17 Şubat 2013 Pazar

YEREL GAZETECİLİĞİN İPTİDAİ KENAR SÜSLERİNE, BEZEK…

YEREL GAZETECİLİĞİN İPTİDAİ KENAR SÜSLERİNE, BEZEK…

Hayata tutunmanın ve başkaldırmanın en iyi araçlarındanmış meğer yerel gazetecilik. Eğer fırsat üstü fırsat kollayıp atlama tahtası yapılmayacak ise ama. Zaten son yıllarda kalpleri ‘hutame’ sarmış olduğundan bir o kadar da zor, zorlaştı yerel gazetecilik. Ve her gece Yunuslar gibi bir gözü açık uyumak gerekse bile aşırılıklar yüreğe yük getirmiyor. Gün ağarınca, göz aydınlanınca ilmek ilmek işliyor tabiat ana panoyu. Bize de insana benzer zıpır maymınlıklar yapmadan izlemek kalıyor ateşine yanılan gerçekleri.

Dışarıdan bakıldığında albenili, keyifli, bol gelirli, istemediğince bol namlı isimli yar, misli misline kar, görünse de çok acımasızdır dokuz-beş bir işte çalışmayı erteleyen bu meslek. Şu gulyabani bataklığında mesleğin derinlikliğine ulaştıkça her olayda iyi düşünmek, her meseleye olumlu bakmak mahareti ve erdemliliği zamanla sizi de ister istemez acımasız yapıyor. Yinede bu yerel uğraşı kişiliği her daim öne çıkaran, azami çalışkanlık gerektiren, evrensel rutini, gelecek dizaynını, emperyal iş kalıplarını hiçe sayan bir ruh üflüyor bedeninize.

Yani bu meslek su üstünde yürüyen ve kalan değerlere özendirir insanı, kirpilere öykünerek. Çünkü çok söz hatalara, hatalar çok yalana, yalanlar ise maazallah Allah korusun’a veya ikiyüzlüce maşallahlara devrilir timsali görülmemiş biçimde. Ve siz, maksat hesaplar açık kalmasın dilersiniz, istersiniz.

Bu sektör master-tezlerde referans olarak kullanılabilecek, yetileri ve hırsları gücü görünce sinen, inen, dinen ve dahi acayip bukalemunvari değişkenlik gösteren bireyleri de uhdesinde barındırır. Bu renksiz, denksiz ve dengesiz bireyciliği içine çeken iktidar erki-saltanatı genişler. İktidar erki-saltanatı girdabına genleşen yerel gazetecilik de kapılır. Oluşan kapı kulluğu birilerinin sebepsiz yere bombardımanlara maruz kalmasını kolaylaştırır ve kurtulmak da iyice zorlaşır.

Tiraj derdi ve aşırı denetlenme gerilimi olmasa da ‘Yerel gazeteci yerel gazetecinin kurdudur’ bu âlemde. Nedense düşman kardeşleri oynarlar meydanlara kurulan uydurma tiyatro sahnesinde. Böylece kilidin göbeğinde yalama boşluğu oluşunca işlevsizleşen anahtar delikte kırılmaktan beter olur. Öyle bir ağdır ki çelik tellerle örülen, işaretli boş sayfaları hakkınca doldurmak derya deniz bilgi, sevgi, sezgi, inat, özgürlük ve cesaret gerektirir.

Öyle bir beladır ki yerel gazetecilik bir bulaşır pir bulaşır akla ve hedefte kalırsınız. Zamanla gizlere ve gizemlere kulak misafiri olundukça, davetsiz konuk olunduğunda müsamerelere ‘kapılar taş duvar’ kesildikçe, kollukçu neferler koltukçu efelerin direktiflerine uyduklarında sizden defalarca özür dileyince kahredersiniz bu güne. Ve haber yedeklemeksizin yarınların neler getirip getirmeyeceğine özgü fikirler, beyninizi kemirir durur.

Reklam marketi, eylemsizlik maketi tavrıyla bu işin yürütülemeyeceği de apaçık bellidir. Hızlı devinen haber merkezlerinin şişik, şekilli, tarafgil haber ve yayınlarına orijinal kaynak atıfında bulunmak kolaycılığı da üretkenliği üter durur. Oysa yerel gazetecilik en hassas ve gizli konularda bile olsa tipik fakat modern haber yapma tarzıyla bütünleşmiş ve protest idelerden esinlenerek doğruları kovalamaktır, yanlışların takibidir. Makale ile bayat ürün satmak değildir yerellik. Yele göre yelken açmak, sele göre sepken aramak hiç değildir.

Dedikodulaştırmadan yazmak, istismarsız haber eylemek, pot kırmadan, gaf yapmadan, kalp kırmadan, hayatın içinden gerçekçi hikayeler derlemektir yerel gazetecilik. Tanıklık ettiğiniz gizli kapaklı krizler arttıkça sizi sevmeyenler olur belki ama çok arkadaşınız olur yine de. İki kısa cümlecik resim altı yazısı yazamayan zürafa dilli uyanıklar alaycı yorumlarla sizden laflarlar orda burada. Bezmeldek kırıntılı, kurum kurum kurumlanmanın mızırtısı deyip geçmek en iyisidir bu gibi hallerde.

Mayışmanın siluetimsi afişlerinde geçiştirilen tüm gerçeklere tıkanma, tüm geciktirilen çapsızlıklara tapınma ise haliyle devam eder. Maskaralığı mahmuzlayan, çok yüzlü ve asla gülmez üçüncü şahıslarca zevkle izlenir bu izmsizlik.

Elbette tipik bir yerel gazete ve yerel gazeteci şüpheli olayların, şüpheci çağrıların, kirli pis ve dağınık planlamaların, hileli ve dramatik ayırmaların kayırmaların, travmatik kentleşmelerin dönüşümlerin, peşine takılır düşer. Takıldıkça da manşeti ilgi uyandıracak, dikkat çekecek, haberdarı etkileyecek, tesir bırakacak, biçimde düşer.

Çok fazla kişiyi, kurum ve kuruluşu, grup veya gururu hatırı sayılır şekilde etkileyen bir iş bu yerel gazetecilik. Bize gelince; Aksi ve kavgacı bir yerel gazeteci görüntüsü veriyorsak, kim ne düşünürse düşünsün sebat etmek ve kendini bu işe adamışlığın bir göstergesidir.  Başka hiç bir kaygı ve kargı gizlemesi yok feveranımızda, isyanlarımızda. Hoşgörüyü, esnekliği ve estetiği asla elden bırakmadan, çok geniş bir yelpazenin esintisi, halkın tetiği, zaman elçisi ve zemin uyarıcısı olmaktır tek gayemiz.

En radikal siyasi, en heybetli diplomasi, en nezaketli medeni, en nüktedan mizahçı anlayışı ile yani en rastgeleniyle her işi bozanlara, her işe burnunu sokanlara ve her işe tav olanlara kibarca cevap da yetiştiririz, gerçekleri kavlince şamar gibi yapıştırırız da suratlarına. Neden niçini nasılı rmanlayarak, nerede olurlarsa olsunlar paha biçilmez taklitçilere, beş para etmez taktikçilere, imaj çıkarcılarına, kariyer yalancılarına, kamu talancılarına basarız damgayı, gerek duyarsak da çakarız tokadı mecazen sesiz çoğunluk adına.

Hantal bir kurnazlıkla, hiç de makul olmayan makaralarla, edebi yetenek kırıntılarıyla beslenmeden, tekniksiz ve sırıtkan yalnızlıkla, deyim ve yazım üsluplarını teyipten çekerek, yandan ve yandaş yaslanmalarla, küçülen kasaba konseylerinde yer kapma hevesiyle yapılıyorsa bu iş, biz bu iş bilenlikte de yoğuz. Bizimkisi tahıl ambarında dürüst muhacir gayretidir.

Bir yerel gazete ve Bir yerel gazeteci kimleri neyin kızdırıp azdırdığını anlayıp bilir ve o ayrıcalıkların izini sürer. Kızdırmaktan korkmaz ve çekinmez asla. Biz, mevcut ısrarcılığın teslimiyeti ve esareti alevlendirdiğinden hareketle susmayız. Devamlı değişen ve değişken ısrarcılıkla daha da özgürlüşen gelişen bir kod ile yolculuğumuza devam ederiz.

Biliriz ki; “Ele toprak bulaşınca duygulara tahliye vurur”…

BASIN DİVANI” DA ZOR İŞ AMA “KENTSEL DÖNÜŞÜM” BU İLÇEDE EN ZOR İŞ…”

“BASIN DİVANI” DA ZOR İŞ AMA  “KENTSEL DÖNÜŞÜM” BU İLÇEDE EN ZOR İŞ…”

En kıymetli lokasyonda yer alan bir ilçenin pek kaaleye alınmayan kıymetlileri olarak divana durduk geçenlerde. Biz kendimizi boş kaleye, özellikle halkın kalesine gol atanlar olarak ima edilenlerden biri olarak asla algılamadığımızdan, kapsamlı her çalışmaya entelektüel katkı koymak için oradaydık.  Şahsa münhasır vizyoner insanların idari aktör olduğu varsayılan bir yerleşkede, her fırsatta yerleşik algıyı yıktığını iddia ve ifade eden bir vizyoneri senede bir gün olsa da dinlemek için oradaydık.

Muayyen zamanlarda dost, hatlar karışınca da iflah olmaz düşman kesilmemek adına; ilçede her bir insanın cebine 30-40 milyar koydunuz diye dua edilen, burası altın değerinde bir ilçedir ve bu değer anlaşılacak diyen, başlayan biten irili ufaklı 355 projesinden bazıları değişik yerlerde, üniversitelerde hatta ülkelerde araştırma konusu olduğu belirtilen, uzun konuşup felsefi temeli ve karakteri öne çıkardığı hissi yayan, çok ciddi mesafe kaydettik ve vaadlerimizin yüzde yüz ilerisindeyiz savını savunarak vip tarzı sergileyen davet sahibine basına hitabından sonra hiçbir soru yöneltmedik…

Yöneltmedik çünkü biz de sorular kervanına katılsaydık bu tele-vizyonvari farklılık ve farkındalıktan payımıza düşeni alamayacaktık. Şimdilik yerel basın sütunlarına düşen haber ve yazı başlıklarına baktığımızda haklılığımızı gördük.

Sosyolojik anlamda bir laboratuar olan bu şehrin bireyi olarak,  bu şehrin içinde yaşayan ve şehrin hukukuna riayet etmeyi vazife sayan, şehrin sosyolojisi gereği planlanmış sosyal projelere kayıtsız kalmayan aktörlerden biri olarak divanı seyrettik sadece.

Yer kabuğu çatlayınca, fay tabakası belinden kırılınca, hava kesesi zamansız patlayınca, koridorlarda bekleşmenin,  kasım kasım kasılmaların, zihnen kibirlenişlerin, gönül incitmelerin hiçbir işe yaramayacağını, gerçeğin örekesinin  o zaman ortaya çıkacağını bilerek sustuk. Ve isyancı bir kopuş yaşadık resmen…

Sustuk çünkü figürler şevke gelince önce figüranlar güler, alışkanlıktan alkışlar, tam destekler ama sonrasında vizyoner aktörler ağlar. Adiletsiz mülkün temellerindeki çürüme de önce çekirdeğinden başlar. Sonra gökdelenleri bile kurutur. Ve varoluş değerlerini inkâr parazit adam sakıncalılığını besler ve servet yitirme endişesi sarar hücreleri. İşte vakit o vakittir ki tarihle derin bağlar kurma maneviyatı yerini gelip geçici düzen merakı maddiyatına, maddiyat bağımlılığına bırakır.

Sustuk çünkü biz bu uzun yolculukta her cenahtan dünya malına kapılıp ne küllü külsüz sallamalar, ani sallanmalar ve ne hacıyemez, külyutmazlar gördük.

Algı yönetmek de işte böyle olur bazen, susarak. Sol gösterip sağ vuranların algı yönetmekte zorlandıklarını görmek ve algıyı yönetemezler ise geri mesafe kaydedecekleri itirafına tanıklık etmek onları o övündükleri dünyaları ile baş başa bırakmakla olur bazen.

Aslında divandaki suskunluğumuzu anlayanlar çok iyi anladı; sosyal talep yükseltildi, zenginleştik, değerlendik denilmesine karşın, belediye reisinin itirafıyla 'ilçedeki çocukların fazlalılığından küçük bir hediye dağıtarak onları sevindiremeyişi sosyal gerçeğine' bir vurgu, pasif bir direnişti gayemiz.

Ancak sanılmasın ki bu tavrımız ilelebet. Sosyal yarılma olmasın diye, sosyal bütünleşme sağlanmalı yönlendirmelerine kapılmadan şehrin adaletsiz paylaşılmasına, şehrin rantsal değişim ve dönüşümüne, ‘depremi araç görüp kentsel dönüşüm amacına sözde hizmet yarışı’na her zaman karşı duracağız. Tek kişi kalsak bile “rayında gitmeyen ekonomiye inşaat sektörü vasıtasıyla ayar çekmek ‘ekonomik çözüm’üne”,direneceğiz.

‘Boş arsaya kentsel dönüşümü ebemde yapar’ mantık yanlışına, halkın yüzde seksenbeşi kentsel dönüşüm istiyor mantık doğrulamasına ek olarak, kentsel dönüşüm bu ilçede en zor iş çınlaması belleklerde asılı duracak daima…

Ve susmayacağız, konuşacağız ve yazacağız...

“KENTSEL DÖNÜŞÜM” NE MANA İFADE EDER, NEDİR, NE DEĞİLDİR…

“KENTSEL DÖNÜŞÜM” NE MANA İFADE EDER, NEDİR, NE DEĞİLDİR…

Hayat lafa dönüştükçe büyük laflar ve büyük gaflar kendi mağdurlarını yaratır. Zaten uygarlık tarihi her daim ezilenlerin tarihinden beslenir. Ayrıca acı bir gerçektir ki deprem her şeyi anında yıkar geçer.

Özellikle koskoca ülkenin tamamına yakını değişik boyutlarda deprem riski taşıyor ise ve ülke nüfusunun tamamına yakını bu riskli bölgelerde yaşıyor ise orta büyüklükte bir deprem bile ciddi can ve mal kayıplarını beraberinde getirir.

Hal böyle olunca ‘depremi araç görüp kentsel dönüşüm amacına hizmet yarışı’ seferberliği başlar, başlatılır…

Ancak kimse “kentsel dönüşüm” ne mana ifade eder, nedir ne değildir pek kafa yormaz. Sadece deprem odaklı siyasi ve ekonomik manevralara meşruiyet kazandırmaya mükellef bir anlayış hâkim kılınmaya çalışılır. Oysa kentsel dönüşümün bilimsel gerçeklikle örtüşen bir tanımı, biçimselliği ve katlanılması zorunlu sonuçları vardır. Bu konuda bir irdeleme yapılacak ise ‘geçmiş şimdinin içinde yaşar ve ağır ağır geleceğe akar’ gerçeği göz ardı edilmemelidir…

Aslında; “Kentsel dönüşüm, ilk uygulamaları 19. yüzyılda batıda başlayan ve günümüze dek ulaşmış, ülkelere özgü değişkenlikleri de bünyesinde barındıran kentsel yenileme, soylulaştırma maksatlı bir projedir. Zaman içinde sanayinin şehir merkezleri dışına taşınmasıyla geride kalan, oluşan harabe alanların, izbe görüntülerin iyileştirilmesi kentsel dönüşümün doğumuna başlıca nedendir. Yani kentsel dönüşüm özünde sosyo-ekonomik ve fiziki yeni çevreler, yeni şehirler oluşturma gayretidir. Bir başka deyişle sanayi artığı atıl bölgeleri yeniden canlandırma ve hareketlendirme yöntemidir.”

Mesele ekonomik açıdan ele alındığında ise; “ Kentsel dönüşüm kapitalizmin bizzat kendisinin sorumlu olduğu bunalım ve krizlerden kurtulmak için yeni rantlar oluşturarak inşaat sektörünü kullanarak kendini düze çıkarma hamlesidir. Yani kentsel dönüşüm ile doğacak sermaye birikimi ve artı değerin emilmesidir hedeflenen. Ekonomik krizden çıkmaya alternatif bir model, kaynak aktarımı can çekişen sisteme son bir hayat öpücüğüdür kentsel dönüşüm.

Kentsel dönüşüme sosyal gerçeklik açısından bakıldığında ise çok daha karmaşık değerleme ve değerlendirmeler vücut bulur; “ Kentsel dönüşüm uygulamaları yeterince denetlenmezse üst gelir grupları için bulunmaz nimet, orta ve alt gelir grupları için ise en başta barınma hakkı olmak üzere bir dizi hak ihlalleriyle önlenemeyecek mağduriyet olur. Özellikle kapitalizmi revize etmeye yönelik uygulandığında, kent yoksullarını daha da yoksullaştırma, mülksüzleştirme insanı yerinden yurdundan etme durumuna dönüşür.

Kaynak aktarımı içgüdüsüyle yapıldığında ise; “ Kentsel dönüşüm alt gelir gruplarının zor bela edindikleri yaşam alanlarından tasfiyesiyle yaratılan arsa ve arazilerin üzeri pahalı projelerle desteklenerek üst gelir gruplarının beğenisine sunulmasına devşirilir. Bu sistemde insan odaklı kent dönüşümü de yerini rant odaklı kent girişimciliğine bırakır.  Böylece mekânsal ve toplumsal ayrıştırma güncellenir ve adaletsiz bir neo kentsel düzen ortaya çıkar.”

Daha açık bir genellemeyle; “kentsel dönüşüm, yoksulların evlerinden barklarından mahallelerinden, semtlerinden vilayetlerinden gönüllü, yarı gönüllü veya metezori tahliyeleriyle oluşturulan alanlar halk ve kamu yararı gözetilmeden değerlendirilirse işin içinden çıkılamaz. Alanların akıl ötesi rant projelerine, yüksek gelirlilere arzı muhtemel lüks konutlara, beş yıldızlı yaldızlı kulelere tahsisi ile sonuçlanır kentsel dönüşüm. Alt gelirliler yine en başa döner ve yeni oluşturulan kentin çevresinde, kenarında köşesinde yaşamaya yollanır, mahkûm edilir. Çağdaş, yaşanabilir, sürdürülebilir bir kent ve çevre yaratma anlayışından böylesi bir uzaklaşma tarihi bir fırsatı tepme anlamına gelir."

Bu değerlendirmelerin ışığında; “ Ülkedeki kentsel dönüşüm uygulamalarının olayın ekonomik ve sosyal boyutunu iyi irdelemiş, katılımcı, paylaşımcı, mekân müdahaleleri barındırmayan, mülksüzleştirme gayesi gütmeyen, asla mağdur etmeyen bir çizgide olduğuna ve yoksullaştırıcı, yoksunlaştırıcı, büyük sermayeye kaynak aktarıcı bir işlevselliği olmadığına inanmak ve inandırılmak her yurttaşın en temel hakkıdır.

Son söz yerine; “ Deprem odaklı yenilenme, kentsel dönüşüm denilerek alanlar hesapsız kitapsız arsızca metalaştırılarak, hazine arazileri bir çırpıda özelleştirilerek rayında gitmeyen ekonomiye inşaat sektörü vasıtasıyla ayar çekmek ‘ekonomik çözüm’,   bu kırık düzende mevcut kentleri ve yaşam alanlarını artırımlarla yeniden ultra betonlaştırmak ‘depreme önlem’ olur mu yaşayıp göreceğiz…