30 Eylül 2025 Salı

mart25

 

18 MART ZAFERİ…

Çanakkale 18 Mart zaferi; millet memleket sevdasıyla göğüs göğüse çarpışarak, pik yapan aşırı milliyetçiliğe ve sömürgeciliğe atılan en okkalı tokattır. Tarihte emperyalizme aşkedilen bu ilk tokadın sırrı, tekmili birden tek cümlede saklıdır;  “Dur yolcu, Çanakkale Geçilmez…”

Tam yüz küsur yıl önce, bin yılların en büyük siper savaşında 19. Tümen ve Anafartalar Grup Komutanı Mustafa Kemal, Mehmetçiğe süngü taktırıp; “Ben size taarruz değil, ölmeyi emrediyorum...” sözünde saklıdır kutlu zafer...

Zafer ötesi bir ölüm kalım savaşı, kanın son damlasına kadar varoluş mücadelesidir Çanakkale. Truva’nın intikamı peşindekilere kazanılan anlı şanlı zaferdir. Öyle böyle değil yedi düvelle göğüs göğüse kapışmadır. Zaferin öylesine, minber vaazlarında cemaatin zihnine nakşedilen, hutbe kürsilerinde vazedilen gibi yeşil sarıklı, duman yüzlü, ak sakallı, eli asalı, itikadı esaslı, gözle görülmez ve dahi herkese görünmez bindirme kıtalarla veya uyduruk vesternvari  şeriflerle kazanılmadığı açık ve nettir...

Tarihi kayıtlara göre Çanakkale’de yüzbinlerce vatan evladı şehitlik şerbeti içerek toprağa serilmiş ama vatan toprağına geçit verilmemiştir. Boğaz üzerinden memlekete melun geçiş, emperyal istilacılarla boğaz boğaza vuruşularak engellenmiştir. Bu çıplak gerçeklik haybeden menkıbeler uydurularak, heybeden hurra hurafeler çıkartılarak asla bir yerlere ilişkilendirilemez. Millet bu konuda asla işkillendirilemez. Çünkü Çanakkale Mehmetçiğin al kanları ile sulanmış, eli kınalı koç yiğitlere toplu mezar olmuştur.

Olmuştur ki; “Geldikleri gibi giderler…” sözü doğrulanmıştır. Bu söz üstüne söz olmaz; “Geldikleri gibi gittiler. Bir gün şafakla topraklarımıza, insanlarımıza ve mukaddesatımıza saldırmışlardı. İçlerinde nereye, niçin geldiğini bilmeyen masum zavallılarda vardı. Haçlı ruhunu yüreğinin derinliklerinde gizleyenler de. Bir süre sonra savaştığı insanlara saygı duyanlar da oldu, kafataslarını memleketlerine kadar götürecek kadar nefret edenler de... Zafer kazanma arzusuyla toprağımıza ayak basıp arkadaşlarını, ayaklarını, kollarını ve canlarını burada bırakıp, utanarak gittiler...”

Elbette kolay  kazanılmadı Çanakkale 18 Mart zaferi, siperlerde ve barikatlarda, denizde ve karada, aylar yıllar süren dişediş, korakor, kanakan kutlu bir direniş yaşandı. Tam yüz küsur yıl evvel yedi düveli hizaya çeken kutlu isyanın ateşi yakıldı. Kurtuluş ve tam bağımsızlık odaklı kutsal isyanın ve yeniden kuruluşun ilk kıvılcımı çakıldı...

Çakmak gözlü Kurmay Albay Mustafa Kemal, emperyal kurguyu bozmak için 10 Ağustos 1915 gecesi saat 04.30′da Conkbayırı’nda taarruz emrini verdi. Süngü harekâtını tepe üzerinden izlerken çok yakınında patlayan mermiden seken bir şarapnel parçası göğsünün sol tarafına çarptı. Mustafa Kemal, kalbine isabet edecek şarapnelden cep saatinin kalkan olması sayesinde kurtuldu. Ve o sayede bir millet kurtuldu, bir memleket kurtarıldı…

Eyyamcılar taifesinin pek arzulamadığı hatta için için hayıflandığı mevcut durum gerçekleşti. Emperyalist ittifak ne yaptıysa yaptı, dünya karması ordularıyla dahi Çanakkale’yi geçemedi. Yüz küsur yıl sonra cüppeli güruh hummalı tariflerle tarihi sulandırmayı vazife edinse de boş. Boş çünkü tarihin yaman yazıcıları ve tarih yapıcıları vaktiyle Çanakkale 18 Mart destanını tarihe dipnot olarak düştüler...

Çanakkale 18 Mart zaferi, o şanlı zafer, o eşsiz destan resmen işte böyle yazıldı; “Karşılıklı siperler arasında mesafemiz sekiz metre. Yani ölüm kesin. Birinci siper dekiler hiç kurtulmamacasına hepsi düşüyor, ikinci siperdekiler onların yerine giriyor. Fakat ne imrenilecek bir soğukkanlılık biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakika sonra öleceğini biliyor, en ufak bir duraksama bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, hayrete ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Savaşı’nı kazanan, işte bu yüksek ruhtur…”

Asil ruh gerektirir tarih yazmak; "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazanlar, yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır." Asla şaşırtıcı olmayan bir başlangıçtır Çanakkale 18 Mart zaferi. Zaferle birlikte Mustafa Kemal’in kısa zamanda Gazi ve Atatürk olacağının ilk işaretidir Çanakkale. Kurulacak Cumhuriyetin tescillendiği yerdir. Şanlı tarihe antiemperyalist başkaldırının resmen işlendiği andır. O an ki bir milletin kaderini tayin eden andır. Ve “Çanakkale geçilmez” ana başlığında tarihe eklenen şanlı bir destandır bu kutlu zafer...

Destanın en başında birleşik emperyalist güç donanmaları “Denizlere hâkim olan dünyaya hâkim olur” savıyla 3 Kasım 1914 yılında Çanakkale boğazı açıklarına demirler. Kıyasıya Deniz savaşı 18 Mart 1915’e kadar sürer. İstilacılar emellerine denizden ulaşamazlar. Emellerine denizden ulaşamayacaklarını anlayan emperyalistler, kara savaşı başlatmak için 25 Nisan 1915’te alacakaranlıkta Gelibolu yarımadasına çıkarlar. Her dinden her milletten toplama askerlerdir karaya çıkarılanlar. Böylece 9 Ocak 1916 yılına dek sürecek mesafesi dokuz-on metrelik siper savaşları başlar.  O savaşlar da küllerinden doğacak bir devleti muştular ve muştu mutlu sona evrilir, gerçeğe dönüşür...

Anlı şanlı 18 Mart destanı kara yazgıyı değiştirmiştir. Bu zafer; “Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir...”diyen o “Büyük Kurtarıcıyı” bu millete armağan etmiştir...

Zaferle asla kibirlenmeyen, ilelebet unutulmayacak ulu sözler dökülür nutukdan; ”Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanının toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz! Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır”

Çanakkale 18 Mart zaferi, Emperyalist paylaşımcıların son ayakçısının da İzmir Karşıyaka’dan denize dökülmesiyle tamamlanır...

Tam yüz küsur yıl sonra, ağır kusurların çoğaldığı dünyada yine yeniden Çanakkale 18 Mart ruhu şart. Şarktan garba, kuzeyden güneye millet memleket aşkına...

 

BİR MUHTIRADAN ÖTESİ…

 

Bu ülkede ekonomi hiç edilince, her on yılda bir devalüasyon, enflasyon, zam, özelleştirme ve kemer sıkma gibi yaptırımlar içeren ekonomik programlar ve istikrar paketleri peşine hemen bir faşist darbe yapılmış. Sivil-resmi bazıları açıktan, çoğu örtülü tarihe geçmiş. Bir yıl evvel dışa bağımlı gelişmenin temellerini atan hükümete 1971 yılında verilen 12 Mart muhtırası da bunlardan biri. Mayınlı tarlayı temizleme görevini üstlenen 12 Mart, bir muhtıradan ötesidir. Resmen askeri-faşist bir darbedir. Askeri rejim ve gölge kabinesi, piyonlaştırılan parlamento binlerce kıyım yapmıştır. Ülkenin yazar çizerinden öğrenci liderlerine uzanan geniş yelpazede acı zirveye tırmandırılmıştır. Yarınların teminatı üç yurtsever genci darağacına yollayarak eski açık hesabı kapatma yoluna gitmiştir. Gizliden ve sinsice bu günleri hazırlamaya ilk adım atılmıştır…

 

Peşine sıralanan her darbeyle yurtseverlerin anası ağlatılmış, ekonominin içine edilmiş, hırlanma ve sızlanma dönemleri ardına umulmadık iktidarlar tahta kurulmuştur. Ülke her batma noktasına geldiği, getirildiği dönemeçlerde, sivil-resmi dayatmalarla darbe borazancılığı yapılmıştır. Böylece kapitalizmin belirgin on yıllar bunalımlarından bu ülke de payına düşeni almıştır. Ekonomik buhranın aşılması için türetilmiş stand-bay anlaşmalarıyla musluklar açılmış, borç para bolluğuna kavuşan ülkede sert ekonomik tedbirler uygulanmıştır. Açık faşizmin denetiminde ve yönetiminde, halk faşizmle sindirilmiştir. Günü kurtarma atraksiyonları dışında bir çivi dahi çakmayan bozuk sistemin ve yanlışlarının faturası halka, halkın öz evlatlarına ödettirilmiştir.

 

Faşist cuntalar her geldiğinde hep aynı modelleri ve yönetimleri uygulamıştır. Önce darbe sonra mide, hepsinde de helal haram birbirine karıştırılmıştır. Çıkışı olmayan labirentin esrarını ve sırrını hiçbir biyografi çözemez sanılmıştır. Oysa bu askeri-faşist darbeler tarihini daima para ve ekonomi belirlemiştir. Modernden Post moderne tüm siyasal arayışların özünde hep kara para, kanlı ve kirli para ve para aklama vardır. Her sivil-askeri darbe sonrası bu değişmez gerçekliktir. Ayrıca benzer askeri-sivil faşist darbeler ve muhtıralar sonunda, ekonomik uçurum büyür, makas açılır. Başa getirilen yarı planlanmış yeni uyduruk, şaşkın iktidarlar yıllarca ülkenin başına bela edilir.

 

Yüz yıldır tarihsel gerçek maalesef böyle; “1946 devalüasyonu İnönü’yü iktidardan etmiş, yerine Menderes geçmiştir. 1950 istikrar tedbirleri Menderes’in başını yemiş, 1960 askeri darbesine zemin oluşturmuştur. Dışa bağımlılığı güncelleyen 1970 devalüasyonu 12 Mart muhtırasını getirmiştir. 1979 yılı 24 Ocak kararları 12 Eylül faşist darbesini getirmiştir. Özellikle sistemi yok etmek pahasına yapılan 5 Nisan, 28 Şubat ve 15 Temmuz öncesi gizli açık yapılan ağır devalüasyonlar umulmadık yıkıcı-yokedici iktidarlara kapı açmıştır…”

 

Bunların hepsinde de dış ticaret açığı cumhuriyet dönemi rekorları kırar. Daima rant ve faiz ekonomisi yeğlenir. Reel sektör harcandığından, üretim dışlandığından ülke yabancı para simsarlarının, politika ajanlarının cirit attığı merkez olur. Devleti yönetenler de yüksek gelir getiren akaretlerini zarar ediyor gerekçesiyle, özelleştirme maskıyla satıp durur. Peydahlanan hazır fırsat kalabalığında faşist darbelerin milyarderleri, bir koyup üç alanlar, köşe dönücülüğü düstur edinenler ve liberalizmin peygamberlerine-kapitalizmin tanrısına tapınanlar kollanır. Bu tapınakçılar lale devri yaşarken, halklar cehennemi yaşar.

 

Bu arada gülün dikeni dost yüreklere batar. Kanatır da kanatır. Darbelerin köklerine inildiğinde resmen kontrolden çıkış görülür. Faşist ideoloji sosyal adaleti öngören düzen kurmaya devamlı engeldir. Kurşun askerler ölüm korkusu yaşadığında, çemberin içinde çanlar çaldığında önce gençlik kuşatılır sonra, sonrası malum atmosfer. Faşizm. Tarihle sabit, ekonomi raydan çıkınca ülke de raydan çıkar ve “yüz metreyi en iyi koşan çocuklar” gözler kırpılmadan ölüme mahkûm edilirler. Karşıyaka’da üç karanfil dost bağına gömülür, Onlar dost yüreğine…

 

Evet, 12 Mart bir muhtıradan çok ötesidir. Yarım akıllı paşalar, 1960 darbesinin diyeti olarak 1970’de üç genci ölüme göndermiştir. Aklı sıra rövanş aldıklarını farz eden muhteremler idam kararını güle oynaya oylamıştır. Oysa o gençlerin “Başları dikti ve hayal ettikleri güzelim dünya için ve tam bağımsız bir ülke için, kendi başlarına sehpaya yürümekten asla çekinmediler. Asla korkmadılar. Asla yılmadılar. Asla baş eğmediler. Asla eğilmediler. Bıraksalar kendi sehpalarını bir vuruşta devireceklerdi…”

 

Çünkü “Asla gelecek hesapları yoktu. Kişisel kaygıları yoktu. Sadece mangal gibi yürekleri ve gencecik umutları vardı. Cesaret ve umutları vardı sadece…”

 

Hiç yorum yok: