ÖYKÜCÜ
ÖYKÜ OLURSA
Bir
öykü kitabında özenle karmapolit öyküler okumak, inanılmaz ama öylesine geçen
giden zamanı bile durdurabilir. Hele ki öykücü ve okuru aynı kişi olunca mesele
bambaşka merhale. Hatta Sütlü Kahve eşliğinde çıldıran ateş dondurur sıralı
öyküleri. Akıl şaşar. Nirvana denizinde eriyen buzdağları ise yakar ciğeri. Göz
bakar. Böylece kaale alınabilir ve kolay anlaşılır bir karmapolitan makale
yazmak da çok zorlaşır...
Anlaşılan,
kısa roman havasında öyküler yazan, mistik rüyalar çelebisi öykücünün yazın
seyahati epeyce sürecek. Elbette bu kutlu yolculukta öykücü denen, kutsallığın
ayak izlerini takip eder. Kutsallık atfedilen kitabın manasını, mabetlerin
tılsımını çözümleyene dek sürer edepli ediplik mücadelesi. Zaten öykücülüğün
özü ölümsüzlük suyunu bulmak ve kana kana içmektir. Parodik çalkantılar
sarmalına savrulunca akıl, evliya derecesinde sabır göstermek üslup gereğidir.
Üstadlık ise evladiyelik anlatı sağanağında mitolojik değerler ve doğaüstü
olaylara duyulan hayranlıktır. Zaten peyderpey hayata geçirilmesi gereken
günceler çoğaldıkça öykülerle cebelleşmek kolaylaşır. Ancak yine de öykücünün
işi zor...
Görünen,
devamı gelecek uzun öyküler veya öykülerden kısa roman yazacak öykücünün
kitabına mükkem makamda olmada da bir makale yazılabilir. Zor veya kolay ancak
yapısal ve yazınsal türevi pek bulunmayan öykülerde, kahramanların çoğunun göç
eksenli arayışlarla yaşama tutunmaya çalıştığı bir gerçek. Her birinde klasik
öyküler sınıyor öykücü. Dışa dönük minimal ayrıntıların üzerine modernist
sıradanlıkla gidiyor. Gidişat sahici ve anlaşılır olmanın ötesinde maksimum
ötekileşme içeriyor. İçsel sorgulamalar bu yüzden anlatıların özüne katılıyor.
Sanki bilinçaltı öykücülüğü girdabında öykücü işleniyor. Eğer yapbozun
parçaları akılcı işçilikle birleştirilirse ortaya çıkacak olan kısa bir hayatım
roman. Bu yadırganabilir belki ama kesik umutlu yabancılaşma düşlere rahat
vermiyor. Zihne çakılan da hayal ve gerçek arası kasıtsız kesitlerin karması.
Yani akılda iz bırakan, bilincin aldığı veya algıladığı büsbütünlük ambiansı.
Öykülerin büyüklüğü veya romansının kısalığı değil...
Ulaşılan
son değer veya değmez ama dile ve damara dokunan parçalanma kaygısı. Kaygısız
abdal öykücüyü kendiyle kavgalı öykülerle buluşturuyor. Öyle ki dünya dışı
bağlantılar, olanaksız akışlar ve nesnel sezgiler öykücünün anlık saptamalarını
biraz etkisizleştiriyor. Anlamsız tasarımlar sanki uzun öykülerin içinde
vasfını kaybediyor. Kısacası öykücü, yalnızlığın yediği vasıflı vasıfsız
insanları bitiş noktasına getirip başlangıcı sorguluyor. Bir biçimde
kaybedenlere bilinçdışı yolculuklar hazırlayarak sonsuzluğu sorgulatıyor. Yani
koşullu gerçekliği düşsel fantezilerle süsleyerek yaşanmazı içselleştiriyor.
Hatta öykücü, öykülerin tamamında boşa öykünülen evrenlerde, birilerinin
etrafında pervane olan gölgelere zamansal atlayış rotası belirliyor. Belli
belirsiz yol tarif ediyor. Yani öykücü, unutulmaz olaylara farkındalık ve
farklılık boyutunda olur veriyor. Bu onamayla olay mağdurlarını
onurlandırıyor...
Gözlenen,
öykücü gözettiği savlarla ve özlediği kavramlarla inatlaşma ve oynaşma içinde.
Kimi sezgilerle baştan savar biçimde kaynaşma derdinde. Bu nedenle bilinç
akıyor akıyor ve bölük pörçük ilişkiler öykülerle öykücüyü aynı panelde
buluşturuyor. Ve öykücü paralel dünyalara yönlendirilen umarsız ve
umursamazlara yön kaybettiriyor. Sanki deneyimlenen öyküler bir süre başıboş
bırakılıyor. Ancak öyküler, açıktan açığa dizginleme yöntemi uygulanmadığı
halde bir anda görsel güzelliğini gizleyen sentezci bir forma giriyor. Öykücü
dizim ve dizin sorunu yaşayan bu yaratım sürecine pek müdahil olmuyor. Nirvana
çarpıtması yapmayan bir kararlılığa bürünüyor. Ve dağılmış öykülere dalgınlıkla
dalmış izlenimi veriyor.
Dahası
öykücü, öykücü olmak yerine öykülerin içsel derinliğinin sessiz sesi olmayı
yeğliyor. Öykücü bizzat öykünün kendisi oluyor. Bu okurun öykülere odaklanma
sorununu artırsa da biçimsel varoluş tam da böyle. Öyküsel doku gerekli
gereksiz dokunuşlarla, öykücüyü haklı çıkaran yapıya dönüşüyor. Zaten öykücü,
öykülerin vasat roman anlatısıyla yetinmeyip sırf çarpıcı, alaycı ve kalaycı
sesleri duyurmak için araya girenlere sırlı ayna tutuyor...
Tutturulan
kıvamlı romansal ayrılık, ayrı ayrı öykülerde düğümlenen aynılık ve aykırı
öykücünün elinde tam bağımsızlık. Başka ne duyumsatıyor derken öyküler durduk
yerde duygusallığa yenilip baştan çıkarıcı havaya evriliyor. Böylece isimsiz
bir öykücünün isimli cisimli öykülerine sahip çıkmak okurun mahirliğine
kalıyor. Bu metazori sahiplenmeyle birlikte, uzun anlatım ve kontrolsüz
tanıtımlarla kırılma ve kopma noktasına gelen izlenmesi zor öykülerde zaman
sıfırlanıyor. Anlatısı ve anlatıcısı pek önemsenmeyen bu öykülerde öykücü
zamanın erişilmez hızıyla ve herşeyle alay eden erişkinliğe ulaşıyor..
Belki
de herdem yazdıklarıyla kınanan karmapolitan öykücü, uzun öykülere
serpiştirdiği usturuplu ulamalarla yazınsal yolculuğunu kurtarıyor. Veya
karmakarışık ve de altüst edilmiş hayatın üstesinden geliyor. Etik kapışmalar
çerçevesinde daima özgürleşme peşinde koştuğunu vurguluyor. Beklentilere koşut
boyunduruktan kurtulmanın tatlı bela ögelerini sunuyor. Öyküleri kuşatan
manifesto düzeyinde sunular, politik kargaşalardan beslenen kısmet ve kıyamet
ufuklu geleneği de sorguluyor. Sanki uzun öykülerin her birinde ileri sürülen
soyut ve somut örneklemeler sırf eksen kaymasını önlemek için...
Öykücünün
gölgesine sığındığı nirvananın etkisi, eksisi artısı bir yana, öykülerin
karmapolitan tavrı kayda değer. Diğer
kayda geçirilmesi gereken hassas durum ise öykücünün bizzat öykü olması...
Peki,
öykücü öykü olursa veya öyküler öykücünün inisiyatifinden çıkarsa n'olur?
Cevabı öğrenmek ve bilmek için mutlaka herhangi bir öykü kitabından kararında
karmapolit öyküler okumak gerekir. Okudukça pek istenir düzeyde olmasa bile bir
karmapolitan makale yazmak kolaylaşır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder