DOĞA, DUA, BEDDUA…
Doğa şüphesiz her güzelliğin kaynağıdır. Belirli periyodlarda aşırı kızdırıldığında itiraz edilmeyecek denli buyruklar da ortaya koyar. Bazen bu buyrukların önüne geçirilen toplumsal yasaklar binlerce yıldır insanların kan kusmasına nedendir. O yüzden kurtuluş ve kültürel birikimin oluşumu hep engellenmiştir. Geliştirilen savunma güdüleri ise temel zorunluluk olmuştur.
Oysa savunmasızdır dünya. Yakın geleceğe ne büyük sermaye, ne emperyal güçler ne de güçlü iktidarlar egemen olamayacaktır. Dünyayı sorumsuz enerji üretimi ve kullanımı, ekolojik dengenin bozulması, iklim değişimleri ve artan, sıklaşan devasa doğal felaketler belirleyecektir. Ayrıca doğaya ve afetlerine dünya teknolojisi hangi üst seviyeye ulaşırsa ulaşsın dur diyemeyecektir.
İşte yeryüzünde tanrısal sayılan emirlere itaat de bu yüzden tutmuştur. Daima vaat edilenlere bakılmış vade dolunca vaat edilenlere kavuşmak üzere her türden rehberlere şüphesiz inanılmıştır. Bu inanma güdüsü, içten gelen dürtüyle o ilk sesi iman ve güven oluşmuştur. Doğaya inat dinler dünyasına giriş başlamıştır.
Doğa benliği bir anlığına bir başına bıraktığında libido sınır tanımaz. O sınırsızlıkta beliren tinsel boşluk insanın doğasında zaten olandır. O dolmayan boşluk dinsel irkilişe her zaman hazır ve nazırdır. Öyle ki her din ve dinci kişilik ispatlayamadığını orada görür. Anında tapınır. Oysa insan da doğanın bir parçasıdır. Yani doğaya hâkim olma çabasına girişse de varoluşundan bu yana doğada tutsaktır. Ekosisteme verdiği zarar boyutunda da cezalandırılır. Gerçekte doğayı har vurup harman savurarak sömürmek ile insanlık tarihi gelişmiş görünür ama gelişmemiştir. Çünkü doğanın değer yargıları yoktur ama kesin ve keskin değerlendirme ölçütleri vardır. Etkisine ve gücüne başkaldırıları da asla affetmez. Hele dengenin bozulmasını beter cezalandırır.
Taraflar açısından sürdürülebilirlik esas meseledir. Yaşlı dünyayı ısı tarlasına, kıtaları ateş parçasına çeviren sözde yatırım ve hizmetlerle doğanın ahengi bozuldukça cehenneme dönüşen bir dünyada yaşama doğar her canlı.
Her canlı türü doğal koşullara bağlı kalarak doğada katma değer üretir. Ama insan bu katma değerleri hovardaca tüketir. Doğa dinsel, ırksal, dilsel, sınıfsal ayrımlar yapmaz. Ancak her türlü tohumlama yanlışlarını bir bir kusar. Ayrıcalık veren ayrıntıların nesneleşmesini de reddeder. Aşırı dikkatli refleks gösterir. Asla kontrol edilebilir bir grafikle ilerlemez. Yanlış atılan her adım da kontrol kaybı ile yüzleşilir. Kaygı ve kavga arasında gitgelleri olan bir sürece de hiza koyar. Yoldan çıkılıp hizmet yanlışları çoğalınca da son çare edilen dualar çare olmaz.
Doğa insanlara hiç kötülük etmese de Dünya üzerindeki insanlar çekinmeden kitleler halinde ona üstünlük kurmaya çalışır. Dünya aklıyla anlaşılmayacak sistemi aklı sıra kurcalar. Diyalektiğe ters başıbozukluğun dozunu arttırdıkça artırır. Ve sonuçta insan zararla oturur. Çünkü keşfedildiği kadarına kanıp bütünlüğü bozmaya yönelir. Doğal düzeni hiçe sayıp otokontrolü zedeleyen tercihlere yoğunlaşır. Ve bir gün mutlaka hesap sorulacağını unutur.
Bu unutkanlık mıdır yoksa işe geldiğinden midir bilinmez ama eninde boyunda hesap sorulmaya başlar. ve vara yoğa istiflenmiş sanayi ve aksak teknoloji neticesinde oluşan afetler yaylım ateşine başlar. Kuvvetli yağışlar, yağışların getirdiği seller, sellerin meyvesi erozyonlarla baş edilemez. Onca yağışa karşın bir taraftan da dört bir yanı mütemadiyen saran ve sarsan facia boyutlu yangınlarla baş başa kalınır. Zamanla ilahi güce endekslenen kafalarda felaketler de olağanlaşır. Oysa üzerinde düşünülmesi gereken olağanüstü doğa ikazlarıdır tamamı.
Doğa paylaşıldıkça kökü derinlerde bir kapasiteyi de dışa vurur. Hava, su ve toprak üçgeninde diğer bileşenlerle belli refleksler ortaya koyar. Yani doğanın kurgusu bozuldukça, ilahi sınırlar aşıldıkça, doğal rotadan şaşıldıkça doğa şamarını vurur. Doğal uyum yeniden kurulur. Doğa yakar, yıkar, çakar. Sonra yeniden doğulur. Çünkü evrende birbirini var etme düzeneğine bağlıdır her şey. Yok, etme asla yoktur. Doğada yok oluş yoktur. Yani her yok oluş veya yok ediş bir başka başlangıçtır.
Doğa asla vazgeçilmez öğeler içerir ve dışa dönük kriterler çerçevesinde kendisini yenileyerek dünyanın uzun ömürlü olmasına çalışır. Dünyalılar ise her başı sıkıştığında duaya dururlar. Demek ki dua tek cümlede küfre girmeden geliştirme yerine geçiştirme organizasyonudur. Beddua ise doğanın gücünü bile bile boşuna karşı koyuştur.
Çünkü doğa her yeniliğin kaynağıdır, dua da her yenilginin dayanağıdır. Beddualara da akıl sağlığı açısından hiç gerek yoktur. İki dünyada huzura ermek için biraz da böyle bakmak lazım…
Doğa şüphesiz her güzelliğin kaynağıdır. Belirli periyodlarda aşırı kızdırıldığında itiraz edilmeyecek denli buyruklar da ortaya koyar. Bazen bu buyrukların önüne geçirilen toplumsal yasaklar binlerce yıldır insanların kan kusmasına nedendir. O yüzden kurtuluş ve kültürel birikimin oluşumu hep engellenmiştir. Geliştirilen savunma güdüleri ise temel zorunluluk olmuştur.
Oysa savunmasızdır dünya. Yakın geleceğe ne büyük sermaye, ne emperyal güçler ne de güçlü iktidarlar egemen olamayacaktır. Dünyayı sorumsuz enerji üretimi ve kullanımı, ekolojik dengenin bozulması, iklim değişimleri ve artan, sıklaşan devasa doğal felaketler belirleyecektir. Ayrıca doğaya ve afetlerine dünya teknolojisi hangi üst seviyeye ulaşırsa ulaşsın dur diyemeyecektir.
İşte yeryüzünde tanrısal sayılan emirlere itaat de bu yüzden tutmuştur. Daima vaat edilenlere bakılmış vade dolunca vaat edilenlere kavuşmak üzere her türden rehberlere şüphesiz inanılmıştır. Bu inanma güdüsü, içten gelen dürtüyle o ilk sesi iman ve güven oluşmuştur. Doğaya inat dinler dünyasına giriş başlamıştır.
Doğa benliği bir anlığına bir başına bıraktığında libido sınır tanımaz. O sınırsızlıkta beliren tinsel boşluk insanın doğasında zaten olandır. O dolmayan boşluk dinsel irkilişe her zaman hazır ve nazırdır. Öyle ki her din ve dinci kişilik ispatlayamadığını orada görür. Anında tapınır. Oysa insan da doğanın bir parçasıdır. Yani doğaya hâkim olma çabasına girişse de varoluşundan bu yana doğada tutsaktır. Ekosisteme verdiği zarar boyutunda da cezalandırılır. Gerçekte doğayı har vurup harman savurarak sömürmek ile insanlık tarihi gelişmiş görünür ama gelişmemiştir. Çünkü doğanın değer yargıları yoktur ama kesin ve keskin değerlendirme ölçütleri vardır. Etkisine ve gücüne başkaldırıları da asla affetmez. Hele dengenin bozulmasını beter cezalandırır.
Taraflar açısından sürdürülebilirlik esas meseledir. Yaşlı dünyayı ısı tarlasına, kıtaları ateş parçasına çeviren sözde yatırım ve hizmetlerle doğanın ahengi bozuldukça cehenneme dönüşen bir dünyada yaşama doğar her canlı.
Her canlı türü doğal koşullara bağlı kalarak doğada katma değer üretir. Ama insan bu katma değerleri hovardaca tüketir. Doğa dinsel, ırksal, dilsel, sınıfsal ayrımlar yapmaz. Ancak her türlü tohumlama yanlışlarını bir bir kusar. Ayrıcalık veren ayrıntıların nesneleşmesini de reddeder. Aşırı dikkatli refleks gösterir. Asla kontrol edilebilir bir grafikle ilerlemez. Yanlış atılan her adım da kontrol kaybı ile yüzleşilir. Kaygı ve kavga arasında gitgelleri olan bir sürece de hiza koyar. Yoldan çıkılıp hizmet yanlışları çoğalınca da son çare edilen dualar çare olmaz.
Doğa insanlara hiç kötülük etmese de Dünya üzerindeki insanlar çekinmeden kitleler halinde ona üstünlük kurmaya çalışır. Dünya aklıyla anlaşılmayacak sistemi aklı sıra kurcalar. Diyalektiğe ters başıbozukluğun dozunu arttırdıkça artırır. Ve sonuçta insan zararla oturur. Çünkü keşfedildiği kadarına kanıp bütünlüğü bozmaya yönelir. Doğal düzeni hiçe sayıp otokontrolü zedeleyen tercihlere yoğunlaşır. Ve bir gün mutlaka hesap sorulacağını unutur.
Bu unutkanlık mıdır yoksa işe geldiğinden midir bilinmez ama eninde boyunda hesap sorulmaya başlar. ve vara yoğa istiflenmiş sanayi ve aksak teknoloji neticesinde oluşan afetler yaylım ateşine başlar. Kuvvetli yağışlar, yağışların getirdiği seller, sellerin meyvesi erozyonlarla baş edilemez. Onca yağışa karşın bir taraftan da dört bir yanı mütemadiyen saran ve sarsan facia boyutlu yangınlarla baş başa kalınır. Zamanla ilahi güce endekslenen kafalarda felaketler de olağanlaşır. Oysa üzerinde düşünülmesi gereken olağanüstü doğa ikazlarıdır tamamı.
Doğa paylaşıldıkça kökü derinlerde bir kapasiteyi de dışa vurur. Hava, su ve toprak üçgeninde diğer bileşenlerle belli refleksler ortaya koyar. Yani doğanın kurgusu bozuldukça, ilahi sınırlar aşıldıkça, doğal rotadan şaşıldıkça doğa şamarını vurur. Doğal uyum yeniden kurulur. Doğa yakar, yıkar, çakar. Sonra yeniden doğulur. Çünkü evrende birbirini var etme düzeneğine bağlıdır her şey. Yok, etme asla yoktur. Doğada yok oluş yoktur. Yani her yok oluş veya yok ediş bir başka başlangıçtır.
Doğa asla vazgeçilmez öğeler içerir ve dışa dönük kriterler çerçevesinde kendisini yenileyerek dünyanın uzun ömürlü olmasına çalışır. Dünyalılar ise her başı sıkıştığında duaya dururlar. Demek ki dua tek cümlede küfre girmeden geliştirme yerine geçiştirme organizasyonudur. Beddua ise doğanın gücünü bile bile boşuna karşı koyuştur.
Çünkü doğa her yeniliğin kaynağıdır, dua da her yenilginin dayanağıdır. Beddualara da akıl sağlığı açısından hiç gerek yoktur. İki dünyada huzura ermek için biraz da böyle bakmak lazım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder