HAYAT
YOLDAŞLIĞI İŞTE
Hayat
yolculuğu birebir yaşananlara ve yaşanmayanlara koşut bir sınavdır. Sınavdan
bir fazlası, fark edilmeyen özgün bir sınanmadır. Bazen bir fotoğraf karesinde
son bulur. Bazen de bir laf dizgesinde can. Çünkü mutlak mutluluğu muhakkak
yakalamak içindir, erinmeden her tuşa basmak zahmeti. Niye öyledir izahı yok
ama hayatı hangi formda yaşadığına ve yaşayacağına karar veremeyenler, hangi
fotoğrafa gireceğine de epey zorlanır. Epik kamera hayatın içine doğru
zumlandığında kaçmak veya özüne kapanmak herkesin kendi bileceği iştir. İşin
özü tüme varacak düşünceler ve eylemler kıskacında bocalamanın getirdiği
bunalımlar belirler üstünlüğü. Öylesine üstünkörü verilen pozlar değil...
Hayatı
paylaşmak, pozisyon gereği bir iki porsiyon olsa da öncelikle, yalnızlık
endişesini giderme sorunsalı temelinde kurulur. Böylece sevgiye özgü ambians
geçmişe ve geleceğe seviye atlatır. Bu çoğu kere büyümek ve büyütmek, sadakat
ve güven perspektifli hayat yoldaşlığıdır. Ancak hayat işte duygusal bağ ve
durumsal iletişim bozulduğunda korkusuz ve koşulsuz partnerlik de zedelenir.
Romantik yakınlık ve empatik narsizm birbirine girer. Öyle ki formal efor da
yetmez hayatı renklendirmeye. Salt fotoğrafik yolculuğu kurtarmak için ise nice
zahmete değmez...
Hayat
yoldaşlığı sadece bir teşekkür ve sade bir tebessümle dahi perçinlenir. Dahası
nasıl mutlu eder hak edenleri deha yüklü dil. Hayattaki en büyük armağandır bu.
Zaten yolculuk duymak ve görmek, anlamak ve anlaşılmak üzerine kurulu kurgudur.
Kurguda kusur varsa eğer önce anlık kopuş gerçekleşir. Sonrası acı gerçeklik,
yarenlik zaafı yıllar sonra bile unutulmaz. Haza hatırlanır...
Beklenti
çok basittir. İçten içe işleyen bir ses tonu, sisli bir fonda omza uzanan narin
dokunuş. Hep aranır. Gittikçe daralan hayat yolu incelikli duruş ve içten
davranışlarla güzelleşir. Donuk bakışlarla denize dalmanın, dalıp çıkmanın tadı
başkadır elbet. Yaşanan keyif doyasıyadır belki ama yıkık ruhu yine de şefkat
onarır. Zaten anılar ve anımsayışlar biriktirildikçe günlük kaçışın ve sönük
içe kapanışın argümanları doldurur zamanı. İşin aslı hayattaki silinmez izleri,
ezberden maciskürlü sözler değil, kalpten dökülen ezber bozan kelimeler
oluşturur. Ve böylece belgesel tadında deneysel arayışlar günceli haddinden
fazla yorar.
Hayatın
zorluğu yorumu, tam etkisi zoraki unutuş olan parçalanma veya parçalara
ayırılmadır. İşin ayırdına varıldığında ise bilindik imgelerle yüzleşilir.
Yüzleşmeyle birlikte yüzde yüz adımlar tökezler ve adlar karışır. Hatta hafıza
karışır. Bir karış suratla ve süratle, alenen fotoğrafları çekilmiş suretlerin
peşine düşülür. Bu düşkünlük sınıfta kalmak ve gözün görmediğine katlanmak
edimidir.
Hayat
yolunda ediplik ve edep sırf hayatın rengini anlamayı öğütlese de bir tutam
tutku ve sonsuz harcanış hayatı renksizleştirir. Ondan sonrası her yarenlik
atağı, çiçek solduran otağa gerilim yükler. İlerisi gerisi mutluluk boşalır ama
hayata bizzat kendi adına yer açmak zorlaşır. Ve asla kolay olmaz izsiz
kayıpların peşini sürmek...
Hayat
yoldaşları peşinden taksitten, işten güçten bunaldığında izmsiz sürüklenirler
kuramsal eksene. Haliyle düşsel ve düşünsel yakınlık mağdurları olarak çok
katmanlı kurguda biçimsel pratiğe bel bağlarlar. Bu bağlamda kırılgan
çağrışımlara kulaklar tıkanır. Eğitsel yetişkinlik, kavramsal aktarımları
kendine özgü zihinsel temsille sonlandırır. Burada ilişki sorgulayan kimliğe
dönüşür yarenlik ve sondaj başlar...
Keder
ustaları bu kısır döngüde, teldolap anahtarı vaktiyle elinde olanları, sade
aklı uçuşturanları ve safi bedeni uyuşturanları ve hikayeden önüne duranları
keser atar. Kesik kesik bir şeyler yaşanır, boşluğa fısıltılar fırlatılır ama
değmez hiçbir şeye. Çünkü değersiz çoğaltım çağın saklı cennetini veya aleni
cehennemini kendi kutsar..
Hayat
yolculuğu işte yüksek gerilim. Delirim örgüsü yolun başını tutar. Asla öğüt
tutmayanların övgüsü ve tesellisi ayni kalsa da terennüm aynı olsa da yalnızlık
içten dışa yaralanan yarenleri sarar. Dimağı damarı kasar. Ve kasvet yüklü
bulutları bile kahreden her daim yanıldım iması en hızlandırılmış sunu olur. Ve
her sunakta duyumsal doygunluk, görsel özgünlük en ücra hücrelere sızar. Epey
gecikmiş hayat yoldaşlığı işte budur öyküsüne çok defa mutlu son yazamaz. Yazgı
deyip geçmek ise birdenbire hayatı şansa
bırakmak ve silbaştan tek başına yolculuğa koyulmaktır. İşte bu resmen hayat
yolculuğunda yoldaşlığı terk ediştir...
Hayat
yoldaşlığı işte kimi zaman keder karanlığına gömülür. Kırık kalpler mutluluğa
kapanır. Yaşananlar unutulur sanılır ama kesinlikle unutulmaz. Bir türlü
yaşanamayanlar ise her yaşta iç burkan ebedi çağrıya zorunlu yöneliştir. Her
seferinde silbaştan umuda yönelimin nişanesi ise tek bir tümce; 'aşkolsun,
takdimi ilahi bu sistemde boşluk çok, o nedenle illa ki hikayeni sahiplen ve
dev hediyenin değerini bil, yokluk çok unutma hiçlik de... '
Heyhat
hayat yolculuğu bu kadar işte. Hayat yoldaşlığı buraya kadar işte. Tek mesele
hayat yoldaşlığına dair yol haritasını adam akıllı çizmek. Haritasız hayat
yolculuğu ise mutlak mutluluğu yakalamak uğruna bir kez daha muhakkak
yıkılmak...
KONGRELER
HAFTASI
Taktik
hamlelerle bezeli 'darbe ve kayyım' karşıtı olağanüstü kurultay resmi tarihe
geçti. Şimdi gelen, üçleme hattında olağan kongreler haftası. Yani kahır yüklü
sosyal hayata bir haftalık halftaym. Siyaset borsasında bocalayan kahir
ekseriyete kongreler fultaym...
Keşke
bilumum didaktik kongreler, orantılı
zamanlara kaysa ve temsil etme veya temsil edilme yeterliliğini aritmetik
kargaşa bozmasaydı. Ancak bunca çalkantılı sosyo-siyasal kaostan çıkışa başka
yol-yöntem kalmadı. Başka çare bırakılmadı. Ne yazık ki gece gündüz elde Fener,
kıyı köşe aransa bulunmaz, fena niyetle planlansa bu denli tesadüf etmez
kongreler haftası yaşanacak. Durum bu haddeye vardı. Verdırıldı. Ancak sırf bir
haftalık demokrasi bayramı vasfıyla bakılamaz bu kongrelere..
Kongrelerin
tamamında tek bakılması gereken, nazarı dikkat cezbeden konular örgütsel
değerleri hiçleyen yok manasına getiren, açıkça örgüte ayıp eden mevkii ve
makam gaspları. Yapılması gereken türdeş adaylaşma ve adaylaştırma yöntemlerine
ve yönlendirmelere radikal tepki. Desteklenmesi gereken içerden tahakküme
tastamam karşı çıkılması. Dışardan despotik dayatmalara üst perdeden
direnilmesi. Olması gereken, dilek ve temennilerle kırgınlıkların, yıpratma ve
yıpranmaların giderilmesine dönük ortam yaratılması. Gereken savunma hattını
satha yaymak için, sil baştan yenilenmeye ve kadrosal değişime dönük umudun
artırılması...
Böylesi
bir bakış açısı olur veya olmaz ama kongrelerin içi mutlaka, ısrarla
doldurulmalı. Çünkü teori zayıfladıkça pratik yerinde sayar. Ayrıca hafta boyu
salt adaylaşma ve adaylaştırma olgusuna adam sendeci onay, başka politik
buhranları körükler. Ve parti mekaniği, üst yönetim statiği çok zor değişir.
Hiç gereksiz zıtlaşanlar, ikizkenar yenilikçiler belki silinir gider. Ancak
alışıldık prosedürün işletilmesi yerine kesinkes tüzüksel yelpazede özgürlükçü
program genişlemesi şart. Diğer yandan bunu önceleyenler ve önemseyenler
çoğaldıkça partiye yeniden dinamizm gelir...
Bir
sosyal demokrat partinin temel dayanağı örgütü ve örgütlülüğüdür. Hiyerarşi
üye, delege ve yönetici üçgeninde hayat bulur. Bu piramitsel yapının kurmayı
ise kongrelerdir. Siyasette birincil hedef yerel ve genel yönetimlerde söz
sahibi olabilmektir. Elbette yeri ve zamanı geldiğinde partide her kademeye
yönetici olmak isteyenler çıkar ve adaylaşır. Ancak üyelerin ve delegelerin
hatta halkın bu sıkı kongreler haftasından umduğu, umudun tepeden tırnağa aynı
merkeze bağlanmaması. Çünkü kahir ekseriyetin kongrelerde esen rüzgâra göre
rota belirlemesi, partide kör nokta tertibini kolaylaştırır.
Bu
siyasal hengâmeden çıkışta izlenecek yol ve yordam elbette değişkendir.
Değişmez olan alttan yukarı tüm partililerin sürekli aynaya bakmasıdır. Çünkü
herkes kendini yenilerse dolayısıyla parti yenilenir. Yani herkes değişime açık
olursa değişim başlar. Diper yandan tüzük prosedür budur deyip kadrosal
yenilemeyi öteleme, siyasi yarışlarda statükocu yarışçıları önceleme ülkede
esen sol rüzgara yazık etmek olur...
O
halde ideolojiden ve programdan asla taviz vermeyen deneyimli birikimli, yetkin
ve düzeyli kadroların dümene geçmesi gerekir. Yıllarca sindirilmiş veya kenarda
tutulmuş değerlerin yönetsel erke taşınması gerekir. Boşluk ve yokluk
bahanesiyle hizipleşenlerin, alternatif çekirdeği ele geçirmesi kesinlikle
engellenmelidir. Şantaj ve tehditlerle sağcılaşanların, sol gösterip sağ
vuranların her şeyi her yeri ters yüz ettiği asla unutulmamalıdır. O yüzden
artık ne olursa olsun diyerek paçayı sıvama, çizmeyi giyme zamanıdır bu
kongreler haftası...
Bu
kongreler haftasında, sosyal demokrat siyasetin ana siyasal kuruluşunun üyeleri
ve delegeleri bir kez daha tarih yazmalı. Çoğulcu katılımcı demokrasi
değerlerini gözetenler kazanmalı. Bu tarihi yoldan asla vazgeçmez nitelikli ve
tavırlı adalet savunucuları kazandırılmalı. Gücünü halktan alan siyaset
paydaşları, sol vuracak ve değişimden yana tavır koyacaklar tarihe yazılmalı.
Ve gittikçe daralan çemberde, onurlu duruş gösteren, siyasi görevlerini özel
çıkarların önünde tutanlar geleceği belirlemeli. Çünkü geri kalanı, yolda
düşeni tarih asla affetmeyecek...
İşte
o yüzden bu kez çok önemli kongreler haftası. Tek amaç hain sömürünün ve vahşi
sömürgeciliğin önlenmesi olmalı. Yegane amaç tüm insanlığın özgürlüğü,
demokrasi ve toplumsal barış beklentisinin yüceltilmesi olmalı. Bunun için her
yerde her kongrede gelenek ve yenileşme, değişim ve dönüşüm çerçevesinde
yarınları çok güzel eyleyecek siyasal kadrolar tabandan tavana desteklenmeli.
Aksi
halde tarih affetmez...
CHP
KURULTAYSIZ KALMAZ
Ağır
sosyo-ekonomik koşullarda sol siyasete darbe üstüne darbe. Malum iktidar
darmadağın, her salvosu ters tepiyor. Solun ana gemisi CHP’de güdümlü
füzelerden kurtulmak için metezori bir kurultay daha. Yarın tek boyutlu olağanüstü.
İlçe kongreleri peşine olağan. Muktedir olmayacağı belli hamlelerle, muhalifine
çok boyutlu öfke testi uyguluyor. Gözü boyananlar artık ülkeye tek pencereden
bakmanın mümkün olmadığını görmüyor…
Sanki
bu bakar körlük bitirecek şarkıyı. İki yılda
üç kurultay toplayan ve dördüncüsüne hazırlanan CHP, ülkede her şeye hâkim
olduğunu zanneden tek adam despotizmini kongreler ve büyük kurultaylar süreciyle
zorlayacak ve yıkacak gibi. Bir zamanlar kurultay partisi diye adlandırılarak
imajı zedelenen CHP, iktidar dayatması yüzünden gerçekleşen kurultaylarla sık güven
tazeliyor. Artık geleceğe ve ülke siyasetine çok boyutlu bakılması gerektiğini
vurguluyor. Her birinden birlik ve dirlikle çıkarak halkoyunda imajını pekiştiriyor…
Buna
karşın devrik iktidar genel ölçekte yığılmış sorunları, reis ölçeğinde yerel
transferler ve yersiz tutuklamalarla hafifletmeye çalışıyor. Oysa bu kontra
ataklarla ezber bozacak siyasi çözümlerin, çok boyutlu yönetsel mekanizmanın salt
CHP’de olduğuna dair kamuoyu belleği oluşturuyor. Bir şekilde yükselen sol
siyasi gerçekliği kabullenmiş oluyor. Düz mantık. Yıllar yılı parti içi
demokrasi ve demokratik yarış bağlamında, kısır döngüyü aşmak doğrultusunda kurultaylar
kurmuş CHP ve CHP’lilerin, kurultaylar sonrası bu totaliter zihniyeti kıracağı aşikâr.
Çünkü kaotik ortam kurultayları, siyasi restleşmelerden uzak, lider sultasına
ve dar kadro saltanatına dayanmayan bir hava estiriyor. Değişim ve dönüşüm
süreci mantığıyla uyuşmazlar ile siyasi ikbal güdenler bir anda buharlaşıyor. Hatta
ilçelerden illere, illerden kurultaya tüm delegeler ben merkezci dayatmacılıkla
rol kapan, demokrasi havarisi kesilen kongreci siyaset uzmanlarının atraksiyonlarına
artık izin vermiyor. Böylece ideolojik kavram yoksulluğu ve siyasi kargaşa
zenginliğinin önü kesiliyor. Yani mevcut genel başkanla beraber ilkesel ve
bilimsel temellere bağlı ciddi saptamaları olmalı, ideolojik yenilenmeyi
tabanla buluşturan bir yapısallığı kuruyor CHP. Kimin sayesinde olduğu besbelli
bu kongreler ve kurultaylar dönemini . Yani önce örgütü sonra halkı çözümlerle
bütünleştirmelidir. Bu derinlik es geçilirse yerelde genelde yükselmek ve
yücelmek yine bir sonraki seçime kalır. Lider sultasında ideoloji bir kenara
bırakıldığından, gerçekçi mesajlar ve projeler üretilemez. Bunun yerine millete
sevimli geleceklerle devam etmek gibi daha da tutarsızlaşan ve sonu belli
olmayan bir siyasal arena yaratılır…
Parti
içi muhalefette geçen uzun yılların birikimiyle söyleyebilirim, belki de ilk
kez hem de genel başkanlığa ‘ben de adayım’ diyenlerle birlikte bu açmazdan
çıkılabilir. Çünkü genel başkan adaylarına nasıl olur, vah yazık, siyasi hayatı
bitti izlenimli acı tebessümlerle bakılmadı. Partide yıllarca özlemle beklenen
bir gün yaşandı. Çünkü parti tarihinde dün partili olanların bugün üst
yönetici, yarın atamalı belediye başkanı, tam destekli milletvekili olduğu
kısır dönemin artık bitirilmesi gerekiyor. Siyasal yaşamda erdemliliğe,
yeteneğe ve sarf edilen emeğe göre yükselmenin esas olduğu temel ilkesi
yıllarca görmezden gelindi. Tüzük buna hükmettiği halde hüküm birilerinin
yetkisi ve yetkesine bağlandı. Suni güç, benzeş görüntü, dar vizyon, ortak
vitrin ve sınırlı güçlendirme ile dağıtılan mavi boncuk reisliklerle ve
vekilliklerle seçim kazanılamayacağı on küsur yıldır tescillendi. Sanki artık
bu takıntıdan çark edilecek. Keşke orantılı temsil etme ve temsil edebilme
yeterliliği bu denli bozulmasaydı. Hele de bunca çalkantılı siyasi atmosferde
örgütsel değerleri hiç manasına getiren, yok sayan, açıkça örgüte ayıp kaçan
mevkii ve makam gasplarına göz yumulmasaydı. Bu tür adaylaşma ve adaylaştırma
yöntem ve yönlendirmelerine bugün değişim öngörenler tepki verseydi. Topyekun
karşı çıkılsaydı üst perdeden direnilseydi. Olsun varsın şimdi tüm
kırgınlıkların, yıpratma ve yıpranmaların giderilmesine dönük bir ortam
yaratılacak gibi. Sil baştan yenilenmenin ve kadrosal değişimin olabilirliğine
dönük umut bizde arttı. Yıllardan sonra iki değil üç tane genel başkan adayı
var. Yıllar yılı daima üçüncü bir çıkış yolu olduğunu dillendiren ve savunan
emektar bir partili olarak haklı çıktığımızı görmek de umut ötesi mutluluk…
Olur
veya olmaz ama ısrarla oldurulmalı. Çünkü teori zayıfladıkça pratik yöntemler
aynı kaldıkça salt adaylaşma ve adaylaştırma olgusuyla politik buhrana çözüm
bulunamayacağı açık. Artık gına gelmiş isimler üzerinden ila nihaiye anlaşma
mekaniği de tutmaz. Sanki üst yönetim statiği üç aşağı beş yukarı değişir,
taban ile gereksiz zıtlaşanlar, ikizkenar yenilenişe açık olmayanlar silinir
gider. Partiye yeniden dinamizm gelir. Bunun için beklenti mevcut prosedürün
işletilmesi yerine tüzüksel yelpazede özgür düşünce genişlemesini
önceleyenlerin artık önemsenmesi olmalı. Parti içi otuz altı yıllık deneyimle
biliyorum ki; bir sosyal demokrat partinin temel dayanağı örgütü ve
örgütlülüğüdür. Bu hiyerarşi üye, delege ve yönetici üçgeninde hayat bulur. Bu
piramitsel buluşmaya temel dayanak, yerel ve genel yönetimlerde söz sahibi
olabilmektir. Bu bağlamda yeri ve zamanı geldiğinde partide her kademeye
yönetici olmak isteyenler çıkarlar ve adaylaşırlar. Hiç değilse yıllar sonra bu
gerçekleşti. Umarım boşa gitmez. Kısa vadeli tutulacak veya uzun vadede
tutulamayacak sözler verilip, iş en tepeden aynı merkeze bağlanmaz. İşte bu kez
öyle olmayacağını görüyorum…
Esen
rüzgâra göre sık sık değiştirilen rotanın partiyi getirdiği kör nokta belli.
Yıllarca örgüt gerekliliğine, örgüt emekçilerini önemsemeye ve değerlendirmeye
kulak asmadan orada burada belirlenmiş isimler için delegeye vicdanının sesini
dinle ve hallet telkini bu kez kabullenilmeyecek gibi. Salt onamak ve onaylamak
mercii görülen delegeler, yıllar yılı kimlere neyin kazandırıldığını daha
nelerin kaybedileceğini gördü ve iyice hesapladı sanki. Bu siyasal hengâmede
yıllardan beri izlenen yol, yordam ve yöntemlerin aynılığı, üç aşağı beş yukarı
isimlerin aynılığı alttan yukarı herkese aynaya bakması gerektiğini dayatıyor.
Çünkü dayanacak güç kalmadı. Ayrıca yılları çalan bu düz mantık yerine artık üç
pencereden de ayrı ayrı bakılacak bir süreç yakalandı. Herkes kendini
yenilemeli ve parti yenilenmeli, herkes yenilenişe açık olmalı ve değişim
başlamalı. Çünkü sürekli olağanüstü prosedür işleten, tüzüksel yelpazede kadro
genişlemesini öteleyen, hep yaklaşan siyasi yarışları önceleyip tabana aykırı
adaylaştırmalarla günü kurtaran anlayış dibe vurdu. Bendendir, bizdendir
şeklinde kayırmacılıkla, akılcı, sevecen, yapıcı, inatçı ve yürekli kadroların
önü kapandıkça başarıya ivmelenme durdu. Eğer eskinin devamı güncellenirse
yazık edilir gelecek iki yıl zehir olur. Maalesef ilk seçimde yarıştan yine
kopulur ve hedef kitleden bir daha buluşulamaz oranda uzaklaşılır…
O
halde Partiyi çok rahat taşıyabilecek, deneyimli birikimli, partinin
ideolojisini ve programını bilen ve halka iyi anlatabilecek, yetkin ve düzeyli
kadrolar, geçmişten bugüne sindirilmiş kenarda tutulmuş değerler bir an önce
partide yönetsel erke taşınmalıdır. Boşluk ve yokluk edebiyatıyla hizipler
kurup alternatif çekirdeğin oluşmasına engel olmak nereye güç verildiğini veya
verilebileceğini gözden kaçırmaktır. Bu öngörüsüzlükle emektar seslere ve yeni
yüzlere dahası lazım bunların olması lazım modasıyla kapılar kapandıkça, daha
da sağcılaşılır ve her şey her yer ters yüz olur. Artık ne olursa olsun diyerek
paçayı sıvamak çizmeyi giymekle de olmaz. Başarı veya başarısızlık çizelgesinde
payı olanlar her kim olursa olsun günü geldiğinde hesabı vermeli, hesap
verilmeli diyebilme cesareti gösterilmelidir. Çünkü çağdaş demokratik sol
siyasetin, sosyal demokrasinin ana siyasal kuruluşunun emekçileri, üyeleri ve
delegeleri bu kez çoğulcu katılımcı demokrasi değerlerini gözeterek hiç şüphem
yok tam gerektiği gibi davranacaktır. Adaletin vazgeçmez savunucuları olarak
hak ve adalet gözeteceklerdir. Gereğini yapacaklardır…
Bugün
nitelikli ve yürekli adaylaşma çıkışı gösterdi ki, bu kez gücünü halktan alan
bir siyasi inancın paydaşları, usanmadan yılmadan yıllardır her türlü hezimete
karşın, bitmeyen mücadeleye destek verenler sol vuracak, değişimden yana tavır
koyacaklar. Bu gittikçe daralan çemberde, siyasal yaşamda görev almayı onurlu
bir toplum hizmeti saydıkları, siyasi görevleri özel çıkarların önünde
tuttukları için özgürce taraf belirleyeceklerdir. Partili olmayı özel
çıkarların önünde tuttukları için özgürce taraf olacaklardır. Onlara,
delegelere canı gönülden güvenmek gerek…
Nasıl
ki; girilen her seçimin kazanılması için umut saçarak gece gündüz, yağmur çamur
demeden, yemeden, içmeden insanüstü gayret gösterenlerden umut kesilmez. Onlar
ki, çalmadan çırpmadan, yoksunluk ve yoksulluk içinde güzel yarınların
kurulması için çırpınanlar partinin başarısıyla övünen, yapılmayanlar için
dövünenler. İşte o yüzden bu kez ciddi ciddi düşünerek genel başkan seçecekler.
Bu kez partinin yönetim kadrolarının demokratik solcu, sosyal demokrat, sol,
solun solunda kimliklerden oluşmasına aktif tavır koyacaklar ve parti içi
bütünleşmeyi gerçekleştireceklerdir. Bu kez sorumluluk bilinciyle, başarılı,
bilgili, birikimli, eğitimli, deneyimli, emekçi kadroların yolunun açılmasına
izin verecekler. Umuyorum ki verdirmezlerse de verecekler. Verdirmeyeceklere de
hadlerini bildirecekler...
Örgüt
tabanındaki beklenti besbellidir, tamamıyla budur ve zamanı da gelmiştir. Başka
çare yok bu kez doğru yönetecekleri seçecekler. Ayrıca tek amaç var sömürünün
ve sömürgeciliğin önlenmesi. Tüm insanlığın özgürlüğü, demokrasi ve toplumsal
barış beklentisi. İşte bu yüzden gelenek ve yenileşme, değişim ve dönüşüm
çerçevesinde geçmiş ile geleceği bütünleştireceklerdir...
Parti
içi seçimlerde örgüt güç ve ivme kazanır. Parti içi yarış parti içi barışı da
gerçekleştirir. Yarınları aydınlatacak partiyi güçlendirir. Bu kez delegasyon kavga ve kaos siyasetine
prim tanımayacak. Bu kez çağdaş normlarda bir yaşam düzeyine ve düzenine
kavuşabilmenin ve evrensel ilkelere sahip çıkabilmenin gereği önyargılı ve
tutucu yaklaşımlara da takılmayacaklar. Bu kez sosyal demokrasiye yakışır ve
yaraşır olgunlukta gerçekten özverili hizmet edecek kadroların uzun yıllar
sonra bir küçücük fırsat yakalamalarına izin verecekler…
Elbette
tüm bunlar üç genel başkan adaylı çoklu yarış olacağı varsayımıyla gelişen
öngörü ve beklenti. Resmen olması gereken. Ya tersi olursa tüm emekler boşa
gider, enerjiler boşu boşuna harcanır, yetersizlik güncellenir, tabandan tavana
en geniş yelpazede küskünlük başlar. Halkoyu bu küskünlüğü fark eder. Sayılı
günler çabuk geçer, yerel seçimler partiyi ezer geçer, başka seçimler gelir
kapıya dayanır. Birbirinden fark kalmayınca da açılan fark kapanmaz. Ve hep
ayni hüzünlü son ile karşılaşılır…
Bugünden
itibaren il kongreleri bitene kadar adaylaşma, adaylaştırma, adaylık ve
restleşme manevralarını izleyeceğim. Partiyi hepten zayıf düşürmemek için, o
zamana dek tarihi süreci sulandırmamak adına tek cümle dahi yazmayacağım. Ama
umutlarımı ve cesaretimi koruyacağım. Bu yazı her şeye rağmen umutlarını ve
cesaretlerini kaybetmeyenlere ve genel başkan adaylarına ithaftır…
YAZIK
ÜÇLEMESİNE GİRİŞ
Yazık
bu ülkeye, CHP’ye ve Fener’e. Ne yazık ki köşe başları tutulmuş. Üstelik bu
üçlemeye reva görülen geçim, kongreler ve seçim üzerinden yasalar ötesi kırbaç
otoritesi, kamçı zorbalığı. Her katmandan üst akıl andavallısı, salt safi inat,
itaati taahhüt ediyor. Sonuçta ‘Her şey çok güzel olacak’ belki ama bugün atmosfer
busbulanık. Güçler denizi dalgalanıyor, ağırdan ağır şartlar doğal ve yaşamsal
donanımın hakkından geliyor. Peki, neden? bu ağır yıkımlar. Düşmanlık
yaratıldı? Yaratılıyor. Yıllardır bu masum üçlemeye e-tipi/f-tipi sindirme
operasyonları çekiliyor. Neden? bu tipitip operasyon çocukları, pudra şekerci
veletler, politik karşıtlığın tanrılaşması ve tanrısallaşmasını engellemek için
katakulli peşinde. Her adımları külliyen antik felsefenin tepkisel dışa vurumu.
Her tabansız hareket, simgesel kavganın ve emperyal paylaşımın can ve mülkiyet
üzerinden sınanması. Tümü ters tepip, kayyımla sinirler ivmelenince de ‘böyle
istedi tanrının kırbacı’ dürtüsü dümenleniyor. Yazık ki çok yazık…
Yegâne-yekpare
dert sanki ülkeyi tek ses, CHP’yi tık nefes, Fener’i ışımaz kılmak. Bu belli
bir azınlığa enfes gelen yıkımsal ide. Topunu kendi kulvarlarında, gerçekler
doğrultusunda irdelemek şart. CHP ve Fener, ayrıntılı işlenmek kaydıyla ileriki
günlerde. Ancak ülke açısından kısmi değerleme bile içler acısı. Apaçık görünen,
üst insan tavrı takınanların tam donanımlı kolluk ekipmanıyla, yaşadığını
sayısız kere yaşayan insanların farklı biçimde motivesini önlemek. Hakkı yenen
halkın doğal yönelimlerini ertelemek. Öteden beri ülke halkının yenilenmesi yerine,
yenilmesini sağlamak. Tek tuşla, tuşa hazırlamak. Yazık ki ne yazık…
İşte
bu yüzden ülke belleğinden Atatürk ismi silinmeye çalışılıyor. Devlet kurumları
yok ediliyor. Kuruluşları dengeleme ve denetleme mekanizmaları işletilmiyor.
Ülkenin temel varlıkları asıl sahiplerine sorulmadan mirasyedi havasıyla satılıyor.
Kurum ve kuruluşlardan T.C. tabelası kaldırılıyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesinden
vazgeçiliyor. Anayasanın kesin ve kati hükümlerine uyulmuyor. AİHM kararları yok
sayılıyor. Astronomik iç ve dış borç yapılıyor. Rezervler ihtiyat akçelerine dek
harcanıyor. Yazık, üçten beşe şart olsun ki çok yazık…
Üçlemenin
sacayakları Ülke, CHP ve Fener’e yapılanlar alenen çıkar beklentisi yüksek,
alçaklık ürünü. Resmen etik aymazlık. Sırf kapışma döngüsü kurgulayan bu aykırılara,
zehirli zikir ve karşıt fikir üretenlere saygıdan çok yıllar kaybedildi. On
yıllarca seçimler yitirildi, şampiyonluklar verildi. Ülke dibe vurdu. Elli yıl
geriye düştü. Ülkeyi darboğaza iten içgüdüsel yozlaşının kökeninde, kayıtsız
şartsız azınlık kaderciliği, çoğunluk kederciliği var. Kapitalist dünya
pratiğine, coğrafyası uyarınca nispeten dinsel teorinin uydurulması var. Bu
uydusal-emperyal kaosa kapaklanan erki güdümleyen, gizliden açığa din üçlemesi
var. Dinlerin mezhepsel yaralarını kaşıyan, çatışmaları yığınları kapsayan
sezgi ve dizgi dizaynı da artısı. Artı artıktan beslenenlere de yazık…
Bu
‘yazık üçlemesine giriş’ makamına ve üçlemeye düşman çok. Neden çok. Elbette
çok olur. Çünkü ülkenin esenliği için çoktan seçmeli sorular objektif ve eğitsel
değerlendirmeye tabi tutulmazsa vah yazık bağlamlı ağlaşmalar da gün gelir
sıradanlaşır. Delisi dolusu horlanınca da nedensellik ilkesi boşa çıkar. Oysa
yığınla neden sıralanabilir; dünden bugüne neden? ortak akıldan uzaklaşıldı. Üretim
ekonomisi geri bırakıldı. Tarım ve hayvancılık bitirildi. Reel sanayii üvey
evlat. Dışa bağımlılık arttı. Orta sınıf yok edildi. Neden? eğitim sistemi tersine
dönüştürüldü. Askeri okullar kapandı. Üniversiteler kalitesizleştirildi. Neden?
sağlık sistemi özelleştirildi. Üniversite hastaneleri desteklenmedi. Semt ve askeri
hastaneler kapatıldı. Yetişmiş sağlık personeline sahip çıkılmadı. Şehir
hastaneleri doktorsuz kaldı. Neden? Ulusal güvenlik ağı değiştirildi. Savunma
sanayi kuruluşları satıldı. Sınır güvenliği sağlanmadı. Demografik yapının bozulması
pahasına milyonlarca vasıfsız sığınmacı-mülteci ülkeye alındı. Bunlar ülkenin vergileriyle
akıbeti bilinmeyen, hesabı verilemeyen ölçüde yıllarca beslendi. Neden? Bu ülke uyuşturucu
köprüsü. Çok uluslu mafya merkezi. Kara para aklama yeri. Neden? Londra
mahkemeleri yetkili. Neden? tarikatlar ve cemaatler devletten zengin. Neden?
sıra sorgulanamaz kılınan varlık fonuna dayandı. Yazık ki çok yazık…
Peki,
neden? Üçlemeye saldırmak. Ülkeyi tek ses, CHP’yi tık nefes, Fener’i ışımaz
kılmak…
Nedeni
belli; bu üçlemenin her biri başlı başına ‘Cumhuriyet’…
BAŞROLDE
İKİNCİ-ÜÇÜNCÜ CUMHURİYETÇİLER
Bildim
bileli başrolde hep onlar. Onlar ikinci cumhuriyetçiler. Üçüncüler dördüncüler.
Sanki memleketi on yıllardır kinci-dinci iktidarın emrine bunlar vermemiş gibi.
Bu bereketli topraklara karanlığı boca etmemişler gibi rol peşindeler. Üstelik
her dönemde iktidar karşıtı reislerin, politikacıların, hocaların, yazarların,
çizerlerin, her katmandan direnç gösterenlerin gözaltına alınıp, hapse atılıp
susturulmasına ciddi tepki koymuşlar gibi. Ne gezer. Ülke elden giderken üç
maymunu hiç oynamamışlar gibi. Hatta memleketin ortadan ikiye kamplaşmasına
zemin hazırlamamışlar, alnı secdeli namaz kılmalara güvenip toplumun bir
kesimini diğer kesime düşman kılmamışlar gibi. Şimdi tekrar siyaset sahnesine
çıkma kalkışmasındalar. Halkoyunda, asla sütten çıkma ak kaşık olmayanları
yükseltip, karşıtlarını düşürmemişler gibi. Kıyafetine bakıp derviş kılığına
girene, akara bakaracılara, goygoculara gıybetçilere oy devşirmemişler gibi. Yaptıklarından
hiç utanmadan şimdi Baba Ocağı üzerinden başrole göz kırpıyorlar.
CHP,
bu yerden bitme pikme-gurkaların hiçbirinin babalarının partisi değil. Olmadı.
Olmayacak da. Asla bu ocaktan değiller, CHP’li olamazlar. Baba ocağı daveti
onlara değil, olmasınlar da ayrıca. Fırsat bulup yaratıp başrolü kapan bu
yeltek beleşçi, keltek kargocular on yıllarca kimin vagonlarına neler taşıdılar
cümle alem biliyor. Ortamın alaca karanlığında CHP’yi olabildiğine değersizleştirme,
alabildiğine yıpratmaya yeltenişleri de aleni. Onca yolsuzluğa uğursuzluğa
aldırmaksızın CHP’ye haksız eleştirileri de aşikâr. Baktılar ki her hukuk
masklı siyasi saldırı maluma bumerang, bu yolun sonu belli, gidişattan rol
kapabilir miyiz derdine düştüler. Ayrıca olağan-olağanüstü kongre ve
kurultaylar süreci de sıcak. Siyaset sıcak CHP soğukkanlı, ortam müsait geldi
bunlara. Aman gelmesin. Gelmesinler, çünkü bembeyaz boş bir defterdir kalan
ömür, bunlar gelir hemen kirletir. Yani Baba Ocağını bu kez bu ikinci üçüncü, bilmem
kaçıncı cumhuriyetçiler dizayn etmemeli. Etmesin…
Oldu
olası hep başrolde onlar. Bir iki üç, Dördüncü beşinci cumhuriyetçiler. On
yıllar içinde pik yapan açlık sınırı, hız kesmeyen zam zulüm işkence bir yana, kıyıdan
köşeden destekle Ortadoğu ve savaş batağına sürüklenen devlet politikasını
savaşçıl boyuta indirgeyip, iyice yalnızlaştıranlar da bunlar. Al bayrağa
sarılı yiğitlerin yürekleri dağlaması suçuna iştirak edenler de. Şimdi on
yılların tüm suç ve günahı sadece CHP’ninmişçesine veryansın etmemişler gibi cezayı
salt CHP’lilere kesmemişler gibi kalkmışlar. Ne mene bir güruh ki bunlar kıvırmaya
doymak, doğruyu bulmak nedir bilmiyorlar. Arsızca yine yeniden CHP’ye göz
kırpıp, gelecekte başrol kapmaya yelteniyorlar.
Gördüm
göreli hep bunlar başroldeler. Eleştirmek elbette en doğal hak. Fikir hürriyeti
el hak. Ancak satır araları kırmızı çizgilerle ayrılmış, bir kutlu aidiyetin
ürünüdür siyasi eleştiri. Nitelikli yorum, doğru analiz, radikal proje ve
kapsayıcı mesaj içermelidir. Tersine tellenen her eleştiri bilinmeli ki dış
çekim aktarımıdır. Özünde bilimsel doneler, ideolojik tahliller ve çözüm
önerileri barındırmayan, düzeyli ve seçkin bir rotayı kurgulamayan her çıkış özellikle
babadan CHP’lilere hiçbir şey ifade etmez. Etmemeli de. Yeter artık…
Evet,
babadan partili olmakla övünenler asla bu başrol budalalarını, şer odağı şarlatanlarını,
ikinci üçüncü cumhuriyet tellallarını takmamalı. Resmen hadi oradan deme vakti,
‘hadi ordan’…
BABAMDAN
BERİ
evet
babamı bir milletvekili seçimleri öncesinde 4 Mayıs günü kaybettim, 6 Mayıs’ta
ata toprağına defnettim. Babam yılların CHP üyesi olarak vefat etti. Atadan
babadan CHP’li olarak yaşadı ve sonsuzluğa partinin kayıtlı üyesi olarak göçtü.
Yolu izi, yattığı yer ışık olsun, ışıklar yoldaşı olsun. Kongreler öncesi
üyelikler askıya çıkmadan evvel de babamın üyeliğini ilçe sekreterimize
düşürttüm. O artık biz var olduğumuz sürece bir gölge üye olarak ailesinin
gönlünde yaşayacak. Kendisiyle yıllarca birçok konuda ayrı düştük; ta ki babam
babalık dayatmasıyla dayılanmalarımın önüne geçemeyeceğini anladı, ben de baba
olmadan yanlışlarımı düzeltemeyeceğimi gördüm uzlaştık. Böylece kalan
yıllarımızı büyük uyumla tamamladık. Birbirimize hem baba hem kardeş hem yoldaş
hem arkadaş hem oğul olduk…
Legal
aktif siyasetle buluşmam da bu baba oğul uzlaşımızdan sonra gerçekleşti. Ben
SHP’de başlayınca bana ‘yolu doğruladın’ diye takıldı. İlçemizde CHP kurucu
yöneticilerinden biri olduğumda ‘hoş gelmişsin baba ocağına’ dedi bıyık
altından gülerek. Ebediyete göçmeden önceki yerel seçimlerde babam; dedeleri
kardeş ‘amcazadesi’ memlekette partisinden belediye başkanı, bacısının eşi il
genel meclisi üyesi, yeğenlerinden biri de belediye meclisi üyesi olunca
ömrünün son deminde çok sevindi, onurlandı, gururlandı…
Biz
siyasi yolculukta 87’den bugüne aktif rol aldığımız SHP-CHP bütünlüğünde yeri
geldi yıldık, bunaldık, usandık ama o hiç inancını ve iddiasını kaybetmedi.
Sitem etmedi hiç, partisini hep savundu, daima destekledi. Yaşadığı son
kongrede adaylaşamadığımı görünce bile bu konuda hiç yorum yapmadı. Sadece
‘çıkmayan candan ümit kesilmez be canım’ dedi. Ama ben ümidimi kestim artık,
hele o göçüp gittikten sonra hepten kestim. Kıyamadım babam sonrası son kez
başkanlığa aday oldum kazanamadım. O bir CHP’li olarak vefat etti. Üyeliğimizi
gök çatlamaz yer yarılmaz ise yani olağanüstü bir durum, inanılmaz bir mucize
gerçekleşmez ise dondurduk ama sanki CHP’li olarak öleceğiz gibi. Şimdi süreç
içinde gerekli ve uygun gördüğümüz an, bunca karalama ve ortalığı karıştırmalara,
rahatsızlık derecesinde sağdan oy ve kadro devşirilmesine, izlenen
politikaların getirisine götürüsüne eleştiri bir yana radikal tepki koyarız.
Çünkü atadan babadan partiliyiz bu da en doğal hakkımız…”
Ez
cümle parti eleştirilecek ise eğer gerçek CHP’liler eleştirmelidir, dışlanma ne
demek elbette eleştirecek. Bu doğrultuda CHP kendisine yakışanı ve kendisinden
bekleneni mutlaka yapacak. Sınıf temelli siyaset üretecek, gerçek bir sol parti
olacak şeminden şomuna şer üretenleri siyaset mezarlığına gömecek…
EYLÜL
DARBELERİYLE CHP’NE SALDIRMAK…
Aylardan
Eylül. Aylardır şeminden şomuna iflas etmiş devlet havasında, taraflı görünen
ama kanunen, tarafsızlığı görüntüde ama
emir demiri keser babında hukuken, salt mevcut iktidar yararına CHP'ne
saldırılıyor. Resmen partiye çökmek için dış güçler ve yerli işbirlikçiler
eliyle siyasi operasyonlar çekiliyor. En son paşalardan bir paşa Bayrampaşa'ya,
hem de epey Mutlu iken paşacıklar ve tosuncuklar çekemedi böyle istedi diye
şafakta çökülüyor. Topu topalağı belli yerel ve genel, içsel ve yönetsel,
merkez yelpazede CHP'ne direkt abluka devam ediyor. Tomalı hummalı işgal
sürüyor...
Dünyada
tek, başka örneği meçhul bu tek elden iktidar bombardımanı, kendinden olanları
kayıran kıyım ve darbe düzeneği işliyor. Elbette bu çakma imajlı, yüksek
perdeden kalkışmalar ülkenin birinci veya ana muhalefet partisi CHP'ni başta
yıpratır. Diğer yandan rotu çıkmış iktidar erkinin hiç de üzerine vazife
olmayan, mazide kalmış kongre-kurultay üzerinden kayyım darbeleri sonuçta baş
darbeciyi yıpratır. Artık her ne yapılsa da, hele de subliminal yerleştirme
tiplerle parti karıştırılmaya çalışılsa da boş. Beyinlere solun güç kaybettiği,
malumun vazgeçilmez olduğu algısı zor yerleştirilir. Bu darbe de tutmaz.
Onca
yoğun, planlı programlı propagandayla ekonomik açıdan kan kaybediş belki
gizlenir. Ne kadar gizlense de 'satılmayacak özelleştirilecek' safsatasıyla ve
kelepir etiketle satışlar çok yakında. Dip yapmış sağ iktidarın pik hali
birilerince akla böyle perçinleniyor. Anca o kadar. Kanca CHP'ne. Bu
haksızlıklar ve hukuksuzluklar ülkenin sola, güçlü bir CHP’ne gereksinimi
olduğu gerçeğini asla değiştirmez. Aksine somutlar. İşte malum iktidarın
şeminden şomuna şer ittifakı kurması, lafta hukuken yerel yönetimlere çökme
tavrı sırf bu yüzden...
Durduk
yere olmadığı kesin dört koldan, kırk numara kırkayak salvolara ve saldırılara
niçin geçildi ği belli. Burada anlaşılmaz olan hariçten gazel okuyan bir kısım
köşe yazarı, kofti siyaset bilimcileri, konformatik siyaset uzmanları, külahlı
sosyal medya dümbükleri ve mevcut iktidar silahşorları ile ‘hadi oradan'
zübüklerin kinci ve dinci tavrı. Elbet sorulur bunlara size ne CHP’den,
babanızın partisi mi? diye. Değil ki CHP'ne bunları reva görüyorsunuz diye.
Dipçik kalkan değerleme ve dizayn hakkını bizzat kendinizde zannediyorsunuz
diye. Ve ilelebet devam eder isyan, yayılır k1itlesel eylem. Öyle partiye
yarenlikleri katiyen sorgulanamazları gözaltı yapanların, tutuklayıp sorgulama
gafletine düşenlerin hatta partili havasında ahkam kesenlerin yanına kar
kalmaz. Gün gelip yer yarılıp dağları denizleri yutsa da CHP'ne yüz yıldır içte
sakladıkları kini savuranlar unutulmaz. Sözde iyilik babında sinsi öneriler,
önermeler ve yönlendirmeler yapanlar ile iktidarın safına geçenler asla
affedilmez...
Af
bir yana heyelena kapılıp göze sürmelik akılla yol yordam gösterenler, arabik
asilzadelerin vesayetinde toptan kindarlık ve garabet sergileyenler, siyasal
gerilemeyi önceleyenler ile foyası ortaya çıkan umut tacirleri belasını mutlak
bulur. Yalandan butlan çerçevesinde şeminden şomuna şarlayan çepersizlere ‘hadi
ordan’ demek ise CHP’nin ve partili değişim öncülerinin başlıca görevidir…
Aylardan
Eylül. Aylardır şeminden şomuna CHP'ni sarsmak için, içten dıştan ayna
tutanlar, yerelden genele yayılan
darbeyi fırsat bilip alabildiğine pervasızlaşanlar hız jesmiyor. Bu aksiyoner
saldırganlar, sıfır ahlak ve kurmaca din gurkaları sanal âlemde, sosyal medyada
siyasi atmosferi darbelere özel kirletiyor. Her platformda beterin beteri
bilgiçlik taslamalarla, anlık çıkışlarla CHP’ne düşmanlık kusuyor. En baba
CHP’liler tetikte, nakte endeksli nakkaş edasındaki bu politika
pazarlamacılarının hangi ürünü piyasaya süreceklerini bekliyor. Politik
kuşatmayı pürdikkat izliyor. Görülen o ki CHP’ni alabildiğine karalayan
albızlar ve kim olmayan kimler hep başrolde...
Aylardan
Eylül. CHP iktidar alternatifi olduğundan beri, aylardır şekilci şer odakları
sözde ileri demokrasi rüzgârı estiriyor. Ayrıca
şeminden şomuna şorlayanlar, şer ortağı şarlatanlar, sığ ve sağ
despotizme tapanlar, oy avcısı ve halk avcısı politik cambazlar, densiz
demagoglar partiye sızma peşinde. Bu vardiyeli sızlaklara, f-tipi kalkışmalara bulaşan haddini bilmezlere,
kökten nasipli CHP'ler hakkaniyet ölçüsünde had bildirecek ve mutlaka adaleti
öğretecek...
Mutlu
Paşalım aylardan Eylül, aylardır ayan beyan durum bu...
YÜZYILLIK
ÇINAR'A DİRENİŞ ARMAĞANI...
Yüzyıllık
Çınar'ın doğum gününü zehir edenlere, hile ve desiseyle görülmedik işler
çevirenlere, satan konumuna evrilerek çıkış arayanlara yıldönümü armağanıdır
kutlu direniş. Kısır ve kusurlu çabanız boşa gönül avutmak demektir. Yalandan
gürlemeler bazılarına hoş ama topu boş gürültü demektir. Tek seferde sele suya
kapılıp gider gölgesinden korkan efendiler demektir. Mesele direndikçe
Yüzyıllık Çınar'ın ayakta kalacağını bilmektir...
Bunu
bilen mevcut siyasal otorite despotizme kaydığı günden itibaren entrikaları
bol, politik cezalandırma yöntemleri geliştirdi. Bu paralel yönde uzmanlaştı.
Tek kelimeyle tecrit ettiklerini müttefik sayıp, safına çekip, bir süre
mükafatlandırdı. Aslında hissettirmeden süresiz ceza kesti malum siyasal
kurbanlara. Politika kulvarında etki ve saygınlık kaybını göze alan, giderek
itibarsızlaştırılacağını bilen siyasetik
simalar muktedire boyun eğdi birden. Peki neden? Muhalif geçmişini alabildiğine
hiçe sayarak bugünden yarına buruk ve bitik anlar ve kırık anılar bırakan bu
sürgünü kabullenmek niye? Buyruk kimden? Simgeleşmiş siyasal aidiyetten ani
kopuşlar ne uğruna, anlamak zor...
Anlamak
zor ama anlatması kolay. Bu uğursuz
butik savrulmalar ebedi yoksunluktur. Çünkü savrulmasız politik kimlik yurttur, ruhtur, en büyük
varlıktır. Yegane zenginliktir. Buna karşın hiç savunulacak yanı olmayan
yandaşlaşım yoksulluktur. Buna yanlışa düşmek denilemez. Demek ki çok bileşenli
somut bulgulara dayanan ve dayandırılan bir şeyler var. Bir gizem var ki yürek
dayanmıyor. Sanki bir zamanlar yenilen paparalar gün gelir politik malzeme
olarak kullanılır korkusuyla verilen roller hemen kabulleniliyor. Böylece
sürekli ucuz senaryolar güncelleniyor. Sanki çekilen filmin özünde gözünde bir
büyük korku yatıyor. Yoksa ne? Bir gün
boynuz kulağı geçti görüntüsü, bir gün sihir bozuldu bozulur endişesi. Bu sebep
olunan yüzsüzlük ve bozgunun faydası kime? İşte yüz yıllık kavga ve tüm mesele
bu...
Politik
korku, prangasız pragmatizmi kusursuz dinamiği yerle bir eden en güçlü
duygudur. Geçmişi geçmişte bırakan, dönüşü olmayan pratiğin ortacısı olmak
belki de hiç umursanmaz korkuyla başlar. Sonra hipnoz olmuşçasına hiçbir
rasyonel izahı ve izni olmayan tahammülsüz müdahale ve abartılı davranışın
temel parçası olunur. Resmen çapaçul kötülüğün, tekinsiz politikanın
gündelikçisi olmaj zulmü başlatır.
Politik
piramidin hatırı sayılır noktasına tırmanmışların, hiyerarşik kariyerini
güzellikle tamamlamaya yakınken bir anda böyle herşeyi sonlandırması neden?
Resmen kodlanamaz bir korku eseri mi? Yoksa bu denli aşağılanma barındıran,
bağnazlık ve aşırı saçmalık üst üste yaşanmaz. Dört koldan polis tertibatlı
ablukaya umut bağlanmaz. Kitlesel paranoya panayırında paratonerlik havası
atılmaz. Çünkü buruşturulup atılan
partidaşlık, yelkensiz ve dümensiz gemiciğe benzer. Dalga dümen, yelden
dümenden mahrum kaptanın nereye çarpacağı, nerede karaya oturacağı hiç belli
olmaz.
Belli
belirsiz hakkında hüküm verilmiştir çoktan, belki 'yaklaşıyordur olacak olan'
bu korkuyla tarz değiştirilmiş olabilir. Yoksa bir anda böyle bir düzlenmenin
içinde yer almak başka türlü ifade edilemez. Ayrıca adam olana efendi görünene
belli makam tertibi ve tasarımı çerçevesinde korkusuz korkaklık taslamak da
yakışmaz. Bu afra tafra asla affedilmez...
Yakında
görülür, böylesine banal politik yozlaşmaya göz kırpmak, ilahi komedyanın
içinde olmak, ıslahı yok intikama bizzat aracılık etmek nedendir. Asla
affedilemez hatadır bu olayda sanıklık veya tanıklık. Açarı kaçarı yoktur
bilerek yaratılan bunalımın. Sonradan günah çıkarmak ve timsah gözyaşları
dökmek bu kez yetmez. Çünkü kirli akıllar yergiler sıralarken yersiz susmak,
testiyi su yolunda kırmak, komedyanın paryası olmak, bile göre politik yalanda
ısrar etmek köklerinden kopmaktır...
Mevcut
siyasal otoritenin despotizme kaydığı günden beri, politik tarihin tipik
barbarlık ve bildik utanç içeren oyunlarından biri daha tezgahlandı. Bu büyük
itibarsızlaştırma operasyonuna figüranlık hiç bir siyasi figüre yakışmaz.
Gelecekte politik tarihin en karanlık günü olarak anılacağını bilerek bu denli
kötülükte kararlılık anlaşılmaz.
Pazarlanan
politik trajedenin kaypak duruş sergileyeni olmak, istenmez yüzü olmak kimden
korkmaktır. Sanki bizzat kendinden korkmaktır. Korkunun ecele faydası yok
efendi diyenlere inat, gürlerken sele suya karışmaktır. Yazık harcanan onca
emeğe...
Yüzyıllık
koca Çınar'a doğum gününe yakın zehir kusanlara, kendini iktidar hırsına
satanlara, cürümü kadar cismini katıksız gayyum konumuna getirenlere, götürü
akılla koltuk arayanlara, göstermelik yurtsever takılanlara, yıldönümü
armağanıdır kutlu direniş.
Her
yer Taksim, her yer direniş...
DEVLET
DERSİ
Ada'da
kurtuluş günü. Ertesi yeni eğitim ve öğretim döneminin ilk günü. İlk gün ilk
ders, devlet. Özel-tüzel siyasal organizasyon devlet, toplumun özel mülkiyete
dayalı sömürü ilişkileri temelinde sınıflara bölünmesinin kaçınılmaz sonucu.
Derse giriş 'Devlet, toplum üzerinde zor kullanma gücünü elinde tutan,
merkezileşmiş bir siyasal örgütlenmedir.'
Yani
devlet, 'devlet öğretisi gereği bizzat, toplumsal ayrıcalığı, sömürünün
varlığını, kapitalizmin varlığını haklı kılmaya hizmet eder'...
Yine
en ilkelinden en gelişkinine
devlet,
'sınıfsal ayrışmalara dayanan, bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenlik
kurma aracıdır, baskı aygıtıdır'…
Sık
aralıklarla yinelenen yöntem ve yerilen sistem şekliyle devlet, 'bir sınıf
diktatörlüğüdür.'
Geniş
katmanlara dikte edilen biçimiyle devlet, 'bir sınıfın bir başka sınıf üzerinde
egemenliğini sürdürmesinin bir makinesidir.'...
Yani
devlet dikta vasıflı ve diktacı sistematik yapıdır. Otomatiğe bağlanmış 'bir
sınıfa öteki bağımlı sınıfların itaat etmesini sağlayan ve çeşitli biçimleri
olan makinadır.'...
Ada'nın
kurtuluşu 7 Eylül, yeni eğitim ve öğretim döneminin ilk günü 8 Eylül. Yarın 9
Eylül. Günlere özel İlk ders ilk konu devlet. Devlet, 'toplumun sınıflara
bölünmesinin baş gösterdiği yerde ve zamanda, ilkin sömürenlerle sömürülenlerin
olduğu zamanda görülmektedir.'...
Yani
görülen ve gösterilen odur ki devlet, 'insanın insan tarafından sömürülmesinin
ilk ve en ampirik halidir'...
Yine
yeniden ilk ve son öğrenilen, 'devlet, gerçekte toplum dışında kalan bir
aygıttan başka bir şey değildir'...
Peki
ne zaman ortaya çıkar bu devlet aygıtı? Devlet 'salt yönetimle uğraşan özel
insanlar grubu ortaya çıktığı ve yönetmek için başkalarının iradesini kuvvet
yoluyla - özel müfrezeler, ordu, polis, jandarma vb. ve de hapishaneler ile
baskı altına almak için özel bir baskı aygıtına gereksinim duydukları zaman,
ortaya çıkar.'
Yani
iktidarlar sırf kendi egemenliklerini sürdürebilmek ve korumak için, 'geniş bir
halk kesimini, kendi baskıları altında birleştirebilecekleri ve bunları belli
yasalara ve düzenlemelere bağlı kılabilecekleri devlet aygıtına sahip olmak
zorundadır.'...
Yine
doğu despotizminde tek ve gerçek mülkiyet sahibi devlettir. Devlet erki, 'elde
ettiği statüyü ve bu statünün sağladığı gelirleri miras yoluyla devredemez.
Kısacası, elde ettiği haklar yalnızca görev süresiyle sınırlı bir haktır.'
Ayrıca
merkezi otoritenin devamı için, iktidarın şu ya da bu nedenle bölünmemesi,
monolitik kalması gerekir. Bu nedenle, 'despotik doğu devletlerinde, yönetici
sınıf korporasyonu -sivil, askeri bürokrasi ve din bürokrasisi- devşirme
kadrolardan oluşturulur. Buna azami dikkat edilir. Devşirme devlet
görevlilerinin geldikleri sosyal sınıfla bağları tamamen kesilir.'
Hatta
despotik iktidarlar monolitik yapıyı korumaya nefer veya devlet hizmetine memur
seçerken sinsi bir denetim mekanizması oluştururlar. Çünkü tek tip
kuşandırılan, tekelci zihniyetin tutsağı bu piyonerler sayesinde despotik
seferler düzenlemek kolaydır...
Yeni
eğitim ve öğretim döneminin ilk günü ilk dersi devlet. Devlet, 'Devletin
varlığını sürdüreceği anlamında değil, geleceğinin ne olacağı anlamında
kullanılmalıdır.'
Yani
devlet hakkında ilk ve son ders, 'akılcı özgürlüğün gerçekleşmesine uzak bir
devlet, kötü bir devlettir'...
Yine
yüceltilmiş devletin, aşırı güç kullanan kolluk gücü baskısıyla devlet içinde
devlet olduğu ve 'fiili davranışlarıyla toplumla çeliştiğini ortaya koyar. Bu
yönüyle devlet asıl amacı ve misyonundan sapmayı örnekler'...
Kuruluş
ve kurtuluş günlerinde kutlu manifesto’ya giren ilk ve son ders 'devlet
formülasyonu, modern devletin yürütme gücü, burjuvazinin genel işlerini yöneten
bir komiteden başka bir şey değildir'...
Ada
kurgusunda güce gidecek olsa da devlet mekanizması daima siyasal iktidarın
tekelinde tekleyen rota benimser. Yani yeni eğitim öğretim yılı başında ilk
sınıf ilk ders, devlettir.
Yıllar
yılı öğretilen biçimiyle devlet, 'toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal
bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel
varlık, siyasal bir birliktir.'
Yıllar
içinde öğrenilen şekliyle devlet ise, 'sadece bir sınıfın başka bir sınıfı
ezmek için örgütlenmiş iktidar gücüdür'...
EYLÜL,
ADALET, BARIŞ VE ÖLÜM…
Eylül,
en eski alınyazı alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Eylül, altın sarısı
sihirli değişim, kızgın lavlara inat bir serin nefes. Huzurla ölmek gibi
hakeza. Hatta öylesini bir daha görmeye cihan, kuruluş ve kurtuluş Eylül. Asra
bedel adalet ve barışı çağrıştıran yüce akıl ayı. Her Eylül de Karadeniz ve Ege
soldan dalgalanır daima ilk hedef Akdeniz, ileri. İleri...
Talihsizlik,
baş hödüğün bir sabaha karşı şeytan düdüğünü öttürmesi ve Eylül'ü hayattan
koparışı. Sonrası yoğun bulaşı ve kanla yoğurulması kutsal emanetin.
Emanetçilerin payına düşen yaprak misali darbe hediyesi. Dahası darbe
Eylül'ünde koparılan gürültü ve faşist patırtıyla yıllarca loş labirentlerde
yolcusu solcusu, devrimcisi ilericisi, devletçisi demokratı birlikte işkenceden
geçirilmesi. Görmezden gelindi, hak, adalet ve barış simgesi. Kıytırık ressam
kıltoşu, pabuç paşaları, besleme piyoncukları, şerden şerbetten nasiplenen şeri
şürekası güzelim Eylülleri hiç etti. Şimdi gel de sev Eylül’ü…
Kan
donduran kirli ve puslu hava, on yıllarca ampirik akıl ve pespaye entrikalardan
beslendi. Aynı “Aynı şeyin aynı bağlantılar içinde, aynı durumda olması veya
olmaması olanaklı değildir.” imgesi ivmelendirildi. Kıvamında giden hayatın
kodu o malum Eylül ortası değiştirildi. Birindeki barış mantığı ve felsefesi
yıkıldı. Şanlı şerefli şifreler kırıldı. Kırgınlık ve kızgınlık yıllar yılı
güncellendi. Kör karanlığın ve kof gizemin sırça saltanatı kuruldu. Uyku
kovanında umut bitti ve yarım kaldı bir şeyler. Şimdi gel de Eylül’ü sev...
Sevi
zor zanaat. Her adalet ve barış istemi inceden Eylül’de gel hikâyesi. Koftirik
hikâyelere kanılmayınca kurulan soyka faşist tezgâhı. Ardı arkası kesilmeyen,
damla damla akıl yolunu karartan şoklama temsili cabası. Suretlere karışan,
sirenlere boğulmuş Eylül akşamları kaygısı. Yüreklerde eksik yaşanmış mücadele
manyetosu. Çaktıkça çakan, kazanımı sıfır korku. Sonrası maziyi bulandıran
martavallar, sıfırlanan moral değerler, birlik ve düzen bozgunu. Barış yerine
paradoksal emboli. Adalet kökünden gelmeyen bilim yoksunlarının asalete
erişemez, pik ve dip arası bocalama durumları. Şimdi gel de sev veya sevme
Eylül’ü...
Egemen
dünya Eylül meylül takmaz. Barış marış iplemez. Derdi çaresi savaştır. Kıyasıya
özgürlüğü sınırlayan haksızlıklar, işbirlikli baskılar ve hain işgaller
güdümler. Millisi yerlisi kirli paslı günlerde, açık sömürüyü aşkla gündemler.
Tarihe saplanan kitlesel imha planları uzun vadede paranoit tutkuyla peşpeşe
sıralanır. Sır bozulunca tam bağımsızlık sevdası, ölüm kalım savaşına
endekslenir. Eninde sonunda maziye inat maviye uzar barış. Çünkü iç ve dış
düşmanları titreten güneş çığlığıdır Eylül. Parolası "ya istiklal ya
ölüm" şifresi güneşe akının özü, özeti kuruluşun çekirdeğidir. Çekirdek
tohuma durur, tohum filize ve başak
sürgün verir. Küllerinden doğuş, külliyen diriliş ve emperyalizmi Eylül’de
Ege'ye döküş gerçekleşir. Şimdi gel de sevme Eylül’ü...
Eylül,
renkleri çalınmış tablonun deniz rengi, gölgeler tanrısının eşsiz tılsımıdır.
Yer yüzüne aşkla akan yeminli güneş kızartısıdır. İki çift maviye dolan imbat
okşaması ve ana sıcaklığıdır. Yaprak dökümü yaşayan Anadolu için alınyazı
tortusu, izli mermi, izmli varoluştur. Kutsal isyana rahmet okutturan,
kitipiyoz ressam tablosundaki çalınmış renklerin gökkuşağına iadesidir. Değme
virtüözleri kıskandıracak, parçalanmış yürek çöplüğünden güpgüzel mabede
ölümüne yürüyüştür. Şimdi gel de Eylül'ü sevme...
Böyledir
her Eylül başı dil pası harmanı. Her eylül ay kararsa, hava pussa, ölüm
gardiyanları kapıyı çalsa susmak asla. Zaten çekmecelerde birikmiş, mavilaci
mürekkep donatılı yazı koleksiyonları gözünden öper Eylül’ü. Mavi gözlerde
eksilmez yaş, dillerden düşmez söz, yaralı yüreklerde bitmez yas. Aşkın ve
yasın renksiz fotoğrafıdır Eylül. Sokaklara taşan soluk yüzlerin devrim ve
özgürlük haykırışıdır. Şimdi gel de sevme Eylül'ü…
Eylül,
El heykelli Ada'nın eylem gülü. Sönmez deniz şafağı. Kıskanılası adalet, barış
ve ölüm sürgünü. Eylül, özlenen özgürlük ölümüne sevda. Ölmeye gör her Eylül de
yeniden yazılır alınyazıları. Şimdi gel de sevme Eylül’ü...
ÇOK
DEĞERLİ SAYIN BAŞKANLAR...
Çok
değerli sayın başkanlar ve yok değeri saygın üyeler sayesinde siyasette öyle
bir dönem gelir ki, faşizan manevralar sırf kontrolü kontrolde tutma bahanesine
evrilir. Pata küte, piyon ve piyonist akılları genel çaresizlik ele geçirir. Politik
odaklanma sadece siya-trajedi trafiğini yönetme kolluğuna dönüşür. Zaten
zamanla savunulan hakikatler anlamsızlaşır ve anılarda kendilerini haklı
çıkaracak hakaretler arar politikyan hokkabazlar. Çünkü mevcut erke ve reel
siyasete karmapolitan baskı çok açıktır. Son yakındır. Bu nedenle gör de kızma
birader podymuna havadan beş koltuk daha eklenir…
Mutlak butlancı bu ‘beşleme’ çok değerli sayın
başkanlar ve ‘besleme’ yok değeri saygın üyeler sayesinde politikada ulusal us,
partide usçuluk anında tıkandı. Bu beş taş oyunuyla partinin kongre süreci, şimdilik
tarihi kontra yedi. Kayyımiyet resti aracıları, hani kazanan ben, biz değil Parti
olmalıydı, yine olmadı. Perişan akılla perakendecisi olduğunuz yüzyılın bu
politik tahribatı, her tarihi örgütsel pratiği prangalayacak bundan böyle.
Suçlusunuz, suçlanacaksınız daima. Bunun kalemşorlar kodesinde kod