30 Eylül 2025 Salı

ÖYKÜCÜ ÖYKÜ OLURSA

 

ÖYKÜCÜ ÖYKÜ OLURSA

 

Bir öykü kitabında özenle karmapolit öyküler okumak, inanılmaz ama öylesine geçen giden zamanı bile durdurabilir. Hele ki öykücü ve okuru aynı kişi olunca mesele bambaşka merhale. Hatta Sütlü Kahve eşliğinde çıldıran ateş dondurur sıralı öyküleri. Akıl şaşar. Nirvana denizinde eriyen buzdağları ise yakar ciğeri. Göz bakar. Böylece kaale alınabilir ve kolay anlaşılır bir karmapolitan makale yazmak da çok zorlaşır...

Anlaşılan, kısa roman havasında öyküler yazan, mistik rüyalar çelebisi öykücünün yazın seyahati epeyce sürecek. Elbette bu kutlu yolculukta öykücü denen, kutsallığın ayak izlerini takip eder. Kutsallık atfedilen kitabın manasını, mabetlerin tılsımını çözümleyene dek sürer edepli ediplik mücadelesi. Zaten öykücülüğün özü ölümsüzlük suyunu bulmak ve kana kana içmektir. Parodik çalkantılar sarmalına savrulunca akıl, evliya derecesinde sabır göstermek üslup gereğidir. Üstadlık ise evladiyelik anlatı sağanağında mitolojik değerler ve doğaüstü olaylara duyulan hayranlıktır. Zaten peyderpey hayata geçirilmesi gereken günceler çoğaldıkça öykülerle cebelleşmek kolaylaşır. Ancak yine de öykücünün işi zor...

Görünen, devamı gelecek uzun öyküler veya öykülerden kısa roman yazacak öykücünün kitabına mükkem makamda olmada da bir makale yazılabilir. Zor veya kolay ancak yapısal ve yazınsal türevi pek bulunmayan öykülerde, kahramanların çoğunun göç eksenli arayışlarla yaşama tutunmaya çalıştığı bir gerçek. Her birinde klasik öyküler sınıyor öykücü. Dışa dönük minimal ayrıntıların üzerine modernist sıradanlıkla gidiyor. Gidişat sahici ve anlaşılır olmanın ötesinde maksimum ötekileşme içeriyor. İçsel sorgulamalar bu yüzden anlatıların özüne katılıyor. Sanki bilinçaltı öykücülüğü girdabında öykücü işleniyor. Eğer yapbozun parçaları akılcı işçilikle birleştirilirse ortaya çıkacak olan kısa bir hayatım roman. Bu yadırganabilir belki ama kesik umutlu yabancılaşma düşlere rahat vermiyor. Zihne çakılan da hayal ve gerçek arası kasıtsız kesitlerin karması. Yani akılda iz bırakan, bilincin aldığı veya algıladığı büsbütünlük ambiansı. Öykülerin büyüklüğü veya romansının kısalığı değil...

Ulaşılan son değer veya değmez ama dile ve damara dokunan parçalanma kaygısı. Kaygısız abdal öykücüyü kendiyle kavgalı öykülerle buluşturuyor. Öyle ki dünya dışı bağlantılar, olanaksız akışlar ve nesnel sezgiler öykücünün anlık saptamalarını biraz etkisizleştiriyor. Anlamsız tasarımlar sanki uzun öykülerin içinde vasfını kaybediyor. Kısacası öykücü, yalnızlığın yediği vasıflı vasıfsız insanları bitiş noktasına getirip başlangıcı sorguluyor. Bir biçimde kaybedenlere bilinçdışı yolculuklar hazırlayarak sonsuzluğu sorgulatıyor. Yani koşullu gerçekliği düşsel fantezilerle süsleyerek yaşanmazı içselleştiriyor. Hatta öykücü, öykülerin tamamında boşa öykünülen evrenlerde, birilerinin etrafında pervane olan gölgelere zamansal atlayış rotası belirliyor. Belli belirsiz yol tarif ediyor. Yani öykücü, unutulmaz olaylara farkındalık ve farklılık boyutunda olur veriyor. Bu onamayla olay mağdurlarını onurlandırıyor...

Gözlenen, öykücü gözettiği savlarla ve özlediği kavramlarla inatlaşma ve oynaşma içinde. Kimi sezgilerle baştan savar biçimde kaynaşma derdinde. Bu nedenle bilinç akıyor akıyor ve bölük pörçük ilişkiler öykülerle öykücüyü aynı panelde buluşturuyor. Ve öykücü paralel dünyalara yönlendirilen umarsız ve umursamazlara yön kaybettiriyor. Sanki deneyimlenen öyküler bir süre başıboş bırakılıyor. Ancak öyküler, açıktan açığa dizginleme yöntemi uygulanmadığı halde bir anda görsel güzelliğini gizleyen sentezci bir forma giriyor. Öykücü dizim ve dizin sorunu yaşayan bu yaratım sürecine pek müdahil olmuyor. Nirvana çarpıtması yapmayan bir kararlılığa bürünüyor. Ve dağılmış öykülere dalgınlıkla dalmış izlenimi veriyor.

Dahası öykücü, öykücü olmak yerine öykülerin içsel derinliğinin sessiz sesi olmayı yeğliyor. Öykücü bizzat öykünün kendisi oluyor. Bu okurun öykülere odaklanma sorununu artırsa da biçimsel varoluş tam da böyle. Öyküsel doku gerekli gereksiz dokunuşlarla, öykücüyü haklı çıkaran yapıya dönüşüyor. Zaten öykücü, öykülerin vasat roman anlatısıyla yetinmeyip sırf çarpıcı, alaycı ve kalaycı sesleri duyurmak için araya girenlere sırlı ayna tutuyor...

Tutturulan kıvamlı romansal ayrılık, ayrı ayrı öykülerde düğümlenen aynılık ve aykırı öykücünün elinde tam bağımsızlık. Başka ne duyumsatıyor derken öyküler durduk yerde duygusallığa yenilip baştan çıkarıcı havaya evriliyor. Böylece isimsiz bir öykücünün isimli cisimli öykülerine sahip çıkmak okurun mahirliğine kalıyor. Bu metazori sahiplenmeyle birlikte, uzun anlatım ve kontrolsüz tanıtımlarla kırılma ve kopma noktasına gelen izlenmesi zor öykülerde zaman sıfırlanıyor. Anlatısı ve anlatıcısı pek önemsenmeyen bu öykülerde öykücü zamanın erişilmez hızıyla ve herşeyle alay eden erişkinliğe ulaşıyor..

Belki de herdem yazdıklarıyla kınanan karmapolitan öykücü, uzun öykülere serpiştirdiği usturuplu ulamalarla yazınsal yolculuğunu kurtarıyor. Veya karmakarışık ve de altüst edilmiş hayatın üstesinden geliyor. Etik kapışmalar çerçevesinde daima özgürleşme peşinde koştuğunu vurguluyor. Beklentilere koşut boyunduruktan kurtulmanın tatlı bela ögelerini sunuyor. Öyküleri kuşatan manifesto düzeyinde sunular, politik kargaşalardan beslenen kısmet ve kıyamet ufuklu geleneği de sorguluyor. Sanki uzun öykülerin her birinde ileri sürülen soyut ve somut örneklemeler sırf eksen kaymasını önlemek için...

Öykücünün gölgesine sığındığı nirvananın etkisi, eksisi artısı bir yana, öykülerin karmapolitan tavrı  kayda değer. Diğer kayda geçirilmesi gereken hassas durum ise öykücünün bizzat öykü olması...

Peki, öykücü öykü olursa veya öyküler öykücünün inisiyatifinden çıkarsa n'olur? Cevabı öğrenmek ve bilmek için mutlaka herhangi bir öykü kitabından kararında karmapolit öyküler okumak gerekir. Okudukça pek istenir düzeyde olmasa bile bir karmapolitan makale yazmak kolaylaşır...

Hiç yorum yok: