22 Haziran 2019 Cumartesi

haziran seçim


İMAMOĞLU KAZANIR, İKTİDAR DÜŞER...
Haziran seçimine gelene kadar Ana muhalefet partisi on yıllardır seçim kaybediyor. İktidar Partisi ise kurulduğu 2001'den bu yana on yedi seçim kazandı. Her seçimi. On sekiz yıldır ilk kez Haziran seçimini kaybedecek görünüyor. Yani kamuoyunda İmamoğlu kazanır, mevcut iktidar da düşüş başlar kanısı hakim...
Şu fakir memleket neredeyse her yıl bir, bazen aynı yıl iki seçime gitti. Götürüldü. Bu kadar sık seçime rağmen demokratik seçimler yapmayı bir türlü beceremedi. Her yeni seçimle adaletten biraz daha uzaklaşıldı. Son seçimlere doğru bir sandığa sahip çıkma durumu güncellendi. Sandıklara yeterince sahip çıkıldı. Bir anda işin rengi değişiverdi. Ana muhalefet Büyükşehirlerin büyüklerini kazandı.
Mevcut iktidar hiç beklemediği kayıplara hazırlıksız yakalandı. Hemen daha öncesi olan binbir türlü seçim hilesi orta yerlere serildi. Kazananlar bu seçim oyunları ile karşı karşıya kaldı. Sandık kurulları yüzünden bahaneler üretildi. İftiralar havada uçuştu. Yüksek siyaset resmen pis yedili oynadı. Bazı seçimler iptal edildi.
Öyle ki sadece İmamoğlu kazandı diye seçim tekrarına gidildi. Tekrar edilmesi gereken bir çok yerde ise tekrara lüzum görülmedi. Çifte standart uygulandı.
Bir kaç gün sonra yenilenecek seçim. Haziran. Kim yenilecek, üç aşağı beş yukarı belli. Yine iktidarın kaybetmesi durumunda ki öyle gözüküyor şimdiden şaibeli ilan edileceği besbelli. Yani bu seçim sistemi ve bu Yeseka ile sonuç beğenilmediği takdirde siyaset yapma hakkının bir daha gasp edileceği kesin.
Aslında Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin çoğulculuğu yansıtan bir sistem olmadığının açık göstergesi tüm yenilenen seçimler. Yanıltan bir pozisyon. Çözümsüzlük kapıda. Yerel Parlamentoya, yerel demokrasiye bile izin yok.
Hele yerel yönetimi, yalnız belediye hizmetlerine hapsetmeyen bir Başkana asla izin yok. Yerinde yönetime, iktisadi, siyasi ve toplumsal sorunların yerinden çözümüne, kaynağında takibe, özlenen yerel demokrasi inşasına hele de sosyal demokrat anlayışın iktidarına hiç izin yok...
On yıllardır hep biz olalım, bizimki olsun, öncelik bizde olsun hırsı. Sanki bu kez öyle olmayacak. Her şey daha güzel olacak. Tüm varyasyonlar ters tepecek. Sıkıntı bu.
Eğer İmamoğlu kazanırsa ki kazanacak izlenimi var, mevcut iktidar sallanacak. Dert bu...
O yüzden, mevcut iktidarın her seçimde önce ayrıştırma, ötekileştirme kurgusunu öne çıkarışı. Sonra da bu kurgudan beslenen hukuksuzluğu baş tacı edişi. İşi mektup siyasetine kadar vardırması. Düşman sayılanlardan dahi medet umulması...
Lakin memleket bıktı yoz politikadan, boş politikacıdan, yıkıcı eleştirilerden, asılsız dedikodulardan, sallama iftiralardan. Bıktı keskin dilden, kirli kişiliklerden, sert mizaçlılardan, babacan tavırlılardan. Ağlayanlardan, sızlananlardan, sızıntılardan bıktı. Tutulmayan vaatlerden ve umutsuzluktan. Bıktı...
Onun için Millet, insan odaklı politika, umut aşısı, yerine gelen vaatler, kucaklayıcı lider istiyor. Doğru, dürüst, duygusal, hisleri kuvvetli, sevgili, gülen yüzlü, tatlı dilli Başkan istiyor.
Açıkça görünen odur ki artık on yıllardır güdülen yandaş, taraf ve payanda siyaseti çökmek üzere. Özellikle tabanda bir büyük değişim ve köklü dönüşüm beklentisi ve bu yoldaki kararlılık psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş durumda.
Büyük olasılıkla İmamoğlu kazanacaktır ve kurumsal pratiğini bireysel çıkış etkinliklerine bağlayan mevcut iktidar düşüşe geçecektir.
Sanki Haziran seçimini İmamoğlu kazanırsa ki kazanacak, bu kazanım millet ve memleket için çizilecek yeni yol haritasının da başlangıcı olacak...

DOĞU AKDENİZ, DOĞALGAZI...
İki yılda yapılan üç seçimin elbette memlekete hatırı sayılır bir seçim maliyeti var. Hele yenilenen Büyükşehir Başkanı seçiminin hem seçim maliyeti, hem de stratejik maliyeti var. Bu seçimi fırsat gören Kıbrıslı Rumlar, Doğuakdeniz doğalgaz sondaj çalışmalarını bir oldu bittiye getirdiler bile...
Enerjide yüzde yetmişler seviyesinde bir dışa bağımlılık yaşayan memleket inadına seçimlerle boğulurken, Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanları ve doğal gaz arama anlaşmaları karmakarışık bir hale geldi.
Son yıllarda başlatılan doğalgaz araştırma ve sondajları neticesinde zengin doğalgaz yataklarının bulunması, Doğu Akdeniz'i enerji kaynakları bakımından dünyada bir adım öne çıkarmıştı. Gerçi Doğu Akdeniz doğal gaz rezervleri dünya enerji dengelerini değiştirecek bir boyutta değil. Ama Akdeniz'e kıyı ülkelerin ekonomisine ve bu rezervleri işletecek çokuluslu şirketlerin kârına önemli katkısı olacağı muhakkak.
O yüzden Kıbrıs çevresinde oluşturulan on iki, on üç bölge için bazı Akdeniz ülkeleri aralarında kapsamlı ekonomik, siyasi ve stratejik işbirliğine gitti. Amerika da oluşturulmaya çalışılan bu işbirliğine açık destek vermeye başladı. Açıkça Kıbrıs çevresindeki doğalgaz rezervleri için Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin iradesi yok sayılan bir rota izlendi.
Doğu Akdeniz'de de, aynen Ege'de Komşu'nun karasularını on iki mile genişletme niyeti, Türkiye kıyılarına yakın bazı adaların, anlaşmaları olmaksızın, fiili durum yaratılarak işgal edilmesi gibi bir durum söz konusu. Bu işgallerin engellenememesi, Türkiye’nin ağırlığını yeterince koyamaması şimdi Doğuakdeniz'e de tesir ediyor. Akdeniz'de Türkiye yalnızlaşıyor, yalnızlaştırılıyor.
Ayrıca Türkiye’nin izlediği politikalar yüzünden bölgede etkisinin azaldığı da bir gerçek. Başta Suriye yönetiminin devrilmesi için izlenen politika ve ilişkilerin kesilmesi, bazı haklı nedenleri bulunsa da prestij kaybına neden oldu. Mısır’da da ayni durum. Yeni yönetime karşı açık tavır alınması nedenlerden biri. Diğer yandan İsrail ile bir bozulan bir iyileşen dengesiz ilişkiler, AB ile ABD arasında kalış Türkiye’nin Doğuakdeniz'de manevra kabiliyetini iyice azalttı.
Oysa; "1960 antlaşmalarıyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Türk ve Rum toplumlarının egemen eşitliği esasına dayanıyordu. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin tek başına egemenlik iddiasında bulunması ve son zamanlarda hukuka aykırı fiili durumlar yaratıp bölgedeki doğalgaz yataklarını araştırma ve işletme yoluna gitmesi" ciddiye alınması gereken bir krizdir.
Ayrıca Romanya’nın Sibiu kentinde düzenlenen gayri resmi AB Zirvesi’ne katılan ülke liderlerinin, Türkiye’nin geç de olsa Doğu Akdeniz’de sondaj faaliyetlerine başlamasını Kıbrıs’ın egemenlik haklarına saygı duymama olarak nitelendirdiğini de unutmamak gerekir.
AB Konseyi Başkanı Tusk'un, Doğu Akdeniz’de yaşanan doğalgaz gerginliğinde Kıbrıs’ın arkasında olduklarını açıkladığını. Yetinmeyip "Türkiye'nin Kıbrıs Ekonomik Münhasır Bölgesi etrafında yapacağı sondaj faaliyetlerinin provokatif bir eylem" olduğu ve durdurulması gerektiği yönünde görüş bildirdiğini de.
Zaten Doğuakdeniz'deki doğalgazı öncelikli olarak Amerikan ve Katar şirketleri çıkarıyor. Çıkarılan gaz Girit üzerinden boru hattıyla Avrupa’ya taşınacak gibi görünüyor. Ve bu sirkilasyon İsrail ve Güney Kıbrıs’tan yönetilecek. İşin garibi hangi ülkeler Doğuakdeniz doğalgazıyla ilgili olacaklar, kararını ise doğalgazı üreten şirketler verecek.
Böyle olursa Doğu Akdeniz’deki gerginlik Kıbrıs ile beraber egemen güçlerin doğalgaz üzerinden çıkar çatışmasını tetikleyecek. Ve Türkiye dışarıda bırakılacak.
Bu dışarıda kalışla Memleket ciddi zarar görecek. En azından doğalgaz ithalatı için ucuz kaynak yaratamadığı gibi, gaz ihracı için transit rota görevi üstlenemeyerek olası kazanımları da kaybetmiş olacak.
İşte tüm bu ve benzer işlerle uğraşmak varken devleti yönetenler Büyükşehir Başkanlığı'na kilitlenmiş durumdalar. Seçimi kazanmak adına tüm kaynaklar seferber edilmiş, kazan kepçe çalışılıyor.
Kaybettiklerinde ise sadece başkanlığı değil, çok şeyi kaybedecekler. Tıpkı Doğuakdeniz doğal gazı gibi...

ÖZÜR BAHSİ...
Özür dilemek kelime anlamıyla bir durumunu, özrünü ileri sürerek, bir işi yapamayacağını bildirip, bağışlanma dilemektir. Yani özrünü bildirerek bir işi yapmayı istememek, bir işten bağışlanmayı istemektir.
Bir başka açılımı da yapılan bir yanlıştan, uygun olmayan bir durumdan dolayı bağışlanmayı dilemektir. Yani gayriiradi yapılan bir yanlıştan ötürü bağışlanmayı istemektir...
Vali, vilayette devleti temsil eden en yetkili yönetim görevlisidir. İsim olarak Arapça bir kelimedir ve koruyucu, muhafız, vasi anlamlarını ifade eder. Vali görevde bulunduğu ilin genel idaresini sağlayan ve gidişatını denetleyen devlet erkanıdır. Vatandaşa göre ilin mülki amiridir. En yetkili insanıdır. Ve devlet adına millete her türlü imkanı sağlamakla mükelleftir...
Vali, Merkezi yönetim tarafından atanır. İçişleri Bakanlığının önerisi, Bakanlar Kurulunun kararı, Cumhurbaşkanı'nın onayı ile göreve başlar. Yani üçlü kararname ile.
Valilerin görevi kanun, tüzük, yönetmelik ve Hükümet kararlarının neşir ve ilanını ve uygulanmasını sağlamak ve Bakanlıkların talimat ve emirlerini yürütmektir. Mevcut işlerin gerçekleştirilmesi için gerekli tüm tedbirleri almaya da yetkilidir. Yani kanun, tüzük, yönetmelik ve Hükümet kararlarının verdiği yetkiyi kullanmak ve bunların yüklediği ödevleri yerine getirmek için genel emirler çıkarabilir ve ilan edebilir...
Diğer yandan bir ilin Büyükşehir Belediye Başkanı nasıl seçilir ve hangi işleri yükümlenir o da bellidir. Yetki alanı kanunlarla sabittir. Kutsal bir görevdir. Herkese de nasip olmaz. ...
Özür dileme mealine göre işte bu tarafların kabul etseler de etmeseler de açık seçik birbirlerine, karşılıklı özür borcu doğmuştur. Biri devletin arkasına sığınarak, diğeri seçilmişliğini savunarak bu sorumluluktan kurtulamazlar...
Özür dilemek uygar bir tavırdır. Erdemdir. Ancak hem kavramları birbirine karıştıran hem de özür dilemeyi zor beceren bir toplumda af dilemek sanki henüz olgunlaşmamışlık duygusunu pekiştiriyor. Genel yargı bu.
Bu nedenle yapılan yanlışı düzeltmek için bile olsa özür dilemek elden gelmiyor, dil söylemeye zorlanıyor.
O yüzden yaşanan VIP krizi, son günlerde her şeyin ötesine geçen, Haziran seçimine ana malzeme edilen aşamaya sürüklendi. Seçilmiş Belediye Başkanı, Vali ve Cumhurbaşkanı üçgenine hapsoldu. Başka bir hal aldı.
Devlet adına millete her türlü imkanı sağlamakla mükellef Vali, Seçilmiş Başkana yasal hakkı olan bir imkanı kısıtladı. Bu tavır makul karşılandı. Olay büyütüldü. İş geldi özür dilemeye dayandı. Yeniden kazanılacağı olası makama kilitlendi.
Oysa özür dilemenin bile incelikli bir tarafı, püf noktaları var. Özür dilemenin lügat anlamında durum çok açık. Varsa bir şey iki taraflı. Ve karşılıklı. Af dileme de öyle. Sadece bir tarafın özür dilemesiyle bu iş kapanmaz. Sırf oluşan gerginliği sonlandırmak için özür dilemek de olmaz. Belki anlık ortam yumuşar ama uzun vadede haksız yere özür dilendiği için her şeye zarar verebilir. Haksızlığı yapana başka fırsatlar doğabilir.
Seçilmiş bir Başkan, Vatandaş İptidai yöntemlere mahkum edilmişken, işlerinin aciliyeti dolayısıyla VIP'ten geçmek isteyebilir. Bunda bir mahsur yok. Ancak havalimanının birinde VIP izni var bir diğerinde yasak ise ortada yaman bir çelişki var demektir. Emir demiri keser babında bir yaklaşım var demektir.
Ayrıca bu basit olay gündemi bu denli meşgul etmemeliydi. Onca sorun varken bu kriz seçime endekslenerek baş sorun yapılmamalıydı.
Burada özellikle medya, meşhur siyaset erbapları ve atanmış bürokratlar isteyerek veya istemeyerek oldukça basit bir olayı siyasi nema uğruna ayyuka çıkarmışlardır. Çıkarılmamalıydı.
Aslında olayın taraflarının birbirlerine olduğu kadar, tümünün millete özür borcu var. Seçimden önce de sonra da...

NOTER, NOT EDER...
Noter, hayatı resmen kayıt altına alır, tarihe not eder. Her türlü işlemlere ve belgelere yasal geçerlik kazandırır. Noterlik kendine özgü hukuk statüsü olan kamu görevidir. Noter de kamu görevlisidir...
Noterler görevlerini genellikle kendi mekanlarında yerine getirir. Noter gözetiminde yapılacak değişik işler için değişik ortamlarda da bulunabilirler. Dışarıda genellikle noter katipleri hizmet verir. Öyle ki özellikle görsel medya programları noter katiplerinin noterden daha çok tanınmasına vesile olur.
Noter katibi; noterlik kanun ve yönetmeliğinde yer alan, hukuki işlemlerin usulüne uygun ve düzenli şekilde yapılmasını sağlar. En az lise mezunudur ve ilgili noterin yanında altı ay aday olarak çalışmış ve sonrasında katiplik yemini etmiş kişidir.
Yani noterlik bir kamu hizmetidir. Asliye ve Sulh Hukuk Mahkemesi bulunan yerde, Adalet Bakanlığı’nca kurulur. Bir bölgede, birden çok noterlik de olabilir...
Diploma, kişinin herhangi bir okulu veya öğrenim programını tamamladığını, belirtmek için öğretim kurumu tarafından düzenlenip verilen resmî belgedir. Bu belge kişinin derece, lisans veya unvan kullanmaya hak kazandığının, yetki elde ettiğinin kanıtıdır.
İşte üst düzey yetki kullanacak bir makam sahibi unvana hak kazandığını kanıtlamak için diplomasını notere onaylatıyor. Ancak kendisi gitmiyor. Daha alt makam bir yetkilinin şoförüyle belgeyi gönderiyor. Şoförde bu işlemi gerçekleştirebilmesi için gerekli vekâletname yok. Üstelik diplomanın aslı da yok, eldeki bir fotokopi.
Şoför eline verilen diploma fotokopisini noter katibine veriyor. Katip diplomanın aslını istemeksizin, aslı var mıdır yok mudur hiç sorgulamaksızın fotokopi diplomayı “aslı gibidir” diye tasdik ediyor.
Yasa tanınmaz iş açığa düşüp, hukuk dışı tasdiklenen diploma üzerine tartışmalar çıkınca, Noterler Birliği, üst yetkilinin işleyen süreç zarfında kamuoyu ile paylaşılan 'aslını görmeden, aslı gibidir' diye tasdik edilen diplomayı onaylayan noter katibi hakkında; soruşturma açmayan notere uyarı cezası veriyor.
Noter, uhdesinde çalışan ve diplomanın 'aslını görmeden, aslı gibidir' diye onaylayan noter kâtibine soruşturma açmadığı için kendisine verilen uyarı cezasına ilişkin artık bizimle çalışmıyor diyor. Nasıl soruşturma açtırsaydım diye ekliyor.
En üst düzey yetkilinin fotokopi diplomasını onaylatmak için elde vekalet olmadan notere götüren, sonradan kurumsal varlığı lav edilmiş zamanın ikinci en yetkili kurumunda çalışan şoför ise kazazede. Kurumda çalışırken kaza geçirdiğini, geçmişe ilişkin birçok şeyi hatırlamadığını, noterde diploma onaylatılmasıyla ilgili bir durumu hiç hatırlamadığını beyan ediyor.
Her gün yeni ayrıntılar ortaya çıkıyor ama nafile. Fotokopi diplomayı, vekaleti olmadan notere götüren, gerçeğini göstermeden "aslı gibidir" şeklinde tasdik ettiren şoför dut yemiş bülbül.
Meşhur diplomanın fotokopisini “aslını görmeden tasdik eden” noter kâtibi için ise “disiplin soruşturması açılmıyor ve bu kapsamda cezalandırılmıyor.
Diploma denildi mi suskunluk had safhada...
Olaya müdahil olabilecek konumda her kim varsa saklanıyor...
Vatandaşın biri çıkıp da bu derin suskunluğu bozamıyor; “Noter katibi kişi, 27.06.2014 tarihinde, binyüzonüç yevmiye nosu ile gerçekleştirdiği örnek verme işlemine ilişkin, noterlik işleminde, gerek Noterlik Kanunu’nun ve gerekse Noterlik Yönetmeliği’nin ilgili hükümlerini ihlal ederek, kanun hilafına A4 fotokopi bir kâğıdı ‘sahte resmi belge’ haline getirerek ‘sahte resmi belge tanzim eden’ duruma düşmüştür. Bu noter kâtibi hakkında gerekli disiplin cezasının verilerek, iş bu kararın tarafıma tebliğ edilmesini arz ederim.” babında bir dilekçe yazamıyor.
Tabi böyle bir talep açmak önce cesaret işi, sonra vicdan...
Noter veya noter katibi tarafından gayrı kanuni resmi kayıt altına alınmış bu diplomatik ve siyasetik meseleyi tarihe not düşmek ise tehlikeli denizde yüzmek.
Durduk yerde nota yemekten ise notaryal mesele deyip geçmek ise en kolayı...

İMAMOĞLU YÜZDE ELLİ'Yİ AŞTI...
Hiç gerekçesiz yenilenen Haziran seçimine doğru, altı aylık dönemin son hamlesi adayların canlı ortak yayını da geçti. Dünya ölçeğinde tüm aday karşılaşmaları seçmeni 2-3 puan etkiler görüşüne sığınıldı. Kim daha iyi performans gösterirse seçimi o kazanır algısı yüksekti. Ama on küsur yıl sonra yapılan oturumda adayların birbirlerine bariz üstünlüğü yok. Bile isteye berabere tamamladılar denilebilir.
Rakiplerin birbirine üstünlük sağlayamamış olması demek, değişik kamuoyu şirketlerinin bir kaç bin denek ile yapılan ve İmamoğlu lehine gösterilen 2 ila 7 puanlık farkın, varsa eğer devamı demek...
Yani 10 yıllardan sonra yapılan canlı oturum her iki taraf için de beklentilerin çok gerisinde kaldı. Adaylar programı oya endeksleyemedikleri gibi verilen son şansları da pek iyi kullanamadılar.
Peki bundan sonra, son haftada ne olur, ne değişir? Hiçbir şey. Alışılan ve bütünleşilen propaganda çalışmaları olduğu gibi sürdürülür. Ancak seçmenlerin kafasındaki seçim, canlı performans gecesi itibariyle bitti. Üç aşağı beş yukarı herkes netleşti. Pek de kararsız kalmadı...
Bu saatten sonra seçimi, seçime katılım oranı, geçerli geçersiz oy dağılımı, ittifaklar dışında seçime giren diğer iki partinin alacağı oy, Mart seçimine katılan Haziran'da İmamoğlu adına çekilen partilerin oyları, Kürt seçmenler ve Karadenizli seçmenlerin oyları etkiler.
Yani kalan az zamanda seçimin kazananını olmak için, bir kaç bin kişilik denekle yapılan dengesiz anketlere güvenmeden bunlara yoğunlaşmak. Ayrıca Mart seçimindeki oyları hiç dayanaksız alt alta ekleyip çıkarmalarla da seçim geldi gitti denilemez. Mart seçiminde sandığı protesto edenlerin ikna olup olmadıkları gibi seçimi etkileyecek başka etkenleri de gözden geçirmek gerek.
Bu arada mevsim koşulları, seçimlerden bıkkınlık, adaletsiz ve hukuksuz seçim yenileme, bariz haksızlık, seçmen katılımını epeyce düşürecek. Genel görüntü bu. Büyük olasılıkla katılım yüzde 80'lerin altına da düşebilir. Toplam 10.570.939 seçmen olduğu halde katılım 8 ila 8 buçuk milyon arası gerçekleşebilir. Ayrıca Haziranda da geçersiz oy kullanımının önüne geçilemeyeceği açık. Bunun birçok nedeni var. Ve en az yüzde üç geçersiz oy çıkabilirliği gözden kaçırılmamalı.
Bu durumda 8 milyon ile 8 milyon 200 bin arasındaki oy Haziran seçiminin kazananını belirleyecek demektir...
Yani Mart seçimine göre 300 ila 500 bin kayıplı bir seçime gidiliyor. Kalan oydan en çok hangi ittifakın oy kaybedeceğini ise başta, ekonomik olmak üzere diğer ağırlaşan koşullar netleştirecek. Plan projeler değil.
Ayrıca Mart seçimlerinde ittifak dışında katılan partilerin toplam aldığı oy ile bağımsızların aldığı oy da çok önemli. Çünkü makas hala dar. Denildiği gibi fark açılmadı. Bu partilerin ikisi Haziran seçimlerine yine giriyor. Diğerleri İmamoğlu'nu destekliyor. Bu destek en çok yüzde 10 kayıpla 90 bin civarında. seçime katılan iki partinin ise en az %10 kayıpla oyları 100 bin civarında. Tüm bunların dışında geriye oy devşirme pahasını onurlarıyla oynanan Karadenizliler ve Kürt seçmenler kalıyor.
Asla değişmez görünen oylara İşte tüm bu yüzer geçer oylar ittifaklara yakınlık derecesine göre dağıldığında asıl tablo oluşuyor.
Böylece geçerliliği muhtemel oylardan İmamoğlu 4.103.145 oyu, rakibi ise 3.958.564 oyu hanelerine yazdırabilecek gibi. Bu da istatistiki verilerin ışığında; İmamoğlu için %50,86, oranına, rakibi için %48,68 oranına tekamül ediyor.
İşte farklı oranlarda benzer istatistiksel değerlendirmelere göre Haziran seçimini de İmamoğlu kazandı demek yanlış olmaz. Elbette sandığa giren çıkar. Aritmetik çıkarımlar doğrultusunda seçim garantisi olmaz. Ancak doğrusu da bu. İmamoğlu...
Rakamların diline göre, yüzdeler eksi artı değişse de İmamoğlu'nun bu yenilenen Haziran seçimini de kazanacağı yönünde eğilim daha ağır basıyor.
Zaten iyice kötüleyen koşullarda, her şeylerin çok güzel olabilmesi için bir başka alternatif kalmadığı da kesin...

Hiç yorum yok: