3 PİRAMİT: TER, KAN, GÖZYAŞI, TAHTAKURUSU, PİRE, BİT VE ÖLMEYESİYE AZIK…
Geleceğe büyük eserler bırakmak piramitler bağlamında değerlendirildiğinde yaklaşık beş bin yıllık mazidir. Elbette başka alanlarda daha öncesi de vardır. Ancak her biri insani boyutta değerlendirildiğinde elde kalan ezelden ebede emek sömürüsüdür. Terdir, kandır, gözyaşıdır. Tahtakurusu, toz piresi, bit ve ölmeyesiye azıktır. Ve hiç uğruna ölümlerdir. Azıktır, kazıktır, yazıktır bir yana emanetçi geleneğin dayattığı geçmişten bu güne disiplinli iş temelinde faşist uygulamalardır. Yani maziden atiye emek cephesinde iyiye ve güzele değişen hiçbir şey yoktur…
Piramitler, mitolojik çağrışımlar uyandıran, çoğu antik Mısır ürünü karesel taban oturumlu köşeleri zirveye doğru ortak noktada birleşen üçgen prizmalardır. Birçok bilinmezi bünyesinde taşımasına rağmen özünde Firavunun güneş tanrısı Ra’ya yükselişini simgelerler. Piramit denildiğinde akla ilk önce Mısır gelir ama antik dünyanın vazgeçilmezi piramitler, sadece Mısır ve Güney Amerika'ya özgü değildir. Dünyanın her kıtasında dört bir yanında yakın geçmişe uzanan irili ufaklı piramitlere rastlamak mümkündür…
Ancak Mısır’da kral-tanrı Firavunların mezarları biçiminde çeşitli bölgelerde yapılmış yaklaşık 80 piramidin varoluşu ve en çok da Nil’in sol kıyısındaki üç Gize piramidinin bilinmesi dolayısıyla piramit denilince onlar anılır ve ziyaret edilir. Ayrıca Dünyanın yedi harikasından biri sayıldığından ve günümüze dek ulaşan tek sihirli yapı olduğundan Gize Piramitleri diğer piramitlerden daha öne çıkar. Keops, Kefren, Mikerinos olarak adlandırılan bu üç piramit özellikle Piramitler çağını belgelediği için birçok açıdan önemlidir.
Yanlış bilgi olmasın ama bu üçü Kahire’de 2551-2560 yılları arasında yaklaşık 70 yılda tamamlanmıştır. En büyüğü 5 ton ağırlığında 2,5 milyon adet taştan inşa edilmiştir. Her bir taş 127x 127×71 cm ebatlarındadır. Toplam ağırlık yaklaşık 6,5 milyon ton olarak hesaplanmıştır. Bu 3 kraliyet mezarı 6 milyon blok kireçtaşı kullanılarak yapılmıştır. İşçiler, köleler, köylüler ve esirler yaklaşık üç beş dakikada bir, her biri 2,5 ton ağırlığında taş blokları yerden kaldırıp, piramitlerdeki yerlerine yerleştirmişlerdir. Kim ne derse der ama piramitler ampirik yöntemlerle sadece iş gücüne dayalı bir sistem ile yükselmişlerdir.
Ayrıca kimler adına yapıldığı belli ama kimlerin yaptığı hala muammadır. Nedense piramitlerin gizemleri ile bilimsel manada yakından ilgilenilir de, yetmiş yılda piramitlerin harcına karışan canlar realitesinden bahsedilmez. Oysa günde 20-30 bin arasında İşçi, köle, köylü ve esirler tarafından emek gücü, alın teri dökülerek, kan ter çalıştırılarak yapıldığı tarihsel gerçekliktir.
Allahtan yaklaşık otuz sene önce gizemli bir mahzen bulundu da işin rengi değişti. Buranın piramit yapımında çalışan işçilerin, ustaların, ustabaşıların mezarları olduğu anlaşıldı. Kubbeli mezarın duvarları işlemeli ve ihtişamlıydı. Böylesine bir mezarın işçi sınıfındaki birisine yapılması, piramitlerde çalışanların sadece köleler ve esirler olmadığının da bir göstergesiydi.
Piramitlerin çevresindeki evlerin ortaya çıkarılmasıyla toprak işlemekten arta kalan zamanlarda köylülerin de gündüzleri piramitlerde çalışıp, geceleri köylerdeki evlerine döndükleri belirlendi.
Köyler bölgesindeki mezar kazılarında ise piramitlerde çalışan işçilerin statülerine göre dizayn edildiği görüldü. Ayrıca mezarlarda işçilerin minyatür heykelleri olduğu sanılan sanat eserlerine de rastlandı. İskeletler incelendiğinde omurgaların inanılmaz bir yüke maruz kaldığı ortaya çıktı. Omurgaya binen aşırı yük piramitlere taş taşıma işi yapıldığına ve işin zorluğuna işaretti. Piramitlerin yapımı için on binlerce işçinin ne denli özveri ve emekle çalışmak zorunda olduğu ortaya çıktı. Sadece insan gücü…
İnsan gücü o devre göre çoktu. Piramitlerde kullanılan insan gücü büyük oranda kölelerdi. Savaş tutsaklarıydı. Başkaca esirlerdi. Tarlalarında işi olmadığı zamanlarda Mısır köylüleriydi. Kral-tanrı iradesiyle kadın, erkek, çoluk çocuk piramit çalışmalarına katılmak zorundaydı. Yani piramitlerin inşa dönemlerinde firavunlar yüzünden hayat dayanılamaz derecede ağırdı. O yüzden firavunların yolu değişik zamanlarda tek tanrılı üç peygamberle kesişti. Tanrı ve din temelinde insana reva görülen eza ve cefaya isyan başladı.
Öyle bir acımasızlıktır ki bu yaklaşık dört bin yaşındaki mısırlı iskeletler incelendiğinde dörtte üçünün ağır yük taşımaktan eklem bozuklukları olduğu saptandı. Yarısında en az bir kaç kemik kırığı görüldü. Firavunlar alt sınıftan işçilere dahi içi hazine dolu görkemli tapınaklar inşa ettirirken piramit yapımında çalışanların sağlığını ve çalışma şartlarının islahını önemsemedikleri ortaya çıktı. İnsanlık onuru ayaklar altına alındı. Ayrıca kemik analizleri yetersiz beslenme ve çok ağır yük taşıma, sürükleme, ittirme yüzünden hastalıklara yakalanıldığını ve sakatlanıldığını gösterdi. Çoğunun erken yaşlarda, otuzların başında öldüğünü de. Hele çocukların düzgün ve yeterli beslenememe yüzünden gelişimlerini tamamlayamamış olduğunu. Yine tek beslenme kaynaklarının çoğunlukla ekmek ve bira olduğunu…
O günden bu güne dünyanın dört bir yanında birbirinden habersiz uygarlık tarihini oluşturan, ilelebet saygı duyulması gereken işte o insan gücü, o emek gücüdür. Emeği değil de emek sömürüsünü ve aşırı zenginliği kutsallaştıranların sonu da firavunların sonu gibidir. Öyle bu son din, başka din gelmeyecek diye güvenip firavunluğa özenmek ise tanrısal boyuta ve sonsuzluğa ihanettir.
Nasıl ki üç piramit, üç put derken devrimler gerçekleşti, yepyeni dinler doğdu unutmamak gerekir…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder