın aymazlığı düşkünlüğü evrelerken, asla tüme varmayacak, tümden yok oluşa götürecek tutarsızlığın ve yersiz tutkuların, deneysel dürtülerini tarihin bilgisine sunar. Kof komutlarla ayar çekilen dünyada, evrensel derinliği sığlaştıran itaatlere aldırmaz. Gerisingeri asla oyalanmaz. Kâğıttan gemileri yakanları, her şeyi ters düz edenleri çekinmeden kronolojik sıralar. Silsilesini sıraya dizer. Kardeşlik ortamında, kalleşlik batağına batmadan evvel daima bir başka pencere bulup, gözlem yeteneğini konuşturur. Eylül, kendi kendine kitabını yazdırır…
Yazımı ertelendikçe özgürleşen Eylül kitabının özü, özlemin ana rengini, sevdalara susamışlığın ahengini arama eylemidir. En aykırı serüvenleri yaşamışlığın umuda sürüklenişiyle, yaşam dizaynını belgelemektir. Kitabın andı, güneşe düşen gölgelere ateş gülleri ve sararmış yapraklar savurmaktır. Hayatın içine doğan kutlu ve kutsal kazanımlar biriktirme yetkinliğidir. İsyanın dışa vurumu ve içsel yalpanın ispatıdır. Apansız pik yapmış iğreti komplekslere ve kuralsızlığa direnmek, imparatoryal korkuya karşı el heykelli Adaya cesaret yüklemektir. Yazılmamışın önsözünü okuyanlara bile okkalısından özgüven tazelemektir. Babalar gibi ana teması; Sözün bedeli pahalı, hayatın ederi ucuz bir dünyaya ve yaşanan kör karanlığa imgesel ve simgesel uyarıdır…
Sararmış yapraklarından kan sızan Eylül’ü bir türlü yazamayan Eylül kitabı, bin ömür geçse de gün gelecek yazılacak. Kitap yazgıya baş kaldıracak. Sol tahlilde soluğu kesilen ‘memleketten insan manzaraları’na ışık tutacak. Uçsuz bucaksız topraklara estetik kaygılı sonsuzluk ekecek. Ekin kurgulayacak. Çok ileride illa ki vay canına dedirtecek; vay başıma yaşamak bu değil…
Eylül’ün belki de bir ömür yazılamayacak ama bin ömür okunacak sert kitabına salt yazılmış olsun diye yazılmış, salt okunmuş olsun diye okunacak, öylesine bir önsöz veya son söz yazısı değil bu. Bu kutlu kitaba giriş simfoniyası. Ebediyen utanılası süflü tarihin güneş alan duvarına çivilenecek kitap levhası için. Kör pencere, kapı duvar sonsuza kadar orada yazılması geciken Eylül’ün kitabını bekleyecek.
Boşa doluya bekleyecek çünkü Eylül’ün kitabı okunması zor zanaat, kitabını yazmak ise zinhar intihar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder