TATLI SU SİYASETİ VE EGEMENLİK…
Günün birinde böyle bir şeyler olacağını söyleseler derin derin düşünülür ve yok denirdi. Üstelik ürperirdi zaman. Korkuyla karışık celallenirdi düşler, anılar. Ama olmazlar oldu. Egemen dünyanın bir olup neo dinci-liberal tarzda eski kıtada yeni iktidarlar hegemonyasını nasıl kurguladığı açık seçik görüldü. Memlekette değişmez denilenler de değiştirildi. Millete yeni rejim adıyla tatlı su dinciliği, mezhep borazancılığı ve etnik karıştırıcılık eklenmiş bilindik bir model layık görüldü...
Özellikle son on yıllarda bu din bazlı ulamayla Ortadoğu iyice karıştırılmıştı. Bu karışımla üzerine çöküldü ve coğrafyaya çöreklenildi. Sular durulmaz hale geldi. Kaosun sönmeyen ateşi de dört bir yana saçıldı.
Tatlı su siyaseti yaklaşık yüzyıllık egemenliğe son verince Anadolu’nun altında ve üstünde yaşayanların ve yaşananların dolu dolu varlığı dondu kaldı. Ve tüm ağıtlar geleceğe kanıttır pozisyonunda buzlandı. Artık kimin neye daha çok ihtiyacı varsa ve dünyanın sınırlı imkanlarıyla evrene yayılmak babında nekadar içe dönülüyorsa tabelaya sabitlenir.
Asrı tamamlamaya üç beş kala ne yazık ki bir anda şimdilik elli yıl öncesine döndürüldü zaman. Kara yazın arsızca yüzünü göstermesiyle, yeni yıla kalmadan dört bir yanın çamur denizi, kum deryası, bulanık-pis su gölleri, taş beton yığını, çukur çatlak olacağı kesin gibi. Metropollerde dahi komşu savaş kaçkınlarının gece gündüz eşsiz tarihe aktığından sanki ortalık savaş alanından beter. Hayat felç, millet perişan, esnaf suskun, evinden barkından olanlar isyankâr, evsiz olmaya adaylar kuşku ve korkulu. Millet gözlerini kapatmış geçmiş hatıralarla yaşıyor. Reel yaşamda sanki hepten çaresizlik kol geziyor. Memleketin her yerinde, estetik güzellik adına acayip bir kargaşa egemen.
Zaten siyaset yersiz yurtsuz münasebetsizleşince, akıl uyumsuz, uygunsuz ideallere tutsak düşünce, durum tamamen kalpleri inciten bir incelikle tersine seyreder. Maalesef beter karışıklık bu. O yüzden dil, akıl ve yürek ağır delalet, gaflet, haset, öç, kin ve bencillikten hiç de uzak tutulamaz. Merkezden en ücraya mihrinev karanlığın evreninde yalnızlaştıkça yalnızlaşır. Koca memlekette yol iz, akıl, izan, hesap, mizan birbirine karışır. Milleti evrensel cevherlere ve civar medeniyete bağlayan ne kadar damar varsa tıkanır. Ana arterlerin içi dışına çıkar, memleketin karnı yarılır. İnanılmaz durum gerçekleşir.
Resmen milleti alaya almakla eşdeğer dilbazlık ve sakınılası projeler zamanlı zamansız ortamlar yaratır ve millete yepyeni yükler getirir. Allah yarattı demeyip zam, zulüm, işkence kıvamında millete bu kadar yüklenmek de sıradan sayılır. Bu sıradanlıkta yazık değil mi bu millete demek Arapsaçına dönmüş memlekette ayıptan görülür. Oysa herşey, tüm yatırımlar durmuş, sadece böbürlenme tarzlı goygoyculukla parçalanmaya ve bölünmeye müsait ülkelerden olmaya bir gidişat söz konusudur. Ezeli ve ebedi sayılan dostluk ve kardeşliklerin sona ermesi de yaklaşılan sonun alameti farikasıdır.
Benzersiz küskünlük ve kızgın iç hesaplaşmalarla nelerin heba edildiği apaçık ortadayken göz boyamacadan öteye gitmeyen yamalarla genişleyen açık kapanmaz. Tutulan iş pek tutmaz. Onca Din, iman ve mezhep kargaşasında planlananlara dünyada çıkıp ta ayıptır günahtır diyen yok. Varsa yoksa gelsin gitsin dolarlar. Dolsun dolmalıklar. Millet nasıl sa yutar. Hapı yutar.
İş işten geçtiğinde tüm coğrafyada olduğu gibi bütün ağıtlar Tanrı’nın son dini, en mükemmel dini bu pespayeler yüzünden yerlerde süründürüldüye bağlanır. Sınırda komşuda başa musallat olmuş bölünmüşlük ise daha çok başlar ağrıtır. Aslı hu nesli hu pergelinde hesabı zor verilir bu aymazlığın.
Tatlı su siyaseti ile yaklaşık yüzyıllık egemenlik dibe vurunca, en eski kıta dünyanın en harikası Anadolu bir baştan diğer başa yayılan altın başaklı ovaları ile Mahşerin dört atlısını bekler...
Bekleyen derviş...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder