DÖRT İLA ALTI MAYIS KAHIRLANIŞI…
Hani candan çok sevilenler için fizik ötesine sıralı
göçler yeğlenir ya öyle işler bazen doğanın kanunu. Tıpkı Mayıs'ın dördü ila
altısı arası gibi. İşte mahşerin üç günü, malum kentlerin sapağına siner nar
gözlü hüzün. Derin yaralı yüreğim kanar. Aklım tutuşur, kahırlanırım. Ve her
dört ila altı mayıs arasında bir kez daha derya deniz ölümsüzlüğe uğurlarım,
Terzi’yi, Denizleri ve canım Babam seni sonsuzluğa. Kainatın bağrına gömülü
sönmez Fikri, solmaz üç kırmızı karanfil ve iki cihanda şahım babam Çavusolu.
Nefesim kesilene dek sizi unutmam. Bizdeki harlı hasret işte bu…
Kime ne, kelimelerin efendisi olan duygulanır ve
karanfil kokulu mayıs akşamlarında, babasına ağlamazmış diye. Oysa sessizce
ağlarım. Kim demiş duyguların efendisi olanlar
yoldaşlarını anmaz diye. Yüksek perdeden anarım. Devrimcilik biraz da
babası öldüğünde ağlamak, devrime and içmiş yolcuları bir bir anmak. Yaşamak ve
yaşatmak. Unutulmuşları da unutturanlara inat kaidesiyle anlatmaktır…
Atambabam, bak anlatıyorum, yılbaşından itibaren yüzyılın
krizi kuşattı dört bir yanı.
Ekonomik deprem memleketi acayip sallamaya başladı.
Forslu felaket kor ateş gibi yaladı hayatı. Mart geçti, Nisan geçti dağlarına
bahar gelmedi memleketin. Resmen çöküş, bitişe sürükleniş. İşaret fişeği çok
günler öncesi çakılmış gören yok. Ve güncelere eklendi gelecek korkusu bir kez
daha, korku dağları sardı...
Babam, dostlar, yarenler; çok zor günlerden geçiyor
millet ve memleket. İyi bilirsiniz, 'helalin adı kaldı bilen yok, haram kapış
kapış yiyen çok’. Tek bir gün geçmiyor ki, milletin alın teri çalınmasın.
Etiketlere ayarsız ayar çekilmesin. Zaten hak, hukuk, adalet ve kalkınma resmen
dip yaptı. Umursamaz haller pik yaptı.
Yerden göğe hak edilmiş ne varsa yazıkmış, günahmış hiç tınmadan ekâbir
kesime kaydırıldı. Karunlar hala kerevet derdinde. Resmen koptu kızılca
kıyamet. Yani candostlar yeni rejim bitik, milletçe maddi manevi bittik...
Babam benim, ilk kez rahat bir nefes alacağız derken
takatten kesildik. Yüreğimizdeki kanarya can çekişiyor. Hakikatler yalpaladı.
Dolar doymuyor. Altın el altından, zulada. Borsa tepetaklak. Çarşı pazar ateş
pahası. İşsizlik had safhada. Rekor kıran katlı rakamlı faturalar fiyaskosu her
haneye dayandı. Yüzsüzlük pes derecesine tırmandı hala pes diyen yok...
Babaeren ahval böyle, millet ah vah çekiyor. Kıt kanaat geçiniyor. Doğrusu
geçinemiyor, ortamı bu hale getirenlerde güllük gülistanlık edebiyatı. Dertler
yetmezmiş gibi milyonlarca mülteci istilası. Resmen memleket bekası tehlikede.
Ağızlarda hala arap baharı, arap sevdası. Millete üç beş kuru laf, sonrası
muamma. Resmen rejim garabeti…
Evet, Babayaren işin kötüsü en ağır acılar en zirvede.
Dahası çekilmez günler tırmanışta. Topuna isyan sanki çok yakın ama hala fos
bilgelik, bilime tercih ediliyor. Gerçeklerin farkına varılması önleniyor. Hayata kazınan hayati hatalar anında
formatlanıyor. Forsalıktan kurtuluşa biraz zaman daha var gibi. Olsun varsın
usla, usanmadan, sabırla beklenir. Ve çetin ceviz rüzgârlar viran iskeleye
demirlemiş, sessiz gemiyi bulur. Yelkenler şişer ve pupa yelken...
Babadost, meçhule giden gemiden seslenirim dünyaya,
asarım anılarımı rengârenk bulutlara. İçimdeki yalanlar soyunur, çıplak
doğrularım giyinir. Devasa yangınlarda pişerim. Asla al benekli hayallere
dalmadan, gerçek hayatı çarpıtmadan dirençle patlarım. Bakarsınız pat diye
gelirim. Babayar, yeniden demlenecek yıllar, kömür gözlü ömür kalmadı cepte.
Ölümsüzlüğe doğmak gayesiyle, bir ölür bin gelirim mekanınıza...
Beynelmilel babam merak etmeyin hiç bir gün mutlaka.
Atlas maviye kanatlanmayı, sınırsız boyuta uçmayı, Denizlerle buluşmayı kim
özlemez. Denizi karartan imanla, fındıklıkları yeşerten inançla sonsuzda
kucaklaşmayı içtenlikle kim arzulamaz. Ama az biraz işimiz var. Emanetçi
ihanetiyle hesabımız var. Bıçak sırtı yakan güneş, iç karartan dört ila altı
mayıs akşamlarında kızaran damlara vurduğunda, gülün dikeni hala yüreğimizi
çentikler. Ruhu ruhsuzlaştıran fırtınalar kopar arzdan arşa. Sanki sonsuzluğu
içmeden önce alnımıza zindan karası değecek. Şimdilik baba ve oğulları misali,
beynelmilelce buluşmaya hazır değiliz sanki...
Dedesoylum, ebedi kurtuluşa az bir zaman kala yırtılır
tarihin duvarı. Yılışık duvarlar yıkılır. Darağaçları kurulur. Çarmıhlar
çatılır. Dişler kırılır. Gözler kararır.
Asılanlar asılır, çarmıha gerilenler gerilir. Narin boyunlarda buz keser
buseler. Ve sünepe melaike, ölüm yüzlü melanet medet arar. Kıyı bucak, kenar
köşe saklanan ihanetin ölüm yüzlü süflülerinin yakasından tutar. Tutarsızlığı
darağacında hizaya çeker adalet. Ondan sonrası aşkla, hiç çekinmeden gelirim.
Sıramızı savsaklamadan savarız, fizik ötesini yaşamak buysa yaşarız…
Atababam durum vaziyet bu. Toptancı azgınlara inat
zihnimdeki beynelmilel diriliş ve dilimde dirilmiş sözcükler bu kadar. Hepinize
selamlar, saygılar…
SOSYAL DEMOKRASİ VE DEVLET
Sosyal demokrasi, sürekli devrim ilkesini
içselleştirerek "sosyalizmin devrimci ruhuna evrimci indirgemeyi
önceleyen" siyasal tavırdır. Tamamlayıcı ve yaratıcı bir felsefedir.
Yılmadan toplumcu siyaset üreten bir potansiyeldir. Özellikle sosyalizm ile
barışık sosyalizmin temel felsefesine koşut performans sergilediğinde tam
muhalif bir pratiğe evrilir...
Toplumsal muhalefetin gelenekselliği çerçevesinde
katılımcı ve çoğulcu bir sosyal demokrat anlayış zorunludur. Küreselleşmenin
dayattığı ideolojiler bitki savı da böylece savuşturulur. Hatta
sosyaldemokratlar devrimci karaktere bürünür, devrimci bir süreç işletilerek
sosyalist devrim ile demokratik devrim paralelinde devlet yeniden dizayn
edilir.
Sosyal demokrasi, proleter ve devrimci çizgide yürüyen
bir öze sahiptir. Öncelikle burjuva demokrasisi temelli birtakım toplumsal
düzenlemeleri hedefleyen ve buna uygun devlet kurgulayan cumhuriyetçi küçük
burjuvalar hiç hakşarı yokken sosyal demokrasi kavramını kullanmaya
yeltenirler. Çünkü sosyal demokrat felsefenin özünü işçi sınıfı ile
burjuvazinin şartlı ama birlikte yaşamı arzulanması ve uzlaşı oluşturur.
Gerçekleştirilen uzlaşı karşılığında işçi sınıfı sermayenin varlığını ve
sürekliliğini garanti etmiş olur. Devlet te parlamentoda temsil ve çoğulcu
demokrasi anlayışıyla bu denemeye hizmet eder. Durum böyleyken "sosyal
demokrasi, tutarlı bir demokrasi mücadelesi yürütmek ve yükseltmek yerine geniş
tabanlı liberalizme dönüşür ve ilericilik pozuna bürünürse denge bozulur. Bu
evriliş yakın geçmişi ve geleceği tarihten koparak, toplumdal ve siyasal hayatı
korkulu bir sürece sürükler. Politik sapma ve dejenerasyon güncellenir. Açıkça
faşizmin batağına saplanan bir devlet mekanizması oluşur. Oligarşi teslimiyeti
ve şiddete meyillenmeyi gündemler. Ondan sonrasında herhangi bir sosyal
demokrat parti sınıfsal mücadelenin aktif unsurlarını başta örgütlü solu sosyal
demokrasiye ikna edemez ve çizgisine çekemez. O yüzden iktidara ulaşmak için
revizyonu ve kapitalist restorasyonu belirfin şekilde reddetmesi ve geniş
yelpazeye devrimci ruh aşılaması gerekir. Emek ve halk eksenli bir çıkış yolu
yaratması ve açmazlardan kurtulmanın olabilirliğini kanıtlayacak projeler
çeşitlendirmesi gerekir. Çünkü "sosyal demokrasi tarafından iktidarın ele
geçirilmesi sosyalist devrimin ta kendisidir" işte vu realiteye geniş
kesinleri inandırmaaı gerekir.
Devlet ve demokrasi boyutunda yepyeni misyon
yüklenerek insiyatif alabilecek bir sosyal demokrasi seçeneğine her zaman
gereksinim vardır. Çünkü sol yelpazenin, nihayi hedef iktidara ve zafere
ulaşması ancak sosyalistler ve sosyalizmle barışık sosyal demokratların
birlikteliğiyle sağlanabilir. Ancak bu sayede sosyal demokrasi kurulabilir.
Sosyal demokrasinin ilkeleri doğrultusunda geri 19 yine yeni bir dostuna
ihtiyaç yoktur. Birleşik sol seçeneğin azami düzeyde kurulmasına ihtiyaç
vardır. kurulması zor olsa da devlet de devrimci ve dönüştürücü bir rol
üstlenebilir kurumsal bir yapı mutlaka oluşturulmalıdır. Ancak "sosyal
demokrat devrim boyunca devrimi ilerletme olanaklarını en iyi biçimde
sağlayacak sosyal demokrasinin, burjuva partilerinin tutarsız ve çıkarcı
siyasetlerine karşı savaşımda ellerini kollarını bağlayacak ve devrimi burjuva
demokrasisi için denemekten koruyacak bir konumda kalması için mücadelenin
korkusuzca yürütülmesi gerekir..." Buradaki sorun "şu ya da bu sosyal
demokrat grubun burjuva demokrasisi içinde erimek isteyip istemediği veya böyle
bir şeyi istediklerinin farkında olup olmadıkları değildir. Kişiliklerini ve
kimliklerini de koruyabilirler ancak burjuvazinin tutarsızlığına karşı
yürütülecek mücadelede eller kollar bağlı kalabilir..." İşte asıl sorun budur.
Devrim yolunda bu eriyiş ve bağımlılığın kesinlikle giderilmesi çok önemlidir.
Erime tarihsel bir olguya ve siyasal dönüşürse karşıt devrim en kılcal
damarlara kadar girer. O yüzden sosyalizm uzantısında bir sosyal demokrasi
açılıma, sosyalist bir parti olmadan sosyal demokrat kalarak geniş kitlelri
kucaklayabilecek birleşik halk partisi öncülüğüne gerek vardır. İktidar boşluğu
ancak böyle doldurulabilir. Devletin sosyal demokrasi felsefesi ile
buluşturulması ancak bu şekilde gerçekleştirilebilir.
Devletin sosyal demokrasinin evrensel ilkelerine uygun
biçimde konumlandırılması esnasında sosyal demokratların amaçtan sapmaması esastır. iktidar olmanın ve
devlette sosyal demokrasiyi kurmanın yolu bellidir. "Sosyal demokrasi
hükümette idareyi ele geçirme veya ona ortak olma amacı gütmemeli, aşırı
devrimci muhalefet partisi olarak da kalmamalıdır..." Çünkü faşizm
yükselişe geçtiği her aşamada bizzat dol değerleri kullanmış veya açıkça
çarpıtmıştır. Çarpıklığı sola mal etmiştir. Bu art niyetli salvo toplu aldanışları
ve yıkımları getirdiği gibi devrimin olmayacağı noktasında toplumsal ve siyasal
kabullenişi hızlandırır. Böylece tüm özgürlükçü talepler kısıtlanır, mücadele
zemini faşizmden sosyalizme genişlediğinden, sosyal demokrat çizgide bir devlet
kurgusunu hayata geçirmek güçleşir. Mevcut kurumsal gelenek, kurumsal derinliğe
mahkum olur. Derin devlet hamlelerle göz boyar, göz korkutur...
Sosyal demokrasinin evrensel ilkeleri doğrultusunda
sosyal demokrat öğretiyle toplumsal uyanışın tetiklenmesi gerçekleşebilir.
İdeolojik ve sosyal kültürel mahkumiyet sonlandırılabilir. Tersi konumlanmalar
sosyal demokrasi yörüngesine çekilebilir. Siyasi yabancılaşma ve siyasete
katılım kanallarının katı kurumsallaşması yıkılabilir. Devlette sosyal
demokrasiye işlerlik kazandıracak alternatif siyaset yapma biçimleri hayata
geçirilebilir. vahşi kapitalizmin yörüngesinde dönen ve azgelişmişliği kader
gören, krizine girmiş her geri kalmış
devlet için sosyal demokrasi pratiğini uygulamak en doğru tercihtir. Ancak
sosyalizmin devrimci ruhunu örseleyen evrimci indirgeme tercihi...
EMEK, EKMEK KAVGASI...
Emek en yüce değer, ekmek en yüce nimet. Önce ekmekler
bozulur, sonra mükemmel kurgulanmış dünya. Şu bozuk düzende emek ve ekmek
kavgası ölene dek sürer...
Sürgit değişen zamanla ekmek kavgası süreci emekçileri
bilinçli bireylere dönüştürür. Amaçlar çoğalır ve amaçlananlara ulaşmak için
girişilen kavgalar da çeşitlenir. Doğal yaşamlarında ve toplumsal çerçevede
kendisini değiştiren emeğin verimliliği arttıkça, sosyal yapı içindeki yeri de
değerlenir. Teknolojik ve bilimsel gelişimlerle desteklenince de emek önemli
bir ayrıcalık kazanır. İşte o emek ayrıcalığını ve emeğin önemsendiğini
hisseden sermaye, bol “hareketli bir çelişki” içine düşer. Evvela emeğin en alt
düzeyde alımını koşullar. Yani verilen ücret asla harcanan emeğin karşılığı
olmaz. Gittikçe ucuz emek cennetlerine döner yeryüzü…
Dört bir taraf ucuz emek cennetiyken bile, sermaye
emeğin örgütlenmesini yasal veya illegal her türlü enstrümanları kullanarak
engeller…
Bu vahşi kapitalist sistemlerde, emek daima düşük
ücretler karşılığında artı değer üretmek zorunda bırakılır. Yani emekçi, emeği
karşılığında ödenen değerin üzerinde çok üzerinde üretmek zorundadır.
Kapitalist sınıfın karşılığını ödemeksizin sahip olduğu bu ek değer ve üretim
fazlası haksız zenginleşmenin kaynağıdır. Bu haksız zenginleşme, emeğin
özgürleşmesini hep geri bırakır. Yani burjuvazi durmaksızın zenginleşirken,
emekçi sınıf gittikçe fakirleşir. Kapitalizmin, kapitalist birikimin mutlak ve
genel yasası budur; yaygın yoksulluk…
İşte emek ile sermaye arasındaki bir türlü çözülemeyen
temel çelişki aslında budur...
Yani, üretim araçları ve toplumsal zenginlik belli bir
sınıfın, tamamen kapitalist sınıfın hâkimiyetine geçer. Geniş yığınlar ise
temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz konuma düşer. İşte bu düşkünlük, emeği
düşkünler tabakası halinde yedek sanayi emrine sunar. Bu kapitalize etme hali,
kolektif yapılanmayı da epey geciktirir. Emekçi sınıf iş derdinden, aş
derdinden başını kaldırıp bir türlü hareketlenemez. Gittikçe durağanlaşır. Ve
böylece statükocu düzende hep egemen sınıfın dediği olur. Zaten kapitalizmin
yükü daima emekçi sınıfın sırtındadır…
Kapitalist sınıf bu arada sağ siyaseti
saldırganlaştırarak, demokratik sola, alternatif sol ihtimallere yönelişleri,
anlık ilgileri dahi şiddetli tepkilerle yıldırır. Özellikle sosyalist ütopya ve
proleterya pratiklerini daha yayılma aşamasında çökertir. Tüm bu kirli işler
siyaset mezarlığında yer alacaklar ve tarihin çöplüğünde çürümeye
bırakılacaklara ihale edilir. Sonuç incelikli istismar, aşırı sömürme ve
tahakküm…
Yani aslında sorun başlı başına, tek başına
kapitalizmdir. İstenen ise mevcut toplumsal düzenin olduğu gibi devamıdır.
Sömürü, daha fazla sömürüdür. Emperyal yayılmacılıktır…
Sınırsız sömürüye uyananlar, kapitalizme ve
emperyalizme karşı çıkanlar ile toplumsal değişimi öncüleyecek kolektif
eylemler bu yüzden hep kötülenir. Kapitalist sınıf için üst düzey refah
üretmenin dışındaki, her türlü özgürlük arayışları ve özgürlükçü model
sempatizanları hayatta kalmak veya kalmamak arasında acımasızca cezalandırılır.
Kitlesel kurtuluş hamleleri militarist güçlerle bastırılır. Oligarşinin
yetmezliğinde, en zorda kalındığında ise faşizme geçişlerle, olası sosyal
patlamalar geçiştirilir. Toplumsal gelişmenin dinamikleri ile çıkarlar
doğrultusunda oynanır. Hep aynı oyun tezgâhlanır.
Ancak gün olur oyunlar bozulur. Emekçi sınıfın,
sömürüsüz alternatif toplum yaratılması ideali asla bitmez. Hatta çokuluslu
sermaye ve yerli işbirlikçilerinin her türlü cazip taktiklerine rağmen. Hiç
aldanmadan yola devam edilir. Ona buna kanmadan mevcuttan tamamen farklı bir
sistem için mücadele. Yeni bir toplumsal düzen kurulması için verilen emekler
bitmedi, bitmez. Demokratik dinamik, alternatif bir model ve sol sosyalist bir
toplum kurgusu için doğru ve doğurgan olasılıklar beliriyor. Ve gün gelecek
gerçekten devrimci yola girilecek..
Emek dünyası ekmek kavgası derken, hayaller
gerçekleşecek. Her şey mümkün olacak..
Akıl, bilim, teknoloji, özgürlük, kapasite kullanımı,
yapay zekâ ve dijital devrim ile…
Tek yol devrim…
YARIMADA KAYIPLARDA...
Uzun yıllardır yarımadanın muhafazakârlıkla
muhafazası, denizi bitirdi. Hafızayı kilitleyen siyasal kirlenme ak suları
bulandırdı. Asırlardır hayırla yadedilen yarımada zinhar yarından önce battı
batacak konuma sürüklendi. Maalesef muhafazakar momentli stokçu, yağmacı yarım
akıllılar yüzünden yarımada kayıplarda...
Yıllar yılı kayba oynayan, salt güç ve konum devşirme
hırsıyla mirasyedi gibi davranan, mevcudu acımadan israf eden sözde
muhafazakarlık çıkış yolu bırakmadı. Resmen yokluğu yokoluşu tesciller biçimde
insanlığa yararlı ve toplumu geliştirici her konuyu kurmaca din testine tabi
tuttu. Tuttu kutsal inançları da bu yönde tesis etti. Yıllarca gericiliği ve
gerilemeyi önceleyerek, gerilimi yükseltti. Gerginliği kamplaştırdı. Böylece
yarımada ilerleme ve gelişimden gittikçe uzaklaştı. Ve hiç de hayra alamet
olmayan radikal ısrarcılıkla yüzyıllık deneyim çöktü. Hırçın dalgalı denizi
yoğun sis kapladı, zifiri karanlık yarımadayı zaptetti...
Lafta deneyim abidesi zatı muhteremler her fırsatta,
dinamizm deneyimi bitirir şerbetiyle her eylemi zapturapt altına aldı. Kasıp
kavuran faşizan uygulamalarla, faşizmin kesin ve en garantili uygulayıcısı
muhafazakârlıkla ruhlardaki devrimci ateşi söndürdü. Mücadeleci kuvvet felç
edilerek toplumsal gelişimin ve yenileşmenin önüne duvar örüldü. Statik mekanik
olanaklar kullanılarak kudret ve cesaret sıfırlandı. Ve muhafazakar statüko
bütün yarımadayı kuşattı...
Kuşa çevrilen üstünkörü desteklemelerle muhafaza
etmekten imtina edilen kurumlar ve kuruluşlar mutlaka iflas ettirildi. Elden
çıkarılma durumuna muvaffak olundu ve sudan ucuza elden çıkarıldı. Millete
ödenmesi zor faturalar çıkarıldı. Muhafazakar duruş durmadı. Durağan ve pasif,
kader ve kısmet çerçevesinde yoksullaşmayı mekanizmaya sardı. Yoksunluk
artarken, hala muhafazakar görüntüyle misli misline hayırsız işlere bulaşıldı.
Testi su yolunda kırılınca hemen hayır ve zinhar yaygarası başlatıldı...
Baştan beri bir kaşık aşım ağrısız başım
sarmalındakiler, bilincim, birincim, pirincim derken evdeki bulgurdan oldu.
Muhafazakar irade muhtemel zarar ve olası riskleri yüksek perdeden sakladı.
İntizamsız dağılmalar ve ihtiraslı dalgalanmalarla mütemadiyen dalga geçildi.
Ve sonuçta devasa dalgalar geldi
yarımadayı kucakladı...
Ancak tek bir şeyi unuttu muhafazar muhafaza
mucidleri, yarımadanın kayıplarda oluşunu. Ve bunca kötü gidişatın sert ve
korkunç etkisinin, hala muhafazarlıkla muhafazadan yanaları ve yandaşlarını
yalayıp yutacağını...
Uzun yıllardan sonra muhafazakarlıkla muhafaza,
koltuğu korumak için fazla seçenek kalmadığını gördü. O yüzden hafızaları
körükleyen hukuk faciası kararlar askıda. Ondan ötürü yarımadada yarım adalet.
Ondan sebep yarımada kayıplarda...
zaman: Nisan 28, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
27 Nisan 2022 Çarşamba
KUTSAL BEYAN...
KUTSAL BEYAN...
Efendilere hazretlere, beylere paşalara, ağalara
marabalara, şeyhlere şıhlara, muhteremlere muhteliflere, erklilere berklilere,
başkanlara başkalara, amirlere reislere, başlara ayaklara, maiyete muaşerete,
ekalliyete ekseriyete, hainlere lainlere, kullara kölelere, aklara karalara...
kutsal beyan...
Kutsal beyandan, ayan beyan; uyutma, unutma, aldanma,
aldatma, havalanma, zulmetme, güvenme, şeytanlaşma, cayma, katıştırma,
karıştırma...
Uyutma...
"Her ümmetin bir süresi vardır. Süreleri gelince
onlar ne bir an geri kalırlar ne de öne geçerler. Tam vaktinde batıp
giderler."
Unutma...
“ Bir ülkeyi helak etmek istediğimizde o ülkenin
varlıklı ve şımarmış kişilerini çoğaltırız. Bu suretle onlar kötülük işlerler.
O ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış ele başılarına iyilikleri emrederiz. Buna rağmen onlar
kötülük işlerler. Böylece o ülke helaka müstehak olur. Biz de orayı darmadağın
ederiz."
Aldanma...
“ İnsanlardan öyleleri vardır ki dünya hakkında
söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana samimi olduğuna
Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o hasımların en yamanıdır. “
Aldatma...
"Fakat Allah’ a verdikleri sözü ve yeminleri az
bir paraya satanlar var ya işte onların ahrette bir payı yoktur. Allah kıyamet
günü onlarla konuşmayacak. Onlara bakmayacak. Ve onları yüceltmeyecektir. Onlar
için acı bir azap vardır. “
Havalanma...
“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen ağırlık ve
azametinle ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin“…
Zulmetme...
“ Zulüm ile öksüzlerin mallarını yiyenler karınlarına
sadece ateş koymaktadırlar. Ve çılgın bir ateşe gireceklerdir. “
Güvenme...
“Kendilerinden geriye zayıf çocuklar bıraktıkları
takdirde onların durumundan endişe edecek olanlar öksüzlerin hakkına
dokunmaktan çekinsinler. Allah’tan korksunlar ve doğru söz söylesinler. “
Şeytanlaşma...
“ Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver
gereksiz yere de saçıp savurma /zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların
dostlarıdır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür. “
Cayma...
“ Yetimin malına yaklaşmayın. Yalnız erginlik çağına
erişinceye kadar onun malına en güzel biçimde yaklaşabilir onu uygun tarzda
sarf edebilirsiniz. Ölçüyü ve tartıyı tam adaletle dengeli yapın. Biz kişiye
gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söz söylediğiniz zamanda
akrabalarınız da olsa adaletli ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah
size iyice düşünesiniz diye bunları emretti. “
Katıştırma...
“ Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla
değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak kendi malınızmış gibi
yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır. “
Karıştırma...
"..."
Ey erkanı devlet, erbabı devletlu milleti uyutma,
geldiğin yeri unutma, sürekli aldanma, hiç aldatma, hırsla havalanma, mazluma
zulmetme, etrafına güvenme, şeytanlaşma şeytanlaştırma, sözünden cayma, helala
haram katıştırma. Eza ceza, gezi dava ortalığı karıştırma...
HAYIR SÖYLE, ÖYLECE SUSMA, ÖYLE GEREK...
Tam tamına anlaşılamayan karmakarışık ortama, ortaya
karışık tam anlaşılamayacak, sonuçlarına katlanılabilir mevcut durum, oruç
sonuç yazısı bu. Katmerli kelimeler ormanında onurlu bir gezi...
Dur, durulabilinirse ama durulmaz. Durdurulamaz
durduraksız nafile günlerde. Gecelerce ne güncelense nafile. Katlanır
müebbetlik durum, kambur üstüne kambur. Manen özel günlerde bile kentlerin
yoksulluğunu keskinleştiren ve yoksunluğu pekiştiren malum panayırlar kurulur.
Havaya çizilir festivalvari karikatür. Dava duraklatan minyatür. Şehri şevvalin
üç günü hatrına susar akıl, beyin durur…
Destur, destur çekmeden dostdoğru düstur doğrultusunda
kavurur sevdalık. Acizane hayra dair hakka durmaktır aşkı sevda. Uzatmalı
sevdadır, deniz kabuğundan denizi dinlemek. Hırçın dalgaların sessizliğini
içmek. Ve yalnızca kalpteki ıssızlığa destur çekmek. Destur...
Sustur, suçla ve sustur sonrası akıllara peçe, araya
perde. Tek dert zevatı kurtarmak sultası. Çağ zengini hanelere uğramayan
ağıtlar, ortaçağın renksiz fotoğraflarında. Çıfıt çarşısında satılır böyle
sürgitmez, dünya Sultan Süleyman’a kalmaz ikonu. İkide bir illallah dedirten
adaptasyon, resmen abesle iştigal selleniş. Bu dellenişe ve kutlu değerlerin en
derine gömülüşüne vakit zaman ayarı. Ay geceye doğar ve mezbeleliğin göbeğinde
göğe yükselir yürek paralayan feryatlar. Düşer demode öncüler, düşenlere
kontrollü piyes. Piyese son perde gezi külliyatı. Külyutmazlar suskun...
Hasdur, davullar vuranda has haccak duranlar hasılayı
toparlar. Mehderan şaşar ve bakır
sahanlardaki açlık susar. Açıkça akilâne, vekilane ne İsa’ya ne de Musa’ya
yaranılır faslıdır haslık. Binlerce asırlık evrenin efendisi Muhammed'e ise hiç
mi hiç yanaşılamaz. Maalesef o hep yukarılardan düşen birilerinin tekelindedir. Boşa çekilir kürek,
boşa nidadır hasdur...
Gurur, hele alt edilen gurur her fırsatta dillenir.
Zuhur eder temaşa pınarı. Hüzne boyanmış gölgeler sahte hüzmeyi görür ve
direnir. Köşe kenar çekilenler sinsice dilenir. Dil ile ilerleyen hastalık, din
ile yayılır. Denize hasret derdo gizlice zehirlenir. Salt desinler ve gösteriş
için teferruatlı inancılık, şatafatlı süslümancılık ve moda dincilik, sınıf
atlar. Turna gözünden vurulur. Garezci gurur, geçici tiryakilik ve daimi körlük
yaşatır. Her ayete uyar tefsir bulunur, asla durulmaz gurur gurupları...
Ar, ara ki bulasın ar namus duygusunu. Arkadan öne,
tabandan tavana, dip pik arası multi kar hırsına bağlanır. Rant tutkusuyla
rendelenir doğal haklar, hakkıyla akan alınteri. Raylarda rey hevesi, artı din
kapitalizmi. Dar geçitlere savrulur tren. Trend yan yatar, hedefe sallanamaz
cirit. Fırlatılsa in cin top oynar meydanlarda mutlaka değer bir değersize.
Sonrası ar namus belası, ar yanar davası...
Gâvur, gavur zulmü alenen. İcracı inadıyla müneccim
lafı türetmeye ne gerek. Tek tümce, tükenir adalet. Tüketenlere de lazımdır
hukuk nihayet. Sakince savrulur eğer yürek yeterse kral çıplak, çıplak kral
savı. Ölüm satar Azrail'in elindeki ak kefen bile icad-ı gavur. Zalimin zulmünü
savunanlar gavurdan gavur. Hülasa en çaplıları bile çıplak gözler önünde
cereyan çarpar...
Obur, öylesine bir oburluk ki sahipsiz meydanlara
dolar karnı doymazlar. Doymaz mideler. En kutsalın indirildiği ay hürmetine
yerli içerli, dışarlık sade erli toplanılır. Topu reyon şekeri kıvamlı. Elde
hayır serde şer, ahkam keser din tüccarları. Tümü racon kesme podyumlarına katık. Oturulur huşu içinde nargile
seanslarına devşirme mübareklerle. Olunur molla hacı. Kazara laf kondur da gör,
obur hacıyı öbür hocayı...
Kondur, kondur kondurabilirsen lafı, tam gediğine koy.
Konserve alaturkalıklara, düne dönüştürülmüş sahalardaki çılgınlığa. Kolaysa
kondur. Zorsa otur...
Otur, otur oturabilirsen en başa kondurulan koltuğa.
Yeri göğü inleten, yerden göğe zıplatan üçüncü sınıf film hazır. İzle ve
gizlen. Vizyon belli, dışa bağımlı ekonomi ve araba bağımlı kutsallık.
Versiyonu beter, sürümü balya balya paraya, paramparça hayat bedavaya. Varyant
alim zalim bileşkesi. Otur sözünü tutmazları, yerinde rahat durmazları hoyratça
hırpalar, hakimler. Kalkma ikide bir otur...
Tur, tumturaklı tutanaklarla balans çıkmazına. Peşin
veya taksitle dinden imandan çıkma çıkarılma turları. Hatırşinas reklam
kuşağında, dört döner ilim irfan rüyası. Tur bindirir yaşlı dünyaya tam burada
sinsi karadelikler. Karanlığın rotası tam oraya kayınca dur. Tur yer nota
bilmez tambur...
Tabur tabur insanlara tabldot sofraları, eşyanın
tabiatına aykırı medcezir. Dinin özünü zedeleyen dayatma, zorlama, kurgu
alışkanlıklar. Tahta taburelerdekilere lokma lokma, lafta bağışlanmanın esrik
dağınıklığı. Takat depoluyor meydanlara aşkedilen hizmet içi tokat, fakat sahte
himmet tabur tabur...
Or mevkilerde oruç sadece aç kalmak. Sonuç açlığı
bilen ve gören gövdelere yayılır acı şerbet. Meleklerin duası köşe kapmaca
oynayanlara. Makam mevkii tutmuş kelli fellilerevüç beş kelimelik markaj. Hiç
kimse oralı buralı, öteki beriki değil, gelsin tabldotlar, gitsin tabldotluk
oruçlar. Bölge bölge, bir lokmada gölge iftarlar. Or da kal misali masalarda
hep aynı masallar...
Çukur, düşülen çukura aldırmazlık alabildiğine.
Haşmetli hışmı fosilsi hasım yöntemlerle. Hısımlar hazır ve nazır. Nazım
ölçüsüz bir ‘eğlence ayı’nda kara çölde buzullarla yarıştırılanlara oruca sahur
bağlantısı. Yatıştırılanlara sabaha kadar çukur ve kur. Safi yoz fikir. Saik
safiyane inananların, inanç damarını resmen çatlatmak. Kinci nesli ve dini
imanı çukura çullamak. Ezelden bilinir, bir tutam barutla nur söner biatla
zuhal kararır, oruç bozulur. Ortaya salınan halisane fetvalar da pek işe
yaramaz. Sonuç her daim mahirane tarifler kazanır...
Budur, budur bolluk masalının çıkılan kereveti.
Kanatlanır bodur bolluk festivali. Düşülen panayır ortamında tam tükenmişlik
edası. Dahası fark büyür, eskinin ‘direklerarası’ ruhuna el Fatiha. Ardı arkası
gelmez bir nazik durum, durmadan altın tepsilerde sunulur son nefesler. Ateşe
keser mangal yürekler. Atarlı böbürlenmeler yeni günlere çıkma telaşı. Allah
Allah, işte budur çakma siyaset bacasından tüttürülen. Tütsülü püsküllü dinsel
motif. Aslı nesli budur ak dumanın, duman eder karartır mahşeri. Döner durur,
donar ruhlar. Görkemli gök alaylılarının, adamlık taslayan zafer şaşkınlarının
soluğu kesilir. Helbet kesilir Hüda, tüm insanlara...
Olur ki olur, ol der Hüda; “kibirlenen ve övünen
kimseyi sevmez” ve “büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler".
Doldur mühürlü aymazlıkla küpü, doldur hararetle doldurabildiğince. Hissiyat
zayıf, nasihat gırla. Kurmaca düzen içinde en muteber ayda, en hassas günlerde
ötekileştirme. Öteden beri yapılan
bizimkileştirme. Düş sever ünlüleri ve düşe kanar ünsüzleri ucube manzaralar
diriltir. Diriltirken irkiltir.
Çağdışılığın çekirdeğinde sahte kutsallık. Gelecek geri kalmaz gerçekler
filizlenir arşı aleme, arzın merkezinde onur...
Onur, onur duyduklarını dillerden düşürmezlere emanet.
Tarih kütüğüne çakılan paslı çivi. Takdir “Bir ümmetti, geldi geçti” diyen
ilahi makamdan. Tekdir veya nasihat, dünyayı tektip algılayanlar için ikinci
cihan kaybı. Gayba ezcümle “Helalin hesabı, haramın azabı vardır”…
Budur, imtihan sorgusu budur. Adaba en başta sorguç
yargıç uymuyor ise oruç aylarında bile meclis buysa, bundan kelli bu meclise
girmeyenler ve mevcuda uymayanlar çoğalır. Saf tutulmaz cemlere. Uydu gibi
dahil olunmaz bu fır döndü manzaralara. Bal kaymak küplerine ortaklık dinolojik
dengeyi sarsar. Müsekkin gibi politik sınamalar ve ilahi sırlar uyuşturur.
Sosyolojik enkaza mecazi düşler bulunur. Budur
dur duraksız takip edilecek nokta. Uğur böceği
kanadında uğurlanmak, nokta.
Nokta, iki nokta üste, israf ve taşkınlık, eksik gedik
dayanışma, dillere pelesenk püskürtü ve katma değer sakınmazlığı. Nüktedan şair
birikimiyle bu kadar. Buraya kadar. Keselerde hayır, kasalarda hasenat, tabldot
usulü debdebeli hayat. Sür manşete layık çuval depicilerin, bakanlı bakamayanlı
hali bakarkörlerin geçici menfaat ayıbı...
Sur üflenene kadar menfaat, sur sesi ayıltana dek
safahat. Ertelenen “hakka dönüş ve yürüyüş” kaç cilt doldurur, suratlar kaç
kere düşer, suretler kaç çeşit masklanır, daha ne türlü maskaralıklar
türevlenir akıllar almaz. Öyle arka avlularda dizili tenteler gölgesine
sığınarak sistem sınamak sabit sınırı geçmek. Nurlanmak mülkün zerresine
tapmadan. Sur sesi su sesi yeri göğü kaplayanda sabır taşına basarak
ilerleyenler nurlanır. Gerisi koca yalan...
Sabır, sabır taşını çatlatır el ile âlem, elalemci
ortak tavır. Duyarlı vicdanlara çöker kahır. Külliyen saygıdır, ne varsa
‘kulluk vazifesi’ne dair. Kayıtsız kalınamaz emanete verilince zerre zarar. Ya
sabır...
Odur, temenni odur dünyayı aksak oluşumlar olgusundan
kurtarmak. Olur mu olur, şatafatlı meydanlar, dar geniş kapatılmış caddeler,
ara ve arka sokaklar, parklar, gezi parkları, okul bahçeleri umursamazlığın
kırık çizgisinden ve hantallaşan Tanrı’ya ulaşma biçimlerine eklenen yeni
cüzler ve yüzlerden kurtulur. Hayır söyle, öylece susma, öyle gerek diye oruç
sonuç yazısı biter. Gezi rehberine kayıtlı neferler halay tutar, horon teper.
Kaşla göz arası harmandalı, Atabarı. Efelerden zeybek...
Uyar, yedi uyuyan misali uyurlar eğer akıllı uslu
uyarılar neticesinde uyanırsa. Hülasa hürriyet uyarına gelirse beklenen olur,
ateş çemberinden geçilir. Geç kalınmış olsa da yenileniş elbette herkese uyar.
Hayır uysada uyar, uymasada uyar...
zaman: Nisan 27, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
25 Nisan 2022 Pazartesi
MANTOLAMA, MOTTOLAMA...
MANTOLAMA,
MOTTOLAMA...
Ayan beyan karakış yoldayken daha monofonik mevsiminde
her türlü çıplak uyarıyı anında suçlayan ve her iyi niyetli çıkışı dayanaksız
sorgulayan mantalite, yıldırma otağlarını kurdu. Özellikle siyaset ve dinayet
otağı, akla mantığa sığmayan sığlıkta sırf rol yapılan, sıfatsız roller
dağıtılan lafta inanmışlık çemberine hapsedildi. Çoğunluğa maledilen Tanrıya
yakarışlarla, hararetli dualarla ve üstünkörü sözlerle özdeşleşen harmoni
haliyle halkanın dışına kaydı. Böylece inanç ile inançsızlık arası medcezir ve
cebirsel döngü devreye girdi. Doğrudan geleceğe evrilişi durdurmak için
zihinleri ele geçirme provaları sürekli güncellendi. Akitsiz dincileşme ve
akitli dinsel sadakat bağlamında koyulan hedeflerin tutturulması için dinen
mantolama ve siyaseten mottolama yaygınlaştırıldı...
Manen dip yapma pahasına tuluat patlaması turları
artırıldı. Madden motamot motlu mottolama taktiğiyle parlatılan manasızlığa ve
mayasızlığa pik yaptırıldı. Tulu emel doğrultusunda ulu farz edilen Ottoman
Empireciliğine sempati duyulması sağlandı. Otomatikman hayata geçirilen bu
otağcı istek ve ottomanist histeri nöbetine yakalanma meşrulaştırıldı. Talepkar
muhaliflik telepatik çağrışımlarla sıradanlaştırıldı. Sır küpüne sızan sıralı
neoottomantalist hamlelerle ortamı kasıp kavuran, mantık devrelerini yakan
monoton model güncellendi...
Zamanla zül ile zülal birbirine karışınca, haram ile
helal birlenince ve hür doğan gün karanlığa gömülünce tuhaf mottolarla, salt
tahtı kurtarmaya yönelik gayretkeşlik hız kazandı. Eşi benzeri olmadığı
savunulan Ottoman Empiresi için otomatiğe bağlanmış empati ve sabun köpüğü
piyeslik mottolar modalaştırıldı. Modanın tamına metodik saldırılar ve
saplantılı metaforlar montalandı. Hatta dünyada geçerliliğini hala koruyan
'Ottoman'ın bastığı yerde ot bitmez' mottosuna sebep ottomanik hatalardan hiç
ders çıkarılmadı.
Bu neoottomanist aymazlığın ve ayarsız otağcılığın,
ottosu mottosu bitmez yavan tavrı yüzünden asalet ve fazilet kaybedildi.
Kifayeti cumhur mottosuyla tuz kokar hale geldi. Aklı ve mantığı ele geçiren
manakins tutkuyla makinalaşan homonim modüler modem, modern dünyanın çok
gerisine düşmeyi getirdi.
Gerileyiş, düşüş ve getirisi götürüsü doğru
hesaplanmamış ameliyat etkisiyle zevahir kaçınılmaz sona yaklaştı. Mostralık
monofonik gettoculuk olur olmaz hamlelerle tipik ekin hasatını ve olası
hasılayı yedi bitirdi. Sonra ayyuka çıkan arızanın giderilmesi maksadıyla 'ekin
dikin gelin' mottosuna sığınıldı. Sağda solda dikine dikine gitmenin bereketi,
ekinden olma faslına yaslandı. Yasakçı duvarlara gerçekleri mantolama iskelesi
kuruldu...
Mattelere motto takviyesi ve mot üstüne mot epidemisi,
epey gecikmiş neottomanik mantalitenin otomatikman çöküşünü olabildiğince
sakladı. Yaraları dağlayacak od için oduna gerek kalmadı. Monosonik ve
otokratik krallığın ağır kritiklere ve sağır krizlere dayanamadığı netleşince
maksimum mantolamaya ve mantık dışı mottolamaya kapılar ardı sıra aralandı...
Akıl ve mantık süzgecinden geçirilemeyecek denli
motonöron arıza, arazileri atıl moda erteledikçe, işmiş gibi kameralara kod
farkından kazanım pozları verildi. Ortada harlı ocak kalmamışken, kayba gayba
aldırmadan, sırf birilerinin otağındaki rahatlığı için oturak kündesiyle reseat
ortaklığına devam edildi...
Resmin gösterdiği yekpare desen, resen reset manzarası
ve reset butonuna çoktan basılmışlık iken ömrün son demini son gayret yaza
çıkarma resmi geçidine geçit verildi. Panoya mandallananlar ise manto boşluğuna
sığmayan mental oberasyon oburluğu. Apolitik ayar çeken operasyonlar ve
resmiyette mottolama, riyaseten mantolama ayıbı. Arza sunulan ise resmen mental
aritmetik arazanlığı...
Yetmedi, populasyonu aradan çıkaran kırpık ot
gecelerini sürdürme telaşıyla, bolkepçe ottolama ve ota böceğe dipnot mottolama
kepazeliği. Nihayet tipik arazi külliyatıyla bir yere varılamayacağının
tespiti. Testinin kırıldığı anlaşılınca 'ekin dikin gelin' külliyetine
akılların açılması. Her açılımda olduğu gibi sınırsız saltanat sürmenin
külfetide yine aynı kesimlerin küfesine. Niçin, külliyen kıt kanaat kıtır
edebiyatı sorusuna verilecek tek yanıt ise kırk katır kır satır saltanatı
için...
Son motto ise dialoğu tekleyen, dara düşen ve gittikçe
monotonlaşan ana akım haber bültenlerine destek babında mantolama mottolama
reklamı. Reklamı çarpıcı kılan ise salda manda nakaratlanan 'bir mottom var
hadi söyle söyle' monoloğu...
zaman: Nisan 25, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
23 Nisan 2022 Cumartesi
ÇOCUKLARA VE BÜYÜKLERE ULUSAL EGEMENLİK...
ÇOCUKLARA VE BÜYÜKLERE ULUSAL EGEMENLİK...
Hakimiyetin saraydan alınıp millete devredildiği
gündür
23 Nisan. Temel ilke olarak "Ulusal egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir." realitesinin tasdiklendiği tarihtir 23
Nisan 1920...
Asla yadsınamaz temel öğretidir ulusal egemenlik.
Yanlışlıkla veya ufacık yanılma ile olsa bile bu günün çocukları yarının
büyükleri bu vazgeçilmez ilkeden koparılırsa, memleketin çivisi kopar. Milletin
ve devletin ilelebet payidar kalması riske girer. Ebediyen varlığını sürdürmesi
ve tam bağımsızlığı tehlikeye düşer. Uygarlık yolunda ilerleme azmi ta
çocuklukta sekterlenir...
Uygun zemin bulununca bir kalemde asılsız iddialar,
uyduruk bahaneler, yıkıcı yokedici müdahaleler kayda şarta bağlanarak, millet
egemenliği gasbedilir. Millet ve memleket, ilelebet payidar kalacak yerine
tıpkı tarihin küflü sayfalarındaki gibi payimal olacak seviyeye geriletilir.
Böylece tam bir asırdır pusuda bekleyen emperyalistlere ve yerli
işbirlikçilerine gün doğar. Büyük sermaye ve emperyal güçler yeniden bu
bereketli toprakları pay etme fırsatını yakalar. Sinsi plan işleme koyulur.
İşte bu yüzden özellikle çocukların dilinden temel doğruları öğrenmek ve
geleceğe öğütlemek için büyüklere çok iş düşer...
İş başa düşünce küçük büyük demeden, yarınları
örgütlemek adına, geçmişte yaşanan acıları unutmamak ve milli mücadeleyi
kutsamak gerekir. Hele ki her adımı sadece millet memleket namı hesabına atmak
gerekir. Öncelikle 23 Nisan özelinde, tam bir asır önce tüm ulusal değerlerin,
kalıcı geleneklerin nasıl ayaklar altına alındığı ve vahşi emperyalizmin
memleket topraklarını kendi aralarında nasıl paylaştığı unutulmamalıdır. Ulusal
egemenliğin hiçbir zümreye ve mandaya bırakılmayacak denli en kutsal hak olduğu
bilinci örselenmemelidir. Tam bağımsızlık ilkesiyle ve ulusal egemenlik
umuduyla yola çıkanların kazandığı kutsal savaş unutturulmamalıdır. Utku
sarhoşluğuyla savaşı ben kazandım, her şey benimdir kibrine ve hırsına hiç
kapılmadan idareyi meclise bırakan tarihsel güzellik çarpıtılmamalıdır...
Paslı çarkın pasballarına inat milli iradeyi
resmen taçlandıran Milli Mücadele ve
dünyaya en yüce örnek olan kurucu meclis ve de üyelerinin tasdikli inancı,
çocuklara ve büyüklere daima anımsatılmalıdır...
Hatta “Bütün cihan bilmelidir
ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam
yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam
vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir." Ata sözü yediden
yetmişe beyinlere kazınmalıdır.
Aksi halde memleketin belleğine perçinlenen ilkeler ve
devrimlerden uzaklaşılır, dünyalar güzeli sisteme hıyanet edilir. Kutsal
emanete ihanet başlar ve memleket körkaranlığa gömülür. Cehalet sağanağı
çağdaşlaşmaya erişimi engeller ve memleketin rotası bir anda değiştirilir.
Doğrusunu yaptık ettik bağlamında, lafta millet iradesi denilerek sistem iyice
ters yüz edilir. Rejim ucubeleştirilir. Ve hakimiyet tekrar saraya geçer...
Sonra eğitim öğretimin içi boşaltılır, bilim yok sayılır,
demokrasi salt özel çıkarlar doğrultusunda ileri demokrasi adıyla
kullanılır. Cılız yasal itirazlar
cezalara çarptırılır, özellikle Ata emrini yerine getiren gençlerin haklı
isyanı kollukçu kaba güç kullanılarak acımasızca bastırılır. Sevgi, saygı, dayanışma,
hoşgörü tırpanlanır. Sonuç itibariyle çocukların ve gençlerin ve dahi
milletin geleceği ve bahtı karartılır...
Oysa hakimiyeti yeniden saraya bağlayan vicdanı
karaların değildir hiç bir şey. Her şey çocukların ve gençlerindir. Onlara
emanettir herşey. Deniz gözlü dev işin en başında böyle buyurmuştur;
"Küçük hanımlar, küçük beyler!
Sizler geleceğin gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız.
Memleketi ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne
kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız.
Sizlerden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!” Ek
olarak da "Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen..." diye başlar tarihi
görevlendirme...
Bu gün ve bu günden yarına, Ata öğüdü tutma günü 23 Nisan. Kime ne kadar
ağır gelirse gelsin, ne kadar ağırına giderse gitsin, kayıtsız şartsız
"hakimiyet milletindir" realitesini kabullenme ve kabullenişi
tescilleyen bayram günüdür 23 Nisan. Bu kutlu ve mutlu gün çocuklara ve
büyüklerine, dünya çocuklarına ve büyüklerine kutlu olsun...
Kıssadan hisse, kendini dev aynasında görenlere, 23
Nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı, asla çocuk bayramı diye küçümsenip,
geçiştirilemeyecek büyüklükte bir bayramdır...
Çünkü resmen küllerinden doğuşun simgesi ve ülke kuran
bir başlangıcı sonsuza taşıyacak bir bayramdır bu bayram...
zaman: Nisan 23, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
22 Nisan 2022 Cuma
ADI KARAKTER...
ADI KARAKTER...
Karma karaktersizlere inat, gelmiş geçmiş ve gelecek
çağların en karakterli adına saygıyla...
Yeryüzünde cenneti ve cehennemi birlikte yaşayan bu
memleket, her nisanda onunla yeniden doğar yenilenir. Doğan çağlar, şanlanır,
şereflenir ve karakterlenir...
Millet karanlıkları ışıtan adı karakter abidesi o
eşsiz deha, benzersiz insanla övünür. O cesur lider. Devrimci ve vatansever.
Çağlar öncesinden çağlar sonrasına, sonun da ötesine çağlayan, çağlayan şelale.
Sönmez meşale...
Öyle bir çağlayış ki, öyle bir ateş ve celallenme ki,
o keskin mavi bakışıyla dünyayı hizalar. O aklıyla cihanı ışıtan. Her gün ufka
doğan bir güneş. Denizler fatihi. Fatihler piri...
Yaşamı boyunca yaratıcı ruhunu, kırılmaz karakterini
her ortama her alana nakış gibi işleyen fazilet timsali. Ulusal bağımsızlık
denildiğinde ilk akla gelen önder. Tüm çağlara malik, her devrin mahiri o.
Hürriyet için çağlayan mangal yürek. Küçük büyük
Asya'nın, Avrupa'nın, Afrika'nın hatta Amerika'nın yani tüm kıtaların, koca
dünyanın çıkardığı büyük adamların en büyüğü. Şahlar şahı. Mazlumların yenilmez
temsilcisi. Emperyalistlerin baş düşmanı...
Yılmaz timsal. Emsalsiz amir. Büyük şef. Ebedi reis.
Tüm kuşakların örnek aldığı yapıcı ve üretici dahi. Kutlu çağrısı çağlar boyu
taşınacak ahi. Adı sanı asla unutulmayacak, nesiller boyu anımsanacak
asalet. Asla değişmez denen tarihin
seyrini değiştiren, seyir defterinde milletinin alın yazısını el yazısıyla
imzalayan. Savaş ve barış kahramanı...
Üstelik üstün diplomat. Asrın siyasisi. Sistem mucidi.
Kurduğu muhteşem düzen bir türlü yıkılamayan, ilelebet yıkılamayacak dünyanın
en nadir teorisyeni...
Dünya tarihine küllerinden doğmayı ispatlamış en
gerçekçi realist. Aksiyoner. Kurtuluşun gözdesi, milli mücadelelerin güncesi.
Çadır toplumundan ileri medeniyetler çizgisine
ulaşmayı çare gören, ölümsüz varlık. Varlığı varlığa armağan olağanüstü
kişilik. Sıradışı şahsiyet. Medeniyet şiarını geri toplumlara aşılayan büyük
şair. Çağlar boyu hüküm sürecek bir milletin, en hürmet edilesi, saygı
gösterilesi evladı. Babası. Atası. Gurur kaynağı. Onur nişanı...
Emperyal obur dünyanın başkaldıran asi oğlu. Asaletli
ve adaletli cengaveri. Cansiperane çarpışarak, çağlar ötesine eserler bırakmış,
esareti asla hazzetmeyen en çaplı yiğit. Tutsaklık zincirini kıran şerbetli
gazi...
Eşsiz karakteriyle azılı hasımdan hısım çıkaran,
muzaffer kumandan. Paşa. Başkomutan. Mareşal. Harp ve sulh kalemi...
Uzak yakın tarihin, yakın Doğu, uzak Doğu, Ortadoğu,
vahşi Batı ve buzdan kale Kuzey'in, cehennem ateşi ile kavrulan Güney ve Latin
Güney'in tanımaktan ve yolunu izlemekten onur ve gurur duyduğu en dirayetli
özgürlük savaşçısı. Basiretli barış elçisi. Kökten yenilik hareketlerini
harlayan harbi inkılapçı. Çağında başarılması güç görülen ne varsa çarçabuk
halleden inanç abidesi. Hesap adamı. Taktisyen. Pratik dehası. Üstün yetenek
simgesi. Evrensel zeka. Ortak hafıza. Gelmiş geçmiş veya gelecek çağların, tüm
en büyük adamlarından daha büyük adam. Zirvenin zirvesi, Everesti...
Evvelden ebede insan evladı. Çekici ve güzel insan.
Şan ve şöhrete takılmadan yüreğine en büyük çağlayanları sığdıran, kabına
sığmaz çılgın inkılapçı...
Cennetle cehennem birlikte yaşatılan bu coğrafyada
neredeyse her insan her nisan, 23 Nisan yakınlaştığında doyamadığına yanar. Her
haline sessizce ağlar. Onun izinde hiç umulmadık anda içten dışa çağlar...
Çağlar boyu adı anılacak, tarihten adı namı silinemez
kadim dosta saygıyla...
zaman: Nisan 22, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
21 Nisan 2022 Perşembe
YÜZ YIL SONRA TARİH YAZMAK...
YÜZ YIL SONRA
TARİH YAZMAK...
Tam yüz yıl önce bu bereketli topraklarda, topyekun
tarih yazdı bu millet. Çünkü her daim hür yaşamıştı, hür yaşayacaktı, milletin
karakteriydi hürriyet. Kaderinde vardı tarih yazmak ve bir kez daha hiç
korkmadan tarih yazdı...
Emperyal dünya, bu milletin işte bu tarih yapıcı
karakterini unuttu. Elbette "Milletlerin tarihinde bazı dönemler vardır
ki, belli amaçlara erişebilmek için maddi ve manevi, ne kadar kuvvet varsa
hepsini bir araya toplamak ve aynı doğrultuya yöneltmek gerekir." Ve yön
tayin edildi, hürriyete kavuşmak için gerekenler can pahasına
gerçekleştirildi...
Kutlu tarih anca böyle yazılırdı, yazgı deyip
kabullenilmedi esaret, tarih kanla yazıldı. Ama tam yüz yıldır içeriden
dışarıdan bu görkemli tarihle uğraşanlar bir türlü tükenmedi. Tümü her fırsatta
bu Ata yadigarı tarihi tersine çevirme peşine düştü. Zaten kutlu kurucu, ulu
kurtarıcı tam yüz yıl önce bu günleri görerek, olası yazgıyı tarihe yaftalamış;
"Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa,
değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır." Aldı ki tam yüz
yıl sonra topyekun nitel şaşkınlık, nicel
dağılmışlık yaşanıyor...
Bu yaşananlar gidişatın doğal sonucu olarak
görülebilir ama sürekli nicelik niteliğe kazanırsa, hak ve hakikatten çok kolay
uzaklaşılır. Tam yüz yıl sonra tam
bağımsızlık şiarıyla yazılan tarihten ve tarihi yapanlardan bir bir
uzaklaşıldı. Bu uzağı göremeyenler yüzünden kara tahtaya kriz üstüne kriz
perçinlendi. Parça perçik istikamet kayması yaşandı. Oysa güneş gibi doğan
istikamet tam yüz yıl önce; "Tam bağımsızlık denildiği zaman doğal,
siyasal, mali, adli, askeri, kültürel ve her alanda tam bağımsızlık anlaşılır
demektir" kapsamında belirlenmişti. İşte bu kutlu yoldan sapıldı...
İlelebet var olmak için, tarih yazanlar ve tarih
yapanların, devrimci yolundan şaşmamak lazımdı, şaşaa ile şaşıldı. Tam yüz yıl
önceki çıplak uyarıya rağmen; "Bir millette özellikle, bir milletin iş
başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu, vatanın yüce
görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa, memleketin yıkılıp
kaybolması kaçınılmaz olur." Ve kaçınılmaz sona yaklaşıldı...
Yüzyıl içinde tarihi yapanları yok sayarak, tarihi
yazanları, yazılan tarihi, utku yüklü destanı yok sayarak bir yere
varılamayacağı açıkça görüldü. Ve ne yazık ki tam yüz yıl sonra, yeniden tarih
yazılası boyutta gerilemeyi yaşıyor bereketli topraklar...
Ve dahi şanlı tarihi yaz boz tahtasına çevirenlerin ve
emperyal güçlerin tek korkusu var, "Türk çocuğu, ecdadını tanıdıkça daha
büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır..." korkusu. Çünkü o
taze kuvvet vakti zamanı geldiğinde, tam yüz yıl öncesinin karakteri ve kararlılığıyla
tarih te yazar, tarih te yapar...
İşte bu millet tam yüz yıl sonra, yarından tezi yok
teziyle ya Ata'sı gibi tarih yazacak ya da "Bizim başka milletlerden
hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz çalışkanız. Yüksek amaçlar uğrunda
ölmesini biliriz..." şiarıyla ölümüne tarih yapacak...
Yüz yıl önce, yüz yıl sonra milletin yaptığı yapacağı,
yazdığı yazacağı tarih aynı. Dava aynı dava...
zaman: Nisan 21, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
20 Nisan 2022 Çarşamba
YÜZYIL BOYU, KORDONBOYU...
YÜZYIL BOYU,
KORDONBOYU...
Yüz yıl evvel yedi düvele karşı koyanların anısına...
Arsızca harlanan Helenizm istilasıydı. Açıktan açığa
emperyal saldırı. Tanığı ve sanığı ise egemen dünya bileşenleri...
Işıltılı yakamozlar kör karanlığı deliyordu Ege'de.
Kordonboyu lacivert kara. Pencerelerde rengârenk umut. Perdeler kırmızı beyaz.
Mavi atlas ıpıslak ve sarısıcaktı...
Ezeli misyonun ilk limanıydı Kordonboyu. Tarihe
kazınmış binyıllar düşmanlığının yegâne sebebiydi İzmir. İzmir arafta, lafta
müdafaa-i Avrupa. Şaik şaibe, şarki Akdeniz'den Ege'ye, Boğazlar yoluyla
Karadeniz'e ulaşma emeli. Yani Anadolu'yu mümkün olduğu kadar minimalize etme
hülyası. Ottoman'dan arta kalanı boylu boyunca denize gömme hıncı...
Pervaporation zırhlılarından Kordonboyu’na çıkartılmış
istilacı kolordular, kutsal ilan edilen, takdis bekleyen havadaydılar. Takdir
bitti, çabucak hava değişti, aslına döndüler. Peşine çok acımasız bir role
büründüler…
Önce tek tabanca, ilk kurşun. Sonra peşine düşüldü
emperyalistik cüretin, cesaretle...
Tehditkâr bir vınlama yayıldı Anadolu’ya. Ama Anadolu
yakınmadı, reddetti hain kuşatmayı. Hak hakikat uyanıldı. Ağırdan Anadolu
içlerine dek ilerledi iç karartan kuşatma. Hakkıyla Kutsal İsyan patladı. Hal
niceydi ama korkusuzca kurtuluşa niyetlenildi. Perperişen ayaklanıldı. Ve kutlu
mücadele geri püskürttü hellenik istilayı. Yedi düvel kuşatmayı. Gerisingeri,
geldiği yere postaladı...
Kordonboyu’na sıkıştı onca gam kasavet yüklü direniş
sonrası işgalci milletler. Sinsi hevesleri tutmadı, ideal söndü. Emperyalist
plan geri tepti. Grek, direk denize döküldü…
Ardından ahali Kordonboyu'na döküldü. Gülen gözler
Gazi'yi görme derdinde. Maiyetini kucaklama gayretinde. Kadifekale’de Albayrak.
Geride bırakılanlara hayıflanıldı yürekten; 'İzmir iyi de ah ah... Selanik...'
Kordonboyu zafer alayı...
Kordonboyu'nda gecikmiş imbat zamanı. Martıların
canhıraş çığlıkları düğün şarkısı. Rıhtıma vuran mutedil dalgalar kara sevdalı.
Vatan aşkı gönderde. İskelede kurtuluş damlacıkları. İsli lambalar istikamet
veriyor Efelere. Zerre zerre Karşıyaka'ya…
Karşıyaka'ya doğru dağılıyor heyelan. Efeleniyor
zeytinlikler. Yayılıyor efendilere isyan. Çarpıcı renklerde güneş şemsiyeleri
altına sığınmış matmazeller. Mat bakışlı fesli beyler. Pasajlar paşalarca
sarılmış. Kaldırımlarda sarıklılar, melon ve fötr şapkalı levantenler.
Kosmopolitan kurtuluşun resmi geçidi...
Bir zamanların Konak istikametine doğru akıyor,
işgalden kurtuluş heyecanı. Anadolu ile bütünleşme tutkusu. Ağır zulmün
boğuluşu. Kozmopolit sevinç. Gümüş sırmalar saçılmış Kordonboyu’na, canı
gönülden alkışlanıyor canlar. Kordonboyu'nda gösterişli karargâhında konaklıyor
Paşa, insan selini masmavi izliyor...
Pek hayra alamet değil ama Konak Mahallesi'nden
dumanlar yükseliyor. Bir zaman evvel işgalci zırhlılardan Kordonboyu’na
çıkarılan kolordu artıkları, gider ayak yakıyorlar İzmir’i. Anbean yayılıyor
büyük yangın...
Umulmadık yenilginin ardından, kaçanların kasten
yeltendiği alevsel sarsıntı vuruyor yürekleri. Yalazı Kordonboyu’na dek
uzanıyor. Sanki alev canavarı yutuyor cümle civarı. Yürekler yanıyor…
Kordonboyu hiç unutmadı o yükselen alevleri ve kesif
dumanı. Koca şehir kutsal gazayı ve biricik Gazi’sini de hiç unutmadı…
Efzon kuşatmasından bu yana tam yüz yıl. Efradı adidenin
denize dökülmesinden bu yana tam bir asır. Samanyoluna yükselen o kalın puntalı
istikamet ilelebet anılası, tabelası tam bağımsızlık. Not defterlerine
kaydedilmiş görkemli anılardan bir demet, diyet tam istiklal...
Tam yüz yıl evvel kordona dolandı, duman oldu yedi
düvel. Yedi düveli duman edenlerin anısına...
zaman: Nisan 20, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
18 Nisan 2022 Pazartesi
SİN, ŞİN, SAD, DAD...
SİN, ŞİN, SAD,
DAD...
Ne yazık ki dinsel değerler ve değerlendirmelerin
dışında kalması gerekenlerin inatla irdelendiği, bilimsel olmayan hiç gereksiz
ve de çok garip ne varsa üstelenerek, üstün körü konuşulduğu mübarek şehri yar
yarılandı. Bir yanda ekonomik kriz sarmalı ve sıralı zamlar şoku diğer yanda
şehri ramazan, şehirlere yağan ramad. Harfiyen sin, şin, sad, dad...
Şeddeli dinler çağından kalma esaretle, kılıçların
gölgesinde dinlere yakınlaşma, mızrak ucu atıflarla resmen akıldan uzaklaşma
provası. Mesnetsiz yakıştırmalarla, akla zarar bulgu ve değerlendirmelerle
doğal din rotasının zihinlerden silinme mesaisi...
Meshepsiz mesaiyle dinsel ve düşünsel kodlardan
hoyratça sıyrılıp, halinde yolunda akan suya hile hurda karıştırma durumuna
karışma. Dahası dinsel yaşamın gelenekselleşmiş sürecini açıkça tehdit. İnanç
silsilesinin doğal varlığını sürdürme ortamını açıkça yok etme girişimleri.
İnan, din iman, oranınını düşürmek pahasına tapınılan dünya mübareklerine
hizmette kusur edilmeyen günceler biriktirme işi. Harfi harfine sin, şin, sad,
dad...
Bir ramazan boyu, iliklere dek işleyen iklim
belirsizliğinde bilimsel verilerin ve çarşı pazar denilenlerin aksine dinsel
semptom sempatizanlığı. Bu yüzden ardı sıra yağdırılan etiket artırımlarının
etkisini hissetmeyiş. Dini geleneklere sıkı sıkı tutunarak ve genetik
genleşmeyle dine bağlanarak acı geleceği
eritme işini ertelemek. Günlerin getireceği pozisyonu, tarzı, düzeyi belirsiz,
gözü kapalı meçhule sürüklenişi kutsama. Hafızalara yerleşmiş ilkel ama saf
inançtan uzaklaşma. Muhtemelen bütün dünya dinleri hep bu şekilde ihtişamından
uzaklaştırılmış gerçeğini göz ardı etme. Bilerek veya bilmeyerek Tanrıyı din
kültüründe bilge, bilici ve belirleyici en etkin güç olmaktan çıkaran çıkmaza
sürüklenme. İşte budur kült içerikleri ve hiç alakasız kanıtları din kapsamına
almanın sonu...
Ayrıca vasıflı dini vazgeçilen din olma yoluna çeken
kültürel sızmalar, dine kaynamış kaynağı zayıf ritüeller, erken dönem dindışı
temaslar ve vasıf fırsatçılığı da içgüdüsel tutsaklığı kolonileştiren etkenler.
İşte bu kolonist klonlanma, yaptım ettim dedim olur, yolum yoldur derdim yoktur
eşleştirmeleriyle devleşen eşsiz deneycilerin deneği olmayı kolaylaştırır.
Sistematik satanik antlaşmalar reddedilmedikçe de varlık nedeni ortadan kalkar.
Ortama tarihsel, dinsel ve bilimsel açıdan asla ikna edilemez, salt batışı
işaret eden üst akıl hakim olur. Harf harfe eklenir, sin, şin, sad, dad...
İşte her ramazan aklı vuran din tsunamisi, zihinleri
bulandıran kelebek etkisiyle arena din pandomimcilerine bırakılır. Kıssadan
hisse, ramazan ganimeti bir güzel paylaşılır. Şehri ramazanı ekonomik kriz vurmuş,
şehirlere ramad gibi zam yağarmış hiç umursanmaz...
Cemi cümlesine harf harf sin, şin, sad, dad...
zaman: Nisan 18, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
ÖZGÜN EĞİTİM MODELİ, KÖY ENSTİTÜLERİ...
ÖZGÜN EĞİTİM
MODELİ, KÖY ENSTİTÜLERİ...
İç ve dış baskılar, siyasi ve ekonomik krizler,
zorunlu değişimler ve çok gecikmiş direnişler mutlaka reformsal süreçler
yaşatır. Özellikle devrimci süreç uzun süre iç dürtüler ve dış etkenler
kıskacında kalmışsa yeni toplumsal düzen kurgusu vazgeçilmez olur. Devrimin
sürekliliği ise eğitimde reformla yani özgün bir eğitim modeliyle gerçekleşir.
Tıpkı dünyada tek, özgür ve özgün eğitim reformu sayılabilecek, Köy Enstitüleri
pratiği gibi...
Eğitimde reform, kusursuz kriter ve doğru prosedür
doğrultusunda, yerel unsurlar ve evrensel koşullar gözetilerek planlanmış
modelle hayata geçer. Yani reform ülke şartlarına uygun bir sistematik
içermelidir. Aksi eğitim programları, politikaları ve siyaset kesişmesi
gerilemeyi ve rasyonaliteden uzaklaşmayı getirir. Tıpkı Köy Enstitülerinin
türlü bahaneler ve uyduruk gerekçeler gösterilerek kapatılması sonrası gibi...
Sorumsuzca kapatma, karartma ve apartmanın yanı sıra
mevcut ulusal eğitim düzeni ve karakteri, sürekli değişir ise uzun süreçte sırf
egemen siyasi görüşleri yansıtan bir eğitim sistemine ulaşılır. Egemen
sermayenin dayattığı biçimde bir eğitimle ideolojik çıkmaza sürüklenilir. Her
defasında adı reform olsa da pratikte bilimsel olmaktan uzaklaşan anti
reformist yaklaşımlar zemin bulur. Hatta öyle bir süreç egemen olur ki, özel
olduğu savunulan tüm eğitim politikaları mikro ve makro seviyede gelip geçici
olur. İşte o yüzden kalıcı değer bırakan Köy Enstitüleri gibi süreçler asla
unutulmaz...
Eğitim sistemi reformu, geliştiren ve dönüştüren
boyutta somutlanmadıkça, soyut idealler doğrultusunda bocalandıkça daima yanlış
pratik güncellenir. Eğitim dinamiği maya ve mânâ girdabında boğularak, evrensel
eğitim pratiğinden tamamen kopulur. Doğru pratik ise tıpkı Köy Enstitüleri gibi
bir pratiktir...
Başka tip modellerin uygulanmasıyla kalkınma öncelikli
eğitim hayal olur. Kalkınma hep başka baharlara kalır. Lafta reformcu eğitim
süreciyle, siyasi ve ekonomik krizlere içeride ve dışarıda direnilemez. Beşeri
ve iktisadi kaynak boşa harcanır ve kaypak bir yapı oluşur. Dirençli yapı ise
tıpkı Köy Enstitüleri gibi eğitim kurumlarıyla
kurulur. Bir döneme damga vuran Köy Enstitüleri ve kusursuz
kurumsallaşması işte bu yüzden hala özlemle anılır.
Hala eğitimde reform gerektikçe Köy Enstitüleri ilk
akla gelir. Tıpkı Köy Enstitüleri gibi özgür ve özgün reform, kör karanlıkta
mumla aranır...
Aranır ama kör karanlık modelin tekrarına asla izin
vermez...
zaman: Nisan 18, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
15 Nisan 2022 Cuma
DEVRİMİN ALFABESİNİ BİLMEK...
DEVRİMİN
ALFABESİNİ BİLMEK...
İnsanlık tarihinin en önemli devrimleri, ortak yaşamda
derin izler bırakan olaylara ve olayların belleklerde bıraktığı derin izlerin
sıkı takibine dayanır. Devrim yolundaki sıralı eylemleri netleştiren, devrimin
alfabesini bilmenin ve empati yapabilmenin yanısıra budur...
Kalıcı devrimler, empatinin yaşamın her alanına ve her
evresine en etkili biçimde yayılmasıyla ve insanların doğanın merkezi olmasıyla
olasıdır. Karşı devrimler ise başarmanın
birincil koşulu devrimin radikal gücünün etkisi altına girme ve beyni
alabildiğine empatiye açmaya karşıtlıkla gerçekleşir. Bu yüzden empatiyle
toplum olarak tanışmak ve sürekli salık verilenlere ve dahi kısır
örneklemelerle ölümüne dayatılanlara rest çekmek gerekir...
Dünyaya devrimleri hakim kılma hedefi anca muhalif
yapıların daha da sertleşmesiyle mümkündür
görüşü yaygınsa da, realite hiç öyle değildir. Çünkü devrimin insanlığı
sıradışı eylemlere çağıran çağdaş
kurgusu her zaman vardır. Önemli olan o kusursuzluğu
yakalayabilmektir. Çünkü devrimin alfabesini bilenler devrim yaratabilir. İşte
o yaratı asla yeni yasalara, belli kurumlara ve şartlı hükümlere dayanan demode
bir devrim olmaz...
Olmazsa olmaz babında devrim yolunda vahşi radikal
öğeleri kuşanan ve sırf ayrıntılardan beslenen
darmadağın yaşamlar, karmakarışık toplumlar,
paramparça edilmiş ideler evrensel bütünleşmeyi hiçbir zaman sağlayamaz. Çünkü
önünde sonunda daima mevcut kapasite eksikleriyle baş başa kalınır. Kaldı ki
tanımlanamaz güdüler rehberliğinden kaçıp, devrimci kılavuzluğa soyunanlar
Devrimin alfabesini hakkıyla bilmezler. Alfabeyi bilenler ve üstelik kendini
bilenler içten gelen hayatları değiştirme ve toplumsal dönüşüm yaratma gücü
taşırlar. Bunlar devrim yolunda derinlikli davranır ve hatta toplumun daha iyi
bir yaşam sürmesi için başka insanların yaşamlarına da bilgece dokunurlar.
Empati ile şefkati karıştırmadan devrimciliğe adım atılması yönünde sempati
yaratırlar.
Bu arada zihin asla çerçevelendirilmez ve dünyaya
bakış açısı daima yenilenir...
Tarih boyu insana özgü vahşi bencilliğin ve egoizmin,
dünya sahnesinde toplumsal ayrışmalara, keskin kamplaşmaya ve tamiri zor
bozulmalara neden olduğu açıktır. Bozulan düzeni düzeltmenin yolu ise sosyal
içgüdünün yeniden canlandırılmasıdır. Can dara düşünce satır arası 'insanın
kaderi insandır…' uyarısı devrimci empatiyi belirler. Devrimin kaderleşme
süreci, dünyanın doğru dürüst saptanmasıyla başlar. Sonrası evrensel manada tüm
insani endişeleri yok etme yollarını aralayan devrimin alfabesini bilmek ve
bildiğini okumaktır...
Mesele otorite, iktidar ve inkar açılımları
sergileyenlere set vurmaktır. Doğru olan, meseleyi tertipli önyargıların ve
tespitli tektipleştirmenin tuzağına düşmeden, uzamsal, zamansal ve toplumsal
merkezli, devrimci dalgaların bilimselliğine bağlamaktır. Çünkü devrimin
alfabesinin özü, ötekileri de incelikle insancıllaştırmaktır. Çünkü insanın
güçlendirilmesiyle hayallere çok daha kolay dokunulabilir. Çünkü oligarşiye
sempati beslemek, oligarşik düzenle empati kurmak devrim yolunda etkili
stratejiler geliştirmeyi engeller. Böylece ileri boyutta imkânsıza dokunmak
zorlaşır. Deneysel maceralara atılmak ve karanlığın üzerine korkusuzca yürümek
biter...
Asıl bitmesi gereken insanların zihnindeki gizli
düşüncelerdir. Çünkü dünyayı çevreleyen en büyük karanlık budur. İşte bu
karanlığın delinmesi için devrimin alfabesini
bilmek şarttır...
Başka bir ifadeyle
başkaları için endişelenmek devrimci ve yaratıcı bir ruha sahip olmayı
da günceller. Devrimin alfabesinin önsözünde, devrimciler kendileri devrim
yapamasalar da mutlaka bir devrime ilham olurlar gerçekliği kayıtlıdır. Bu
kayıt başka zihinlere direkt yolculuklar yapılabileceğini de1 algılatır. Hayali
sıçrayışı gerçekleştirme cesareti verir. Bilinçaltılar zenginleşir...
Ve devrimin ta kendisi olunur...
zaman: Nisan 15, 2022 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla Gönder
BlogThis!
Twitter'da Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Pinterest'te Paylaş
13 Nisan 2022 Çarşamba
DÜŞÜNCE, AĞIR YÜKTÜR DÜŞÜNCE...
DÜŞÜNCE, AĞIR YÜKTÜR DÜŞÜNCE...
Düşündükçe var olur alem, düşünme anbean yok oluş
tehlikesi yaratsa bile vazgeçilemez. Çünkü düşünce düşünmek, aklı vuran isyanın
izdüşümü, izi sürülecek düşün örgütlülüğüne temel gerekçedir. Düşünmek en özgün
eylem, sınırsız özgürleştiren eylemliliktir. Düşünce, ağır bir yüktür düşünme...
Düşünce çok tuhaf bir örgüdür, bazen hiç gereksiz
düşene düşünene, kahraman olma haşmeti kazandırır. Bazen kazayla dahi olsa
düşünmek en büyük suçtur. Düşünme çoğunlukla asla cezasız kalmaz. Ağır baskıcı
tutumda ısrar tutkuları, olağanüstü haller olağan sayılan tutuklulukları
günceller. Düşüncelere veya zulaya gizlenen güncelere ise akıl sır ermez...
Er geç bir biçimde deha düşünürler ya simgeleştirilir
yada iş dara düşünce sembolleşen düşünce düşkünleri ağır cezada yargılanır.
Herdem her düşünene malum durumlar. Suskun düşünceye görkem ve meşruiyet. İşte
o yüzden düşünce, her edim ve edinilen servet taşınması en ağır yüktür...
Hiç yüksünmeden, bir kere taşın altına el koymadan,
salt emanete hıyanet hırsıyla saplanılan düşüncenin gizli düşü, çaptan düşünce
anlaşılır. Bu muktedirlerin pek işine gelmez ama pik dip arası heder olmak da
vardır hayatta. Haliyle düşünce, düşünmeye odaklanmayı ertelemeler, sefir ile
sefil arası derlenen destansılar, inzivalık itibarlı duruşlar bir bir kayda geçer...
Kayıtlı kayıtsız ünvanların ünvanıyla ünlenenler,
düşmeden düşünmeyince elbet hal ve gidiş zayıflar. Düşünme üşengeçleri doğan
gerginliğe ve gerçekdışı gezginliğe daima yakın tarihi emsal tutar. Dengesiz
düşmelerde ağır düşünmek gelenekselleşir ve sağır düşüncelere kaynak
bağlantılar hükmeder. Ancak düşünürlük, öncesi sonrası olmayan evrensel
duyarlılıktır. Veda ile vade arasında varoluşun temel ilkesi düşünmek olunca,
hiçbir düşünce ağır yük olmaz...
Varlığa darlık yoklatan düşün diyarında, eksik
düşünmek ağır maliyet, düşünceden korkmak ısrarcı mahremiyet döngüsüdür. Kasıp
kavuran kısır döngüde mevcut yükümlülükler haddinden fazla ağırlaşınca,
bireysel ve toplumsal, maddi ve manevi çöküş beklentisi hızla düşüncelere
girer. Hayatın acı gerçekleri ve arsız sırları ile yüzleşmek, düşünürlere
zengin düşünce mönüsü sunar...
Suçsuz günahsız sunaklarda harcanan, harcanmaya
çalışılan tüm düşünürler salt o sebepten saltanat ipine asla tutunmazlar.
Zengin düşüncelerde taklitçi saltanat kayığının mutlaka dip yerden delinirliği
ve mutlaka batar düşüncesi pik yapar, kuşatır düşün alemini...
Cümlealem düşünce, artık düşün yakamızdan tarzı
düşünceler kıyı köşe eylemselleşir ve ağır düşünceler mimlenir. Haliyle ağır
görülen düşünce yükü hafifler, taşınması da kolaylaşır.
Düşünce zoru kolay eyleyen eylem, temel ilkesi, ilk ve
son tümcesi ise 'düşmeye gör' diye başlayandır...
EĞİTİM, HEGEMONİZM VE SANAL DEMOKRASİ...
Otokratik modeller, teokratik sistemler, despot
iktidarlar, popüler ama otoriter liderler, halden bilmezler ve tüm hegemonya
sevdalısı alt üst yöneticileriyle birlikte eğitimi hegemonizm temelinde kurma
ve bu kurumlu kurguyu iktidarlarının devamı için kullanma pratiğini uygularlar.
Resmî ideoloji çerçevesinde salt kendi ide ve iddialarını empoze etmek için,
toplumları ve sınıfları sıradan ve statik eğitime mahkûm ederler…
Bu gerisingeri akış pratiği, amaçlanan pragmatizmin ve
koltuğa yapışmanın birincil ve başlıca aracı görülür. Bu yüzden eğitim, hâkim
gücün istemi doğrultusunda, eğitsel normlar ve karanlık ideolojilerle kendi
doğal ve bilimsel doğrularının dışına çıkarılır. Eğitimsel çark çakma doğrularla,
tırnak içinde yalan yanlışlarla sürdürülür. Geleceği karartacak gelenek
resmileşir, resmiyet eğitim kanalıyla rejimin vasfına uygun hegemonyayı hayata
geçirir. Açıkça bir güç apartma girişimi olarak, eğitim üzerinden türlü türlü sinsi
ve abartılı taktikler devam ettirilir…
Hatları tersyüz eden hegemonyacı eğitim, hat üzerinde karşı
dirençle hiç karşılaşmadan, zaman içinde hegemonyanın sürekliliği için kavga
edecek hadsizleri de yetiştirir. Her esrik etapta toplum rızası var saptırmasına,
esareti tertipleyen kısır döngüye ve manasız sebep-sonuç ilişkisine sığınılarak
eğitim iyice sığlaştırılır. Bu gizli saklı süreç hegemonik aykırılıklarla meşru
kılınır. Meşru kılınan meselenin özü, yerelden genele yıllar yılı arzulanan toplumsal
değişimi ve tek merkezci saltanatı kurtarmaktır, kurulur…
Zaten bütün dikta rejimleri, kendi dar kapsamlı iktidar
denklemlerini eğitim içine serpiştirdikleri hegemonyatik planlarla ileri
sürerler ve toplumda yerleştirirler. Kurguda kusur görenler, otoriter rejime karşıtlıktan
dem vurularak, ottocu maneviyatla anında bertaraf edilir. Yani hegemonyanın
kurulmasına isyan, kısır eğitim sürecinin sonlandırılmasına dönük her eylem, sorgusuz
sualsiz düzen bozanlıkla suçlanır…
Kasıtlı biçimde bilimsel özü boşaltılan ve sırf hegemonyanın
devamına yeter seviyede sürdürülen eğitimsel süreç, egemen gücün ideolojik
tavrına göre ve eğitimdeki toplumsal eşitsizliğe başkaldırıyı önlemeye dönük sıkça,
kısa aralıklarla mutlaka güncellenir. Bu şekilde tam isyan özelliği yansıtmayan
zayıf karşı çıkışların, zamanla güçlenip önlenemez çizgiye erişmesi en baştan engellenir.
Böylece çoğunluktan azınlığa düşenlerle, çoğunluğa hükmeden hegemonya yanlısı
avantajlı grupların eğitimden beklentileri zıtazıt farklılaşır. Yön ve yörünge farkına
varılmadan bir güzel değişir. Yazboz, yoz yöntem tek tip anlayışı güdümlemek
kapsamlı, siyasi otoritenin gücüne orantılı, dejenere destekler ve egzajere
çıkışlarla genişletilir…
Gelişme eğilimini, genişletilen hegemonist eğitimle hizalama
derdine düşmüşler katiyen enikonu düşünmezler. Bunlar üst başlıkta otokratlar, teokratlar,
despotlar, popülistler, sistem ve model madrabazları, iktidarsız iktidarlar, otoriter
liderlerin tümü, alt
başlıkta hegemonya sevdalılarının topu, ilk iş olarak hegomanyatik algıyla,
egomanyetik çekimle, supplement teknokrat ve bürokratlar eliyle, eğitimi alt
üst edecek manevralara girişirler. Bu girişikler kendi ideolojilerini spiritual
aymazlıkla, akıl değmemiş sürprizler ve münferit veya müteselsil
yansıtan programlarla müfredata sokar.
Sokma akıllı hâlihazırı ve nazırıyla, her şeyi
mütemadiyen tek otorite egemenliğine ve hegemonyasına bağlayanlar ile hiç
olmadık helezonik görüntülere inananlar yüzünden illiyet bağı genişler. Hatta hak
yerine batıla tapınanlar yüzünden, ayrıca her alandaki hazmedilemeyenlere aşırı
yer verilmediğinden eğitimdeki hegemonyanın da çok doğal olduğu farz edilir. Farzı
misal özgür ve özerk eğitim istemleri hemen hegemonya düşmanlığı olarak
görülür. Dışlanır, icabında taşlanır…
Böylece eğitimdeki hegemonya veya hegemonyanın
kurguladığı eğitim marifetiyle, hegemonikal manyellere aldananlar ile evrensel
ve çağdaş demokratik eğitimden zerre düşünmeden kopmak gerekir kandırmasına kananlar
mevcudu belirler. İlim ve bilimi hayatından çıkaran bu zatlar uzun süre kendine
yakışan hükmedicisini ve doğru hegemonyayı seçtiğini zanneder. Oysa bu arada yıllar
yılı saklanan gizli hedefler ve hilafsız hidden hisler doğrultusunda
şekillendirilen sanal ve banal demokrasi hazıruna çoktan dayatılmış olur…
Her türlü katmandan türdeş hegemonya karşıtlarına göre
mevzunun dayandığı yer besbelli, mevzuatı aşikâr bu hegemonikal eğitimin ve icra
edilen akçemonik hegemonizmin adı şimdilik, ileri demokrasi. Demlendirilen
manzara ise mazlumlara defaatle sallanan Demokles’in kılıcı.
Kıssadan hisse ‘Kılıçların gölgesinde’ eğitim
manzumesi…
HAYATIN KİTABINI OKUMAK
Bu salt yazılmış olsun diye yazılmış, öylesine bir
önsöz veya son söz değil. Çünkü ilelebet söz de yazı da devam edecek. Hayat öyle
böyle, kitap gibi sürerken, zaman zaman hayatı işgal eden bir nokta var ki çok garip.
Özellikle iş hayatı veya sosyal statü içinde biri, bir yerlere geldiğinde veya
gelme ihtimali doğanda yaşam sanatının ekabirleri anında o biri ile ahbaplıktan
dem vurur. Yakınlık babında saliselik beraberlikler abartılır. Yılların
dostluğu izlenimi verecek kıvamda anekdotlar hararetle harmanlanır. Etraf vay
canına der, etraflıca olmamakla birlikte ister istemez inanır…
Böylesi koşullu inanışların boş olduğu eninde sonunda mutlaka
anlaşılır. Zaten yaş itibariyle tarih olmaya yakınlık her boşluğu hakkınca doldurur.
Doğrudan doğruya yazın yolculuğu ve hayat solculuğu gök kubbeye bir çivi daha
çakar. Ve mesnetsiz meseleler, meymenetsiz marmelatlar üzerinde kafa yorulmaması
gerçeğine tez ulaşılır.
Sağda solda bilinç eksikliği, bilinçaltı hafifliği yaşanırken,
memleket izbeliğe yelken açmışken, millet zifiri kör karanlığa jet hızıyla
koştururken uğraşılacak başka çok şeyin varlığıdır aslolan. Bir kez olsun kendine
haksızlık etmeme hakkını kullanmaktır en temel hak. O yüzden dünyayı salt
kendine ait sananlara, otoriter görüntüye gizlenmiş asalak ve siliklere sarf edilesi
çok laf kalır heybede. Hele haybeye bin yılların kutsal değerlerini komaya
sokanlara, önce kaliteyi bozanlara, evrensel bir derinlik sunmak, özgün bir
tavır geliştirmektir ana gaye. Yaşlı dünya hakkedenlere layıktır bilincine
erişmektir mesele. Bu bilinçle ömür gülistanından güller paylaşılır, yaşam
girdabına düşüp bocalayanlara bile…
Bilinçaltı eksikliklerini, bile bile bilinçsizce
giderenlerin, ahbap çavuş ilişkisine tapanların okuyabileceği kitap değildir
hayatın ruhu adı verilebilecek isimsiz kitap. Çünkü peynir gemisini yüzdürmeye
deniz, laf kalabalığıyla gemiden mutlu inmeye liman bulamayanlar karanlığın
ziftine kazınmış kelimelerle bile ışığa ulaşamaz. Dahası daima çöküş kompleksi
ve tafralanma arasında medcezir yaşayaşayanlar, özgün değerlere özgü, özgür ve bilinçli,
başlar dik, alına kara çalmadan ömür sürmenin önemini de içselleştiremez.
İllaki içten içe doğru bildiğinden bir ömür ayrılmayan,
dürüstlüğünden milim şaşmayan, kafakol ilişkilerine kanmayanlara direnmeyi ve
ayakta kalmayı öngörür hayat kitabının her tümcesi. Zaten düşkünlük çağın
aymazlığına dönüşmüşken, asla tüme varmayacak bilinçaltı ısrarcılığını da reddetmektir
mesele, kendi üslubunca. Tümden yok oluşa götürecek tutarsızlığın ve yersiz
tutkuların, deneysel dürtülerle tarihin bilgisine sunulması çok zordur. Anca hiç
çekinmeden ‘can ağızda, canan yürektedir’ misali kâğıttan gemileri yakanlar, bu
günlere nasıl gelindiğini, her şeyin nasıl ters düz edildiğini çok kolay kronolojik
biçimde sıralar. Ahbaplık batağına batmadan olmadık makam mevki kazanımlarını incelikli
dokundurmalarla eleştirirler. Ve daima bir başka pencere bulup, o pencereden
bakarak gözlem yeteneğini konuştururlar. Kof komutların ayar çektiği dünyada
evrensel derinliği sığlaştıran itaatin getirdiğiyle asla oyalanmazlar.
Hayatın özü sevdalara susamışlığın ana rengini arama
eylemidir. En aykırı serüvenleri yaşamışlığın kutlu sürüklenişiyle, yeniden
yaşam dizaynını belgelemektir hayatın kitabı. Kitabın adı güneşe düşen
gölgelere ateş gülleri savurmaktır. Hayatın içine doğan kutlu ve kutsal
kazanımlar biriktirme yetkinliğinin dışa vurumu ve ispatıdır. Apansız pik
yapmış iğreti komplekslere ve kuralsızlığa, imparatoryal korkuya karşı özgüven
tazelemektir ana teması. Sözün pahalı, hayatın ederi ucuz bir dünyaya ve yaşanan
kör karanlığa imgesel ve simgesel uyarılarla yakın çekim karşı duruş
sergileyebilmektir meselenin özü.
Son tahlilde memleket manzaralarına ışık tutan, uçsuz
bucaksız topraklara keskin ve estetik kaygılı ahbaplık kurgulayan hayatın
kitabından, ileride vay canına dememek için özüne düşeni alabilmektir tüm
mesele. Hayata dair o kitap levhası tarihin güneş alan duvarına çivilenmiş, salt
okunmuş olsun diye okumayacak gerçek ahbaplarını bekliyor.
Hayatın kitabını okumak zor zanaat…
KİRLİ DÜNYANIN HİTLERİ
Uygarlık çağında, çağdışı uygunsuzluğu bariz yöntemlerle
kurgulayan tipler, bitler ve hitler büyük devlet normlarına kanlı militarizmi
ve ağır bürokrasiyi katar. Çağdaş ve demokratik normların yerine bunları
yedirmeyi yeğler. Gizli amaç kısa süreli tutar ama uzun süreçte araç, amaç
tutmaz. Ve durum olmadık yerlere evrilir, bozuk vaziyet çok başlar yer. Bu
arada yığınla reel sorun, çağdışı sorularla kapatılmaya çalışılır. Sırf
sallanan platformda kalmak için sırf ayakta kalabilmek için doğru yanlış her
şey yerlerde süründürülür. Geleceğe çözülemez denli birikmiş dertler kalır.
Kolay ödenemez borçlar aktarılır. Ve yarınlara kirli savaşlarla yüklü, kirli
bir dünya bırakılır...
Zamanla strateji ve proje çıkmazında tıkanmış bütün
yönetimler ve yöneticiler yarınlara dair umut üretemezler. Doğruyu ilandan
vazgeçerler, yalan yanlış salt günü kurtarıcı, idareci bir role bürünürler.
Kendileri, aileleri ve işleri dışında kalan her kim ve ne varsa hiç
önemsemezler. Sadece ayrıntılarla cebelleşerek biraz zaman kazanırlar. Her
zaman içinde bulundukları hal ve gidişi saklayarak, kötüleşen durumdan hiç ders
çıkarmadan, ders verir konumda kudret tesis etmeye çalışırlar. Ancak her
girişim nihayetinde sonuçsuz kalır. Bilanço daima zarar gösterir...
Bilinen veya bilinmeyen nedenlerle sorumlulukların hafife
alınması, zamanla insan karakterini ve girişim yeteneğini de yer bitirir.
Yersiz çıkışlarla güven ve gelecek istismarı artar. Meseleyi böyle çözmeye
çalışanlar mutlaka en büyük buhranları da hazırlarlar. Buhrana tanıklık edenler
ise kirli dünyanın çok katlı zorluklarını derin derin yaşarlar. Ele geçirilen
fırsatları vaktiyle değerlendiremeyenler ve ister istemez çemberin dışında
kalanlar için mevcuda mecburiyet ve mahrumiyet reva görülür. Bizzat bir yerlere
güvenenlere karşı tek çıkar yol, tüm zorluklara karşı eldeki tek kallavi silah
ise ne pahasına olursa olsun uygarlık seviyesine ulaşma çabasıdır...
Yıllar yılı çağdışı iradeye bel bağlama özgür düşünme
yetisini köreltince kişilik zaaflarıyla yaşamalar güdümlenir. Emre itaate
endeksli icraata yönelme ve boyun eğmeler güncellenir. Tek bir rotaya
teslimiyet tescillenir. Tek egemen güç devlet, sermaye tekeli icazetiyle her
alanda aklı havada hükmetmeye başlar. Güce tapınmanın sonucu ise çekingen,
korkak ve hasta tiplere, endişeli bitlere ve halden anlamaz hitlere sistem
içinde yer açılmasıdır. Bunlara pik yaptırılınca, uygarlaşma uğraşısı da dip
yapar. Büyük devlet ve millet, kirli dünyanın istediği doğrultuda çöker...
Çöküntüye uğrayan ve hantallaşan irade, tüm uygar uygulamaların
aksine körkaranlığın tesirinde kalmış cahil, miskin, tembel ve korkak,
özgüvenini yitirmiş tebayı kullanır. Dünya kirlendikçe kendini garantiye alma
derdine düşenler ve öbür dünyayı garanti görme telaşındakiler boşa harcanan
yılların baş müsebbibidirler. Uygarlık yerine canpazarındaki uygunsuzluklara
müsaade edenler ve gününü gün eyleyenler kirli dünyaya yakışanı yapmaktan asla
geri durmazlar. Böylece yetkin yönetici ve doğru yönetme vasfıyla
halledilebilir her bir mesele bir başka güne ve geleceğe ertelenir. Yarınlara
aktarılır. Bu arada kirli dünyanın sunduğu hiçliğe kapılmak, savruk savaşlarla
egemen sermayenin himayesine girmek veya mevcuda karşı koymamak uygarlık
çağının çok uzağına konumlanma ölçüsüdür...
Ölçü bir kez kaçtığında, fırtına geçse bile ortada ne büyük
devlet kalır, ne de millet. Ve uygarlık çağı kolay kolay yakalanamaz. Sadece
kirli dünya hitlerinin dediği olur...
HİÇ YOKTAN TESLİMİYET...
Döngüyü öncüllere bağlayan sınırlı idrak, mevcudu ve
mevcudiyeti, zaman ve mekân dışına sarkan kanıtları doğru dürüst algılayamaz.
Aldanış ve aldatışları oylumlayan kaçkın tutarsızlık ve sabit tanımlamalarla
kutlu yetiler de kaybolur. Pike kalıplanan kaderci tavır, şüpheli ayrıntılardan
beslenerek asla felsefi derinlik barındırmadan hiç yoktan teslimiyete
evrilir...
Bu bir tık ötesini göremez tutucu tutsaklık, kirlenen evreni
ve tanrıcı parçacıkları zifiri karanlığa taşır. Malum manzara ve manasız manevralar,
sırf sonsuza hükmeden tepegöz hakimiyetine bırakılır. Sırtını otoriteye yaslama
alışkanlığıyla, meşruiyetini yitiren merkez etrafında tutkulu dairesel
meditasyon tipleri dip yapar. Tek elden teselli ve gökvari tescilli tecelli,
aslı dünyalık beklentili bir tutam kutsallıkla hiç yoktan teslimiyeti var eder.
Öyle ki yok oluşa açık davetiye bu teslimatın negatif tesiri çok zor atlatılır.
Her makul görülesi durum bir nebze sır gibi saklanır. Envai çeşit sinsi sırlar,
sınırlı idrak meziyetine bağlanır. Hatta göbekten bağlılıkla çok ileri
gidildiği zannedilir. Ama kaale alınmayan ağırdan ağır demir külçedir yenilgi
ve sırnaşık sınayışlarla kalenin burçlarına saplanır...
Önden arkalara sirayet eden hiç yoktan teslimiyet etkisi,
basit ve bileşik varlıklar diyarına geçişleri, disiplinlerin rastgele ve
zincirleme ters yüz edilmesini sağlar. Bu edilgen sağlama tekniği toplumsal
inanç bütünlüğünü komple zedeler. Haksız hakimiyet ve hallice teslimiyet,
taklitçi korku krallığını yaratır. Akıl zıplatan teslimiyetin adaleti de
yoktur, dini imanı da. Evren böylece lafta ahlak timsali kesilenlerin emrinde,
bireysel ve toplumsal belleğin asla unutmayacağı suçlara devrilir. Sınırsız
idrak kullanılmaz ve neden diye hiç sorulamaz. Ve neden sonuç sorgulaması
yapılmadığından, çıkar odaklı devresel teslimiyet hiç yoktan halledilemez
sorunları gittikçe büyütür. Büyüsel benlik kaybı, belirgin kaygı belli bir
kesimin uhdesinde can yakan aktarımlarla zamanı daha da nedensizleştirir.
İşte bu hiç yoktan teslimiyet yüceltisi, kurgu evreni ve
suni karanlık parçacıklarını mutlak sona taşır. Sınırları zorlayan faşizan
yaptırımlar sınırlı idrak eseridir. İşin esası kıt idrak yüzünden algılanamayan acı gerçekler ve ezip geçen kaderci teslimiyet
boşluğudur...