AĞRI, SANCI, YANCI…
Ne denli ağır geliyor artık o çarşafa dolanan sövgüler. Yancıların yangazcılığı ağrısız başı ağrıtıyor. Gittikçe de sancı müzminleşiyor…
Şirretleşen ağrı, sancı ve yancı üçgeninde kelime avcılığıdır akla bulaşan. Ağrı bedende duyulan şiddetli acıdır. Yangıdır. Acınacak hale düşürür bazen. Sancı ise organsaldır. Nöbetler halinde azalıp çoğalır ve batar veya saplanır. Ağrı ağdalanınca, sancı kancıklaşınca yancılığa anıt, kanıt ve yanıt aramak da gereksizleşir.
Zaten en münasebetsiz bir anda vurur şakağa o beter sancı. Kısırlaşmış sütunların tam iptal noktasına. Kırlaşmış başın, karışık yollardan geçip gelmişliğinin hediyesi gibi. Gölgesinden korkulan efkârın efelendiği zaman inceden ve ağırdan o dayanılmaz sancı. Vurur ki ne vurur.
Üstelik insanın tahtası kurtlanınca veya sebepsiz yere eksildikçe hiçe gitmekle özdeşleşir o beter algı. Alıklık basınca tüm künye tasarımları boşunadır. Fünyesi çekilmiş bomba, namludan çıkmış mermi gibi hızlıdır sancı. Son hızla irkiltir, sanki Cami duvarlarını döver martılar. Damlara bakıp üşür gök kubbe. Boğaziçi olduğu gibi yanar. Deniz donar. Köprüler yıkılır. Hülasa modası geçmiş bir gemi geçer Sarayburnu'ndan. İşte ağrının boyutu o denlidir. Denizi görendir. İnsan olanın burun direği sızlar. Çünkü beklenen veya devam eden bir ihtilaldir kafaya çivi gibi çakılan. İhtilal nedir? Deniz'e öykünen delikanlıların omuzunda yükselir arşa. Çocukluğun denizleridir su perilerini de ağırlayan. Ve ağırdan bir yıldız kayar menzil dâhilinde. Yine daha ağırdan bir ağrı yakalar yakamozları. Şakağa saplanan ağrı ayarsızlaşınca Güneş çarpması gibi eksiltir hatıraları.
En ağırı sürgün solmuşluğudur ve benzi sarartır. Gizli zindan karalığı basar gözaltlarını. Yokoluş bir garabet gibi tüner aklın çıtkırıldım çeperine. Hiç eksilmez ve etkisini çoğaltarak üzer boyuna. Boynunu büküp sihirli bir ülkeye göçe hazırlanan kuşun, kurşun gibi ağırlaşmasıdır bu ağrı. Bu sancı değişmez bir yazgıdır.
Ay ışığında yazılır, zincir gibi taşınır, baştan ayağa ağırdır. Ağrımaz denildikçe ağrır. Gün ağarana dek tüm ilham perilerini de per perişan eder, kaçırtır. Yaşlılığın derdi midir yoksa derdin yaşlanması mıdır bedenin dört bir yanına dağılan ağrı, ancak kızıl ötesi ışınlarla belli olur. Kuru çölden izler taşır. Araban buseliktir. Her busede kızdırır. Çarkına çarkıfelek döndürülür. Çarşaflamak bir yana hep olağanın aksini hissettirir. Gözyaşlarıyla yârenliğin bir ömür boyunca imdada yetişen narası gibidir. Kaşla göz arası vurur şakaktan. Nar gibi kızartır teni. Bozar ahengi. Hangi ulusal bayramın resmigeçididir anlaşılmaz. Bütün taşlamalar ve traşlamalar unutulur. Ama o unutmaz, unutulmaz meçhul dostuna en münasebetsiz anda musallat olur. Vurur şakaktan.
Adam şakası olmaktan çıkan ve haddini aşan kabir azabından beter bir yangıdır yakaya yapışan. Adam şakası olsa bile dayanılmaz tiplidir. Ömür boyu ceza çekmek, iflahını kesmek diye adlandırılırsa da ta misket oynanan günlerden armağandır. Veya dil ve din tiryakiliği için elifi mertek görüp uğurlu kaçmaların yaşandığı çağlardan kalmadır. İlk farkına varıldığı andan itibaren sebepsiz yakınlaşmadır. Armağandır mendil kapmaca, saklanmaca, dekman merakının depreştiği günlerden. Pilava fare düşüren akıllardadır ağrısal kırıntılar.
Çocukluk işte pek anlaşılmaz ama ağır ağır boyunduruğunu vurur düşman. Asıl düşmanlığı yıllar sonrasına bakidir. Hoş sada pınarından cennet taamı yanında yerli içki tam da yudumlanırken en keskin ve tiz fısıldar meramını. Neredeyse kulak zarları yırtılır. O ne aziz bir ağrıdır ki az buz, dayanılır gibi değildir. Dağılır şakaktan karlı dağlara. Ağlarını örer çelik tellerle.
Sanılmasın ki nazlı geçer, hücreleri nazlı nazlı yoğurur. Hayırsızca şakaktan şafağa ecel terleri döktürür. Yani kabına sığmazlıktan önce de sonra da en umulmadık, en münasebetsiz anlarda hem de kalıcı eser bırakarak inceden hissettirir kendini.
Anlaşılmaz bir yoz tutkunun komutla şekillenen eseridir bu anut yancılık. Yanılmayla ilintili ağıra giden soyut ağrılar ve somut sancılar…
Ne denli ağır geliyor artık o çarşafa dolanan sövgüler. Yancıların yangazcılığı ağrısız başı ağrıtıyor. Gittikçe de sancı müzminleşiyor…
Şirretleşen ağrı, sancı ve yancı üçgeninde kelime avcılığıdır akla bulaşan. Ağrı bedende duyulan şiddetli acıdır. Yangıdır. Acınacak hale düşürür bazen. Sancı ise organsaldır. Nöbetler halinde azalıp çoğalır ve batar veya saplanır. Ağrı ağdalanınca, sancı kancıklaşınca yancılığa anıt, kanıt ve yanıt aramak da gereksizleşir.
Zaten en münasebetsiz bir anda vurur şakağa o beter sancı. Kısırlaşmış sütunların tam iptal noktasına. Kırlaşmış başın, karışık yollardan geçip gelmişliğinin hediyesi gibi. Gölgesinden korkulan efkârın efelendiği zaman inceden ve ağırdan o dayanılmaz sancı. Vurur ki ne vurur.
Üstelik insanın tahtası kurtlanınca veya sebepsiz yere eksildikçe hiçe gitmekle özdeşleşir o beter algı. Alıklık basınca tüm künye tasarımları boşunadır. Fünyesi çekilmiş bomba, namludan çıkmış mermi gibi hızlıdır sancı. Son hızla irkiltir, sanki Cami duvarlarını döver martılar. Damlara bakıp üşür gök kubbe. Boğaziçi olduğu gibi yanar. Deniz donar. Köprüler yıkılır. Hülasa modası geçmiş bir gemi geçer Sarayburnu'ndan. İşte ağrının boyutu o denlidir. Denizi görendir. İnsan olanın burun direği sızlar. Çünkü beklenen veya devam eden bir ihtilaldir kafaya çivi gibi çakılan. İhtilal nedir? Deniz'e öykünen delikanlıların omuzunda yükselir arşa. Çocukluğun denizleridir su perilerini de ağırlayan. Ve ağırdan bir yıldız kayar menzil dâhilinde. Yine daha ağırdan bir ağrı yakalar yakamozları. Şakağa saplanan ağrı ayarsızlaşınca Güneş çarpması gibi eksiltir hatıraları.
En ağırı sürgün solmuşluğudur ve benzi sarartır. Gizli zindan karalığı basar gözaltlarını. Yokoluş bir garabet gibi tüner aklın çıtkırıldım çeperine. Hiç eksilmez ve etkisini çoğaltarak üzer boyuna. Boynunu büküp sihirli bir ülkeye göçe hazırlanan kuşun, kurşun gibi ağırlaşmasıdır bu ağrı. Bu sancı değişmez bir yazgıdır.
Ay ışığında yazılır, zincir gibi taşınır, baştan ayağa ağırdır. Ağrımaz denildikçe ağrır. Gün ağarana dek tüm ilham perilerini de per perişan eder, kaçırtır. Yaşlılığın derdi midir yoksa derdin yaşlanması mıdır bedenin dört bir yanına dağılan ağrı, ancak kızıl ötesi ışınlarla belli olur. Kuru çölden izler taşır. Araban buseliktir. Her busede kızdırır. Çarkına çarkıfelek döndürülür. Çarşaflamak bir yana hep olağanın aksini hissettirir. Gözyaşlarıyla yârenliğin bir ömür boyunca imdada yetişen narası gibidir. Kaşla göz arası vurur şakaktan. Nar gibi kızartır teni. Bozar ahengi. Hangi ulusal bayramın resmigeçididir anlaşılmaz. Bütün taşlamalar ve traşlamalar unutulur. Ama o unutmaz, unutulmaz meçhul dostuna en münasebetsiz anda musallat olur. Vurur şakaktan.
Adam şakası olmaktan çıkan ve haddini aşan kabir azabından beter bir yangıdır yakaya yapışan. Adam şakası olsa bile dayanılmaz tiplidir. Ömür boyu ceza çekmek, iflahını kesmek diye adlandırılırsa da ta misket oynanan günlerden armağandır. Veya dil ve din tiryakiliği için elifi mertek görüp uğurlu kaçmaların yaşandığı çağlardan kalmadır. İlk farkına varıldığı andan itibaren sebepsiz yakınlaşmadır. Armağandır mendil kapmaca, saklanmaca, dekman merakının depreştiği günlerden. Pilava fare düşüren akıllardadır ağrısal kırıntılar.
Çocukluk işte pek anlaşılmaz ama ağır ağır boyunduruğunu vurur düşman. Asıl düşmanlığı yıllar sonrasına bakidir. Hoş sada pınarından cennet taamı yanında yerli içki tam da yudumlanırken en keskin ve tiz fısıldar meramını. Neredeyse kulak zarları yırtılır. O ne aziz bir ağrıdır ki az buz, dayanılır gibi değildir. Dağılır şakaktan karlı dağlara. Ağlarını örer çelik tellerle.
Sanılmasın ki nazlı geçer, hücreleri nazlı nazlı yoğurur. Hayırsızca şakaktan şafağa ecel terleri döktürür. Yani kabına sığmazlıktan önce de sonra da en umulmadık, en münasebetsiz anlarda hem de kalıcı eser bırakarak inceden hissettirir kendini.
Anlaşılmaz bir yoz tutkunun komutla şekillenen eseridir bu anut yancılık. Yanılmayla ilintili ağıra giden soyut ağrılar ve somut sancılar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder