KONGREN-KURULTOY...
Siyasal hiyerarşi, kongreler ve
kurultayda kendi içinden kendini, demokratik ve demokratik sol unsurları
gözeterek güncellemedikçe bağımsız bir karakter taşımaz. Suskunlukla sadece
merkeze bağlı bir siklete düşer...
Böylece örgütsel işlerlik aksaklığı
düzeltilemez. Bir ileri safhadaki yetmezlik şimdilik ciddi yarışlar
gözükmediğinden bir nebze olsun makul karşılanabilir. Ama bu tablo uzun gitmez.
Gitmez, nedeni kongreler ve kurultayda
hayat bulan yönetimsel mekanizma uzun zamandır demokratik davranma yeteneğini
yitirdi. Demokrasiyi yaşatma ve yayma özelliğini kaybetti. Yani siyaset yapma
usulüne uygun düşmeyen diktatoryal dokunmalarla, tam bağımlı ve cılız
hiyerarşik yapılar kurgulandı.
Kurgu biçimsel ve örgütsel yenilenmeyi
sürekli bahaneler yaratarak kötüledi. Erteledi. İlginç formüller uygulanarak
süreci yöneteceklerin belirlenmesi yerine, mevcut iradeyi ödüllendiren
kongresel düzenekler kuruldu. Bu kurguya bekçilik eden her kongre tarihte
yerini aldı. Yani kongrelerin siyasetin kutsal arenası olma vasfı görmezden gelindi.
Kongre umudunu çökerten güvenoyu aldatmacası ile unutulan siyasal ideoloji
yüzünden taban kaybedildi. Yaldızlı çadır manzarası yolun sonu olduğu gibi
yolculuğun başlangıcı sayılmalıydı. Sayılmadı.
Şimdi sıra tiyatral gösterilerle
renklendirecek kurultaya varış, yani kongren kangren açmazı. kurultoy...
Kongreler kronolojik yerel süreç
takvimini tamamlayınca herkesçe görülen statükocu, mahiyeti koruyucu otantik
bir kurgunun kazanmasıydı. Manifestosuz paylaşımlarla kamuoyu yaratmaya yönelik
girişimler de, ideoloji ve disiplinden uzak kaldı. Evrensel sol değerlerden
kopuş güncellendi.
Bundan sonrasında siyasal boyut
itirazlara açık, karşı konulamaz tutku boyutu. Mevcuda tapınma mutlaka bir
yerlerde tutukluk yapar...
Tutukluk kronik bir hasar oluşturunca
kongreler sürecine ve geleceğe Kurultay ne derece çare olabilir? bilinmez.
Sanki kongreler aynıyla kurultaya da yansır. Yani kuru gürültüye getirilebilir
bir Kurultay hipnozu, yine mistik otoriteyi benimsetir. Blokçu atraksiyon yine
tekrarlanabilir. Paylaşma, dayanışma bilgiçliği yine dinlendirilir. Sonra
komple komplo teorisi. Bilinmezlik ve aynilik ikilemi...
Yani iki arada bir derede öyle bir
tekelci zihniyet oluşur ki yine kongrecilik kazanır. Kurultay da umut kaybı
yaşatır. Muğlaklık mutlakiyet olur. İstikrar diyerek iktidar diyerek bir kez
daha istikrarsızlık perçinlenir...
Oysa siyaset bahis işi değildir. Ziyafet
ve yığılma mantığıyla da hale yola koyulamaz. Kurultay kılavuzluğu siyaseti
anca siyasi mezarlıkların iştahını kabartır. Belki fenomenlik bir işe yarar
gözükür ama üslup ve kurultay adabı iyice zedelenir. Sonrası kifayeti Kurultay.
Ata gitsin, parti içi demokrasi olur...
Kongreler ve kurultaylar siyasal süreci
belirler ama kendi içinden kendini seçme özgürlüğü kısıtlandıkça parti
başkalaşır. Bağımsız karakter taşımayanların insiyatifine geçer. O yüzden
kangren olmuş alışkanlıklara neşter vurulmadıkça kongren kurultayı da vurur...
Vurgun babında bir kurultay ise yüksek
basınca dayanamayacak, anında vurgun yiyecek yönetsel mekanizmayı dizayn eder.
İş işten geçtikten sonra ise dizleri dövmek de çare olmaz...
Ama ne çare ki kurultay Kurultoy olmuş,
gözü kara gidiliyor. Gidişin dönüşü var mı? Toy hangi bahara kalmış zaman
gösterecek...
KONGREFONİ...
Parti. Sosyal demokrat bir parti. Teori, ideoloji, program, tüzük,
manifesto ve kongreler ve de kurultay. Bunlar partiyi parti yapan değerler. Ve
bu atmosfere projeksiyon tutacak eylem ve mücadele pratiği verecek, deneyimli
ve yüksek gönüllü partililer. Kadrolar. Talep ve özlem garipleri. İşte
partilerin, özellikle sosyal demokrat partilerin vazgeçilmezleri...
Kısmen vazgeçildi gibi, vazgeçiliyor galiba, vazgeçilecek gibi sanki...
Yani mevcudu benimseme ve benimsetme bağlamında kongreler başta, her şeyden
vazgeçiliyor. Sanki kadrosal bütünlük, hücresel bölünmelerle yıpratılıyor.
Böylece sürece damga vuracak kongrelerin karakteri biraz biraz zayıflatılıyor.
Ve içleri boşaltılıyor.
Zaten ne yazık ki memlekette benzer formda işliyor ve işletiliyor. Kolektif
çalışma pratiğinden kopuş ve tekleme, tekliği sembolize kıymet edepsizliği. Ve
ardışık önermeler, detaysız yönelimler partilere de sirayet ediyor.
Böyle gittikçe elbette bir zaman sonra aidiyet bunalımları ile format
hâkimliğine isyanlar da başlar, başlayacak. İşte o zaman ardı sıra yenilenen
kongreler ve kurultay...
Yıllardır talimatlar doğrultusunda, taktik kurnazlığı yeteneğinden başka
yeterliği olmayanlara yetkinlik bahşedilmesi mutlaka yetki sarhoşluğunu
getirir. Getirdi mi? Başladı ve devam edecek gibi. Geldisi gittisi topu topu
iki yıl ama götürüsü uzun yıllar. Ve gittikçe daralan siyasal çerçeve ve
mutlaka bir biçimde çok yerden çatlayacak yönetsel mekanizma. Eğrisi doğrusu
doğrudan gelişmeler, ertelenen değerler, görülmez haklı talepler, ortak
sorunlar, yüz kızartan tercihler ve sonuç. Kapandıkça kapanacak açılamayacak
kapılar...
Kadrosal manada fikrisabitle, coşkusuz taktiksel varyasyonlar ile bertaraf
edilenlerle çatlağın iyice genişlemesi de söz konusu. Diğer yandan içten ve
duyarlı olması gereken muhalefete enteresan biçimde kurulmuş yapıların,
egemenlik kurma tavrı ve hiyerarşi hakkı ile harmanlanan tip modelin güven
yitirmesi partinin direnme ve dayanışma eğilimini kaybettiriyor. Açık seçik
durum bu...
İlerici ruhu yok eden, aktüel talepkarlığa ruhsat devşirilmesi, particilik
yaptığını sanan organizasyonlara da kapı aralıyor. Önü açılınca da bu organize
ortaklıklar şansa ve tesadüf odaklı siyasete bel bağlıyor. Mutlak ve somut
gerçeklikler üzerinden siyaset üretilemeyen sürece hapsoluş gerçekleşiyor. Bile
bile sürekli benzer siyasi üslup ve ayni politik çizgi sorunu. Yaşanıyor ve
yaşatılıyor.
Yaşanır çünkü ilke, teori, ideoloji, program, tüzük çerçevesinde çağa uygun
davranamayan, gelişen atmosferle buluşamayan parti destek kaybeder. Eksiklikler
devam ettiğinden, geleceğe ilişkin projeksiyon da zayıflar. Ancak katı prensipli
dayatmalarla yol alınabilir fikri hayali hayata geçer. Ve süreci tek hakim
pozisyondakiler eşitsiz ve dengesiz otorite kontrolü ile idare etmeye çalışır.
Ancak bu kontrol depolaması otokontrolü her daim uygulayan, muazzam
sayılabilecek örgütsel dinamiği de içten içe yer, içer ve içe kapalı hale
dönüştürür...
Bu arada iyice arsızlaşan ve modele kurban verilmişler tuhaf biçimde
fenomenleşir. Kabuğuna çekilenler ile fenomenlerin buluşması ise ortak politik
bilinç potasında erimediğinden temsilde zorlanmalar başlar. Hatta bu tip
modelde ısrarcılık bırakılmadıkça, mevcut modele isyan iki yıl bile
ertelenemez...
Teori, ideoloji, program, tüzük ve ilkelerden esinlenmesi güdük, çelişik
particilik anlayışı kısır politik sürecin içinde erir. Buharlaşır. Kongrelerde
yol ve yön şaşırtıcı rehberler de böylelikle havasını alır. Kurultayda çakılır.
Kongreler ve kurultay fonunda, kongrefoni bir hava estirilir hepsi bu. O
kadar...
Ancak o kadar, o kadarla kalmalı, asla Kader olmamalı...
MEMLEKET TARİHİ YAZAN PARTİ...
Memleket tarihi yazan bir partinin, kısa ve uzun vadede politik güce
dönüşmesi zor. Olmadık işlerle
uğraşılıyor. Erki kaybetmeme kaygısı pik yapmış. Yıllardır politik bir yöntem
ortaya koymadan hakim algının kırılması ile elde edilen kazanımlara da başarı
deniliyor. Sonuç? Elbette tüm bunları tarih kaydediyor ve yazıyor. Özellikle
kongreler ve kurultaylar sürecini...
Kongreler ve kurultay artık memleket adına yapıcı ve yapısal tartışmalara
dönük işlevsellikten uzaklaştırılmış cereyan ediyor. Koca kongrelerde bir iki
muhalif konuşma o kadar. Sonrası hiç estetik olmayan, basit ve hedefsiz
yaklaşımlarla rol kapma yarışı veya dağıtılan rollere rıza gösterme barışı.
Elbette buna neden daha ilçelerden başlayarak gelen süreç. Peşi sıra kongreler
kongreleri belirliyor, oradan kurultay. Tüm arenalarda gerçeği söyleyenler saf
dışı edilince bir sonraki aşama pürüzsüz devam ediyor. Doğruları söyleyecek,
gerçekleri konuşacak kişiler de kalmayınca söylenecek söz de kalmıyor. Başı
sonu belli, başlangıcı bitişi belli kongreler. Kongreyi yönetenlerin seçtiği
yönetimler.
Şimdi yelpazenin her renginde hep böyle eleştirisi getirilebilir. Hiç de
öyle değildi. Son on yıllarda böyle. Memleket tarihi yazan Parti de bu
bozulmaya uydu...
Kongreler tarihine bir göz atıldığında gerçekler açık seçik görülür. Her
kongre ve kurultayın bu benzeşmeyi bu bulaşıyı red eden bir modda geliştiği de...
Diğer bir gerileten değişimde Facebook siyasetinden gelenlerin tepe
yönetici konumuna dek rahatlıkla ulaşmaları. Bir dönem yönetim dışı kalanların
yeni kongrede nedeni belirsiz sahiplenilmesi. Internet sayesinde yürütme
görevlerinin devir teslimi. Yönetim kadroları demek ki yönetime girenler veya
getirilenler sadece titr ve twitter bazlı seçilmişler veya seçtirilmişler.
Özellikle memleket tarihi yazan Partinin geçmişinde var olmanın hiç önemi yok.
Yoğun emek verilmesi veya emektar gözetilmesi boşa meşgale.
Oysa Sosyal Demokrat bir parti için politik güce dönüştürülecek değerlerin
kazanılması şart. Bunun arenaları da kongreler. Kurultay. Düzenleyici ve
dönüştürücü siyasal sistematik ortaya koyanlara, iç ve dış tepkilere özeleştiri
meydanı kongreler ve kurultay ama nedense, meydan boş kalsın isteniyor. Sanki
politik güçlenme kongrelerden başlanarak zaafa uğratılıyor. Eylemsel esneklik
önemsenmiyor ve önleniyor. Bilimsellik kısıtlanıyor. İçten dışa tepkilere sessiz
müdahale var. Bilinç ortaya koymadan, mevcut işleyişe uygun siyasi aktörlerin
seçimi gerçekleştiriyor. Kongreler ve tercihler evrensel düşünce ekseninden de
oldukça uzak. Hal böyle olunca tekleme ve tekelleşme, tekele itaat
gerçekleşiyor.
Bu atmosfer de kongreler ve kurultay, oralarda seçilenlerin icraları salt bir
grubun işine geliyor. Ve ilahi geleneksel usullerin işlemesinin önü alınıyor.
Yani çağı yakalayacak yerel ve genelde parti içi parlamentoları oligarşiye
kurban gidiyor. Açıkçası örgütsel dinamik son on yılların kongrelerinde süs
bile olamıyor. Ses vermeyi bırak soluk bile alamıyor.
Birbirini takip eden kongreler sahipli saygınların kurduğu sisteme hizmet
ediyor. Süs ve sus kongreleri memleketin tarihini yazan Parti'nin tarihine hiç
yakışmıyor. Ama akıllar işleniyor. Şimdi iddiasız yönetim ve yöntemlerin
pençesinde kurulan bir sistem memleketi idare ediyor, elde olan bu
mantıksızlığına saplanılıyor. Oysa kurbanlar baştan belli.
Memlekete olduğu gibi memleket tarihi yazan partiye de yukarıdan aşağıya
benzer bir kurgu söz konusu. Bu kurulu düzenek bertaraf edilemiyor. Elbette yarınlar
bugünlere kusur bulacak, kusur arayacak. Hele hep aynı kişilerin varlığı ve
parti içi iktidarı hepten eleştirilecek. Hiç kusura bakmasınlar ama gerçek bu.
Tarihin yazacağı gibi tüm gerileyiş biraz da onların eseri. Emanet eser, memleket-devlet
kuran eser elden gitmek üzere. Zaman içinde ah şu kongreler diyerek geçiştirilemez
bir durum yaşanıyor. Yaşatılıyor.
Sözün özü memlekete tarih yazan parti tarihsel bir açmazın içinde
bocalıyor…
SINIR, SİNİR, SİHİR...
Hayatın genel akışı içinde sınır ile
sinir arasında bocalayanlar sihirli birkaç kelimeyle yoz ve sıradan
hokkabazlara aldanırlar. Ve genellikle tam korunaklı sınırı ilerisini gerisini
hiç hesaplamadan kaşla göz arası geçerler...
Genelgeçer kanunların zıddına zıddına
sınırı bir kez aşanlar belki anlık sınırsız özgüvene kavuşur. Ama sosyal
hayatta ortak kuralların dışına kaçışı güncelleyen zorlama bir güvendir bu.
Güvensizliktir özü. Körlüktür. Sadece yanlışları, hataları ve tek yönlü
gidişleri perçinler bu duygusal körlük. Dönüşü olmayan yollara da sapışları...
Sapla saman karışınca duygusal körlük
illeti sosyalleşmeyi zedeler ve sınır ötesi operasyonları da daima mecbur
kılar. Öyle ki mecburiyet, teselli babında körkara delikler oluşturur. Ve
yapaylık, banallik ve depresyon üçgenine düşülür. Çeperi kaygan kuyu dibine.
İşte bu düşkünlük cümle alemi etkileyen dumurluk ve umarsız bir durumdur...
Ve eninde sonunda buluşkan suçluları,
ağır suçluluk duygusu basar. Yani sınırları aç açık açmanın, plastik dubalar
ötesine pervasızca saçılmanın, sınır ötesine taşmanın sınırsız özgüven ve
güvenlik sunacağı sanılırken bir kaşık suda boğulma gerçekleşir. Gerçekdışı
salvolarla, basmakalıp eyleme dökülenler suçluluk duygusunu daha da
ağırlaştırır. Eğer utanç ve vicdan da devreye girmiyorsa, yüzsüzlük seviyesinde
bir hayata metezori adaptasyon ufukta belirir...
Pandemik bulaşıya benzer bir dağılışla
suni özgüven anında kaybolur ve hayal dünyası güvenilen tek dünya olur...
Hele ki suçluluk duygusundan
kurtulabilmek için, adi suç ortaklığını bir kalemde bitirememek söz konusuysa
suç ve ceza, akla ve bedene iyice yapışır. Palaspandıras pozitif yaklaşımlardan
iyice uzaklaşılır ve sınır dışı eğreti bir yaşam motivasyonuyla mantık içi her
şey ertelenir. Erteletilir. Oysa vicdan azabı denilen bir duygu vardır, insan
gibi insanlara mahsus olan. Ve art niyetliler bu hassas duyguyu hep kendi
çıkarlarına sürekli kullanırlar. Nedensiz gayesiz bedavadan kullanılmak ise kesinlikle
hayır demekte zorlanıldıkça sürgit devam eder. Alışkanlık kazanılır ve iki
dünya da kaybedilir...
Bir kez bir şekilde binbir bahane ile
sınırı geçenler işte bu kullanılma edimine balmumlu davetiye çıkaran duygusal
körlerdir. Ancak ansızın kafese girerler. Umutlar tükenir. Tek kazançları
yengeç sepetidir. Kaybettikleri ise saymakla bitmez. Artan panikle birlikte
hata katsayısı yükselir ve yıllar yılı zar zor istiflenen prestij hepten
sıfırlanır. Böylece gönüllü esaret, istekli kölelik ve köhne hayat dönemi
başlar...
Haliyle hayatta sınırsız özgürlük
yoktur. O yüzden ta en başta yüzsüzlüğe sığınmak yerine sınırları bilmek, sınır
ve mesafe koymak gerekir. Yani arada filmi durdurmalı ve başa sarmalıdır insan.
Hayatı yakından uzağa dar etmemek için...
Darboğaza düşülen hayat oyununda, sınır
ve sinir arasına sıkışanlar her sıkıştıklarında yeni bir suç göçermesiyle
girdaptan kurtulmak isterler. Ama sihir ve kerametle dahi bataktan kurtuluş
mümkün değildir. Ve kusur kusanlar kuluçkalayan suçluluk duygusundan dolayı,
dolambaçlı yollarda daima yön şaşırırlar...
Sınır ile sinir arasında kalanlar,
sihirli dünya kurulabilir kandırmacasıyla arafta salınırlar. Yani cin olmadan
şaytan çarpar havasında cirit atarlar. Tek kelimeyle cibiliyetsiz bir cibinliğe
saklanırlar. Apaçık kimliklerin saklı kalmayacağını bile bile dayatmacı bir
aldatmacaya pupa yelken açarlar. Sahte mavi yolculuk martavalına kanarlar. Oysa
mavi atlas delik deşik, deniz artığı yelkenler paramparçadır...
Artı yetmezmiş gibi harcıalemin peşinden
yalan dolan yakıştırmalarla duygusuzluk ve duygu sömürüsü artar. Asla sebep
sonuç ilişkisi kurmadan, zeka eşiği düşük kurmaca senaryolara dalgalanılır.
Dahası ruhsal tüketim hayattan hiç ders almayanlar kitlesine, karşı ödemeli
kayıtlanmayı sağlar. Mutualizm veya parapsikoloji. Sınırların ardı arkası
açılınca varılacak son nokta işte tam da budur...
Bu arada izmlerle sıkı fıkı uğraşanlar,
izleri hakkıyla takip edenler vakaları sindirimde zorlanır. Çevresel dokular
zarar görmesin diye sınır ile sinir arasına takılanları boşvermek en kolayıdır
belki. Bir de sahte anılar meselesi ile meşgul olmamak gerekir. Ama en zoru
seçilir...
Yine de akıl ve bilim düzleminde sınır
ile sinir arasında tepinenlere öyle aşırı tepkiye ve onlarla sihirli bir
çarpışmaya hiç gerek yoktur. Tampon sınır aralığında tek parola irkilt, ürküt
ve savunmasız bırak üçlemesidir. İşareti ise en güzel ve muteber anda özel ve
tüzel avantajı kazan, averajı düzelt ve son darbeyi indir genellemesidir...
Genelde darbe karşıtlığı ise ileri
demokrasi ve hukuğa saygının gereğidir.
YILLAR YILI KÖPEKBALIĞI ENDİŞESİ...
Kimilerine yılların getirdiği, donukluk
ve ruha yapışan eziklik duygusu ile aşağılık kompleksi. Bu karışım öyle bir
karışım ki gaddar köpekbalıklarını kendine kendine çeker. Çekim alanına
girildikten sonra tek bir doğru adım dahi atılamaz. Resmen koku ve korku
girdabına girilir. Ve karşılaşılan atmosfer kan deryası...
Duygu ve kompleks bunalımı tercihleri
prangalar. Baştan savma örülen iğreti duvarlar kısa süre sahte güven ve daha az
rezil olma hissi verebilir. Bir süre alayın sınırlarını surlar dışında tutar
veya öyle sanılır. Oysa hiç de öyle değildir. Köpekbalıkları anında devreye
girer, obsesyon ve fanatizm doğar.
Ama bayağı baskın döngüsü başlıbaşına
marjinal dönüşümdür. Döngü sanal tatminsizlik, fiziksel kusur, sosyal hata,
pasif tavır, agresif kişilik, saldırgan aymazlık, uzlaşı yoksulluğu gibi
ruhsuzlukları da perçinler. Bir ileri adımı ise yapayalnızlıktır.
Yalpalayıştır.
Cam fanusda saklıdır can kırıkları, hayal
kırıklıkları...
Köpek balıkları eziklik ve aşağılık
kompleksi kokusunu anında hisseder. Gereksiz enerji harcarlar ama fazla cephane
harcamadan fanusa yakınlaşırlar. Çam yıkılır, cam kırılır ve canlar yanar.
Ortalık kan Denizi.
Derken açık büfe oburluğu. Nefret ve
cehalet dostluğu, dost doğruluktan sapmalar. Ruha ekstradan yapışırlar. Artı
eziklik, daha da yakışanı yeni tür aşağılanma güncellemesi ruhsuzluğa yapışır.
Çünkü eğri minare zar zor düzelir. Oysa
çocuk aklı dahi düzeltmeye yeterlidir her sapkın eğilimi. Ama köpekbalıkları
içerideki çocukları da parçalar. İçteki insanlığı köpekbalıkları öldürür.
Böylece minare hep eğri büğrü kalır.
Ve gelip geçici güzellikler bile asla
görünmez. Görülmez...
Ya hayat öyle değilse, hayatın çarmıhına
gerilmek hep gerilemek ise, o zaman eziklik ve aşağılık kompleksi hepten pik
yapar. Gün ve gün zorlanılır. Ve gelecek yıllar çok zor geçer.
Derya Deniz, köpekbalıkları koku ve
korku peşinde yüzerler. Derin karanlıkta, koyu mavi de özgüveni kemiren
dişlerini her şeye geçirirler. Her şey pahasına ömürde bir düşen kara şansı
kaçırmama telaşı ve gayesizlikle vahşileşirler. Oysa gayet iyi bilinir ki
karanlık maviler önünde sonunda daima kan rengine bulanır. Sabır ve kısıtlılık
hali geçtiğinde ise sarı çıyan ışıklar bir bir söner. Sözün özü eziklik ve
aşağılık kompleksi Denizinde ezeli kapışma mutlaka gerçekleşir.
Ve köpek balıkları yarı ölü, bitik
bitkin kıyıya vurur. Miskinlerin dişleri kırık, çeneleri kayık, kuyrukları kesik...
Yılların götürdüğü iyilik, doğruluk,
dost doğruluk olunca nefret itici güç olur. Ve köpek balıklarının adrenalin
yarıştıran ana damarları kanserli hücre gibi neşterlenir. Kılcal deccal dışarı
alınır, yani köpekbalığının içi dışına çıkarılır...
İnsaf ve israf arasına sıkışmış duygu
yoğunlaşması da köpekbalıklarını ansızın üzerine çeker...
Utanç Denizinde boğulmak mı?
Köpekbalığına yem olmak mı? Tek kelimeyle ne fark eder. Değil mi ki utanç,
ebedi sanılan mutlulukları ufaktan yer bitirir. Üzerine ahlakı da içer. O zaman
yapılanlar yapılacakların garantisi hazzıyla eziklik duygusu ve aşağılık
kompleksi de baki kalır. Baki kalacak gökkubbe altında utanmaz köpekbalıklarına
fit olmak ise iş işten geçti halidir.
Haliyle cesaretli görülenler aslında
tamamen tozutanlar veya hiç utanmazlardır. Arsızlardır. Bu utanmazlık
okyanusunda ok yaydan çıkınca zıpkın hedefe doğrultulur. Doğrultulunca kime
saplanacağı ise en baştan bellidir. Ve tam isabet.
Uzun yılların getirdiğine götürdüğüne
hiç aldırmadan kişilik zaafı ile zayıflayarak itirafçılığa balıklama dalanların
eziklik duygusu ve aşağılık kompleksi arsızca köpekbalıklarına kara delik
aralar.
Ara yılların getirdiği ise baskı, zulüm
ve kandır...
KÖPEK BALIĞI
Kapitalist dünya resmen köpekbalığı
cehennemi. Ve bu cehennem, doğanın ve denizin tek anayasası ile işler. Büyük
balık küçük balığı yutar...
Bu yüzden bilgi ve bilmek adına küçükten
büyüğe her şey öğrenilmeye ve öğretilmeye çalışılır. Eğitim on yıllarca sürer.
Ham iken pişmek ve özgüvenle hayata yürümeyi kolaylaştırmak için.
Beter korkuların çemberinden geçildikçe,
sorumluluk alındıkça, ders alındığı gözlemlendikçe de gururlanılır. Ta ki
hayatın gizemi çözülene dek...
Yıllar yılı kapitalizmin her şeyi
sattığı ve geniş yığınları almaya zorladığı, her şeyin de bir bedeli olduğu
vurgulaması akla yerleştirilir. Ancak buna rağmen akla zarar hayat tekrar
yaşanmayacak güzelliklerden kopuşu resmeder bazen. Ve ucuz dizi film gibi
izletir ömür boyu sömürülmeyi. Anlamadan boş boş bakmak, gönülden anlamaya
çalışmak aldatısıdır, kapitalist cehenneme özgü tipik yakın çekim tek plan.
Öyleki kendi halinde ve sevecen halden,
aniden sevdiklerinden kaçan ve tazıya yakalanan tavşana dönüşmek korkusudur en
büyük korku. Korku elde patlar. Patlamayla panik atak yalnızlığa gömülmekten
çekinmek de hiç işe yaramaz. Çünkü genetik saldırmazlığın genel ahengi
bozulduğunda kedi kaplana evrilir.
Zamanla sakınılası zayıf düşme eğilimi
gözden kaçanlarla pekişir. Hoyratlık gelişir. Ve gözü göz olmayanlara sunulur
özenilen naiflik. Peşine sinsi sinsi gülüşmeler ufaktan başlar. Ardı arkası
kesilmez. Ve göze batanlar asla inkar edilemez boyuta çıkar. İtiraflarla
birlikte çıkış yolları da bir bir kapanır. Ne yazık ki bozulan karakteristik
özellikleri yüzünden bir daha asla iyilik görmeyecekler, birden sahte iyilik
kapısı olur. Kanlı kapana cahilce katılma ve kapılma ile birlikte hayat hemen
ertesi gün bozuk para gibi harcar kutlu geçmişi. Çünkü ortak hafıza en güçlü
hafızadır. Yanlışları affetmez...
Böylece kalpazanlar cehennemine döner
yeryüzü. Doğanın erdemiyle Karadeniz daha da kararır. Ortak kanun farkını hemen
hissettirir. Ve büyük balık küçük balığı av yapar, yutar. Kapitalist dünyanın
özendirdiği işte bu kıtlık dünyasıdır...
Doğanın en vahşisidir köpek balıkları.
Saldırgandır. Sadisttir. Sadece yakalamak ve parçalamak için kodlanmışlardır.
Doğanın dengesini balık hafızasıyla bozmak için, mutlulukları yıkmak için,
türlü yollardan haince saldırmak için en muhtemel anı kollarlarlar. Yollarına
çıkanı hap gibi kapmak için burunları havada cakalanırlar. İşte o yüzden
köpekbalıkları avlanırken civarında olmak çok tehlikelidir. Çünkü yakınlarında
her kim olursa olsun tehlike çanları çalar. Kan çeker. Yani katliamdan uzakta
kalmak, aniden uzaklaşmak evladır. Çünkü kimi, neyi yuttuklarına, neyi parçaladıklarına
hiç aldırmazlar. Zaten etrafı kan gölüne döndüren pervasızlıkla dolanıp
dururlar kara sularında.
Hafiften ayak dolansa hunharca,
şuursuzca, saçma sapan isteklilikle kaleyi içten kuşatırlar. Belki de
denizlerin kanunu salt köpekbalıklarına göre dizayn edilmiştir. Emekten
çalmalara da göz yumulunca kasılarak, böbürlenerek en harcanmaz varsayılanları
dahi harcamaya yeltenirler. Yani el götürür, yel götürür, sel götürür.
Köpekbalığının mahalline getirir.
Ama bir mürekkep balığı çıkar,
mürekkebini püskürtür Denizi bulandırır...
Beklentilerin aksine yer mavi gök mavi,
Denizin dibi mavi iken busbulanık bir atmosfere dönüşür koca evren. Mücadele
mürekkep balığı sayesinde. Sıradan ve adi ekip kaynaşması içindeki
köpekbalıklarının sıtkı sıyrılır. Bocalamaya başlarlar.
İşte bu mavi derinlikte, o kör
karanlıkta yaşlı bir denizcinin zıpkınıdır doğanın dengesini yeniden kuran.
Revize eden. Ve Denizin anayasasına katkı sunan...
Yani büyük balık küçük balığı belki
yutar ama insan olan insana yem olmaktan hiç kaçamaz köpek balıkları.
Kapitalist dünyaya özgü cehennemin temel
gerçeği aslında budur. Ava giderken avlanmak...
BAĞLANTISIZLAR HAREKETİ VE BAĞIMSIZLIK...
Bağğlantısızlar Hareketi 1960’larda sömürgeden
kurtuluşun hızlanması ve bağımsızlığını kazanan ülkelerin Bağlantısızlar’ın
uluslararası alandaki etkisini artırdı ta ki soğuk savaşın bitmesiyle birlikte
varlık nedenini yitirmesine dek.
Bağlantısızlar Hareketi’nin Soğuk Savaş dönemi
içindeki yeri ve önemi Doğu Bloku ve Batı bloku dışında alternatif bir
örgütlenme oluşturması bakımından çok değerlidir. Bağlantısızlar Hareketi
yadsınamaz gerçekliktir. Soğuk savaş dönemi dâhilinde alternatif çareler olduğu
ve bulunabileceğine yönelik arayışlara Bağlantısızlar Hareketi öncü olmuştur.
Elbette soğuk savaşın meşruluğu içinde üçüncü
dünya ülkeleri ekonomik sorunlarını Doğu veya Batı bloklarının birinden
edinilebilecek destek ve yardımlarla halledebilirlerdi. Ancak bu edinim ileride
bloklardan birine girmeyi de zorunlu kılabilirdi. Böylece bağımsızlıklarını nice
zorluklarla elde etmiş olan bu devletlerin kazanımlarını kaybetmeleri de söz
konusu olabilirdi. Buna yol açmamak için yeni örgütlenen Bağlantısızlar
Hareketi kurtarıcı oldu. Dünya devletler familyasına yeni bağımsız üyelerin
katılımı da bu sayede gerçekleşti. dekolonizasyon süreci meşru zemin buldu.
uluslararası sistem yeni aktörler kazandı. Bağlantısızlar Hareketi'nin üye
yapısı irdelendiğinde, bağlantısız kalmayı tercih edenlerin çoğunun bu süreçte
bağımsızlıklarını kazanan ve gelişmekte olan devletlerden olduğu görülür.
Hem sömürge geçmişi, hem de bu devletlerin
bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra bağlantısızlık politikasını takip etmeleri
Bağlantısızlar Hareketi’nin korumasında gerçekleşti. hareket yeni dünya
düzeninin kurulmasında önemli rol üstlendi.
Bağlantısızlar Hareketi özellikle Afrika
sömürgelerindeki artan bağımsızlık mücadelelerinin ve Soğuk Savaş
kutuplaşmasının bir sonucudur denilebilir. Yani soğuk savaş bağlantısızları
doğurdu denilebilir. Diğer yandan tarihin doğal akışına uygun bir süreç olarak
gerçekleşmiştir de görülebilir. Zaten Soğuk Savaş rüzgarlarının estirildiği bu
dönemde, bağımsızlıklarını kazanan devletlerin önünde, başka seçenek de yoktu;
ya bloklardan birine dâhil olunacak ya da Blok dışı kalarak yeni bir oluşuma
kapı aralanacaktı. Nitekim öyle oldu, çoğı bağlantısız olmayı yeğledi.
Soğuk savaşa karşın, bağlantısız devletlerin
bağlantısızlık politikası ideolojik bir tercih değil yaşamsal bir gereklilikti.
Öyle ki bağlantısızlık tamamen bağımsızlık ile aynı anlamda görülmekteydi.
Ancak heterojen yapı ve hareketin iç çelişkileri Bağlantısızlık Hareketi'ni
kuvvetli bir dayanışma kütlesi haline getiremedi. Dört kıtadan ülkelerin farklı
özelliklere sahip olması ve değişik yapıları barındırması bu farklılıkların bir
potada eritilmesini zorlaştırdı. Arzulanan etki cılızlaştı. Bütün
anlaşmazlıklar ve çelişkilere rağmen Bağlantısızlar Hareketi yine de Soğuk
Savaş döneminin en önemli ve aktif kurumsallaşması oldu.
Bu kurumsallaşma kurgulanmak istenen Soğuk Savaş
kuramını açıkça reddetmesiyle ve yerine alternatif seçenekler sunması ile
uluslararası sistemin işleyişine olumlu bir katkıda da bulundu. Bağlantısızlık
tavrı üçüncü Dünyanın zihinsel güçlenmesini ve süper güçlerin uluslararası
arenada yeni devletlere bakış açısını da değiştirdi. Küçük büyük tüm yeni
devletlerin dikkate değer görülmesini sağladı. Bağlantısızlık Hareketi'nin
yönlendirdiği politikaların bir sonucu olarak büyük ve süper güçler adımlarına
daha dikkat eder hale geldi.
Sonuç itibariyle Bağlantısızlar Hareketi’ni
soğuk savaş dönemini başlatan iki süper devletin kamplaşması yarattı. Ancak
bağlantısızların soğuk savaşı reddetmesi ve alternatif üretmesi bir nebze de
soğuk savaşı bitirmeye etken olurken kendi sonunu da getirdi. Her son yeni bir
başlangıç gerçekliğiyle emperyalizm yeni sömürü metodları geliştirdi ve
uygulamaya devam etti…
KAYNAKLAR
Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul: Alkım
Yayınevi, 2010
Odette Guitari, Üçüncü Dünya (Sömürgelerin Uyanışı), Çev:
Ahmet Angın, İstanbul: Kitap Ticaret Ltd. Şirketi Yayınları, 1966
Eric Hobsbawm, Kısa 20. Yüzyıl, 1914-1991 Aşırılıklar Çağı,
İstanbul: Everest Yayınları, 2012
Antony Best, Jussi M. Hanhımaeki, Joseph A.
Maıolo, Kirsten E. Schulze, 20. Yüzyılın Uluslararası Tarihi, Çev: Taciser Ulaş
Belge, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2012
Elif Yeneroğlu Kutbay, "Tarafsızlar ve
Bandung Konferansı", Haydar Çakmak (ed.), Türk Dış Politikası, Ankara:
Platin Yayınları, 2008
BAĞLANTISIZLAR HAREKETİ VE
SOĞUK SAVAŞ
Soğuk Savaş, İkinci Dünya Savaşı galipleri SSCB
ve ABD arasındaki güç yarışının uluslararası platformda sistemleşerek çift
kutuplu rekabete dönüşmesidir. Dünyaya bir süre egemen olan bu model
çerçevesinde, dünya devletleri özellikle kültürel ve ekonomik, ideolojik ve
güvenlik kaygıları yüzünden kutuplardan birine katılmışlardır. Böylece iki
süper devlet etrafında kenetlenme gerçekleşmiştir. İki kutuplu sistemin
yansıması ise Doğu ve Batı Bloku olarak dünyanın ikiye ayrılmasıdır. Sosyalizm
ve kapitalizmin tampon bölgeler oluşturarak birbirlerinin yayılmalarını önleme
girişimidir. Devletlerarasındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlıklarda, kapışma ve
çatışmalarda direkt silah kullanmadan endirekt başka argümanların hayata
geçirildiği tarihsel bir dönemdir soğuk savaş.
Tüm kurum ve kurallarıyla işleyen soğuk savaş
döneminde sömürgeciliğe karşı mücadeleye başlayan Afrika ülkeleri, Soğuk
Savaş’ın pik yaptığı 1960’larda bağımsızlıklarını kazandılar. Doğal olarak iki
süper güçten birinin safına katıldılar. Ancak siyasi bağımsızlıkları olmasına
karşın ekonomik bağımsızlıklarını kazanamadılar. Eski sömürgecilerle
bağlantılarını devam ettirmek dış politikalarını da onlara göre dizayn etmek
zorunda kaldılar. Bu dizayn çerçevesinde “Birinci Dünya” adıyla Batılı ülkeler,
“İkinci Dünya” olarak Doğu Bloku ülkeleri, soğuk savaş döneminde sömürgeden
yeni kurtulan ülkeler de “Üçüncü Dünya” adıyla değerlendirildi. Dünya içinde üç
dünya kendi kamplarını yarattı.
Zamanla sömürgeciliğin tasfiyesine yönelik
mücadele tutunca ve gelişince bağımsızlıklarını kazanan devletler Soğuk
Savaş'ın gerginliğinde harcanmak yerine öncelikle ekonomik kalkınmayı
hedeflediler. Bu hedef doğrultusunda geri kalmışlığın, az gelişmişliğin
giderilmesi ve emperyalizmin yeryüzünden silinmesine dönük politikalara taraf
oldular. Bağlantısızlar Hareketi içten içe hızlanan kutuplaşma döneminde üçüncü
bir blok olarak doğdu.
Hareketin kuruluşundan evvel üç önemli konferans
toplandı. Bunlar 1954 Colombo, 1955 Bandung ve hareketin resmen kurulduğu 1961
Belgrad Konferanslarıdır. Harekete katılan devletlerin amacı, Doğu ve Batı
bloğu arasındaki Soğuk Savaşın ve çıkar çatışmalarının dışında kalmak ve bu
çatışmaların toprak bütünlükleri ile egemenlikleri üzerinde yıpratıcı etkide
bulunmasını engellemektir. Ana gaye tarafsız kalarak "üye ülkelerin millî
bağımsızlığını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini,
sömürgecilikten, yayılmacılıktan, ırkçılıktan ve her türlü dış baskı, istila,
işgal ve dış müdahaleden" korumaktı. Kurulan üçüncü Dünyada bloksuzlar,
bağlantısızlar, bağımsızlar kampının kurucuları olarak Yugoslavya lideri Josip
Broz Tito, Hindistan lideri Nehru, Mısır lideri Cemal Abdünnâsır, ve Endonezya
lideri Ahmed Sukarno öne çıktı.
Tam mutabakat gerçekleştirilemese de “Barış
içinde bir arada yaşama” anlayışı ve bağımsızlık idealleriyle 1961’de
Belgrat’ta ikinci bir konferans toplandı. 25 Asya ve Afrika devletinin
katıldığı bu konferansta, ülkeler harekete kurumsal bir nitelik kazandırdılar.
Bağlantısızlar (Bağlantısızlık) Hareketi resmen tescillendi.
Soğuk Savaş eseri blok politikalarının dışında
olduklarını ve bu politikalara karşı olduklarını deklere ettiler. Bu
Uluslararası Organizasyon “yumuşama dönemi”ne geçişin ve gelişmelerin de ilk
nüvesini oluşturdu.
Hareket başından beri Asya ve Afrika ülkelerinin
ağırlıkta olduğu, evrenselleşemeyen bir girişim olarak kaldı...
SİYASETEN PRENSİPLİ BAŞLANGIÇ...
Siyasetin sistematiği, sanki sürekli
yeni başlangıçlar ve yepyeni yol haritaları çizmek üzere kurgulanmış gibi.
Siyasal hayat yolculuğu ise asla unutulmayan prensipler dahilinde, çalakalem
çizilen resmi farklı kaydetmek ve ansızın değişen büyük fotoğrafı hakkıyla
görmek için...
Yani kapıyı çalan her yarın yeniden,
yeni bir siyaset dili öğrenmeye ilk adım. Hatta siyasal hayatın yeni dilini
ömrün kalanında, doğru kalanlarla birlikte öğrenmek ve yozlaşan siyaseti
sıfırdan planlama günü. Hızla kısa ve uzun vadeli planlarla asla kopyala
yapıştır olmayan özgür ve özgün bir siyaset projeksiyonu programlama zamanı.
İllaki dünde kalanlara dair incelikli ve
kapsamlı hasar tespit sonrasında, çıkarcı ve sömürgen çerçeveyi genişleterek,
bencil eylem alanlarını daraltarak siyaseten yenilenmek mümkün. Her yeni
siyasal amaç kurtuluşun müjdecisi ve kutlu var oluşun reçetesi. O yüzden
siyaset çukurundan çıkamayan apolitik çaylaklarla, aynı amaçta yürümekten
kararlı biçimde sıyrılmak gerekir.
Yani siyasi arenada sıtkı sıyrılmışlardan
uzaklaşmanın tam zamanı ve yarınlar yeniden doğuş yarını...
Zaten siyasette vazgeçilmez sanılanlar,
kendilerini hint kumaşı gibi vazgeçilmez görenler siyaset kulvarını kapatırlar.
Doğrusal güzergahda doğru yürümeyi daima engeller ve daima kaybettirir. Zaten
siyasal alışkanlıklardan ve kronik bağımlılıktan beslenmek de bir yere kadar
işler.
Zamanla iş babında sürdürülen siyaset
iyice dibe vurduğundan kader denilir ve bir kalemde her şeyden, hepten
vazgeçilir. Prensipler icabı biletler kolayca kesilir...
O yüzden yarınların planlı, programlı
prensipli ve mantıklı olanlara mutlaka mutluluk getireceği inancıyla siyasal
direnme gerekir. Yapay mutluluklardan ve suni kazanımlardan da sakınma...
Siyaset bulvarında yerinde bir tavır ve
yeterince soluklanma sonrası ileriye dönük yol haritası ilk aşama. Bu keskin
siyasal yolculukta pişman olanlara ve ah keşkecilere hiç yer yok. Ayrıca
siyaseten temel prensipler dışına çıkılan, yenilir yutulur cinsten olmayan
hiçbir şaibeli olaya da yer yok...
Hattı zatında siyasal düzlemde her yeni
başlangıç, yeni prensipler ve kalın kırmızı çizgiler demektir. Öyle kalın
kırmızı çizgiler çizilmesi sınırsızlığı ve bağımsızlığı engellese bile yine de
çizilmelidir. Başta esneklikle çizilmelidir. İmajı terbiye etmek amacıyla, siyasal
prensiplerden kopmamak için.
Ancak kırmızı çizgilerin dışında
kalarak, ciddi prensipler doğrultusunda davranarak tam özgürleşilir. Yani bir
anlamda kırmızı çizgiler siyasetin güvenlik aralığıdır, güvenli alandır...
Siyaseten güvenli alan dışındakiler ve
güvenli alan dışına çıkmayı hedefleyenlere gelince, onlar umulmadık şekilde
sıkı aralıklarla tuhaf bir yüzsüzlük girdabına yuvarlanırlar. Her fırsatta
düşülen büyük siyasi hataların üstünü defaten örtmek maksadıyla daha da
kirlenirler. Ve ezelden ebede asla toparlanamazlar.
İşte o vakit susmak, bir süre suskunluğu
becermek bir sanattır. Bu siyaseten susma fiilini gereğince okuyamayanlar ise
siyaset kazanına battıkça batarlar. Kendilerine an gelir ince ayar çekileceğini
ve her halukarda siyaseten hadlerinin bildirileceğini de bir güzel unuturlar.
İşte gelişen siyasi atmosfer gereği
planlanan yeni başlangıçlar ve yeni yol haritasında bu kargacık burgacık kara
tiplere kesinlikle ufacık bir rol dahi verilmez. Topunu buharlaşıp yok olmaları
için acınası sessizliğe boğmak gerekir. Yani prensipler ve planlar dahilinde
siyaset yoksa kişisel ve kitlesel çatışmayı kazanmak da ham hayal olur...
Siyasetin yarınları açıkça yeni bir
siyasi atmosferin habercisi. Gün yeni bir siyaset dili, yeni bir siyaset dini
öğrenme ve küllerinden diriliş günü. Mevcut siyasal resmin çerçevesini yeniden
çizmeye hazırlık günü. Büyük fotoğrafı doğru dosyaya kaydetmek günü...
Prangaya prese dayalı prensipleri
darmadağın eden siyasi kaygısızlara, yalan yanlış yönlendirmelerle yeni
başlangıçları kontrol ettiğini sanan siyasi sahtekarlara karşı keskin inat ve
sürekli dikkat zamanı. Oyunbozan uyaranlara inceden hissedilebilir siyasi uyarı
düzeneğini de kusursuzlukla kurma zamanı. Palas pandıras pasrengi pis kokuları
da korkuya etiketleme zamanı. Hemde tabanlı tabansız aman dileme haline asla
kanmadan. Yani yarınlarda benzer tutumlar yenilenen siyasetin tadı tuzu...
Çünkü siyaset sağlam duran, dengeyi
kuran, aklı önde tutanlar için daima yeni başlangıçlar, yeni hayat ve yepyeni
yol haritaları sunar.
Sunmasa ne gam. Siyasetin doğası gereği
son sözü hep hayat söyler...
Söz şudur, akı karası bir yana belli
saatten sonra kimse hayatta siyasi hayattan mucize beklememeli. Çünkü adilane
hasar tespit sonrası siyasi enkaz mutlaka kaldırılır. Biriken enkaz bedelinin
hangi ilgiyle, hangi siyasi ilgililere tahakkuk ettirileceği de açık seçik
bellidir. Ve gecikmiş faiziyle birlikte tahsilat bir gün mutlaka gerçekleşir.
Ve hiç gereksizlerden ve de tam kirlenmişlerden siyasi hayat arındırılır.
Yani siyaseten yeni bir başlangıcı
planlamak yarının ilk işidir. İzlenecek yepyeni yol haritası da besbellidir.
Ama derli toplu ve daima prensipler dahilinde...