HOŞGELDİN, EY ŞEHRİ RAMAZAN-I KAPİTALİZM HOŞGELDİN…
Bu
yıl on bir ayın sultanı yazın en kavurucu sıcaklarına denk düştü. Tam
17 saati bulan ve geçen bir oruçluluk günü söz konusu. Tutanlara,
tutmayanlara, tutamayanlara Allah kolaylık versin. Ayrıca bu ramazan
ağustos ayında yapılacak cumhurbaşkanı halk oylamasıyla da, adaylaşma
süreci ve propaganda dönemiyle de bütünleşti. Ramazan ayı ekonomik
fırsatçılığına, cumhurbaşkanlığı siyasal fırsatçılığı da eklenecek gibi
görünüyor tüm ramazan etkinlikleri. Bu senaryonun tıpkısı 12 Eylül
anayasa halk oylamasında da uygulanmıştı. Şimdi benzeri bir ramazan
yaşayacağız, oruçlanacağız...
Niyetliyim, çok iyi niyetliyim ama olmuyor. Bu yıl ramazan fırsatçılığına üst perdeden "siyaset fırsatçılığı" eklendi...
Ramazan
ayı son on yıllarda acayip tüketim çılgınlığına yönlendirildi.
Mübarekti, kutsaldı tamam ama ulusal ve uluslararası markaların cirosu
bu ayda tavan yapıyor. Yerel merel birçok ürünümüz çok uluslu sermayenin
kasalarını şişiriyor. Kapitalizm Hıristiyan dünyasında can çekişirken
İslam dünyasında bir aylığına da olsa bayram yapıyor. Bayram sonrası ise
emperyal güçlerce kazanılan kendilerine kaos, yıkım olarak geri
dönderilecek.
Yanlış
anlaşılmasın ama İslam resmen sınıf atladı, gerisingeriye bir atlayış,
perendesiyle. Müslümanlığın doğasında olan dayanışma, paylaşma,
yardımlaşma gibi kavramların içi boşaltıldıkça kan ağlıyor İslam
ülkeleri. Memlekette artık her şey yardım poşetleri ve iftar kutularıyla
ölçülüyor olsa da şiraze kaymış bir kere. Bir bardaklık iftar açma
meşrubatı ve sandviçinden iftar çadırlarına, çadırlardan sokak
iftarlarına, mahalle iftarlarına, ramazan paketlerinden dijital yardım
kartlarına evrimleşen mübarek ramazan kapitalizme, peşinden emperyalizme
tutsak oluyor, oldu da. Beş yıldızlı otel teraslarında, camlı-canlı
köşk, konak ve saraylarda verilen iftarlarla İslam sosyetesi de son
yıllarda fıtratına çağ atlattı.
Niyetliyim,
çok iyi niyetliyim ama On bir ayın sultanı ne yazık ki halktan koptu,
koparıldı. Deyim yerindeyse, kapitalist oldu, emperyalizme yelken açtı…
Bu
yıl da Ülkenin her vilayeti, İstanbul’un her ilçesi, her belediyesi
kapitalizmin bu paslı çarkına ramazanı da kurban edip, ramazan
bahanesiyle dört bir yana iftar masaları kurup masadaki insanları da
kurban ettiler. Üstüne üstlük yerel, verel dernekleri de kullanarak
uydurma kaydırma eğlencelikler de tertipleyip, “ benimkine oy bul-ver “
misali siyaset soslu gecelerde sahura kadar rol alacaklar, rol
çalacaklar. “
Vicdanı
ile cüzdanı arasında sıkıştırılmış “ gariban, mazlum Müslüman kesim,
nesli tükenmiş çeşmelerden şerbet akıyor, çorba akıyor, para akıyor
akıttırılıyor diye sevinmeye zorlanacak. Ama bilinse ki harcanan asıl
para kendilerinin ve asıl parsayı toplayan oyladıkları, kör körüne
destekledikleri en yakınları. Varsa yoksa kilometrelerce iftar masaları
kurulsun, kuş sütü eksik masalarda iftarlar açılsın paralar akıtılsın.
Antika musluklardan kızılcık şerbeti akıyor ve içiliyor ya dünya güllük
gülistanlık garipler bir aylığına. Çocuklar için Karagöz- Hacivat
perdesi kurulmuş, kukla gösterileri yapılıyor ya, hoşgeldin, ya şehri
ramazan-ı kapitalizm…
Ne güzel…Ne ala...İyi niyetliyim, çok iyi niyetli...
Niyetliyim,
çok çok iyi niyetliyim “ ama olmuyor ey efendiler! İslam’ın sokak
tiyatrosuna, ucuz reklamlara, pahallı iftarlara, onlara bunlara, şunlara
ihtiyacı mı var. “ Mahşerde kör olanların gözleri “ dünyada bir açılmış
ki pir açılmış. Pir’i Mir’i bir yana dünyalıklar kazanılmaya çalışıyor
bir ayda on bir aylık, maşallah vesselam.
Niyetliyim,
iyi niyetliyim hem de çok iyi niyetliyim” ama bir şeyler ters gidiyor
bu ramazanlarda. “ İnsanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaran” Hazreti
Peygamber’in sözleri, nasihatları vasiyetleri görmezden geliniyor
dibine kadar. Ey şehri ramazan-ı kapitalizm hoş geldin, beş geldin.
Allah
kelamıyla Ramazan; “ insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu
eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.”
Eyvallah.
On
bir ayın sultanını diğer on bir aydaki rantı, çıkarları için kullanmayı
göze alan, ramazanın rotunu çıkaran o cahil cühelaya yüce kitapta ne
ayetler var, gören gözlere, bakın ne diyor:
“
Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde o ülkenin varlıklı ve şımarmış
kişilerini çoğaltırız. Bu suretle onlar kötülük işlerler. O ülkenin
zenginlik sebebiyle şımarmış ele başılarına iyilikleri emrederiz. Buna rağmen onlar kötülük işlerler. Böylece o ülke helaka müstehak olur. Biz de orayı darmadağın ederiz. “
Onca
bunca israfın ramazan ayında olması nasıl boş bir mantıkla, hoş
karşılanır anlamak mümkün değil. “ Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya
hakkını ver gereksiz yere de saçıp savurma /zira böylesine saçıp
savuranlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan ise Rabbine karşı çok
nankördür. “ diye anlatıyor Kur’an-ı Kerim.
Niyetliyim,
çok çok iyi niyetliyim, belki de gereğinden fazla iyi niyetliyim ama iş
çığırından çıkmış. Kutsal kitap’tan müstesna ayetlere ters işletiliyor
şehri ramazan-ı kapitalizm, emperyal düşler uğruna. Oysa emir şöyle;
“
Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri gelince onlar ne bir an geri
kalırlar ne de öne geçerler. Tam vaktinde batıp giderler.”
“
Fakat Allah’ a verdikleri sözü ve yeminleri az bir paraya satanlar var
ya işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla
konuşmayacak. Onlara bakmayacak. Ve onları yüceltmeyecektir. Onlar için
acı bir azap vardır. “
“ Nice ülkeler var ki zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim. Sonra onları yakaladım. Dönüş banadır. “
“
Yetimin malına yaklaşmayın. Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar
onun malına en güzel biçimde yaklaşabilir onu uygun tarzda sarf
edebilirsiniz. Ölçüyü ve tartıyı tam adaletle dengeli yapın. Biz kişiye
gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söz söylediğiniz zamanda
akrabalarınız da olsa adaletli ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte
Allah size iyice düşünesiniz diye bunları emretti. “
“
İnsanlardan öyleleri vardır ki dünya hakkında söyledikleri senin hoşuna
gider. Hatta böylesi kalbinde olana samimi olduğuna Allah’ı şahit
tutar. Hâlbuki o hasımların en yamanıdır. “
“ Zulüm ile öksüzlerin mallarını yiyenler karınlarına sadece ateş koymaktadırlar. Ve çılgın bir ateşe gireceklerdir. “
“
Kendilerinden geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde onların
durumundan endişe edecek olanlar öksüzlerin hakkına dokunmaktan
çekinsinler. Allah’tan korksunlar ve doğru söz söylesinler. “
“
Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin. Onların
mallarını kendi mallarınıza katarak kendi malınızmış gibi yemeyin. Çünkü
bu büyük bir günahtır. “
“
Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen ağırlık ve azametinle ne
yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin. “
Niyetliyim,
iyi niyetliyim hem de çok, çok iyi niyetliyim, o yüzden ramazan ile
demlenip bir kez daha dakunmayacağız zülfi yâre, sözümüz söz…
Hoş
geldin, Ey şehri ramazan-ı kapitalizm hoş geldin, beş geldin, Ya şehri
ramazan. Gerçek emektar, dindarlara da hayırlı ramazanlar…
Karanlık basmaya başladığında, hem de en zifirisinden baskın başladığında koca dağları yutan kara derin çukurlara benzer siyaset. Cumhurbaşkanlığı siyaseti cumbalardan sokağa taşınca, adaylaşma ara turlamaları da vatandaşın kaç tur seçeceğini hiç etkilemez bu zifiri karanlıkta. Sandık başı ifrit olmakla, nefret duymak arası eş benzer bir tutum sergilemek de siyasi günahtan sayılmaz ve asla sayılmamalı bu durumda.
Bu süreçte, gördükçe, duydukça ve bildikçe çıldırmışlar ve ne varsa çaldırmışlar gemisi güçlükle ilerler kara dalgalarda. Kıyıdaki gözetleme kulesinde ise akıl düşmanlığı erketededir ve yol vermez delikanlı dalgalanmalara. Düşünen adam heykeli yontar durur tüm başkaldıranlar ama hortlağı karanlıkta dürbün ile aramak iskeleye ulaştırmaz tayfaları. Tayfalar karasularda telef olur yiter giderler bu minvalde. Böyledir işte avlağına varmak dokunaklı sözlerle, anlayan anlasın anlamayan bol olsun misali seyretmek.
Her seyri seferin tıkandığı bir an vardır ve çark ne kadar kararlı olsa da yaramaz kararmış suları.
Tinsel ve dinsel bağlar da kesildiğinde kopuk dökük kelimeler salınır iyice kabaran denizde. Süreklilik arz etmeyen siyasi ilişkiler dünyasında unutmalar başlar sonra ya da unutturma girişimlerine başlanır sırasıyla. Vaziyet yaz ziyaretlerinde geçecek dönemlerde cumhurbaşkanlığı aday ve seçimlerine odaklanmak olunca, yazmak ve oylamak güzide bir zihin gerektirir. Ayrıca gezide başlayan bir sihirdir ama silinmiştir hafızalardan tek tek tüm yolsuzluklar. Yine de patavatsız dağlara uzayan patikalarda kaybolmamak gerekir akil insan olma babında beş paraya. Bir hiç uğruna kirlenmiş bağlarda da önsezi fırsatçılığına düşmemek lazımdır akıllı adam olma icabıyla.
Elinde ayağında tonlarca ağırlıkta külçe, yaşam biçimselliği cahilliğine kapılmaktır en zenginlikler bile.
Oysa özgürlük, barış ve gelişmenin dalgalandırmalarına kapılmadan olmaz gemicilik. Gemicikler maliklerini de, insanları da delirttiğinde ise çöl gemileri ölüleri diriltir, dirileri de öldürür kendi başına. Ve gücü yeten yetene, yetmeyenler ise can havliyle atlar denize. Denize düşen kaç çeşit kaç milyon su canlısı varsa da içlerinden adı sanı belli olana sarılınır hep ve daima. Kaç gözü varsa denizin ve deniz canlıları tüm gözleriyle görürler bu içtenliksiz sarılmayı, iç titreterek. Denizden yanalar bir yana, kaçkın, aç gözlü, yağmacı, yalancı, talancı ve yırtıcı mizaçlı ne kadar canlı varsa su kürede ve kara küresinde siyasetin kara kuyusuna basamak olurlar.
Cumhurbaşkanlığına mahkûmiyet işte bu aşamada çok önemlidir.
Aslında bu mahkûmiyet ve mahrumiyet öyle bir yılışıklık ve yıkılıştır ki, güneş ufukta cılızlaştıkça, küreği kırık sandal görüntüleri kararır o güzelim maviliklerde. Ve ayni mekânı yaşama fakirliği, arsızca zenginleştikçe de insanlar pusulasını şaşırır. O şaşkınlıkla pembe köşklere pembe hayaller yerine yine karabasanlar bulaşır. İşte insanları ve hayatları yutan düşünceler veya düşüncesizlikler o siyaset çukurlarında belirlenir, şekillendirilir.
Zaten enlemi boylamı hesaplamak, denizde boy vermeyi bilmekten geçer. Geçse de geçmese de hesap asla şaşmaz ve güneşin denizi sararttığı bir akşam üzeri çağlayanlar gemisi karaya oturur. Cumhurbaşkanlığı adaylaşma süreci ve süzgeçten süzülenler ‘el dorado’yu arama efsanesi gibi bir durumu ortaya koysa da gemilerin karaya oturmasından başka bir izahı yoktur meselenin.
Tasarlanan her ne ise zamanla, zamanında eni konu bilgilendirmemek handikapı tüm sekreteryaları sekterletir ve sarsar. Haber bültenlerinden alt yazılardan öğrenilen bu kutlu doğum karşısında durum değerlendirmeleri de itinayla yapılır. Yapılır yapılmasına ama bu siyasi kuluçka dönemi, cılktır ve ‘kimse siyasi ve kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.’
Öte yandan zaman daralınca gönüllerde öyle genleşmez. Hesaba katılsınkatılmasın bir acayip beklenti söz konusu olur her dilden, dilimden. Hadsiz muhabbetlerle beslenenler bu öteleme-ötelenme neticesinde enteresan bir daralma yaşar. Yaşını başını almışlar bile belki bir hayal kırıklığı olarak adlandırılabilecek bu aykırılığa selam dururlar. Ama siyasi parametrelerin bozulduğu ve paralanmaların başlayacağı bir süreçtir karaltılar arasında parlayan. Bu ortada duruş, ortak tavır iktidarı paylaşanların iktidara tutunanların da işine gelir.
Bu gereksiz içten dışa tutuşma iktidar aktörlerini biraz zorlayacak görünse de rol çalmayı iyi bildiklerinden bu sefer de senaryolar tutar.
Tutmayabilir de çünkü reyting ölçerlerde çevreyi gereğince kolaçan etmeden köşe başlarını eşik etmeler suskunluğunu koruyor. Şimdilik belki ama işler yoluna girince, belirsizlikler bitip sonuca erişince girişirler algı yönetimine, oranlamalara, boranlamalara.
İyice daraltılmış, kısaltılmış, sindirilip büzüştürülmüş sözde hür irade ile cumhurbaşkanlığı adaylığı da böyle olur, seçimleri de bela, başa da bela olur.
En hattat olanlar bile hatlayamaz bu gidişin ismini cismini. Cismi cismani uzaktan akrabalık ve şifa dağıtma üzerine kurulmuş bu kumpasta seçmek veya seçememektir tüm mesele. İllaki seçmeye zorlamaktır cumbalardan sokağa taşanları. Ne sıkıntılar ne musibetler atlattı bu memleket ne imtihanları iftiharla geçti bu ahali, bu da gelir bu da geçer. Zaten balıklar gözleri açık uyur ve insanların çoğu da balık hafızalıdır.
Yaşanan, yaşanacak olan ve oylanacak olan benzeyişi tasarrufi, bir tasavvufilik ve sufilik içerdiğinden, cumhurbaşkanlığı siyasetine saf kayıtsızlık inanç ve edep paradoksudur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder