1 Ağustos 2013 Perşembe

ÇİLEDEN BAŞKA MÜLKÜ YOKTUR HALKIN VE MÜLK ALLAH’INDIR…

ÇİLEDEN BAŞKA MÜLKÜ YOKTUR HALKIN VE MÜLK ALLAH’INDIR…

Beyinlere sıradan ideler sokulunca, Ramazan şeker bayramı, Kurban et bayramı olalı beri çoktandır, dini bir ritüel olmaktan öteye gitmiyor bayramlar. Dini Bayramların da İçi boşaldı, boşaltıldı, her şeyin içi boşaltıldığı gibi. Alt kültür kalıntıları da olmasa iş iyice çığırından çıkacak.

Akıl kuraklığında bir tutsaklıkla, panayır, karnaval, festival havasında geçen günlerde, tüketim çılgınlığını arsızca tetikleyen, kapitalizme koşut bir gelişmişlik veya gerileyiş hüküm sürüyor bu bayramlarda ve bayram önünde.

Kardeşlik, dostluk, paylaşım, yardımlaşma ve dayanışma en alt düzeye çekilmiş, yerelden genele oya dayalı hibesel, haybesel bol baca yardımlarla dinin öngördüğü değerler ikincil plana itilmiş durumda. Akıllı olan yalan söylemez nefsini sorgular ama;
Artık, Sadece adı dini bayram, bu bayramların…

Yüksek frekansta bir yabancılaşmayla, cep telefonunda bir kısa mesajı bile, Türkçeyi hakkınca kullanarak yazamayan din-li boşlar, bu bayramların baş tefrikacısı, baş itirafçısı, baş tenkitçisi, baş yandaşı olarak başköşedeler. O muhteşem ziyafet sofralarından nasiplenmişlik adamlıktan sayılır sayılmaz ölçüsüdür.

Zaten çok eskilerde kaldı bayramlardaki o naiflik… “ Keskin kolorun rengarenk kartpostalların arkasına birkaç cümlecik tumturaklı-oturaklı bayram tebriği yazabilme güzelliğini “ yaşamayanlar, upuzun bir şiir gibi yaşamayı yok sayarak bugün el-etek öpüyorlar mal-çıkar uğruna.

Dil gönül perdesidir, perdenin arkası ise sır ve o sır, çıkarcılıkları ve çıkarsamaları da o yüzden anlamsız ve yancı kılar. Nesillerce ay tutulması yaşatacak, “ Yaşar ne yaşar ne yaşamaz “ hissiyatıyla anımsanacak bu bayramlar ileride düşünüldüğünde. Bayram tebriği biçareleri ne anlarlar namelerden. Kaderde tüm karanlıklara inat fasikül fasikül devirdikten sonra, çarık çürüklerle uğraşmak da varmış meğerse.

Ne hikmetse gök pamuk tarlası, yer demirden gülle ve sırat köprüsü aklın bir köşesinde kemirici bir sır olarak kalır. Aynada ise ısrarcı yüzler çivilidir, pul pul dökülünce insanlık…

Tutulan orucun sevabını yazmak Allah’a mahsus olduğunu bilen ama orucu seferiliğe ve hastalığa kurban eden engin bilgileriyle kafa bozan ‘şaşar ve ne yaşar ne yaşamazlar’ baş tacı son yıllarda. İşin özü gönül gözü açlar oruca dayanamazlar. Ramazanı övüp derip, koca ay bom boş geçen ehli-Müslimler ‘kurban kesenler, Sırat Köprüsü’nü kazasız belasız geçebilmek için o kurbanlara binecekler’ derlemesine güvenirler ve görüntüsel matemsel havayı dağıtırlar iki aylığına…

Kutsayışımız güne özel değil, sevgiden öte aşk ve mantıklılıkla dinedir. İyi de cehennem üzerinde kıldan ince kılıçtan keskin Sırat Köprüsü’nün varlığını vurgulayan bir ayet hükmü var mı ki. Sahte cennet bezirgânlarıyla bir olunca bey-dincilik, havada uçuşur kurtuluş öngörüleri. Allah akıl fikir versin şu ‘şaşar ve ne yaşar ne yaşamaz’lara. Mek mak ekleri de cahilleşince bulaşıcı hastalık gibi fısıltılara kalır hayatlar…

Hangi anahtar açar gökyüzünün kapısını; Tüm söylencenin insan olmak, adam olmak ve konu komşu ve çevresine imkânlar nispetinde ayrım yapmadan kol kanat germek olduğunu birileri anımsatmalı şu sandık ehline, rey yiğitlerine.

Bir var bir yok şu zamanlarda, Halkın ramazan boyu kurban oluşuna seyirci kalınan ve kurban kesilmesini teşvikten öte bir gerçeklik içermediği apaçık belli olan iki bayram arası bayramlık ağızlar açılıverirse din iman zedelenir alimallah…

Hayata serpiştirilmiş halkın saf dilin en ucundakileri yaşamaktan ne yaşar ne de yaşamaz hale geldiğini görmekten imtina edildikçe de düzelmez hiçbir şey. Bayram seyran dinlemeden, bayram seyran beklerken kurbanlıklar sırasına girilir, beşer şaşar misali...

Sallanan, daralan, bunalan, çalınan, ezik hayatları, asırlık kızgınlıklarla görmezden gelenlerin ilahlaştırıldığı, bu kuru gürültü ucuz panayır günlerinden sonra gelecek bayramlar da eski tadını yitirdi son yıllarda.

Meşruiyeti sorgulanmayan, yüz yıllarca gizli kalan, gizlenen gerçekler su yüzüne çıktıkça, ebabiller ötse de her celse bu dava bitmez, ahrete kalır karar. Masklar ve maskaralıklar kara dolaplardan saçıldıkça yer gök efsaneden geçilmez sonra. Ele su dökecekler eblekçe sıraya dizilir ise o eline hayatta su dökülmez hilkat garibeleri de övünür, sövünür arsızca.

Buz gibi yalnızlıktır artık bayramlar. Etim toprak, sözüm deniz, özüm zerre kervanındanım misali, tenim güneş, gözüm kor, ateş topuna tutarım sahte bayramları…

Onlaradır bayram keyfi ve onlar böylece sürer gider…

Gelenek içinde yerini bulan bütün bu keşmekeş bir yana, Bereket versin ki bayramların zengin ve engin içeriğini bilip, sayıp, anıp, berber mızıkası çalmayacaklar da var üç beş gün.

Pervasız, Patavatsız ahenk cambazları, asmalı bahçelerde ultra zenginlikten sarhoşlarken, sükseden uzak bayramlaşmalar da yapılacak gül bahçelerde. Sazsız, Süssüz, mütevazı, bayramlaşmalar bu bayram da, yine bize kalacak gibi anlaşılan. Muhalif temsilin duruşuna özgü, hayatın mucizelerine aldanmadan…

Çileden başka mülkü yoktur halkın ve mülk Allah’ındır, Bayramları bayram yapan değerlere selam olsun…
 

Hiç yorum yok: