YÜKSELEN
DEĞER; “MUSTAFA KEMAL”
On yıllardır Atatürk karşıtlığına zirve yaptıranlar son
zamanlarda Atatürkçü kesildiler. Atatürk edebiyatı yapmayı kimselere bırakmaz
oldular. Atatürkçülere bile. Şimdi 10 Kasım’da kendine özel kürsü kuran, altın
mikrofonu kapan yine yapacak yapacağını. Önce kendi kafasındaki Atatürk’ü bir
güzel konuşturacak. Sonra da değme ağlamacılara taş çıkartacak denli
gözyaşlarına bulanacak...
Gözyaşları sel olup akacak çünkü 2019 yerel seçimler yılı. Seçime yatırım
maksatlı timsah gözyaşları dökülecek.
Bir yandan da gariptir; Mustafa Kemal şu garip memlekette
hiçbir dönem olmadığı kadar yükselen değer konumunda…
Artık Mustafa Kemal’in ne kadar emaneti varsa bir bir
ihanet edenler bile toptan Mustafa Kemal’ci. Günün mana ve önemine binaen yerli
işbirlikçi burjuvazi de öyle. Mustafa Kemal’e övgü üstüne övgü. Her ne kadar
Mustafa Kemal son günlerde gerçekten yükselen değer konumundaysa da bunlara
kanmamak gerek.
Çünkü kim gerçek, kim sahte Atatürkçü birbirine karıştı.
Evvelinde ahirinde Kemalistlerin düşman ilan edilmişliği unutuldu. Resmen
siyasi rant ikiyüzlülüğü. Cumhuriyetin tüm temel değerlerinden vazgeçip,
nimetlerinden fazlasıyla faydalananlar, yıkılması için uğraşanlar birden Mustafa
Kemal’in paçasına yapıştılar.
Oysa yıllardır böyle. Yeni bir şey değil…
Sanki gizli amaç seçimlerde voliyi vurmak. O yüzden
Mustafa Kemal gelecek günlerin yükselen değeri.
Rejim değişti. Adalet rafa kaldırıldı, özgürlükler
kısıtlandı, laiklik yok edildi. Memleket zifiri karanlığa hapsedildi. Ve şimdi
yarınların yükselen değeri yine Mustafa Kemal. O kadar değersizleştirme
senaryolarına rağmen Mustafa Kemal’i yok etmenin imkânsızlığı görüldü. Patronlar da çark etti. Toptan iflas.
Yıllarca Atatürk ve kazandırdıklarına utanmadan sövgüler
düzenler, bu günden ileriye artık 10 Kasım’ları da beklemeyecek gibi. Kendine
özel kürsü kuranlar, altın mikrofonu kapanlar yine Mustafa Kemal edebiyatı
yapacak. Mustafa Kemal’ci kesilecek. Yaparlar tabi. Mustafa Kemal’i beğenmezler
ama ulusal sanayi ve ekonominin gelişmesin de öncelik verdiği, öncülük ettiği
yüzyıllık birikimleri zevkle üç beş paraya sattılar. Elden çıkardılar.
Kendilerinden olanlara savdılar. Yetmedi. Şimdi beter bozulmaları onarmak,
düşkünlüğü kaldırmak, ülkeyi kalkındırmak yine Mustafa Kemal’e kaldı.
Ve Mustafa Kemal on küsur yıldır tek parti iktidarından
faydalananların, yıllarca garip halktan aldıkları oylarla devlete millete hükmedenlerin
de sığındığı liman oldu. Olur çünkü ak emanetçi sözde devrimcilerin yaptıkları
ortada. Ülkeyi geriye götüren bu ucube devrimcilik on küsur yıl sınandı ve
sonuç sıfır. Hiç de adil ve demokratik olmayan bir sindirilmişlik yaygınlaştırıldı.
O yüzden literatürlere geçen, manifestolara, başucu
başvuru kaynağı kitaplara konu olan Mustafa Kemal yine yeniden yükselen değer
oldu.
Bu yükseliş 10 Kasım’da başlar seçimlere kadar gider. Bu
Mustafa Kemal sevdasıyla seçimler sonunda kim yükselir kim düşer bilinmez ama
tek yükselen değer var; Mustafa Kemal…
UMUTLAR TÜKENDİKÇE…
Görmek istediğin kişiyle, gerçekte gördüğün kişi hiç bir
zaman aynı kişi değildir. Buna rağmen en çokta yamuk siyasetçileri inandırıp
bize dürüst diye söylettiriyorlar ya bu zoruma gidiyor.
Bir de anaların gözyaşı…
Ve sudan sebep genç ölümler…
Bir anne vardı gözyaşı oldu aktı içimize. Ermenek’te
madenci katliamında göçük altında kalan oğlu için bütün içtenliği ve saflığıyla
‘benim oğlum yüzme bilmez…’ diyordu. Halen bir umut vardı içinde. O umutlar
gittikçe tükendi. Oğlunun cansız bedenine ulaşıldığında gözyaşları kurudu Ayşe
ananın.
Bizimkiler aktı…
Bu sonsuzluğa yolculuk öyle bir yara açtı ki yeri enderinde.
Ayşe ananın yüreğinde de. Bakışına yürek dayanmadı. Göz hatlarını yumma zamanı
geldi. Ömründen gün çaldı. Bugünle yarın an itibariyle artık madenci anası Ayşe
ana da toprak altında. Buluştular. Oğluna yetişti. Şimdi artık beraberler.
Bu cihanda mutlu olamadılar. Düzen kasapları nice canlara
mal oldu. Dilerim Ayşe ana ve madenci oğlu öteki cihanda sonsuz yolculuklarında
mutlu olurlar. Ruhları şad olsun…
Binlerce acıya karşın kurgu ithal, proje ortak, senaryo yerli,
filim bozuk mecburuz seyretmeye. Gerçekler ise sansüre takıldı…
Benin aklım da gözyaşlarım da sansürsüz…
Yıldızlarda yok bu gece kör karanlığın kuyusundayım.
Gönül eğlencesi, küsüp yar gelmezken, karlı dağın yamacında keklik yuva yapsa,
eteğinde mor sümbüller açsa ne olur. Sanki iki karış sakalıyla suyu yiyeceği
tükenmiş, son cigara paketini açmış, dağları mesken tutmuş bir firariyim.
“Yollar
uzun uzar gider
Günler gelir geçer gider
Bu hasretlik bir gün biter
Bu kadarda yanma gönül”
Yanar gönlüm yanar şehirler…
Şehirlerin affını istemem yaşamak için, bana dağlarımı
verin yeter. Sessiz yığınların suskunluğunu istemem. Ben yüce dağların
tepesinde yalnızlığımı beklerim.
“Bülbül hasret gonca güle
Elin vurup örseleme
Benden sana tek kelime
Her bir söze kanma gönül.”
Gel de kanma. Umutlar tükendikçe; doğruyum
diyenler de yalan söylüyor. Gel de inanma…
EBEDİ BAŞKOMUTANLIK...
Başkomutanlık yarıştırmakla Başkomutan olunamaz. Hele
ebediyete kadar hiç…
Başkomutan; savaşta veya barışta kara, deniz, hava
kuvvetlerine kumanda eden en büyük komutandır. Tüm silahlı silahsız kuvvetlerin
komuta zincirinin bağlandığı en üst mevkidir. Can alan, can veren bir düzlemde
vicdani değerleri öne çıkararak harbi veya sulhu yönetendir. Yani orduları en
üst makamdan sevk ve idare etme görevini hakkıyla kullanandır...
Başkomutanlık makamı senelerce yüksek devlet görevlerinde
bulunmayla kazanılacak bir konfor değildir. Başkomutanlık tersine kahır ve çile
ile kazanılır. Kardan, buzdan döşeklere serilme ile kazanılır. Ser verip Vatan
kazandırma ile kazanılır. Kan ve gözyaşı ile kazanılır.
Öyle yerde, gökte kimselere makam bırakmayanların adının
önüne başkomutan yazılması ile elde edilebilecek bir kutsiyet hiç değildir.
Başkomutanlık; kutlu bir yolun yılmaz yolcusu olmak,
kutsal isyanın sarsılmaz lideri sayılmak, son kurtuluşun önderi diye anılmak ve
küllerinden doğuşun mimarı olarak adlandırılmak ile eşdeğerdir.
Çok önemlidir başkomutanlık. Çünkü başkomutan; komuta ve
kontrol eylemini, emir kumanda ve komut anlamında bir kere kaybetti mi peş peşe
savaşlar kaybedilir. Canlar gider, topraklar bırakılır. Yetki ve hakimiyet
kargaşası başlar. O kaosta hüküm sürmek, buyurmak iyice zorlaşır. Öyle herkese
tepeden bakıp, telkinlerle idare etmek de olmaz. Olan sadece rütbelere olur.
Nice rütbeler vardır, sökülür. Söktürülür. Nice rütbeler
vardır ebediyete kadar taşınır.
Neleri kimleri gördü bu eski coğrafya. Nafile. O
başköşede dururken suni gündemli ve sloganımsı başkomutanlık yarışı kimseye
fayda sağlamaz. Hele ikinci adamı da mevcutken. Kısa dönemli sağlasa da asla
ebedileştirmez. Cenazesi yerde kalmasın, ayıp olur diye metezori taşınan nice
başkomutanlar gördü bu memleket netekim.
Başkomutanlık ezelden ebede sayılı başkomutanlar
arasından sıyrılmanın ve sayılmanın yanı sıra gazi ve mareşal olmaktır. Ululaşmaktır.
Atalaşmaktır. En önemlisi de üniformalar
çıkarılıp, devlet adamı olabilmektir. Başkomutanlık alternatif görülen suni
tarih yazıcısı karşı devrimcilerin tüm savaşçı hallerine ebediyete göçüşünden on
yıllar sonra bile karşı koyabilmektir. Yıkılmaz bir ideoloji ile inkılaplara
devam etmektir. Üst üste açılan tüm cephelerden zaferle çıkabilmektir.
Başkomutanlık ömrüne nice meydan muharebesi sığdırmış, cephe
ve siper savaşlarının alasını yaparak emperyalizmi denize dökmüş, Başkomutanlık
Meydan muharebesini kazanmış ve devamında devlet kurmuş her kimse odur
başkomutan. Ebedi Başkomutan da odur. Başkası tutmaz.
İşte o ilk ve tek Ebedi Başkomutan her 10 Kasım’da
yeniden doğar…
EKİM DEVRİM...
Tam bir asır önce bu gün; öteden beri alışılagelmiş
tarzda dünyaları kazanmak yerine, dünyaya kazandıran, işçi sınıfı temelli, tüm
dünyalıları abat etme fikri ve idesi ete kemiğe büründü. İdeolojileşti.
Sistemleşti. Olmazlar bir anda gerçekleşti. Binlerce yıl ekilenler 'Ekim
Devrimi'nde buluştu. Sonra sosyalizm dünyayı tutuşturdu. Ondan sonra. Sonrası
malum...
Başından sonuna bu evrensel tutku ezilen diğer tüm
coğrafyalara da yayıldı. Başka başka uluslar aynı coğrafyada tek bir çatı
altında birleşmeye yöneldi. Demir perde kurgusunda yüzyıl boyunca sosyalizm
güncellendi. Ve orak çekiç simgesinde sistemleşildi.
Dünyada yeni sistem öylesine bilimsel geliştikçe,
kapitalizm ve emperyalizm keyfekeder ortalıkta cirit atamadı. Yüz yıla yakın
zenginlikleri rahatlıkla iç edemedi. Anca çift kutuplu dünyanın izni dışında,
gizlilik ölçüsünde yer altı ve yer üstü zenginliklerine sarktı.
Yani bir asıra yakın 'Ekim Devrimi'dünya tarihinin en
ilerici olayı vasfını da koruyarak vazifesini yaptı. Dünyayı hepten
yağmalatmadı. Soğuk savaş boyutunda egemen güçlere karşı koydu. İleriki
yıllarda bir çok küresel sonuçları da direkt belirleyen ince noktalarda aktif
rol aldı. Sömürülen dünya halklarına yol gösterici oldu. Doğru model çizgide
yıkılma pahasına yolculuğu yaygınlaştırdı.
Ekim Devrimi; doğruya değişen bütün her şeyin yanısıra
özellikle kilise otoritesinin kaldırılmasını, din inanç vicdan özgürlüğünün
kurumsallaştırılmasını da gerçekleştirdi. Devlet işleri ile dini tamamen
birbirinden ayırdı. İdeolojisini gerçekten bunları ayrı tutmak gerekli
felsefesine oturttu. Çünkü bu kopuş devrim ve devrimlerin devamlılığı için çok
önemli ilkesi hayata geçirildi. Bu binlerce yıllık dini paslanma sürekli devrim
ve modernizasyon temelinde ahlaka dayalı komünal yaşam çerçevesinde bir güzel
çözüldü.
O zamanları dinsiz imansız, inançsız, tanrısız
adlandıranlar bu nedenle on yıllarca veryansın ettiler. Boşuna sosyalist
rejimleri dinsiz ilan ettiler. Sosyalistleri de kafir komunist. Dünyanın bu en
güzel eşitlikçi sistemini vakti zamanında yıkmaya çalışanların bu günkü haline
bakmak lazım. İçler acısı. Çoğu emperyalizmin dayattığı sözde ileri demokrasi
içinde, hemde ayni dinden olmak üzere birbirlerini boğazlıyorlar. Öyle ki dinlerini
mezhepsel şablonda özgürce yaşayamıyorlar bile. Başka söze ne gerek...
O ilerlemeci değil en ilerici on yılların evrensel
simgesi deniz mavi olsa da hep kızıl oldu. Kızıl sembol her yerdeki sömürüye
karşı çıktı. Saf kızıllık, emekçi sınıfın, devrim ve sosyalizmin yüzü oldu.
O yüzden ta 'Ekim Devrimi'nin yaşandığı yüz bir yıl
öncesinin Kasım yedisi'nden bu yana kendine sosyalistim diyenler ile sosyalizm
hep baskı, şiddet ve zulme maruz kaldı. Şimdinin rasyonel düşünceden bir haber,
fikir fakirlerine, bilim bilmeyenlerine bu konuda bir şeyler anlatmak zor
elbette. Zaten anlamak da istemez, bu ak pak nato mermercilerin topu.
İsteyenlere de zor anlatılır ayrıca. Hele ki ne anlaşılmazdır devir devir
yaşananlar. Yaşatılanlar. Anlatmakla da bitmez yapılanlar. Şu bereketli
topraklar üzerinde bile binlercesi. Kin ve kan. Hep kör kara cahil düşmanlık...
Bu akıl almaz, insanlık dışı düşmanlık 'Ekim Devrimi'ne
inanmışların ve Sosyalizmin devrimci yolundan gidenlerin başına musallat edildi
on yıllarca. Dünyanın dört bir yanında böyle. Durum böylesine vahim olsa da
sosyalizm ve sosyalistler dünyaya 'ekmek, barış, özgürlük ve adalet...'
çağrısından hiç vaz geçmedi. Son on yıllarda bu demokratik çağrının ne olduğu
ve haklılığı belli ama hep unutuldu. Unutturuldu.
Yüz yıllık kurtuluşu, otokratik rejim seviciler ve
emperyalist aristokratlar kendi çıkarlarını koruyabilmek amacıyla ütopya
sayarak hep kötülediler. Karşı devrimcileri alabildiğine maddi manevi
desteklediler. Çünkü Ekim Devrimi binlerce yıllık sermaye saltanatını,
kapitalizm geçmişini bir anda yerle bir etmişti. Toptan yeni ekonomik krizler
yaratarak, siyasi bunalımlar icat ederek sosyalizmi sonlandırma çareleri
arandı. Arandı çünkü sosyalizm insanlık tarihinde kapitalizme bir asırlık
ömrüne karşın en ağır yenilgileri yaşattı.
Aslında tüm geri kalmış ülkelerde faşist, kapitalist,
emperyalist kuşatmanın ve yerli işbirlikçi burjuvazinin bunca mezalimine hiç
gerek yoktu. Çünkü Ekim Devrimi ile kurulan sistem kaçınılmaz biçimde
diktatörlük aşamasına evriliyordu.
Son on yıllara dek dünyanın yaklaşık elli ülkesinde
Sosyalist rejimler egemendi. Bu rejimler başta politbürolar ile parti genel
sekreteri olan başkanlar düzeyinde ve diğer pratiklerle iyice zayıflatıldı.
İçten ve dıştan sosyalist rejime dayatılan açıklık ve yeniden yapılanma ise
yıkılmaz görülen sistemi hızla çökertti.
Ve 'Ekim Devrimi' ile gelen yüz yıla yakın yaşayan ve
asra damga vurmuş sosyalist rejimler ardı sıra çözüldü...
Kapitalizm ve emperyalizmin gizli saklı uşakları ile
yerli ve yerden bitme mantar liboşlar zafer sarhoşu oldular. Sonra ılımlı din
sarmalı geldi topunu yuttu. Yetmiş iki buçuğa, buçuk ekleyip derin karanlığa
gömdü.
Şimdi bu gün bu çözülme günün saltanat ve diktatör
heveslilerine ders alınacak en iyi örnektir.
Tam bir asır sonra bile 'Ekim Devrimi' ve sosyalizm...
CEHAPE ZİHNİYETİ...
CHP, siyaset bulvarındaki sağ partilere öykünüp,
memleketin sol oylarının oranı belli, yerelde genelde kazanabilmek için sağ
seçmeni de etkilemek gerek düz mantığıyla her seçimde 'Cehape Zihniyeti'nden
uzaklaştı. Uzaklaştıkça da yarıştan koptu...
Siyasetin okulu yok denir ama tüm siyaset okullarında
öğretilmeyen genel yargıya göre siyasette başarı yarışı önde tamamlamayla
orantılıdır. Geride kalmak ise başarısızlıktır. Hele de bayrak bir kez olsun
elden düşürülmemelidir. Çünkü düşürüldüğünde hemen devir işlemleri başlatılır.
Olası bir kısmi kayıpta dahi bu bayrak devri isyanı asla duymazdan
gelinmemelidir. Devir teslimi gerçekleştirmeden yerelde genelde sabır taşını
çatlatan kararlar alınarak ve kati karar budur edasıyla ithal adaylaştırmalarla
olumlu sonuç elde edilemeyeceği geçmiş örneklerle sabittir. Etik ve moral
değerlerin iyice çöktüğü bir dönemde aşırı hırslanarak güdümlenen bu analitik
olmayan siyaset zihniyetinde artık keskinleşilmemelidir. Yani statükoculuğu her
şart ve koşulda kader benimseyen ve o doğrultuda seçen zümrelerin zıttına
siyaset üretilmelidir.
Eğer gerçekten başarı hedefleniyorsa; CHP, birilerinin
ipe sapa gelmez saldırıları yüzünden köklü 'Cehape Zihniyeti'nden asla ödün
vermemelidir.
CHP on yıllardır sürdürdüğü mevcut zihniyetin yerine,
artık bu 'Cehape Zihniyeti' her neyse o zihniyete dönmeli ve cesaretle
denemelidir. Hemde 'Cehape Zihniyeti'ne en yakışan sol ideolojiye sahip
çıkarak, içselleştirip benimseterek ve felsefesini çağa yanıt veren tarzda
yenileyerek.
Bu gerekliliği anlamsızca sıradanlaştırarak, yerel ve
genel seçimler kapıda bahanesiyle statükocu tutum ve dikeyci tavırda ısrarcılık
kesinlikle doğru sonuca ulaştırmaz. Her seferinde bu günü kotaralım hamlesi ile
girilmiş uzak yakın tüm seçim sonuçlarının bu kolaycılıktan direkt veya
endirekt negatif etkilendiği artık görülmelidir.
Görülmelidir çünkü taban kitleye uzak ve yabancılaşmış
kadrolarla çıkılan seçimler hep kayıp olmuştur. Acı kayıplar tarihin tozlu
raflarına bu denli yerleşmişken hala planlı projeli davranmayış yeni
kaybedişleri de tetikler.
Bu tetiklenmeye sol siyasal manevraların eksikliği de
eklenince büyüyen kayıplar kaçınılmazlaşır. O halde sınır tanımaz sol siyasetin
fabrika ayarları ile ayarsız lanse edilen 'Cehape Zihniyeti' ivedilikle
buluşturulmalıdır.
Bu zorunlu buluşmayı devamlı erteleyerek, onun yerine
hedef kitle genişletilmesi algısıyla hepten sağcılaşan rotada, organik uyum
zorluğu yaratacak rol model adaylar ve adaylaşmalar asla 'Cehape Zihniyeti'ni
yansıtmaz. Bu arada olağanüstü kurultayı da es geçen üst yönetimin toplumda
partiye duyulan sempatiyi de iyice azalttığı gözden kaçırılmamalıdır.
Bir gerçek daha var ki; CHP son on yıllarda, 'Cehape
Zihniyeti'nin temeli olan devrim, değişim, esneklik ve eylemci kurgusundan
hayli koptu. Bu kopuşla siyasal yaşama ilişkin teori ve pratik uyumu zedelendi.
Zamanla otoriterleşen yönetsel bir yapı oluştu. Ve zapturapt altında işletilen
polemik politikasına hız verildi.
Oysa tüm bunlar yerine on küsur yıldır Akçı
siyasetçilerin her zorlu süreçte diline doladığı o 'Cehape Zihniyeti' program
ve tüzüksel açıdan netleştirilip hayata geçirilseydi dokuz seçimde de hoşnutluk
verecek farklı oranlar yakalanabilirdi. Kazanmak kaybetmek bir yana memleketin
ve CHP'nin makus tarihi değiştirilebilirdi.
Ayrıca Ak siyasetçilerin her fırsatta 'Cehape zihniyeti'
demesinden kurtulmak için suni yöntemlere sarılıp, iyice sağa benzeyen yeni CHP
zihniyeti ile yeniden umut olunamayacağının altı da korkusuzca çizilmeliydi.
Ancak böylelikle Ak politikanın yegane isteğinin CHP'nin
'Cehape Zihniyeti'nden hepten uzaklaşması ve yine yeniden kayıba oynaması
olduğu ortaya çıkarılabilir...
AK PAK SİYASET…
Batılı kafalara göre on yıllardır memleketin ak
emanetçilerce iyi yönetilmediği aşikâr. Batı aşk olsun ki karşı darbeye karşı
darbe de ayni cenahtan. İşte aklı evveller o asalak darbeyle kandırılarak
alttan kayan koltuklar iyice sağlamlaştırıldı diyor. Batılı ve batıcı
kaynaklarda; Bu F tipi tipik kalkışmanın uzantıları sözde ayıklandı. Suçlusu
suçsuzu bir torbaya toplandı. Ak paklığı maskeleyen siyasete dokunulmadı. Bir
daha tekrarlanıp tekrarlanmayacağı ise belirsiz deniyor. Bu arada her sıkışmada
on yıllardır yerelden genele, genelden en tepeye, oradan tekrar yerele seçimler
sıkıştırıldı. Değişen bir şey yok gidişat hep aynı, daha beter yıllar kapıları
çalacak deniyor…
Bu yetinmezler; seçimlerde başta Cehape karalaması
sonraları F tipi kalkışma gündeme çekildi. Bolca şehit edebiyatı. Şehir
gerillasından gaziler devşirip gazi maaşı. Araya papaz karıştı, papaz kaçtı
krizi. Dolar uçtu çalkalanması. Reel ekonomi batmış ne gam her şeye karşın her
alanda, her platformda ak emanetçiler sütten çıkmış ak kaşık diyorlar.
Ak pak siyasette emanete ihanet Allah muhafaza…
Oysa Ak pak emanetçiler emaneti adil biçimde idare
ederken hıyanetin tarafları besbelli. Ak pakçılar pekâlâ bilir; altmış yıldan
beri aralıklı da olsa altı yıl dahi emaneti alamamış olsa da ana muhalefet
Cehape tüm sayılanların tek sorumlusu. Hain kalkışmaların planlayıcısı da
Cehape. Tüm sünepe darbecik
girişimcilerini Cumhuriyete karşı bileyen de onlar. Memleketi karanlığa, karanlık çağa götürenler
de.
Bu memleket geleceğini kararsın isteyen ana muhalefette
acayip bir pişkinlik psikolojisi vardır. Surelere göre suratlarda suretlerde
teferruatta boğulmuşluk. Resmen inancın gereği ahlaktan yoksunluk. Allahtan ak
pakçılar var. Alınlar secdede. Memleket onların yüzü suyu hürmetine kalkınıyor,
gelişiyor.
Ak siyasetçilerin ve ak siyasete tapan ak pak yüzlülerin
yüzü suyu hürmetine memleket batsa ne hüzün. Yıkılır yeniden kurulur. Emanet
onlara geçmiş bir kere mahşere dek sürer bu saltanat. Zaten aleyhte makale
yazdığını sanan aklı bozuk karalamacılar, köşe yazısı yazdığını sanan karanlığın
elçileri tümden Cehapeli. Suç onların.
Onlar ki; durup durup ak pak köşecileri, helikopter
pervanesinden hızlı dönen siyaset dönmelerini, dünyadan kopuk memleketten
habersizleri, Allahçılık yaptığını sanan paralı gurkaları, her telden Allah deyip
arsızlaşanları, Allahçı Allahsızları, saltanatçı-hilafetçileri, din
baronlarını, dinbaz kuyrukçuları, softa mezhep borazancılarını, on yıllardır
siyasetin ana gemisi olan partinin güvertesindeki hiçbir işe yaramaz
paspasçıları, utangaçlığı atlatmış palavracıları, bir bir sıralayanlar. İşte
onlarda bütün günah.
Her seçim gündemleşince uyumu, geçimi unutup, buğdaylar
çürütüldü, camiler ambar yapıldı, şeker karneyleydi benzeri yıllar ötesinin
kuyruklu yalanlarını peş peşe sallayanlar değil. Cumhuriyetin sunduğu güven
içinde cumhuriyete saldırganlık halatına yapışanlar değil. Cumhuriyeti kuran
parti Cehapeye kin kusmayı kutsi vazifeden sayanlar değil. Asla Türk, Kürt
sevmezken bedevi arapsevici olanlar değil. Onların topu masum ve mazlumdur.
Günahtan münezzehtirler.
O yüzden yapılan da, yapılmak istenen de ayan beyan on
yıllardır ortada. Cehape zihniyeti elliden bu yana müzmin muhalefet olmasına
karşın o niyetleri salih, yaptıkları ettikleri sarih, ak siyaseti ve ak pak
emanetçileri devlet olanaklarını kullanarak hep ezmiştir. Tek derdi de gayesi
de budur.
Ayrıca bu Cehape vakti zamanında Allah şükür şimdi
esamesi yok; Laik topluma yönelik devrimleri, eğitim reformlarını
gerçekleştirecek öğreticiler yetiştirecek köy enstitüleri, halkevleri ve çağın
ve çağdaşlığın kapılarını bir bir aralayan yığınla benzer kurum kurmuştur.
Kurumsal yayılma ile oluşturulmaya çalışılan dinsizlik imansızlık ortamında
dört başı mamur yaşamakla, dört minare arası namazlamak niyetindeki ak
pakçılara emanet kısıtlanmıştır.
Batılı kafalara son ak pak açıklama; Allahtan on küsur
yıldır emaneti ak pak siyaseti aldı da huzur bulduk. Memleket güllük
gülistanlık. Emanet alnı secdeye varan ellerde. Devir ak pak siyaset devri. O
yüzden bin bir kışkırtma peşine düşüldü. Düşüren de Cehape zihniyeti…
GEVREK SİYASET...
Kasım içinde adaylaşmaların çoğunlukla belli olacağı
görülüyor. Böylece ala renkli, züğürt zengin ve denkli ahenkli 'gevrek siyaset'
günleri kapıyı çalacak. Aday yetersizliğine de bir şekilde son veren her mahal
seçimlerde sağdan sola siyaset konforu sunacak. Yapay propaganda çalışmaları
ile kendilerini geliştirecekler. Yani ileri geri aynı yönde bir gevrek siyaset
koşuşturması başlayacak. O kadar...
Ancak gevşek atılımlarla gelinen bu gevrek aşamada
kolayca kırılıp, ufalananlar realiteyi belirleyecek. Erteleyecek bir şeyler
kalmayınca, politika açmazında parçalanıp, dağılan dağıtılanlara başka görevler
hazırlanan bir süreç yaşanacak. Bu yaşanmazlık gevrek davranışları da
tetikleyecek. İçerik paslanmaz çelik iradeli olunsa da değişecek. Kapsama alanı
daraltılınca aday adaylarına adaylaşma sürecinde camdan kırılmalar sirayet
edecek. Yani yapının gereksinimlediğinin dışına çıkılan ve gevşek davranılan
her an, her adım sonrası örgütsel organizma devleşecek, devletleşecek. Dertler
iyice sarınca da gevrekleşecek. Öyle ki en esnek hamlelere dahi karşı
koyamayacak. Zaten tehdit ve şantaj politikasının millet tarafından masum
görüldüğü bir düzende başka ne beklenir.
Düzenleme, belirleme ve yürütme yetkilerinin
kişiselleştirildiği bir ortamda adaylaşmak aslında gevrek bisküvit gibidir. Bu
kraknel durum partner durumunu da çok yakından etkiler. Asap bozan
yakınlaşmalar biçimleniş ve diriliş yolunda hataları da beraberinde getirir.
Beraberken birdwn kolayca saflar değiştirilir. İleride sıkıntı yaratacak
küresel perspektife doğru gidiş başlar. Bu gidişat varlığı da bozar. Silme
siyasal yakıt olunur.
Geleceğin öngörülmeyişi, siyaset biliminin dışına itilme
ilerideki günlere doğru açık seçik hissedilir. Ayrıca gelişen durum realiat
siyasetçilerin zeka ve karakteri ile örtüşmeyince gevreklere gün doğar.
Gün soğar ancak; Oldu olacak babında on yıllarca
adaylaşabilmek için, hedefe ulaşabilmek için, bir görev alabilmek için yani
namzet olabilmek için partilileşenlere bu sefer de pek açık kapı yok gibi.
Çoktan divanlar kurulmuş, akıllar kurulmuş daha belli değil, neden olmasın,
rastgele mantığı ile gevşek siyasetin inci taşları döşeniyor.
Aslında hiç de birbirinden farkı olmayanlara yazgı ve
yarış gündemleniyor. Bu gevrek siyaset özünde özellikle iyice bilinen varlıksal
nedeni müşterek uzlaşıya hükmeden bir yolculuk. Yol engebeli. Aslında açıkçası
tepeden gelecek işaretlere bakılıyor. Yaygın olarak tüketilen insan malzemesi
değişik kültürlerden etkileniş siyasetin gevrekleşmesine bir etken. İletken.
Sanki o gevreme bekleniyor.
Ama gevreklik sokaklara sirayet edince tarifsiz
deneylemeler de fotoğraflanır. Anlatacak çok şeyler varsa da yutulur. Çekilen
fotoğrafta ise gevrekler bir yanda, gevşekler bir yanda yüzyıllar öncesinin
akılda kalan izdüşümünü ortaya koyarlar.
Akla kazınanlarla kasılmak, kasımdan sonra daha da
hızlanır.
Hız kesilmez de, on yıllardır gerçek siyasetin uzağında
tutulan vatan evlatları bu kez de dışlanırsa Baba deyimidir; Birileri yine
beşlik simit gibi baş köşeye kurulur.
Kurgu yine elde patlar ve gevşekti, gevrekti derken
siyasetin acı gerçeği ile tekrar yüzleşilir...
GERÇEK SİYASET...
Gevrek ve gevşek siyasetin sürdürülmesi için parçalanma
arttıkça giderek gerçek siyasetten uzaklaşıldı. Gerçek siyaseti şuurdan çıkarıp,
siyasetteki gerçek adresler de bir kez şaşınca her şeyin gerçekliği inkar
edilemez biçimde bozuldu. Aslına uygun değerleri göstermelik gözetse de siyaset
sahiciliğini yitirdi. Siyasetten spora kadar araya hangi alem sıkıştırılırsa
sıkıştırılsın, topu yapaylaştı. Yavanlaşıldı. Edilen yeminlerde, verilen
sözlerde durulmayan, kör ve eylemsizleşen bir arena oluştu. Her arenada
gerçeklik payı azaldıkça azaldı. Duygu kaybedildi. Akıllar bozuldu. Bilinç
ahlaklı olmayı zamanla reddetti. Ve İşte bu beter günlere gelindi...
Zaten başkaca ne olabilir ki; on yıllarca gerçeğe
aykırılık azimle kurallaştırılınca en anomali durumlar normalden sayılır hale
gelindi. Öyle ki anayasa ile sabitlenen ve öngörülen güvenceler bile bu siyasal
düzende, çaprazlama ve tersine giden yolun merburiyeti sayıldı.
On yıllardır memur zihniyeti ile özel görülen birine veya
bir zümreye sevgi, saygı ve bağımlılık temelinde memuriyet organizmalı siyaset
baş tacı edildi. Böylece kısırlaştırılan siyaset sayesinde gerçek siyasetten de
peyderpey uzaklaşıldı. Sağdan sola eylemsizleşen bir çizgide, sadakat ölçüsünde
güdümlenen bu yerli ve yeni siyaset biçimi iktidar muhalif herkese de bulaştı..
Asla gerçeğe benzemez, benzeşme ihtimali oldukça düşük bu
düşkünlük siyaseti işgüzarlıkla malum memleket gerçeklerinin de üzerini örttü.
Mevcuda göre işlemeyen, direnen, kolektivizmi andıran, realiteye uygunluk
sanısı uyandıran, ortak müşterek ve mutabakat arayışı hissettiren, gelişmeyi
derleme ve deneme bağlantılı her ciddi anlayış gerçek dışı sayılır oldu. Bu
atılgan tavırlılık gerçek dışı siyaset ve uygunsuzluk olarak gösterildi. Hem de
gerçekliğe uyma yetersizliğinde boğulan, köhne bir iradeyi memleket hayatına
sokan, sonsuz sessizliği örgütleyen, erke dayalı gerçek dışılığı aşikare
zorunlu kılan anlayış tarafından. Gerçek dışı olmasına rağmen gerçekliğe uzak
siyaset üretmesine rağmen. Karşı koyulmayınca da kısa zamanda gerçekleşemez
denilenler bir bir gerçekleşti.
İşin kötüsü on yılların mevcut anlayışına alternatifliği
örgütleyen siyaset kişileri ve kurumlarının da bu gerçek ötesi sarmaldan
etkilenmesi ve zamanla ona benzeşmesiydi. Bu uzak yakın yanılsaması gerçeğe
yolculuğun ve değişimin de önünü kesti. Mevcuda yani gevrek ve gevşek siyaset
bütünleşmesi koşullarına kendiliğinden adaptasyon başladı. Resmen adapte
olundu. Gerçeğe ilerlemek, ilerlemişler ile uzaklığı azaltmak için durumsal
gerçeklere uygun siyaset üretmek yerine sorunları başka temeller üzerinden ele
alma kurnazlığına yaslanıldı.
Böylece tüm siyaset kurgusu gettolaştı. Gerçek siyasetten
birbirlerine bir tık uzaklıkta buluşuldu. Buyurganca büsbütün gerçek dışılık
yarışı hızlandırıldı.
Ama gerçek siyasetin gerçeği; yerelde ve genelde bir gün
acı gerçekle yüzleşilmesidir.
Bir gün mutlaka yüzleşilecek çünkü gerçekten asla
kaçılamaz...
GEVŞEK SİYASET...
Gevşek siyaset kasım başından itibaren kendisini
gösterir. Zaten görünen o ki siyasete bir gevşeme de geldi. Hafızaları
tazelemeden, yoklamadan geçmiştekilerden, geriye dönük adaylaştırmalar ve
adaylaşmalar var. Derleme dayatma manevraları birbiriyle yarışıyor. Yine at izi
it izine karıştırılıyor. Sağda ve solda safları bu kadar sıkılaştıran bir seçim
önü hiç yaşanmamıştı. Yaşanmaz da...
Sahnelenen deneme yanılma yöntemini de rafa kaldıran bir
yanlışlıklar komedyası. Kimin nereden aday olduğu, olacağı hiç belli değil.
Kasım ortasından itibaren patpat standart dışı aday koyulanlar isim cisim
açıklanır. Sonra gelsin seçimler.
Son on yıllarda dünyanın en büyük ve üstü örtülen
ideoloji ayıpları bir bir işlendi. Akıllanılmamış olacak ki hala işleniyor.
Sağda solda hiç fark etmez. Ayni terane tellendiriliyor.
Teknçıkış yoluymuşçasına liboşlar ve yanına ılımlı
islamcılar üzerinden bir siyaset yürütülüyor. Mevkiilerere partili partisiz o
popüleriteye göre adaylaştırılıyor. Orada burada durum bu. Emperyalist rüzgarın
da etkisiyle eylemci sol siyasetçiler hiç öne çıkarılmıyor. Siyaset
emekçilerine kapılar kapanıyor. Sandukalar mühürleniyor. Kapı kullarına ise
kırmızı halılar seriliyor. Siyaset gevezeleri de ekran, sütun, meydan bunun
doğruluğundan dem vuruyorlar. Koca bünyeli, külek kafalı, kürek dilliler dini
açıdan 'reise itaat farzı ayındır' diyerek dine hayınlık yapıyorlar. Diğer
yandan 'karşı çıkma harpten kaçmaktır ve haramdır' diyenler de parsayı
kapıyorlar. Resmen kula kulluk özentisinde birleşmeye, birleştirilmeye
çalışılıyor memleket. Kula kulluk resmen dinleştiriliyor. Memleketin her
karışını dingonun ahırı gören bir zihniyet prim yapıyor.
İşte o zihniyet erbapları saraydan, saraylarda oturarak
evine ekmek götürmeye aciz olanlara yerelde yöneticiler belirleyecekler.
Adaylaştırılanlar pek yakında gevşek gevşek açıklanacak. Tersine akan siyasetin
her cenahtaki uygulayış ve iş takvimi de, sipariş tarzı da maalesef bu.
Hafızaları planlı bir şekilde doldurarak, dondurarak kara mizaha taş çıkartan
bir sürece açılışı lanse eden bir siyaset bilinci.
Bu bilinç ile bu seferki geçiş sürecinde oradan buradan
devşirme adaylaşmalara akıl sır ermeyecek gibi. Daha kasım başından
istatistikler tutuluyor ve halkın önüne ne acayip projeler sürüleceği ise besbelli.
Şimdi zamanında bir sürü başarısızlığa imza atmış,
ekonomi ve doğa katliamcıları sütten çıkmış ak kaşık. Bir türlü
paylaşılamıyorlar. Garip ama gerçek, bu hareketler bu bereketli topraklarda
olmayacak şey değil. Kayıbab gitmiş örnekleri mevcut. Gülün dikeni mevzuu. Daha
beterine de katlanmayı bilmek gerek masumiyeti.
Peki, memleketin nabzını tutanlar böylesine gevşek geviş
getirme siyasetinin içine neden doluşurlar. Yanlışa bulaşırlar. Ortak yaşama
iradesi öylesine yıprandığı açık seçikken mütevazi ve dürüst kimlikler neden
daima dışlanır. Makro plandan, mikro projelere akan reel siyaset, çıkışı neden
hep aynı plastik kişilerde görür. Siyaset çemberi onlardan ibaret sayılır.
Şundan; her cenahta her yerel yönetimin başına iş
yapacaklar değil, sıkı emanetçiler aranıyor. O yüzden geçmişte bu işleri kolay
işlemişlere, eyvallah ağam paşam eylemişlere Allah vekil lobi yapılıyor. Ayrıca
siyaset iyice gevşetilerek toplumun beklentisi de alt seviyelere çekiliyor.
Çünkü yarın yerel seçimlerde güdülen siyaset yine sıfır
sorun, çözümü ve her gönülde bir aslan yatar hikayesine bağlanacak. Ve
gevrekler ortaya çıkacak...
YALANDAN KUTLAMA...
Yalandan kutlamalarla geçti gitti bir Cumhuriyet Haftası
daha. Hemde 1923'ten daha geri olmasa da benzer bir atmosferi soluyorken koca
memleket. Doğrusu Cumhuriyet olsa da layığını seçmeyi bilemediğin zaman
demokrasi hak getire. İleri demokrasi bile pamuk gibi uçar gider nasırlı
ellerin arasından. Tercihin doğruluğunun ispatı için de yalandan kutlamalarla
doldu dolar Cumhuriyet haftası. Sonra kasım kasım kasılanların günleri yeniden
başlar...
Bu böyledir; Cumhuriyete borçları bir yana, boşluğa
defalarca imza atan iktidarlar daima geçmişin sözde ayıpları kayıpları
üzerinden günü kurtarmaya çabalar. Çabalıyorsa ve günü böyle kotarıyorsa eyvah.
Gel de batı demokrasilerini arama, oralardan örnekler verme. Versen, oralarda
şöyle dersen yafta hemen hazır; batıcı. Battık, batırdınız denilse bahane
hazır; dış mihraklar. Şu fakir memlekette saltanatın üzerine yüzyıla yakın
geçmiş, Cumhuriyeti bir asra dayanmış hala yok-suç-yasak konuşuluyor. Ne
kalkınma var ne adalet. Demek ki içten dışa, temelden tepeye Cumhuriyetsiz
yarın planlaması var. Sonra da yalandan kutlamalar ve recepsiyonlar.
Yani darmadağın olmaya yakın dünün hanedanı heveslileri
silme cumhuriyetçi kesiliyor. Zaten on yıllarca, ta ilk meclisten bu yana
Cumhuriyeti zaruret ve mecburiyetten kabul edip, faziletini anlamadan yaşıyor
görünenler, yani saygı duymayanlar, sevmeyenler hep takiye yaparak altını
oyarlar. Cumhuriyetin dışında sahte kahramanlar ve kahramanlık hikâyeleri ile
cumhuriyet öncesi ve sonrasını kendi leyhlerine kanırtırlar. Cumhuriyet
devrimlerine karşı duruşun zeminlerini hazırlarlar. Alternatif vurgularla
vurgun peşinde, Cumhuriyeti yeniden kuracağız salvolarını atarlar. Diğer yandan
yalandan kutlamalarda endam gösterirler. Ya da en dar zamanlarda işi doktor
raporlarına bağlarlar. Ama işler sarpa sardığında herkesten ala Cumhuriyete
tutunurlar.
Sözün özü on yıllarca Madde 1 ’Türkiye Devleti bir
Cumhuriyettir.’ gerçeği fırsatlar icat edilip unutturulmaya çalışıldı. Ancak
son günlerde bir şeyler sanki ters gidiyor. İşsizlik, yoksulluk, kriz, gelir
gider çukuru, adaletsiz dağılım, yanlı bölüşme, envaı çeşit yolsuzluklar,
mülteciler, memlekette bir iç çatışma çıkarmaya dek yağunlaştı. Durum iç
kargaşaya, iç kavgaya doğru silkelenince başvurulan yine cumhuriyet oldu.
Değere bindi. Bir anda renkler değişti, duruş esas duruşa evrildi. Huzura
gelindi, huzura gidildi. Cumhuriyet Cumhuriyet olalı bunca hızlı değişkenlik
görmedi. Öyle ki bu kez yalandan kutlamalara daha bitmemiş sözde muhteşem gözde
eserlerin açılışları da eklendi.
İlan gününe rast getirilen her şey on yılların kayıp
saygıyı bulma ölçüsüne endekslendi. Sevgisizlik; ‘bizim cumhuriyetçiliğimiz
ülkeye yaptığımız hizmetlerdir…’ klişesine bağlandı. Peşine recepsiyonlar
başkentten şehirlerin şahına taşındı.
Yalandan kim ölmüş ki. On yıllarca Cumhuriyete karşı
karşı, karşı devrim odağında siyaset ekimi ile uğraşacaksın, siyasetin fıtratı
deyip olmadık enstrümanları yerli yersiz kullanacaksın sonra yaşasın
cumhuriyet. Soğuk iklim tesisatı ve kıyafetleri her türlü kış şartlarına uygun
deyip kan donduracaksın. Ve sonra Cumhuriyet havarisi kesileceksin. Her şey
yalan. Tepeden tırnağa tiyatro.
Yarından tezi yok10 Kasım. Yalandan kutlamaların yerini
bu kez yalandan yas ve gözyaşları alır. Ve memleket de değişiyor bazı şeyler
diye sevinir millet. Sevinmelerde yalan.
Amaç oy devşirmek, araç ise yalandan politika
dervişliği...