30 Eylül 2025 Salı

ÖYKÜCÜ ÖYKÜ OLURSA

 

ÖYKÜCÜ ÖYKÜ OLURSA

 

Bir öykü kitabında özenle karmapolit öyküler okumak, inanılmaz ama öylesine geçen giden zamanı bile durdurabilir. Hele ki öykücü ve okuru aynı kişi olunca mesele bambaşka merhale. Hatta Sütlü Kahve eşliğinde çıldıran ateş dondurur sıralı öyküleri. Akıl şaşar. Nirvana denizinde eriyen buzdağları ise yakar ciğeri. Göz bakar. Böylece kaale alınabilir ve kolay anlaşılır bir karmapolitan makale yazmak da çok zorlaşır...

Anlaşılan, kısa roman havasında öyküler yazan, mistik rüyalar çelebisi öykücünün yazın seyahati epeyce sürecek. Elbette bu kutlu yolculukta öykücü denen, kutsallığın ayak izlerini takip eder. Kutsallık atfedilen kitabın manasını, mabetlerin tılsımını çözümleyene dek sürer edepli ediplik mücadelesi. Zaten öykücülüğün özü ölümsüzlük suyunu bulmak ve kana kana içmektir. Parodik çalkantılar sarmalına savrulunca akıl, evliya derecesinde sabır göstermek üslup gereğidir. Üstadlık ise evladiyelik anlatı sağanağında mitolojik değerler ve doğaüstü olaylara duyulan hayranlıktır. Zaten peyderpey hayata geçirilmesi gereken günceler çoğaldıkça öykülerle cebelleşmek kolaylaşır. Ancak yine de öykücünün işi zor...

Görünen, devamı gelecek uzun öyküler veya öykülerden kısa roman yazacak öykücünün kitabına mükkem makamda olmada da bir makale yazılabilir. Zor veya kolay ancak yapısal ve yazınsal türevi pek bulunmayan öykülerde, kahramanların çoğunun göç eksenli arayışlarla yaşama tutunmaya çalıştığı bir gerçek. Her birinde klasik öyküler sınıyor öykücü. Dışa dönük minimal ayrıntıların üzerine modernist sıradanlıkla gidiyor. Gidişat sahici ve anlaşılır olmanın ötesinde maksimum ötekileşme içeriyor. İçsel sorgulamalar bu yüzden anlatıların özüne katılıyor. Sanki bilinçaltı öykücülüğü girdabında öykücü işleniyor. Eğer yapbozun parçaları akılcı işçilikle birleştirilirse ortaya çıkacak olan kısa bir hayatım roman. Bu yadırganabilir belki ama kesik umutlu yabancılaşma düşlere rahat vermiyor. Zihne çakılan da hayal ve gerçek arası kasıtsız kesitlerin karması. Yani akılda iz bırakan, bilincin aldığı veya algıladığı büsbütünlük ambiansı. Öykülerin büyüklüğü veya romansının kısalığı değil...

Ulaşılan son değer veya değmez ama dile ve damara dokunan parçalanma kaygısı. Kaygısız abdal öykücüyü kendiyle kavgalı öykülerle buluşturuyor. Öyle ki dünya dışı bağlantılar, olanaksız akışlar ve nesnel sezgiler öykücünün anlık saptamalarını biraz etkisizleştiriyor. Anlamsız tasarımlar sanki uzun öykülerin içinde vasfını kaybediyor. Kısacası öykücü, yalnızlığın yediği vasıflı vasıfsız insanları bitiş noktasına getirip başlangıcı sorguluyor. Bir biçimde kaybedenlere bilinçdışı yolculuklar hazırlayarak sonsuzluğu sorgulatıyor. Yani koşullu gerçekliği düşsel fantezilerle süsleyerek yaşanmazı içselleştiriyor. Hatta öykücü, öykülerin tamamında boşa öykünülen evrenlerde, birilerinin etrafında pervane olan gölgelere zamansal atlayış rotası belirliyor. Belli belirsiz yol tarif ediyor. Yani öykücü, unutulmaz olaylara farkındalık ve farklılık boyutunda olur veriyor. Bu onamayla olay mağdurlarını onurlandırıyor...

Gözlenen, öykücü gözettiği savlarla ve özlediği kavramlarla inatlaşma ve oynaşma içinde. Kimi sezgilerle baştan savar biçimde kaynaşma derdinde. Bu nedenle bilinç akıyor akıyor ve bölük pörçük ilişkiler öykülerle öykücüyü aynı panelde buluşturuyor. Ve öykücü paralel dünyalara yönlendirilen umarsız ve umursamazlara yön kaybettiriyor. Sanki deneyimlenen öyküler bir süre başıboş bırakılıyor. Ancak öyküler, açıktan açığa dizginleme yöntemi uygulanmadığı halde bir anda görsel güzelliğini gizleyen sentezci bir forma giriyor. Öykücü dizim ve dizin sorunu yaşayan bu yaratım sürecine pek müdahil olmuyor. Nirvana çarpıtması yapmayan bir kararlılığa bürünüyor. Ve dağılmış öykülere dalgınlıkla dalmış izlenimi veriyor.

Dahası öykücü, öykücü olmak yerine öykülerin içsel derinliğinin sessiz sesi olmayı yeğliyor. Öykücü bizzat öykünün kendisi oluyor. Bu okurun öykülere odaklanma sorununu artırsa da biçimsel varoluş tam da böyle. Öyküsel doku gerekli gereksiz dokunuşlarla, öykücüyü haklı çıkaran yapıya dönüşüyor. Zaten öykücü, öykülerin vasat roman anlatısıyla yetinmeyip sırf çarpıcı, alaycı ve kalaycı sesleri duyurmak için araya girenlere sırlı ayna tutuyor...

Tutturulan kıvamlı romansal ayrılık, ayrı ayrı öykülerde düğümlenen aynılık ve aykırı öykücünün elinde tam bağımsızlık. Başka ne duyumsatıyor derken öyküler durduk yerde duygusallığa yenilip baştan çıkarıcı havaya evriliyor. Böylece isimsiz bir öykücünün isimli cisimli öykülerine sahip çıkmak okurun mahirliğine kalıyor. Bu metazori sahiplenmeyle birlikte, uzun anlatım ve kontrolsüz tanıtımlarla kırılma ve kopma noktasına gelen izlenmesi zor öykülerde zaman sıfırlanıyor. Anlatısı ve anlatıcısı pek önemsenmeyen bu öykülerde öykücü zamanın erişilmez hızıyla ve herşeyle alay eden erişkinliğe ulaşıyor..

Belki de herdem yazdıklarıyla kınanan karmapolitan öykücü, uzun öykülere serpiştirdiği usturuplu ulamalarla yazınsal yolculuğunu kurtarıyor. Veya karmakarışık ve de altüst edilmiş hayatın üstesinden geliyor. Etik kapışmalar çerçevesinde daima özgürleşme peşinde koştuğunu vurguluyor. Beklentilere koşut boyunduruktan kurtulmanın tatlı bela ögelerini sunuyor. Öyküleri kuşatan manifesto düzeyinde sunular, politik kargaşalardan beslenen kısmet ve kıyamet ufuklu geleneği de sorguluyor. Sanki uzun öykülerin her birinde ileri sürülen soyut ve somut örneklemeler sırf eksen kaymasını önlemek için...

Öykücünün gölgesine sığındığı nirvananın etkisi, eksisi artısı bir yana, öykülerin karmapolitan tavrı  kayda değer. Diğer kayda geçirilmesi gereken hassas durum ise öykücünün bizzat öykü olması...

Peki, öykücü öykü olursa veya öyküler öykücünün inisiyatifinden çıkarsa n'olur? Cevabı öğrenmek ve bilmek için mutlaka herhangi bir öykü kitabından kararında karmapolit öyküler okumak gerekir. Okudukça pek istenir düzeyde olmasa bile bir karmapolitan makale yazmak kolaylaşır...

eylül25

 HAYAT YOLDAŞLIĞI İŞTE

Hayat yolculuğu birebir yaşananlara ve yaşanmayanlara koşut bir sınavdır. Sınavdan bir fazlası, fark edilmeyen özgün bir sınanmadır. Bazen bir fotoğraf karesinde son bulur. Bazen de bir laf dizgesinde can. Çünkü mutlak mutluluğu muhakkak yakalamak içindir, erinmeden her tuşa basmak zahmeti. Niye öyledir izahı yok ama hayatı hangi formda yaşadığına ve yaşayacağına karar veremeyenler, hangi fotoğrafa gireceğine de epey zorlanır. Epik kamera hayatın içine doğru zumlandığında kaçmak veya özüne kapanmak herkesin kendi bileceği iştir. İşin özü tüme varacak düşünceler ve eylemler kıskacında bocalamanın getirdiği bunalımlar belirler üstünlüğü. Öylesine üstünkörü verilen pozlar değil...

Hayatı paylaşmak, pozisyon gereği bir iki porsiyon olsa da öncelikle, yalnızlık endişesini giderme sorunsalı temelinde kurulur. Böylece sevgiye özgü ambians geçmişe ve geleceğe seviye atlatır. Bu çoğu kere büyümek ve büyütmek, sadakat ve güven perspektifli hayat yoldaşlığıdır. Ancak hayat işte duygusal bağ ve durumsal iletişim bozulduğunda korkusuz ve koşulsuz partnerlik de zedelenir. Romantik yakınlık ve empatik narsizm birbirine girer. Öyle ki formal efor da yetmez hayatı renklendirmeye. Salt fotoğrafik yolculuğu kurtarmak için ise nice zahmete değmez...

Hayat yoldaşlığı sadece bir teşekkür ve sade bir tebessümle dahi perçinlenir. Dahası nasıl mutlu eder hak edenleri deha yüklü dil. Hayattaki en büyük armağandır bu. Zaten yolculuk duymak ve görmek, anlamak ve anlaşılmak üzerine kurulu kurgudur. Kurguda kusur varsa eğer önce anlık kopuş gerçekleşir. Sonrası acı gerçeklik, yarenlik zaafı yıllar sonra bile unutulmaz. Haza hatırlanır...

Beklenti çok basittir. İçten içe işleyen bir ses tonu, sisli bir fonda omza uzanan narin dokunuş. Hep aranır. Gittikçe daralan hayat yolu incelikli duruş ve içten davranışlarla güzelleşir. Donuk bakışlarla denize dalmanın, dalıp çıkmanın tadı başkadır elbet. Yaşanan keyif doyasıyadır belki ama yıkık ruhu yine de şefkat onarır. Zaten anılar ve anımsayışlar biriktirildikçe günlük kaçışın ve sönük içe kapanışın argümanları doldurur zamanı. İşin aslı hayattaki silinmez izleri, ezberden maciskürlü sözler değil, kalpten dökülen ezber bozan kelimeler oluşturur. Ve böylece belgesel tadında deneysel arayışlar günceli haddinden fazla yorar.

Hayatın zorluğu yorumu, tam etkisi zoraki unutuş olan parçalanma veya parçalara ayırılmadır. İşin ayırdına varıldığında ise bilindik imgelerle yüzleşilir. Yüzleşmeyle birlikte yüzde yüz adımlar tökezler ve adlar karışır. Hatta hafıza karışır. Bir karış suratla ve süratle, alenen fotoğrafları çekilmiş suretlerin peşine düşülür. Bu düşkünlük sınıfta kalmak ve gözün görmediğine katlanmak edimidir.

Hayat yolunda ediplik ve edep sırf hayatın rengini anlamayı öğütlese de bir tutam tutku ve sonsuz harcanış hayatı renksizleştirir. Ondan sonrası her yarenlik atağı, çiçek solduran otağa gerilim yükler. İlerisi gerisi mutluluk boşalır ama hayata bizzat kendi adına yer açmak zorlaşır. Ve asla kolay olmaz izsiz kayıpların peşini sürmek...

Hayat yoldaşları peşinden taksitten, işten güçten bunaldığında izmsiz sürüklenirler kuramsal eksene. Haliyle düşsel ve düşünsel yakınlık mağdurları olarak çok katmanlı kurguda biçimsel pratiğe bel bağlarlar. Bu bağlamda kırılgan çağrışımlara kulaklar tıkanır. Eğitsel yetişkinlik, kavramsal aktarımları kendine özgü zihinsel temsille sonlandırır. Burada ilişki sorgulayan kimliğe dönüşür  yarenlik ve sondaj başlar...

Keder ustaları bu kısır döngüde, teldolap anahtarı vaktiyle elinde olanları, sade aklı uçuşturanları ve safi bedeni uyuşturanları ve hikayeden önüne duranları keser atar. Kesik kesik bir şeyler yaşanır, boşluğa fısıltılar fırlatılır ama değmez hiçbir şeye. Çünkü değersiz çoğaltım çağın saklı cennetini veya aleni cehennemini kendi kutsar..

Hayat yolculuğu işte yüksek gerilim. Delirim örgüsü yolun başını tutar. Asla öğüt tutmayanların övgüsü ve tesellisi ayni kalsa da terennüm aynı olsa da yalnızlık içten dışa yaralanan yarenleri sarar. Dimağı damarı kasar. Ve kasvet yüklü bulutları bile kahreden her daim yanıldım iması en hızlandırılmış sunu olur. Ve her sunakta duyumsal doygunluk, görsel özgünlük en ücra hücrelere sızar. Epey gecikmiş hayat yoldaşlığı işte budur öyküsüne çok defa mutlu son yazamaz. Yazgı deyip geçmek ise  birdenbire hayatı şansa bırakmak ve silbaştan tek başına yolculuğa koyulmaktır. İşte bu resmen hayat yolculuğunda yoldaşlığı terk ediştir...

Hayat yoldaşlığı işte kimi zaman keder karanlığına gömülür. Kırık kalpler mutluluğa kapanır. Yaşananlar unutulur sanılır ama kesinlikle unutulmaz. Bir türlü yaşanamayanlar ise her yaşta iç burkan ebedi çağrıya zorunlu yöneliştir. Her seferinde silbaştan umuda yönelimin nişanesi ise tek bir tümce; 'aşkolsun, takdimi ilahi bu sistemde boşluk çok, o nedenle illa ki hikayeni sahiplen ve dev hediyenin değerini bil, yokluk çok unutma hiçlik de... '

Heyhat hayat yolculuğu bu kadar işte. Hayat yoldaşlığı buraya kadar işte. Tek mesele hayat yoldaşlığına dair yol haritasını adam akıllı çizmek. Haritasız hayat yolculuğu ise mutlak mutluluğu yakalamak uğruna bir kez daha muhakkak yıkılmak...

 

KONGRELER HAFTASI

Taktik hamlelerle bezeli 'darbe ve kayyım' karşıtı olağanüstü kurultay resmi tarihe geçti. Şimdi gelen, üçleme hattında olağan kongreler haftası. Yani kahır yüklü sosyal hayata bir haftalık halftaym. Siyaset borsasında bocalayan kahir ekseriyete kongreler fultaym...

Keşke bilumum didaktik kongreler,  orantılı zamanlara kaysa ve temsil etme veya temsil edilme yeterliliğini aritmetik kargaşa bozmasaydı. Ancak bunca çalkantılı sosyo-siyasal kaostan çıkışa başka yol-yöntem kalmadı. Başka çare bırakılmadı. Ne yazık ki gece gündüz elde Fener, kıyı köşe aransa bulunmaz, fena niyetle planlansa bu denli tesadüf etmez kongreler haftası yaşanacak. Durum bu haddeye vardı. Verdırıldı. Ancak sırf bir haftalık demokrasi bayramı vasfıyla bakılamaz bu kongrelere..

Kongrelerin tamamında tek bakılması gereken, nazarı dikkat cezbeden konular örgütsel değerleri hiçleyen yok manasına getiren, açıkça örgüte ayıp eden mevkii ve makam gaspları. Yapılması gereken türdeş adaylaşma ve adaylaştırma yöntemlerine ve yönlendirmelere radikal tepki. Desteklenmesi gereken içerden tahakküme tastamam karşı çıkılması. Dışardan despotik dayatmalara üst perdeden direnilmesi. Olması gereken, dilek ve temennilerle kırgınlıkların, yıpratma ve yıpranmaların giderilmesine dönük ortam yaratılması. Gereken savunma hattını satha yaymak için, sil baştan yenilenmeye ve kadrosal değişime dönük umudun artırılması...

Böylesi bir bakış açısı olur veya olmaz ama kongrelerin içi mutlaka, ısrarla doldurulmalı. Çünkü teori zayıfladıkça pratik yerinde sayar. Ayrıca hafta boyu salt adaylaşma ve adaylaştırma olgusuna adam sendeci onay, başka politik buhranları körükler. Ve parti mekaniği, üst yönetim statiği çok zor değişir. Hiç gereksiz zıtlaşanlar, ikizkenar yenilikçiler belki silinir gider. Ancak alışıldık prosedürün işletilmesi yerine kesinkes tüzüksel yelpazede özgürlükçü program genişlemesi şart. Diğer yandan bunu önceleyenler ve önemseyenler çoğaldıkça partiye yeniden dinamizm gelir...

Bir sosyal demokrat partinin temel dayanağı örgütü ve örgütlülüğüdür. Hiyerarşi üye, delege ve yönetici üçgeninde hayat bulur. Bu piramitsel yapının kurmayı ise kongrelerdir. Siyasette birincil hedef yerel ve genel yönetimlerde söz sahibi olabilmektir. Elbette yeri ve zamanı geldiğinde partide her kademeye yönetici olmak isteyenler çıkar ve adaylaşır. Ancak üyelerin ve delegelerin hatta halkın bu sıkı kongreler haftasından umduğu, umudun tepeden tırnağa aynı merkeze bağlanmaması. Çünkü kahir ekseriyetin kongrelerde esen rüzgâra göre rota belirlemesi, partide kör nokta tertibini kolaylaştırır.

Bu siyasal hengâmeden çıkışta izlenecek yol ve yordam elbette değişkendir. Değişmez olan alttan yukarı tüm partililerin sürekli aynaya bakmasıdır. Çünkü herkes kendini yenilerse dolayısıyla parti yenilenir. Yani herkes değişime açık olursa değişim başlar. Diper yandan tüzük prosedür budur deyip kadrosal yenilemeyi öteleme, siyasi yarışlarda statükocu yarışçıları önceleme ülkede esen sol rüzgara yazık etmek olur...

O halde ideolojiden ve programdan asla taviz vermeyen deneyimli birikimli, yetkin ve düzeyli kadroların dümene geçmesi gerekir. Yıllarca sindirilmiş veya kenarda tutulmuş değerlerin yönetsel erke taşınması gerekir. Boşluk ve yokluk bahanesiyle hizipleşenlerin, alternatif çekirdeği ele geçirmesi kesinlikle engellenmelidir. Şantaj ve tehditlerle sağcılaşanların, sol gösterip sağ vuranların her şeyi her yeri ters yüz ettiği asla unutulmamalıdır. O yüzden artık ne olursa olsun diyerek paçayı sıvama, çizmeyi giyme zamanıdır bu kongreler haftası...

Bu kongreler haftasında, sosyal demokrat siyasetin ana siyasal kuruluşunun üyeleri ve delegeleri bir kez daha tarih yazmalı. Çoğulcu katılımcı demokrasi değerlerini gözetenler kazanmalı. Bu tarihi yoldan asla vazgeçmez nitelikli ve tavırlı adalet savunucuları kazandırılmalı. Gücünü halktan alan siyaset paydaşları, sol vuracak ve değişimden yana tavır koyacaklar tarihe yazılmalı. Ve gittikçe daralan çemberde, onurlu duruş gösteren, siyasi görevlerini özel çıkarların önünde tutanlar geleceği belirlemeli. Çünkü geri kalanı, yolda düşeni tarih asla affetmeyecek...

İşte o yüzden bu kez çok önemli kongreler haftası. Tek amaç hain sömürünün ve vahşi sömürgeciliğin önlenmesi olmalı. Yegane amaç tüm insanlığın özgürlüğü, demokrasi ve toplumsal barış beklentisinin yüceltilmesi olmalı. Bunun için her yerde her kongrede gelenek ve yenileşme, değişim ve dönüşüm çerçevesinde yarınları çok güzel eyleyecek siyasal kadrolar tabandan tavana desteklenmeli.

Aksi halde tarih affetmez...

 

CHP KURULTAYSIZ KALMAZ

 

Ağır sosyo-ekonomik koşullarda sol siyasete darbe üstüne darbe. Malum iktidar darmadağın, her salvosu ters tepiyor. Solun ana gemisi CHP’de güdümlü füzelerden kurtulmak için metezori bir kurultay daha. Yarın tek boyutlu olağanüstü. İlçe kongreleri peşine olağan. Muktedir olmayacağı belli hamlelerle, muhalifine çok boyutlu öfke testi uyguluyor. Gözü boyananlar artık ülkeye tek pencereden bakmanın mümkün olmadığını görmüyor…

 

Sanki bu bakar körlük bitirecek şarkıyı.  İki yılda üç kurultay toplayan ve dördüncüsüne hazırlanan CHP, ülkede her şeye hâkim olduğunu zanneden tek adam despotizmini kongreler ve büyük kurultaylar süreciyle zorlayacak ve yıkacak gibi. Bir zamanlar kurultay partisi diye adlandırılarak imajı zedelenen CHP, iktidar dayatması yüzünden gerçekleşen kurultaylarla sık güven tazeliyor. Artık geleceğe ve ülke siyasetine çok boyutlu bakılması gerektiğini vurguluyor. Her birinden birlik ve dirlikle çıkarak halkoyunda imajını pekiştiriyor…

 

Buna karşın devrik iktidar genel ölçekte yığılmış sorunları, reis ölçeğinde yerel transferler ve yersiz tutuklamalarla hafifletmeye çalışıyor. Oysa bu kontra ataklarla ezber bozacak siyasi çözümlerin, çok boyutlu yönetsel mekanizmanın salt CHP’de olduğuna dair kamuoyu belleği oluşturuyor. Bir şekilde yükselen sol siyasi gerçekliği kabullenmiş oluyor. Düz mantık. Yıllar yılı parti içi demokrasi ve demokratik yarış bağlamında, kısır döngüyü aşmak doğrultusunda kurultaylar kurmuş CHP ve CHP’lilerin, kurultaylar sonrası bu totaliter zihniyeti kıracağı aşikâr. Çünkü kaotik ortam kurultayları, siyasi restleşmelerden uzak, lider sultasına ve dar kadro saltanatına dayanmayan bir hava estiriyor. Değişim ve dönüşüm süreci mantığıyla uyuşmazlar ile siyasi ikbal güdenler bir anda buharlaşıyor. Hatta ilçelerden illere, illerden kurultaya tüm delegeler ben merkezci dayatmacılıkla rol kapan, demokrasi havarisi kesilen kongreci siyaset uzmanlarının atraksiyonlarına artık izin vermiyor. Böylece ideolojik kavram yoksulluğu ve siyasi kargaşa zenginliğinin önü kesiliyor. Yani mevcut genel başkanla beraber ilkesel ve bilimsel temellere bağlı ciddi saptamaları olmalı, ideolojik yenilenmeyi tabanla buluşturan bir yapısallığı kuruyor CHP. Kimin sayesinde olduğu besbelli bu kongreler ve kurultaylar dönemini . Yani önce örgütü sonra halkı çözümlerle bütünleştirmelidir. Bu derinlik es geçilirse yerelde genelde yükselmek ve yücelmek yine bir sonraki seçime kalır. Lider sultasında ideoloji bir kenara bırakıldığından, gerçekçi mesajlar ve projeler üretilemez. Bunun yerine millete sevimli geleceklerle devam etmek gibi daha da tutarsızlaşan ve sonu belli olmayan bir siyasal arena yaratılır…

 

 

Parti içi muhalefette geçen uzun yılların birikimiyle söyleyebilirim, belki de ilk kez hem de genel başkanlığa ‘ben de adayım’ diyenlerle birlikte bu açmazdan çıkılabilir. Çünkü genel başkan adaylarına nasıl olur, vah yazık, siyasi hayatı bitti izlenimli acı tebessümlerle bakılmadı. Partide yıllarca özlemle beklenen bir gün yaşandı. Çünkü parti tarihinde dün partili olanların bugün üst yönetici, yarın atamalı belediye başkanı, tam destekli milletvekili olduğu kısır dönemin artık bitirilmesi gerekiyor. Siyasal yaşamda erdemliliğe, yeteneğe ve sarf edilen emeğe göre yükselmenin esas olduğu temel ilkesi yıllarca görmezden gelindi. Tüzük buna hükmettiği halde hüküm birilerinin yetkisi ve yetkesine bağlandı. Suni güç, benzeş görüntü, dar vizyon, ortak vitrin ve sınırlı güçlendirme ile dağıtılan mavi boncuk reisliklerle ve vekilliklerle seçim kazanılamayacağı on küsur yıldır tescillendi. Sanki artık bu takıntıdan çark edilecek. Keşke orantılı temsil etme ve temsil edebilme yeterliliği bu denli bozulmasaydı. Hele de bunca çalkantılı siyasi atmosferde örgütsel değerleri hiç manasına getiren, yok sayan, açıkça örgüte ayıp kaçan mevkii ve makam gasplarına göz yumulmasaydı. Bu tür adaylaşma ve adaylaştırma yöntem ve yönlendirmelerine bugün değişim öngörenler tepki verseydi. Topyekun karşı çıkılsaydı üst perdeden direnilseydi. Olsun varsın şimdi tüm kırgınlıkların, yıpratma ve yıpranmaların giderilmesine dönük bir ortam yaratılacak gibi. Sil baştan yenilenmenin ve kadrosal değişimin olabilirliğine dönük umut bizde arttı. Yıllardan sonra iki değil üç tane genel başkan adayı var. Yıllar yılı daima üçüncü bir çıkış yolu olduğunu dillendiren ve savunan emektar bir partili olarak haklı çıktığımızı görmek de umut ötesi mutluluk…

Olur veya olmaz ama ısrarla oldurulmalı. Çünkü teori zayıfladıkça pratik yöntemler aynı kaldıkça salt adaylaşma ve adaylaştırma olgusuyla politik buhrana çözüm bulunamayacağı açık. Artık gına gelmiş isimler üzerinden ila nihaiye anlaşma mekaniği de tutmaz. Sanki üst yönetim statiği üç aşağı beş yukarı değişir, taban ile gereksiz zıtlaşanlar, ikizkenar yenilenişe açık olmayanlar silinir gider. Partiye yeniden dinamizm gelir. Bunun için beklenti mevcut prosedürün işletilmesi yerine tüzüksel yelpazede özgür düşünce genişlemesini önceleyenlerin artık önemsenmesi olmalı. Parti içi otuz altı yıllık deneyimle biliyorum ki; bir sosyal demokrat partinin temel dayanağı örgütü ve örgütlülüğüdür. Bu hiyerarşi üye, delege ve yönetici üçgeninde hayat bulur. Bu piramitsel buluşmaya temel dayanak, yerel ve genel yönetimlerde söz sahibi olabilmektir. Bu bağlamda yeri ve zamanı geldiğinde partide her kademeye yönetici olmak isteyenler çıkarlar ve adaylaşırlar. Hiç değilse yıllar sonra bu gerçekleşti. Umarım boşa gitmez. Kısa vadeli tutulacak veya uzun vadede tutulamayacak sözler verilip, iş en tepeden aynı merkeze bağlanmaz. İşte bu kez öyle olmayacağını görüyorum…

Esen rüzgâra göre sık sık değiştirilen rotanın partiyi getirdiği kör nokta belli. Yıllarca örgüt gerekliliğine, örgüt emekçilerini önemsemeye ve değerlendirmeye kulak asmadan orada burada belirlenmiş isimler için delegeye vicdanının sesini dinle ve hallet telkini bu kez kabullenilmeyecek gibi. Salt onamak ve onaylamak mercii görülen delegeler, yıllar yılı kimlere neyin kazandırıldığını daha nelerin kaybedileceğini gördü ve iyice hesapladı sanki. Bu siyasal hengâmede yıllardan beri izlenen yol, yordam ve yöntemlerin aynılığı, üç aşağı beş yukarı isimlerin aynılığı alttan yukarı herkese aynaya bakması gerektiğini dayatıyor. Çünkü dayanacak güç kalmadı. Ayrıca yılları çalan bu düz mantık yerine artık üç pencereden de ayrı ayrı bakılacak bir süreç yakalandı. Herkes kendini yenilemeli ve parti yenilenmeli, herkes yenilenişe açık olmalı ve değişim başlamalı. Çünkü sürekli olağanüstü prosedür işleten, tüzüksel yelpazede kadro genişlemesini öteleyen, hep yaklaşan siyasi yarışları önceleyip tabana aykırı adaylaştırmalarla günü kurtaran anlayış dibe vurdu. Bendendir, bizdendir şeklinde kayırmacılıkla, akılcı, sevecen, yapıcı, inatçı ve yürekli kadroların önü kapandıkça başarıya ivmelenme durdu. Eğer eskinin devamı güncellenirse yazık edilir gelecek iki yıl zehir olur. Maalesef ilk seçimde yarıştan yine kopulur ve hedef kitleden bir daha buluşulamaz oranda uzaklaşılır…

O halde Partiyi çok rahat taşıyabilecek, deneyimli birikimli, partinin ideolojisini ve programını bilen ve halka iyi anlatabilecek, yetkin ve düzeyli kadrolar, geçmişten bugüne sindirilmiş kenarda tutulmuş değerler bir an önce partide yönetsel erke taşınmalıdır. Boşluk ve yokluk edebiyatıyla hizipler kurup alternatif çekirdeğin oluşmasına engel olmak nereye güç verildiğini veya verilebileceğini gözden kaçırmaktır. Bu öngörüsüzlükle emektar seslere ve yeni yüzlere dahası lazım bunların olması lazım modasıyla kapılar kapandıkça, daha da sağcılaşılır ve her şey her yer ters yüz olur. Artık ne olursa olsun diyerek paçayı sıvamak çizmeyi giymekle de olmaz. Başarı veya başarısızlık çizelgesinde payı olanlar her kim olursa olsun günü geldiğinde hesabı vermeli, hesap verilmeli diyebilme cesareti gösterilmelidir. Çünkü çağdaş demokratik sol siyasetin, sosyal demokrasinin ana siyasal kuruluşunun emekçileri, üyeleri ve delegeleri bu kez çoğulcu katılımcı demokrasi değerlerini gözeterek hiç şüphem yok tam gerektiği gibi davranacaktır. Adaletin vazgeçmez savunucuları olarak hak ve adalet gözeteceklerdir. Gereğini yapacaklardır…

Bugün nitelikli ve yürekli adaylaşma çıkışı gösterdi ki, bu kez gücünü halktan alan bir siyasi inancın paydaşları, usanmadan yılmadan yıllardır her türlü hezimete karşın, bitmeyen mücadeleye destek verenler sol vuracak, değişimden yana tavır koyacaklar. Bu gittikçe daralan çemberde, siyasal yaşamda görev almayı onurlu bir toplum hizmeti saydıkları, siyasi görevleri özel çıkarların önünde tuttukları için özgürce taraf belirleyeceklerdir. Partili olmayı özel çıkarların önünde tuttukları için özgürce taraf olacaklardır. Onlara, delegelere canı gönülden güvenmek gerek…

Nasıl ki; girilen her seçimin kazanılması için umut saçarak gece gündüz, yağmur çamur demeden, yemeden, içmeden insanüstü gayret gösterenlerden umut kesilmez. Onlar ki, çalmadan çırpmadan, yoksunluk ve yoksulluk içinde güzel yarınların kurulması için çırpınanlar partinin başarısıyla övünen, yapılmayanlar için dövünenler. İşte o yüzden bu kez ciddi ciddi düşünerek genel başkan seçecekler. Bu kez partinin yönetim kadrolarının demokratik solcu, sosyal demokrat, sol, solun solunda kimliklerden oluşmasına aktif tavır koyacaklar ve parti içi bütünleşmeyi gerçekleştireceklerdir. Bu kez sorumluluk bilinciyle, başarılı, bilgili, birikimli, eğitimli, deneyimli, emekçi kadroların yolunun açılmasına izin verecekler. Umuyorum ki verdirmezlerse de verecekler. Verdirmeyeceklere de hadlerini bildirecekler...

Örgüt tabanındaki beklenti besbellidir, tamamıyla budur ve zamanı da gelmiştir. Başka çare yok bu kez doğru yönetecekleri seçecekler. Ayrıca tek amaç var sömürünün ve sömürgeciliğin önlenmesi. Tüm insanlığın özgürlüğü, demokrasi ve toplumsal barış beklentisi. İşte bu yüzden gelenek ve yenileşme, değişim ve dönüşüm çerçevesinde geçmiş ile geleceği bütünleştireceklerdir...

Parti içi seçimlerde örgüt güç ve ivme kazanır. Parti içi yarış parti içi barışı da gerçekleştirir. Yarınları aydınlatacak partiyi güçlendirir.  Bu kez delegasyon kavga ve kaos siyasetine prim tanımayacak. Bu kez çağdaş normlarda bir yaşam düzeyine ve düzenine kavuşabilmenin ve evrensel ilkelere sahip çıkabilmenin gereği önyargılı ve tutucu yaklaşımlara da takılmayacaklar. Bu kez sosyal demokrasiye yakışır ve yaraşır olgunlukta gerçekten özverili hizmet edecek kadroların uzun yıllar sonra bir küçücük fırsat yakalamalarına izin verecekler…

Elbette tüm bunlar üç genel başkan adaylı çoklu yarış olacağı varsayımıyla gelişen öngörü ve beklenti. Resmen olması gereken. Ya tersi olursa tüm emekler boşa gider, enerjiler boşu boşuna harcanır, yetersizlik güncellenir, tabandan tavana en geniş yelpazede küskünlük başlar. Halkoyu bu küskünlüğü fark eder. Sayılı günler çabuk geçer, yerel seçimler partiyi ezer geçer, başka seçimler gelir kapıya dayanır. Birbirinden fark kalmayınca da açılan fark kapanmaz. Ve hep ayni hüzünlü son ile karşılaşılır…

Bugünden itibaren il kongreleri bitene kadar adaylaşma, adaylaştırma, adaylık ve restleşme manevralarını izleyeceğim. Partiyi hepten zayıf düşürmemek için, o zamana dek tarihi süreci sulandırmamak adına tek cümle dahi yazmayacağım. Ama umutlarımı ve cesaretimi koruyacağım. Bu yazı her şeye rağmen umutlarını ve cesaretlerini kaybetmeyenlere ve genel başkan adaylarına ithaftır…

 

 

YAZIK ÜÇLEMESİNE GİRİŞ

 

 

Yazık bu ülkeye, CHP’ye ve Fener’e. Ne yazık ki köşe başları tutulmuş. Üstelik bu üçlemeye reva görülen geçim, kongreler ve seçim üzerinden yasalar ötesi kırbaç otoritesi, kamçı zorbalığı. Her katmandan üst akıl andavallısı, salt safi inat, itaati taahhüt ediyor. Sonuçta ‘Her şey çok güzel olacak’ belki ama bugün atmosfer busbulanık. Güçler denizi dalgalanıyor, ağırdan ağır şartlar doğal ve yaşamsal donanımın hakkından geliyor. Peki, neden? bu ağır yıkımlar. Düşmanlık yaratıldı? Yaratılıyor. Yıllardır bu masum üçlemeye e-tipi/f-tipi sindirme operasyonları çekiliyor. Neden? bu tipitip operasyon çocukları, pudra şekerci veletler, politik karşıtlığın tanrılaşması ve tanrısallaşmasını engellemek için katakulli peşinde. Her adımları külliyen antik felsefenin tepkisel dışa vurumu. Her tabansız hareket, simgesel kavganın ve emperyal paylaşımın can ve mülkiyet üzerinden sınanması. Tümü ters tepip, kayyımla sinirler ivmelenince de ‘böyle istedi tanrının kırbacı’ dürtüsü dümenleniyor. Yazık ki çok yazık…

 

Yegâne-yekpare dert sanki ülkeyi tek ses, CHP’yi tık nefes, Fener’i ışımaz kılmak. Bu belli bir azınlığa enfes gelen yıkımsal ide. Topunu kendi kulvarlarında, gerçekler doğrultusunda irdelemek şart. CHP ve Fener, ayrıntılı işlenmek kaydıyla ileriki günlerde. Ancak ülke açısından kısmi değerleme bile içler acısı. Apaçık görünen, üst insan tavrı takınanların tam donanımlı kolluk ekipmanıyla, yaşadığını sayısız kere yaşayan insanların farklı biçimde motivesini önlemek. Hakkı yenen halkın doğal yönelimlerini ertelemek. Öteden beri ülke halkının yenilenmesi yerine, yenilmesini sağlamak. Tek tuşla, tuşa hazırlamak. Yazık ki ne yazık…

 

İşte bu yüzden ülke belleğinden Atatürk ismi silinmeye çalışılıyor. Devlet kurumları yok ediliyor. Kuruluşları dengeleme ve denetleme mekanizmaları işletilmiyor. Ülkenin temel varlıkları asıl sahiplerine sorulmadan mirasyedi havasıyla satılıyor. Kurum ve kuruluşlardan T.C. tabelası kaldırılıyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesinden vazgeçiliyor. Anayasanın kesin ve kati hükümlerine uyulmuyor. AİHM kararları yok sayılıyor. Astronomik iç ve dış borç yapılıyor. Rezervler ihtiyat akçelerine dek harcanıyor. Yazık, üçten beşe şart olsun ki çok yazık…

 

Üçlemenin sacayakları Ülke, CHP ve Fener’e yapılanlar alenen çıkar beklentisi yüksek, alçaklık ürünü. Resmen etik aymazlık. Sırf kapışma döngüsü kurgulayan bu aykırılara, zehirli zikir ve karşıt fikir üretenlere saygıdan çok yıllar kaybedildi. On yıllarca seçimler yitirildi, şampiyonluklar verildi. Ülke dibe vurdu. Elli yıl geriye düştü. Ülkeyi darboğaza iten içgüdüsel yozlaşının kökeninde, kayıtsız şartsız azınlık kaderciliği, çoğunluk kederciliği var. Kapitalist dünya pratiğine, coğrafyası uyarınca nispeten dinsel teorinin uydurulması var. Bu uydusal-emperyal kaosa kapaklanan erki güdümleyen, gizliden açığa din üçlemesi var. Dinlerin mezhepsel yaralarını kaşıyan, çatışmaları yığınları kapsayan sezgi ve dizgi dizaynı da artısı. Artı artıktan beslenenlere de yazık…

 

Bu ‘yazık üçlemesine giriş’ makamına ve üçlemeye düşman çok. Neden çok. Elbette çok olur. Çünkü ülkenin esenliği için çoktan seçmeli sorular objektif ve eğitsel değerlendirmeye tabi tutulmazsa vah yazık bağlamlı ağlaşmalar da gün gelir sıradanlaşır. Delisi dolusu horlanınca da nedensellik ilkesi boşa çıkar. Oysa yığınla neden sıralanabilir; dünden bugüne neden? ortak akıldan uzaklaşıldı. Üretim ekonomisi geri bırakıldı. Tarım ve hayvancılık bitirildi. Reel sanayii üvey evlat. Dışa bağımlılık arttı. Orta sınıf yok edildi. Neden? eğitim sistemi tersine dönüştürüldü. Askeri okullar kapandı. Üniversiteler kalitesizleştirildi. Neden? sağlık sistemi özelleştirildi. Üniversite hastaneleri desteklenmedi. Semt ve askeri hastaneler kapatıldı. Yetişmiş sağlık personeline sahip çıkılmadı. Şehir hastaneleri doktorsuz kaldı. Neden? Ulusal güvenlik ağı değiştirildi. Savunma sanayi kuruluşları satıldı. Sınır güvenliği sağlanmadı. Demografik yapının bozulması pahasına milyonlarca vasıfsız sığınmacı-mülteci ülkeye alındı. Bunlar ülkenin vergileriyle akıbeti bilinmeyen, hesabı verilemeyen ölçüde yıllarca beslendi. Neden? Bu ülke uyuşturucu köprüsü. Çok uluslu mafya merkezi. Kara para aklama yeri. Neden? Londra mahkemeleri yetkili. Neden? tarikatlar ve cemaatler devletten zengin. Neden? sıra sorgulanamaz kılınan varlık fonuna dayandı. Yazık ki çok yazık…

 

Peki, neden? Üçlemeye saldırmak. Ülkeyi tek ses, CHP’yi tık nefes, Fener’i ışımaz kılmak…

 

Nedeni belli; bu üçlemenin her biri başlı başına ‘Cumhuriyet’…

 

 

 

 

BAŞROLDE İKİNCİ-ÜÇÜNCÜ CUMHURİYETÇİLER

 

Bildim bileli başrolde hep onlar. Onlar ikinci cumhuriyetçiler. Üçüncüler dördüncüler. Sanki memleketi on yıllardır kinci-dinci iktidarın emrine bunlar vermemiş gibi. Bu bereketli topraklara karanlığı boca etmemişler gibi rol peşindeler. Üstelik her dönemde iktidar karşıtı reislerin, politikacıların, hocaların, yazarların, çizerlerin, her katmandan direnç gösterenlerin gözaltına alınıp, hapse atılıp susturulmasına ciddi tepki koymuşlar gibi. Ne gezer. Ülke elden giderken üç maymunu hiç oynamamışlar gibi. Hatta memleketin ortadan ikiye kamplaşmasına zemin hazırlamamışlar, alnı secdeli namaz kılmalara güvenip toplumun bir kesimini diğer kesime düşman kılmamışlar gibi. Şimdi tekrar siyaset sahnesine çıkma kalkışmasındalar. Halkoyunda, asla sütten çıkma ak kaşık olmayanları yükseltip, karşıtlarını düşürmemişler gibi. Kıyafetine bakıp derviş kılığına girene, akara bakaracılara, goygoculara gıybetçilere oy devşirmemişler gibi. Yaptıklarından hiç utanmadan şimdi Baba Ocağı üzerinden başrole göz kırpıyorlar.

 

CHP, bu yerden bitme pikme-gurkaların hiçbirinin babalarının partisi değil. Olmadı. Olmayacak da. Asla bu ocaktan değiller, CHP’li olamazlar. Baba ocağı daveti onlara değil, olmasınlar da ayrıca. Fırsat bulup yaratıp başrolü kapan bu yeltek beleşçi, keltek kargocular on yıllarca kimin vagonlarına neler taşıdılar cümle alem biliyor. Ortamın alaca karanlığında CHP’yi olabildiğine değersizleştirme, alabildiğine yıpratmaya yeltenişleri de aleni. Onca yolsuzluğa uğursuzluğa aldırmaksızın CHP’ye haksız eleştirileri de aşikâr. Baktılar ki her hukuk masklı siyasi saldırı maluma bumerang, bu yolun sonu belli, gidişattan rol kapabilir miyiz derdine düştüler. Ayrıca olağan-olağanüstü kongre ve kurultaylar süreci de sıcak. Siyaset sıcak CHP soğukkanlı, ortam müsait geldi bunlara. Aman gelmesin. Gelmesinler, çünkü bembeyaz boş bir defterdir kalan ömür, bunlar gelir hemen kirletir. Yani Baba Ocağını bu kez bu ikinci üçüncü, bilmem kaçıncı cumhuriyetçiler dizayn etmemeli. Etmesin…

 

Oldu olası hep başrolde onlar. Bir iki üç, Dördüncü beşinci cumhuriyetçiler. On yıllar içinde pik yapan açlık sınırı, hız kesmeyen zam zulüm işkence bir yana, kıyıdan köşeden destekle Ortadoğu ve savaş batağına sürüklenen devlet politikasını savaşçıl boyuta indirgeyip, iyice yalnızlaştıranlar da bunlar. Al bayrağa sarılı yiğitlerin yürekleri dağlaması suçuna iştirak edenler de. Şimdi on yılların tüm suç ve günahı sadece CHP’ninmişçesine veryansın etmemişler gibi cezayı salt CHP’lilere kesmemişler gibi kalkmışlar. Ne mene bir güruh ki bunlar kıvırmaya doymak, doğruyu bulmak nedir bilmiyorlar. Arsızca yine yeniden CHP’ye göz kırpıp, gelecekte başrol kapmaya yelteniyorlar.

 

Gördüm göreli hep bunlar başroldeler. Eleştirmek elbette en doğal hak. Fikir hürriyeti el hak. Ancak satır araları kırmızı çizgilerle ayrılmış, bir kutlu aidiyetin ürünüdür siyasi eleştiri. Nitelikli yorum, doğru analiz, radikal proje ve kapsayıcı mesaj içermelidir. Tersine tellenen her eleştiri bilinmeli ki dış çekim aktarımıdır. Özünde bilimsel doneler, ideolojik tahliller ve çözüm önerileri barındırmayan, düzeyli ve seçkin bir rotayı kurgulamayan her çıkış özellikle babadan CHP’lilere hiçbir şey ifade etmez. Etmemeli de. Yeter artık…

 

Evet, babadan partili olmakla övünenler asla bu başrol budalalarını, şer odağı şarlatanlarını, ikinci üçüncü cumhuriyet tellallarını takmamalı. Resmen hadi oradan deme vakti, ‘hadi ordan’…

 

 

BABAMDAN BERİ

 

evet babamı bir milletvekili seçimleri öncesinde 4 Mayıs günü kaybettim, 6 Mayıs’ta ata toprağına defnettim. Babam yılların CHP üyesi olarak vefat etti. Atadan babadan CHP’li olarak yaşadı ve sonsuzluğa partinin kayıtlı üyesi olarak göçtü. Yolu izi, yattığı yer ışık olsun, ışıklar yoldaşı olsun. Kongreler öncesi üyelikler askıya çıkmadan evvel de babamın üyeliğini ilçe sekreterimize düşürttüm. O artık biz var olduğumuz sürece bir gölge üye olarak ailesinin gönlünde yaşayacak. Kendisiyle yıllarca birçok konuda ayrı düştük; ta ki babam babalık dayatmasıyla dayılanmalarımın önüne geçemeyeceğini anladı, ben de baba olmadan yanlışlarımı düzeltemeyeceğimi gördüm uzlaştık. Böylece kalan yıllarımızı büyük uyumla tamamladık. Birbirimize hem baba hem kardeş hem yoldaş hem arkadaş hem oğul olduk…

Legal aktif siyasetle buluşmam da bu baba oğul uzlaşımızdan sonra gerçekleşti. Ben SHP’de başlayınca bana ‘yolu doğruladın’ diye takıldı. İlçemizde CHP kurucu yöneticilerinden biri olduğumda ‘hoş gelmişsin baba ocağına’ dedi bıyık altından gülerek. Ebediyete göçmeden önceki yerel seçimlerde babam; dedeleri kardeş ‘amcazadesi’ memlekette partisinden belediye başkanı, bacısının eşi il genel meclisi üyesi, yeğenlerinden biri de belediye meclisi üyesi olunca ömrünün son deminde çok sevindi, onurlandı, gururlandı…

Biz siyasi yolculukta 87’den bugüne aktif rol aldığımız SHP-CHP bütünlüğünde yeri geldi yıldık, bunaldık, usandık ama o hiç inancını ve iddiasını kaybetmedi. Sitem etmedi hiç, partisini hep savundu, daima destekledi. Yaşadığı son kongrede adaylaşamadığımı görünce bile bu konuda hiç yorum yapmadı. Sadece ‘çıkmayan candan ümit kesilmez be canım’ dedi. Ama ben ümidimi kestim artık, hele o göçüp gittikten sonra hepten kestim. Kıyamadım babam sonrası son kez başkanlığa aday oldum kazanamadım. O bir CHP’li olarak vefat etti. Üyeliğimizi gök çatlamaz yer yarılmaz ise yani olağanüstü bir durum, inanılmaz bir mucize gerçekleşmez ise dondurduk ama sanki CHP’li olarak öleceğiz gibi. Şimdi süreç içinde gerekli ve uygun gördüğümüz an, bunca karalama ve ortalığı karıştırmalara, rahatsızlık derecesinde sağdan oy ve kadro devşirilmesine, izlenen politikaların getirisine götürüsüne eleştiri bir yana radikal tepki koyarız. Çünkü atadan babadan partiliyiz bu da en doğal hakkımız…”

 

Ez cümle parti eleştirilecek ise eğer gerçek CHP’liler eleştirmelidir, dışlanma ne demek elbette eleştirecek. Bu doğrultuda CHP kendisine yakışanı ve kendisinden bekleneni mutlaka yapacak. Sınıf temelli siyaset üretecek, gerçek bir sol parti olacak şeminden şomuna şer üretenleri siyaset mezarlığına gömecek…

 

EYLÜL DARBELERİYLE CHP’NE SALDIRMAK…

Aylardan Eylül. Aylardır şeminden şomuna iflas etmiş devlet havasında, taraflı görünen ama kanunen,  tarafsızlığı görüntüde ama emir demiri keser babında hukuken, salt mevcut iktidar yararına CHP'ne saldırılıyor. Resmen partiye çökmek için dış güçler ve yerli işbirlikçiler eliyle siyasi operasyonlar çekiliyor. En son paşalardan bir paşa Bayrampaşa'ya, hem de epey Mutlu iken paşacıklar ve tosuncuklar çekemedi böyle istedi diye şafakta çökülüyor. Topu topalağı belli yerel ve genel, içsel ve yönetsel, merkez yelpazede CHP'ne direkt abluka devam ediyor. Tomalı hummalı işgal sürüyor...

Dünyada tek, başka örneği meçhul bu tek elden iktidar bombardımanı, kendinden olanları kayıran kıyım ve darbe düzeneği işliyor. Elbette bu çakma imajlı, yüksek perdeden kalkışmalar ülkenin birinci veya ana muhalefet partisi CHP'ni başta yıpratır. Diğer yandan rotu çıkmış iktidar erkinin hiç de üzerine vazife olmayan, mazide kalmış kongre-kurultay üzerinden kayyım darbeleri sonuçta baş darbeciyi yıpratır. Artık her ne yapılsa da, hele de subliminal yerleştirme tiplerle parti karıştırılmaya çalışılsa da boş. Beyinlere solun güç kaybettiği, malumun vazgeçilmez olduğu algısı zor yerleştirilir. Bu darbe de tutmaz.

Onca yoğun, planlı programlı propagandayla ekonomik açıdan kan kaybediş belki gizlenir. Ne kadar gizlense de 'satılmayacak özelleştirilecek' safsatasıyla ve kelepir etiketle satışlar çok yakında. Dip yapmış sağ iktidarın pik hali birilerince akla böyle perçinleniyor. Anca o kadar. Kanca CHP'ne. Bu haksızlıklar ve hukuksuzluklar ülkenin sola, güçlü bir CHP’ne gereksinimi olduğu gerçeğini asla değiştirmez. Aksine somutlar. İşte malum iktidarın şeminden şomuna şer ittifakı kurması, lafta hukuken yerel yönetimlere çökme tavrı sırf bu yüzden...

Durduk yere olmadığı kesin dört koldan, kırk numara kırkayak salvolara ve saldırılara niçin geçildi ği belli. Burada anlaşılmaz olan hariçten gazel okuyan bir kısım köşe yazarı, kofti siyaset bilimcileri, konformatik siyaset uzmanları, külahlı sosyal medya dümbükleri ve mevcut iktidar silahşorları ile ‘hadi oradan' zübüklerin kinci ve dinci tavrı. Elbet sorulur bunlara size ne CHP’den, babanızın partisi mi? diye. Değil ki CHP'ne bunları reva görüyorsunuz diye. Dipçik kalkan değerleme ve dizayn hakkını bizzat kendinizde zannediyorsunuz diye. Ve ilelebet devam eder isyan, yayılır k1itlesel eylem. Öyle partiye yarenlikleri katiyen sorgulanamazları gözaltı yapanların, tutuklayıp sorgulama gafletine düşenlerin hatta partili havasında ahkam kesenlerin yanına kar kalmaz. Gün gelip yer yarılıp dağları denizleri yutsa da CHP'ne yüz yıldır içte sakladıkları kini savuranlar unutulmaz. Sözde iyilik babında sinsi öneriler, önermeler ve yönlendirmeler yapanlar ile iktidarın safına geçenler asla affedilmez...

Af bir yana heyelena kapılıp göze sürmelik akılla yol yordam gösterenler, arabik asilzadelerin vesayetinde toptan kindarlık ve garabet sergileyenler, siyasal gerilemeyi önceleyenler ile foyası ortaya çıkan umut tacirleri belasını mutlak bulur. Yalandan butlan çerçevesinde şeminden şomuna şarlayan çepersizlere ‘hadi ordan’ demek ise CHP’nin ve partili değişim öncülerinin başlıca görevidir…

Aylardan Eylül. Aylardır şeminden şomuna CHP'ni sarsmak için, içten dıştan ayna tutanlar, yerelden  genele yayılan darbeyi fırsat bilip alabildiğine pervasızlaşanlar hız jesmiyor. Bu aksiyoner saldırganlar, sıfır ahlak ve kurmaca din gurkaları sanal âlemde, sosyal medyada siyasi atmosferi darbelere özel kirletiyor. Her platformda beterin beteri bilgiçlik taslamalarla, anlık çıkışlarla CHP’ne düşmanlık kusuyor. En baba CHP’liler tetikte, nakte endeksli nakkaş edasındaki bu politika pazarlamacılarının hangi ürünü piyasaya süreceklerini bekliyor. Politik kuşatmayı pürdikkat izliyor. Görülen o ki CHP’ni alabildiğine karalayan albızlar ve kim olmayan kimler hep başrolde...

Aylardan Eylül. CHP iktidar alternatifi olduğundan beri, aylardır şekilci şer odakları sözde ileri demokrasi rüzgârı estiriyor. Ayrıca  şeminden şomuna şorlayanlar, şer ortağı şarlatanlar, sığ ve sağ despotizme tapanlar, oy avcısı ve halk avcısı politik cambazlar, densiz demagoglar partiye sızma peşinde. Bu vardiyeli sızlaklara, f-tipi  kalkışmalara bulaşan haddini bilmezlere, kökten nasipli CHP'ler hakkaniyet ölçüsünde had bildirecek ve mutlaka adaleti öğretecek...

Mutlu Paşalım aylardan Eylül, aylardır ayan beyan durum bu...

YÜZYILLIK ÇINAR'A DİRENİŞ ARMAĞANI...

Yüzyıllık Çınar'ın doğum gününü zehir edenlere, hile ve desiseyle görülmedik işler çevirenlere, satan konumuna evrilerek çıkış arayanlara yıldönümü armağanıdır kutlu direniş. Kısır ve kusurlu çabanız boşa gönül avutmak demektir. Yalandan gürlemeler bazılarına hoş ama topu boş gürültü demektir. Tek seferde sele suya kapılıp gider gölgesinden korkan efendiler demektir. Mesele direndikçe Yüzyıllık Çınar'ın ayakta kalacağını bilmektir...

Bunu bilen mevcut siyasal otorite despotizme kaydığı günden itibaren entrikaları bol, politik cezalandırma yöntemleri geliştirdi. Bu paralel yönde uzmanlaştı. Tek kelimeyle tecrit ettiklerini müttefik sayıp, safına çekip, bir süre mükafatlandırdı. Aslında hissettirmeden süresiz ceza kesti malum siyasal kurbanlara. Politika kulvarında etki ve saygınlık kaybını göze alan, giderek itibarsızlaştırılacağını bilen  siyasetik simalar muktedire boyun eğdi birden. Peki neden? Muhalif geçmişini alabildiğine hiçe sayarak bugünden yarına buruk ve bitik anlar ve kırık anılar bırakan bu sürgünü kabullenmek niye? Buyruk kimden? Simgeleşmiş siyasal aidiyetten ani kopuşlar ne uğruna, anlamak zor...

Anlamak zor ama anlatması kolay. Bu uğursuz  butik savrulmalar ebedi yoksunluktur. Çünkü savrulmasız  politik kimlik yurttur, ruhtur, en büyük varlıktır. Yegane zenginliktir. Buna karşın hiç savunulacak yanı olmayan yandaşlaşım yoksulluktur. Buna yanlışa düşmek denilemez. Demek ki çok bileşenli somut bulgulara dayanan ve dayandırılan bir şeyler var. Bir gizem var ki yürek dayanmıyor. Sanki bir zamanlar yenilen paparalar gün gelir politik malzeme olarak kullanılır korkusuyla verilen roller hemen kabulleniliyor. Böylece sürekli ucuz senaryolar güncelleniyor. Sanki çekilen filmin özünde gözünde bir büyük korku yatıyor. Yoksa ne?  Bir gün boynuz kulağı geçti görüntüsü, bir gün sihir bozuldu bozulur endişesi. Bu sebep olunan yüzsüzlük ve bozgunun faydası kime? İşte yüz yıllık kavga ve tüm mesele bu...

Politik korku, prangasız pragmatizmi kusursuz dinamiği yerle bir eden en güçlü duygudur. Geçmişi geçmişte bırakan, dönüşü olmayan pratiğin ortacısı olmak belki de hiç umursanmaz korkuyla başlar. Sonra hipnoz olmuşçasına hiçbir rasyonel izahı ve izni olmayan tahammülsüz müdahale ve abartılı davranışın temel parçası olunur. Resmen çapaçul kötülüğün, tekinsiz politikanın gündelikçisi olmaj zulmü başlatır.

Politik piramidin hatırı sayılır noktasına tırmanmışların, hiyerarşik kariyerini güzellikle tamamlamaya yakınken bir anda böyle herşeyi sonlandırması neden? Resmen kodlanamaz bir korku eseri mi? Yoksa bu denli aşağılanma barındıran, bağnazlık ve aşırı saçmalık üst üste yaşanmaz. Dört koldan polis tertibatlı ablukaya umut bağlanmaz. Kitlesel paranoya panayırında paratonerlik havası atılmaz. Çünkü  buruşturulup atılan partidaşlık, yelkensiz ve dümensiz gemiciğe benzer. Dalga dümen, yelden dümenden mahrum kaptanın nereye çarpacağı, nerede karaya oturacağı hiç belli olmaz.

Belli belirsiz hakkında hüküm verilmiştir çoktan, belki 'yaklaşıyordur olacak olan' bu korkuyla tarz değiştirilmiş olabilir. Yoksa bir anda böyle bir düzlenmenin içinde yer almak başka türlü ifade edilemez. Ayrıca adam olana efendi görünene belli makam tertibi ve tasarımı çerçevesinde korkusuz korkaklık taslamak da yakışmaz. Bu afra tafra asla affedilmez...

Yakında görülür, böylesine banal politik yozlaşmaya göz kırpmak, ilahi komedyanın içinde olmak, ıslahı yok intikama bizzat aracılık etmek nedendir. Asla affedilemez hatadır bu olayda sanıklık veya tanıklık. Açarı kaçarı yoktur bilerek yaratılan bunalımın. Sonradan günah çıkarmak ve timsah gözyaşları dökmek bu kez yetmez. Çünkü kirli akıllar yergiler sıralarken yersiz susmak, testiyi su yolunda kırmak, komedyanın paryası olmak, bile göre politik yalanda ısrar etmek köklerinden kopmaktır...

Mevcut siyasal otoritenin despotizme kaydığı günden beri, politik tarihin tipik barbarlık ve bildik utanç içeren oyunlarından biri daha tezgahlandı. Bu büyük itibarsızlaştırma operasyonuna figüranlık hiç bir siyasi figüre yakışmaz. Gelecekte politik tarihin en karanlık günü olarak anılacağını bilerek bu denli kötülükte kararlılık anlaşılmaz.

Pazarlanan politik trajedenin kaypak duruş sergileyeni olmak, istenmez yüzü olmak kimden korkmaktır. Sanki bizzat kendinden korkmaktır. Korkunun ecele faydası yok efendi diyenlere inat, gürlerken sele suya karışmaktır. Yazık harcanan onca emeğe...

Yüzyıllık koca Çınar'a doğum gününe yakın zehir kusanlara, kendini iktidar hırsına satanlara, cürümü kadar cismini katıksız gayyum konumuna getirenlere, götürü akılla koltuk arayanlara, göstermelik yurtsever takılanlara, yıldönümü armağanıdır kutlu direniş.

Her yer Taksim, her yer direniş...

 

DEVLET DERSİ

Ada'da kurtuluş günü. Ertesi yeni eğitim ve öğretim döneminin ilk günü. İlk gün ilk ders, devlet. Özel-tüzel siyasal organizasyon devlet, toplumun özel mülkiyete dayalı sömürü ilişkileri temelinde sınıflara bölünmesinin kaçınılmaz sonucu. Derse giriş 'Devlet, toplum üzerinde zor kullanma gücünü elinde tutan, merkezileşmiş bir siyasal örgütlenmedir.'

Yani devlet, 'devlet öğretisi gereği bizzat, toplumsal ayrıcalığı, sömürünün varlığını, kapitalizmin varlığını haklı kılmaya hizmet eder'...

Yine en ilkelinden en gelişkinine

devlet, 'sınıfsal ayrışmalara dayanan, bir sınıfın diğer sınıflar üzerinde egemenlik kurma aracıdır, baskı aygıtıdır'…

Sık aralıklarla yinelenen yöntem ve yerilen sistem şekliyle devlet, 'bir sınıf diktatörlüğüdür.'

Geniş katmanlara dikte edilen biçimiyle devlet, 'bir sınıfın bir başka sınıf üzerinde egemenliğini sürdürmesinin bir makinesidir.'...

Yani devlet dikta vasıflı ve diktacı sistematik yapıdır. Otomatiğe bağlanmış 'bir sınıfa öteki bağımlı sınıfların itaat etmesini sağlayan ve çeşitli biçimleri olan makinadır.'...

Ada'nın kurtuluşu 7 Eylül, yeni eğitim ve öğretim döneminin ilk günü 8 Eylül. Yarın 9 Eylül. Günlere özel İlk ders ilk konu devlet. Devlet, 'toplumun sınıflara bölünmesinin baş gösterdiği yerde ve zamanda, ilkin sömürenlerle sömürülenlerin olduğu zamanda görülmektedir.'...

Yani görülen ve gösterilen odur ki devlet, 'insanın insan tarafından sömürülmesinin ilk ve en ampirik halidir'...

Yine yeniden ilk ve son öğrenilen, 'devlet, gerçekte toplum dışında kalan bir aygıttan başka bir şey değildir'...

Peki ne zaman ortaya çıkar bu devlet aygıtı? Devlet 'salt yönetimle uğraşan özel insanlar grubu ortaya çıktığı ve yönetmek için başkalarının iradesini kuvvet yoluyla - özel müfrezeler, ordu, polis, jandarma vb. ve de hapishaneler ile baskı altına almak için özel bir baskı aygıtına gereksinim duydukları zaman, ortaya çıkar.'

Yani iktidarlar sırf kendi egemenliklerini sürdürebilmek ve korumak için, 'geniş bir halk kesimini, kendi baskıları altında birleştirebilecekleri ve bunları belli yasalara ve düzenlemelere bağlı kılabilecekleri devlet aygıtına sahip olmak zorundadır.'...

Yine doğu despotizminde tek ve gerçek mülkiyet sahibi devlettir. Devlet erki, 'elde ettiği statüyü ve bu statünün sağladığı gelirleri miras yoluyla devredemez. Kısacası, elde ettiği haklar yalnızca görev süresiyle sınırlı bir haktır.'

Ayrıca merkezi otoritenin devamı için, iktidarın şu ya da bu nedenle bölünmemesi, monolitik kalması gerekir. Bu nedenle, 'despotik doğu devletlerinde, yönetici sınıf korporasyonu -sivil, askeri bürokrasi ve din bürokrasisi- devşirme kadrolardan oluşturulur. Buna azami dikkat edilir. Devşirme devlet görevlilerinin geldikleri sosyal sınıfla bağları tamamen kesilir.'

Hatta despotik iktidarlar monolitik yapıyı korumaya nefer veya devlet hizmetine memur seçerken sinsi bir denetim mekanizması oluştururlar. Çünkü tek tip kuşandırılan, tekelci zihniyetin tutsağı bu piyonerler sayesinde despotik seferler düzenlemek kolaydır...

Yeni eğitim ve öğretim döneminin ilk günü ilk dersi devlet. Devlet, 'Devletin varlığını sürdüreceği anlamında değil, geleceğinin ne olacağı anlamında kullanılmalıdır.'

Yani devlet hakkında ilk ve son ders, 'akılcı özgürlüğün gerçekleşmesine uzak bir devlet, kötü bir devlettir'...

Yine yüceltilmiş devletin, aşırı güç kullanan kolluk gücü baskısıyla devlet içinde devlet olduğu ve 'fiili davranışlarıyla toplumla çeliştiğini ortaya koyar. Bu yönüyle devlet asıl amacı ve misyonundan sapmayı örnekler'...

Kuruluş ve kurtuluş günlerinde kutlu manifesto’ya giren ilk ve son ders 'devlet formülasyonu, modern devletin yürütme gücü, burjuvazinin genel işlerini yöneten bir komiteden başka bir şey değildir'...

Ada kurgusunda güce gidecek olsa da devlet mekanizması daima siyasal iktidarın tekelinde tekleyen rota benimser. Yani yeni eğitim öğretim yılı başında ilk sınıf ilk ders, devlettir.

Yıllar yılı öğretilen biçimiyle devlet, 'toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık, siyasal bir birliktir.'

Yıllar içinde öğrenilen şekliyle devlet ise, 'sadece bir sınıfın başka bir sınıfı ezmek için örgütlenmiş iktidar gücüdür'...

 

 

 

EYLÜL, ADALET, BARIŞ VE ÖLÜM…

 

Eylül, en eski alınyazı alnı kırıştıran, yürekleri kıpraştıran. Eylül, altın sarısı sihirli değişim, kızgın lavlara inat bir serin nefes. Huzurla ölmek gibi hakeza. Hatta öylesini bir daha görmeye cihan, kuruluş ve kurtuluş Eylül. Asra bedel adalet ve barışı çağrıştıran yüce akıl ayı. Her Eylül de Karadeniz ve Ege soldan dalgalanır daima ilk hedef Akdeniz, ileri. İleri...

Talihsizlik, baş hödüğün bir sabaha karşı şeytan düdüğünü öttürmesi ve Eylül'ü hayattan koparışı. Sonrası yoğun bulaşı ve kanla yoğurulması kutsal emanetin. Emanetçilerin payına düşen yaprak misali darbe hediyesi. Dahası darbe Eylül'ünde koparılan gürültü ve faşist patırtıyla yıllarca loş labirentlerde yolcusu solcusu, devrimcisi ilericisi, devletçisi demokratı birlikte işkenceden geçirilmesi. Görmezden gelindi, hak, adalet ve barış simgesi. Kıytırık ressam kıltoşu, pabuç paşaları, besleme piyoncukları, şerden şerbetten nasiplenen şeri şürekası güzelim Eylülleri hiç etti. Şimdi gel de sev Eylül’ü…

Kan donduran kirli ve puslu hava, on yıllarca ampirik akıl ve pespaye entrikalardan beslendi. Aynı “Aynı şeyin aynı bağlantılar içinde, aynı durumda olması veya olmaması olanaklı değildir.” imgesi ivmelendirildi. Kıvamında giden hayatın kodu o malum Eylül ortası değiştirildi. Birindeki barış mantığı ve felsefesi yıkıldı. Şanlı şerefli şifreler kırıldı. Kırgınlık ve kızgınlık yıllar yılı güncellendi. Kör karanlığın ve kof gizemin sırça saltanatı kuruldu. Uyku kovanında umut bitti ve yarım kaldı bir şeyler. Şimdi gel de Eylül’ü sev...

Sevi zor zanaat. Her adalet ve barış istemi inceden Eylül’de gel hikâyesi. Koftirik hikâyelere kanılmayınca kurulan soyka faşist tezgâhı. Ardı arkası kesilmeyen, damla damla akıl yolunu karartan şoklama temsili cabası. Suretlere karışan, sirenlere boğulmuş Eylül akşamları kaygısı. Yüreklerde eksik yaşanmış mücadele manyetosu. Çaktıkça çakan, kazanımı sıfır korku. Sonrası maziyi bulandıran martavallar, sıfırlanan moral değerler, birlik ve düzen bozgunu. Barış yerine paradoksal emboli. Adalet kökünden gelmeyen bilim yoksunlarının asalete erişemez, pik ve dip arası bocalama durumları. Şimdi gel de sev veya sevme Eylül’ü...

Egemen dünya Eylül meylül takmaz. Barış marış iplemez. Derdi çaresi savaştır. Kıyasıya özgürlüğü sınırlayan haksızlıklar, işbirlikli baskılar ve hain işgaller güdümler. Millisi yerlisi kirli paslı günlerde, açık sömürüyü aşkla gündemler. Tarihe saplanan kitlesel imha planları uzun vadede paranoit tutkuyla peşpeşe sıralanır. Sır bozulunca tam bağımsızlık sevdası, ölüm kalım savaşına endekslenir. Eninde sonunda maziye inat maviye uzar barış. Çünkü iç ve dış düşmanları titreten güneş çığlığıdır Eylül. Parolası "ya istiklal ya ölüm" şifresi güneşe akının özü, özeti kuruluşun çekirdeğidir. Çekirdek tohuma  durur, tohum filize ve başak sürgün verir. Küllerinden doğuş, külliyen diriliş ve emperyalizmi Eylül’de Ege'ye döküş gerçekleşir. Şimdi gel de sevme Eylül’ü...

Eylül, renkleri çalınmış tablonun deniz rengi, gölgeler tanrısının eşsiz tılsımıdır. Yer yüzüne aşkla akan yeminli güneş kızartısıdır. İki çift maviye dolan imbat okşaması ve ana sıcaklığıdır. Yaprak dökümü yaşayan Anadolu için alınyazı tortusu, izli mermi, izmli varoluştur. Kutsal isyana rahmet okutturan, kitipiyoz ressam tablosundaki çalınmış renklerin gökkuşağına iadesidir. Değme virtüözleri kıskandıracak, parçalanmış yürek çöplüğünden güpgüzel mabede ölümüne yürüyüştür. Şimdi gel de Eylül'ü sevme...

Böyledir her Eylül başı dil pası harmanı. Her eylül ay kararsa, hava pussa, ölüm gardiyanları kapıyı çalsa susmak asla. Zaten çekmecelerde birikmiş, mavilaci mürekkep donatılı yazı koleksiyonları gözünden öper Eylül’ü. Mavi gözlerde eksilmez yaş, dillerden düşmez söz, yaralı yüreklerde bitmez yas. Aşkın ve yasın renksiz fotoğrafıdır Eylül. Sokaklara taşan soluk yüzlerin devrim ve özgürlük haykırışıdır. Şimdi gel de sevme Eylül'ü…

Eylül, El heykelli Ada'nın eylem gülü. Sönmez deniz şafağı. Kıskanılası adalet, barış ve ölüm sürgünü. Eylül, özlenen özgürlük ölümüne sevda. Ölmeye gör her Eylül de yeniden yazılır alınyazıları. Şimdi gel de sevme Eylül’ü...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇOK DEĞERLİ SAYIN BAŞKANLAR...

 

 

Çok değerli sayın başkanlar ve yok değeri saygın üyeler sayesinde siyasette öyle bir dönem gelir ki, faşizan manevralar sırf kontrolü kontrolde tutma bahanesine evrilir. Pata küte, piyon ve piyonist akılları genel çaresizlik ele geçirir. Politik odaklanma sadece siya-trajedi trafiğini yönetme kolluğuna dönüşür. Zaten zamanla savunulan hakikatler anlamsızlaşır ve anılarda kendilerini haklı çıkaracak hakaretler arar politikyan hokkabazlar. Çünkü mevcut erke ve reel siyasete karmapolitan baskı çok açıktır. Son yakındır. Bu nedenle gör de kızma birader podymuna havadan beş koltuk daha eklenir…

 

Mutlak butlancı bu ‘beşleme’ çok değerli sayın başkanlar ve ‘besleme’ yok değeri saygın üyeler sayesinde politikada ulusal us, partide usçuluk anında tıkandı. Bu beş taş oyunuyla partinin kongre süreci, şimdilik tarihi kontra yedi. Kayyımiyet resti aracıları, hani kazanan ben, biz değil Parti olmalıydı, yine olmadı. Perişan akılla perakendecisi olduğunuz yüzyılın bu politik tahribatı, her tarihi örgütsel pratiği prangalayacak bundan böyle. Suçlusunuz, suçlanacaksınız daima. Bunun kalemşorlar kodesinde kod

ağustos25

 

ÇERÇÖP OYUNU MASKARALIĞI

 

Beklemek lazım mı biraz? evet ama gönül ferman dinlemiyor. Ferhane kapı kulluğu kurgudur, kurak söylentidir umusu aklı kurcalasa da sanki nihai karar baştan verili. Dünü olmayanların yarın da dünyayı salt elde tutmaya dönük, ele geçirilen dünyalığı kaybetmeme uğruna ahiretini yakma korkaklığı baş köşe. Belki de tek cesaretli yandaşlık bu. Yine de korkuyla karışık politik manevralara boyun eğiş varsa büyük muamma. Yıllardır her işi devlet eliyle dahi beceremeyenlerin, yönetmek işini yüzüne gözüne bulaştıranların kampına dizüstü kapaklanma yoksa bile nihai sonuç değişmez. Karşı kampın kampanası bozuklarıyla anlık göz teması varsa eğer kutsal anlaşma bozulur. Bu resmen bir siyasi çöküşü kutsayan, kutu gibi bir yerde sahnelenen bir çerçöp oyunudur der geçilir ve özelden genele çok beklemeye gelmez…

 

Bekleyen derviş modunda davranışta konstrast etkisi yaratmak sadece bitik düzenin değişmeyeceği bildirimi sunar ve birilerine imaj tazeler. Hatta bu dayatma tarafgirlik yansıması, tek tip irade tarafından tipik tabansızlaştırma operasyonları ile güncellenir. Malum erk, fark ve ferk yaratma dehasıyla dolar tanrısına tapanları bulur, buluşturur ve buharlaştırır. Böylece güllük gülistanlık masalını devam ettirenlerin sonu gelmez. Sondan bir evvel paradoksal polimlerle, para düdük maskaralığına geçilir. Artık politik arenada düdüğü kim çalarsa...

 

Ne yazık ki gereksiz abartılan politik karakterler, abartılı kariyer peşine düştükçe abası da değişir babası da. Çaldığı düdük te. Tarih bunları sırasıyla kayda geçer. Kim nereye geçer niye geçer meçhuldür ama politika sahnesi bu ve benzer aksiyoner oyunlara daima açıktır. Bu bir nevi kendinden geçme sessizliği ve içine göçme ünsüzlüğüdür. Fırıldakizmin daniskası çakma izdivaca çakılan topuk selamıdır. Selamlı veya selamsız ekonomik, sosyal ve siyasal çöküşün aktüelitesi egemenlerce daima kullanılır. Melamete hiç gerek yok. Pis pasak çarka karşı baskın unsurlar, bağdaşma baskısıyla toptan melanete bağlanır. İç edilirler. Hiç edilirler. Zaten anlık duruş bozukluğu varsa, üstelik ara bozulursa duruşmalara çekilme korkusu ortak değerlerden kopuşu hızlandırır. Hız kesemeyenler duvara toslamamak için malum iktidara piyonlaşma pikine sarılırlar.

 

İz sürülür, süreç hızlandırılır. Çünkü kadrosal açıdan politik duruşun esnemesi veya eksen kayması kast ne olursa olsun rol kapma yarışıdır. Varı yoğu, kayı kaynağı belli kusurlu iradeden kuvvet devşirme kurnazlığıdır. Ancak perspektifi bu denli bozuk düzeneğe düşmek, düzmece bahanelerle, basmakalıp fikirlerle, düşünsel ezbercilikle güçlenme gayretidir. Böyle paten parlatılamayacağı diğer kadro devşirmeleriyle malumdur. Pat diye kullanılma ve palete saflandırma locasında nice pateni kırıklar vardır. Oturdukları yerden vayvodaya selam çakarlar.  Asıl çakılması gereken durum gereksizlerle uğraşmak yerine açık gizli raporlarla sabit düşmanlaşma benzerliği veya benzer düşman yaratma gayretinin açığa çıkarılmasıdır. Aksi halde ikbal halifeliği dağıtanların çeyrek asırlık adam formatlaması devam eder. Kullanımcılık özlemi sürer.

 

Sürmanşetten verilmeye layık olmayanların, gözde gereksiz büyütülenlerin, sözde dayanaksız büyük kopuşlarla paraya ve gösterişe teslimiyeti yeni olay değil. Oyunun sonunda paçavra pazarında tefe tüfe tekerlemesiyle tekerlendikleri çukur çok konuşulur. Anlaşılır olan husus tekçe korkuya direnemez beyin. Diller lal olur, eller çolak. Bazen beli doğrultmak zorlaşır. Bal günler biter korkulan kal günleri başlar. Korkulan her neyse beyni kemirir durur. Bu yüzden resmen kayba atılır adımlar. Adam sende diyen adam müsveddelerine de bulaşır korku. Ve adı geçenler geçmeyenler, bir bakmışsın korkudan sığlığı seçerler. Köprüden geçerler. Ayıp mı? yok ayıp. Kayıp mı? hayır, deli gönül ihanet dinlemez.

 

Yine yeniden bin yılların yerleşik kurgusu, çer çöp oyunu ve politik maskaralıkla yerle yeksan. Vaziyet illetlik maraza. Topuğu kabasına vuranlara su küre, gökyüzü, magma klasmanı klasik potpori. Oyun bitti, pot kırıldı, post değişildi ve dost kırıldı diye düşünmeyenlere hiç değmez…

 

 

 

 

 

 

 

YÜK ÇOK YÜKSÜNMEK YOK

Son günlerde sorumluluk ve sorumsuzluk serkeşliğini temiz ve pak yığınlara kutsal kaselerde sunma becerisi siyaseten revaçta. Bu öyle bir ikilem ki Kızıldeniz'i bile ikiye yarar. Sonra eskide kalmış teyp kasetleri ayıp kayıp ne varsa bir bir sayıp döker. Ve yük çok yüksünmek yok ama nefesler yutulur, akıl tutulur...

El heykelli Ada serinliğinde sergilenen poli-karikatürlerde devrik kral ile ecesi çırçıplak kafeslenir. Mesaj, insanlık onurunu küçülten rezillik seviyesinde layık olduğunla yönetilirsin seçkisidir. Bu aynen unutulmaz paralel sıradanlık samimiyetsizliğidir. Oysa ki sırayla değil sırlarıyla gömülür paryalar. Çünkü para-politik hesapsızlık bariz bellidir. Şimdi dilin kemiği yok deyip topunu hedef tahtasına koymak var ama en iyisi dilin altındakilerini susturmak...

Su katılmamış saflıkla her dem taze kalanlar kısıtlı kısıklı tepelerde bayatlarken, omuza kelepir satış hikayeleri biner. Hele sırttan vurulmak gündemi ilanihaye işgal edince, tersine değişimin tescili çok baş ağrıtır. Ortak havuz delinir, yaltak havuç delirir. Allem kallem edilir kalemler bükülür. Çaresiz, akıllar büzüşür. Usulsüz fesatlık, bedelsiz bedevilik, bedava hürmet, dosta feyk atma fevkine bağlanır. Zaten iktidar gücü, birlik ve dayanışma duygusunu yedikçe yaren sayılanlar daha da despotlaşır. Tertip tektip ve trampa tarihidir, tehlikeyi yakınında görenler, asıl gücü var eden evlatları bile olsa yok eder. Eğer ucu çöküş, reçetesizlik yakın görüş ise omuzdaki yükler bir bir atılır.

Hatta layık olduğu evladını bile dürüst yaşamaktan, yaşatmaktan alıkoyan bu para fışkırdaklığı tüm inanç değerlerini zedeler. Fırıldak dolar şövalyeleri, hiçbir şey olmamış gibi yaşamayı kurgular. Kurban bellidir, her şey çok güzel olacak beklentisiyle evlatlarına tek mirası dürüstlük olanlar. Onlar tutukluluk haliyle dışlanır. Umutlanmak tek kusur ve büyük suçtur. Mondrostan beri böyledir mandacılık. Kaçabilen kaçar, kaçamayan mevcuda montajlanır...

Omuzda yük çoğaldıkça, yüksünmeden yükünü boşaltanlar evlatlarına karaktersizlik ve utanç umursamazlığını miras bırakır. Evlatlar içlenmeden içselleştiri havasını, ebeveynlerine bakarak örnek alır. Markaj montaj deyip geçilen tapelerde tahrif edilen ahlak, ödünç öğütlerle harmanlanır. Hayat harala gürele ruhsal tahribat, bildik tertibat ve zorbalıkla işlenir. Ancak kara lekelerle büyümüş mirasın saygıdeğer yüzleri, aslında yüzsüzdür. Tarih şimdilik, tahrif edilirim diye susar. Yarın belli olmaz...

Bugün vaktiyle takibe uğramış aktarımlar, haktandır kovuşturmasına tabi tutulunca omuzdaki yük belki hafifler. Zaten kindarlığın, dindarlığın, utanmazlığın ve umursamazlığın kol gezdiği diyarda korku kendi imparatorluğunu kurar. Sıfırı tüketen bu atmosfere Tanrı bile

bulaşmaz. İşe karışmaz. Haliyle sessiz isyanın sesi olmak en başta sıfırlanmaktır. Artık nasıl bir bataklıksa bu insan evlatlarını sınar, insanı evlatlarıyla sınar. Bu emperyal mekanizma resmen çalıntıdır ve  sicili kayıptır. Kendini dardan sakınmazlara ölümcül yüktür. Yüksünmek yok ama susmak en iyisi...

Suskunlar sahnesinde saf kulların payına düşen her zaman zifir karanlık. Bu mukadderat görüldükçe de her şey fasarya her eylem angarya. Para-faşizm parapolitik moda. Evlatları alay edilen karakterlere dönüştüren, mirası omuza yük olan bu modayı mottalaştıranlara ne dense yeri. Omza yük densizliğinin, denk muhatapları muamma değil ama yük çok. Kısır döngüyü yüksünmeden muammaya bağlamak ondan...

 

LAF EFESİ BORSASI

Son aylarda laf ebesi borsası pik yapınca, sonuna ayıkan laf efesi borsası dibe çakıldı. Lafazanlar girdaba yakalandı ve kopuldu bilinen doğrulardan, etik değerlerden. Ne yazık ki uysal kedi ak kaplana dönüştü veya öte beri lafta efelenen al kaplan uysal pisiye. Polipiramitte fellik fellik efelik aransa bulunmaz artık. Çünkü paçaya bulaştı bir kere pisi pisine ihanet ve asla kabullenilmez derecede polipislik. Bu topuk çatlağı, çarpık çurpuk yanlar da barındırır muhakkak. Her şey bir yana çok bilinmeyenli bu denklemde sonuç kafadan yanlış. Transformat öyle yanlış ki toptan yanlış...

Laf efesi topukları kırma, laf ebesi gerdan kırma pahasına topukladıysa ardına bakmadan korku eşiği farklılığındandır. Eğer öyle ise tefe tüfe oranlaması bir tık kabul edilebilir. Ancak laf duvarına ez cümle asılır, zaten sonuçta egemen sermayenin dediği olur. Oldu da...

Sanki darağacında asılacakmış gibi laf ebeleri, laf efeleri ak topuk vahasında düz kontak yaptı. Bu hep kör mantık kazanır denkliği. Kendilerini lafta  yırttı zanneden zenneler ve merdaneler daima bilgisayarlarına virüslü word dosyası yüklenme ve suçlanma endişesi taşır. Bir süreliğine defedilen lafta delil komplosu zamanla her dilden her telden sırttan sırnaşır. Lafta ıslak imzalı kontratlar, kontratak tarzı kompakt yayılma için raflanır. Raftan indirilen polisiye tarzı bertaraf edilmeler, tek elden yerli ve milli planlanır...

Laf ebesi laf efesi tayfa lafta  komplimanlarla bozuk sistemi tamir, malum zararı minimalize ettim zannıyla kendini kandırır. Ama zanlı olma hali baki kalır. Zaaf borsası ile af borsası bildik doğrular doğrultusunda gün olur çöker. Kırık jantlı Jandark havası ise kör karanlıkta canavarlaşır. Vantuzcu vampir vamplar ve işbilir egemenler, işbirlikçi iktidar yasalarıyla cana ve mala çöker. Kırık topuk çözülmesi ve el etek mahkumiyeti ise efeliğin anını şanını iki paralık eder...

Derler ki laf ebeleri laf efeleri borsasında borusu tıkananlar, düdüğü ötmeyenler için korkmak ve açlık görecelidir. Bu yüzden makul karşılanan, aşk mahsülü sayılan silahsız işgal ve  ilahlı sömürü sürer. Çok uluslu sermaye dehşet saçar. Saçmalık sınır tanımayan, tandem dayatılan koftiden ebelenmeye efelenmemektir. Çünkü eften püften püskürtüyle herşey anında el değiştirir. Tıpkı rejim İdaresi kolcularına devredilmiş günler gibi günler, gelecekte bir gün gelecek.  Kayıp hissiyle, yüreği kanayan safi efeler değişmeyecek. Evet başka polis veya polisler de var, laf ebeliği laf efeliği borsasında işlem sırasını bekleyen...

Godotu beklerken ebelik efelik borsasında pinekleyen patentsizler pat diye projelendirilir. Çember dışına itilecek ve sindirilecek lafazanları küresel çark hemen kısırlaştırır. Başta rejim İdaresi, çok uluslu tekeller ve kan emici firmalar yararına yüz yıllık kazanınlar gözden çıkarılır. Çakma işbirlikçiler ilk çıkarma günü efe tüfe derken gümrük oranları ile oynar. Laf efesi dalavereciler kapalı devreye konur ve servetler kazanılır...

Bu katmerli kazıklanma ve  kızağa çekilme poli-panayırında laf ebeleri ve laf efeleri trajikomik bahanelerle çaptan düşer. Borsa işlerken belki küpleri dolar ama kontrol dışı kalanlar kaçanların hakkından gelir.

Son yıllarda laf ebesi ve laf efesi borsasındaki kapışma astronomik bedellere patladı. Yangın sönmez.

Uygulanabilir soygun sisteminin son yolcuları karın üstü çivilendi denize. Kapıgiller diğerlerine nazaran dibe gömüldü...

 

FINDIK KABUĞUNDAN GEMİLER BATAR...

Orada, bir köy var uzakta. Ak suları Karadeniz’le buluşan. Ağları alabalık. Başı dumanlı. Bahçeleri ıslak. Geliri fındık. Gemileri fındıktan...

Dünyanın en vahşi en karanlık denizi Karadeniz. Ezelden ebede zindana  müebbet. Kıyıları gerçek öyküler diyarı. Her kara yelde asırlık fısıltıların buharı ıtır ıtır. Düşleri inanılmaz. Arzuları dayanılmaz. Mevsim hasat. Özlenen, sadece güneşli bir avuç gökyüzü.

Ortalık güllük gülistan iken; Önce gökyüzünde siyah bir nokta. Sonra griden karaya bulutlar. Sis çöküntüsü. Ve kötü hava koşulları. Bardaktan boşanırcasına hüzün.

Orada hala tek kanaldan akşam ajanslarına, ajansın hava raporlarına gönül bağlanır. Diğerlerine es. Pürdikkat; 'Yapılan son değerlendirmelere göre yağmur geliyor. Kuzeydoğu parçalı ve çok bulutlu. Orta ve batı kesimlerden yağışlı hava dalgası yayılıyor. Karadeniz hırçın dalgalı. Yağış Marmara’nın doğusu ve doğu Karadeniz’in batısında en etkili biçimde hissedilecek...' izlenir. Histori bu...

Bildik bilindik konu; Karadeniz fırtınalar koparan aykırı bir karakter. Keskin sırlarla söyleşen muazzam bir usta. Koca evrende bir tek orada muayyen yoğun yağmur, inatçı kara dalgalar ve azgın hava şartları olaya hakimdir.

Yolculuklar engine. Fındık kabuğundan gemilerle. Gemi azıya alan gemiler de fırtınaya yakalanır. Umutlar da, fındık kabuğundan gemiler de dün olur alabora. Batar...

Daima öyle; Hava kapkara ve karmakarışık ve de pusarık…

Orada her zaman güneş duasına çıkmak gerekir günleridir yaşanan. Günü gelir güneş hepten gölgelenir. Çotanaklar yaş, taneler kurutulamaz. Çamaşırlar askıda nemli. Vaziyete göre iki bin iki yüze hicret. Davaya göre sahile. Kıyı boyu kabuk içi kıvam. Avamda taşra aklıyla uğursuzluğu, arsızlığı defetmeye dönük seferberlik. Ayrıksı konfor. Korakor gurbetçilik.

Havasız akvaryumlarda balık tarzı. Yaza yabancılaşmadır akla takılan. Kaçamak ezgisi. Harman sonu mola hevesi. Rızıkla açlık terbiyesi. Gelecek bir fındık tanesi. Fındık kabuğundan gemilerde mürettebat çağ ötesi kavimler. Kavlince mana... 

Hep hayat meşgalesi. Ilımlı isyan meşalesi. Harap yakarışlı cesaret. Teoride karşıtlığın yeni yetme hali esaret. Yalı boyu pratiğin ince gülü soluk. Bedeli bedavaya çene. Ederi topunu ret.

Orada, gök kubbede eşsiz seda, eksik nida. Saltanatın sarkacı vurdukça buhran. Kader çıkmazı. Ata barı, ata evi. Özlem. Özveri pazarı. Emek, doğa ve doğal kaynak talanı. Tanıklık ettikçe gözyaşı. Gökten yere tenkit. Yerden göğe ağıt.

Her şey minnacık bir kara noktadan. Bolca. Delice. İhtişam, atomlarına ayrıldıkça sömürü...

Tanrısal güzellikler diyarında üç boyutlu akıl. Beyin kurcalanması. Rakımı yüksek sızlanmalar. Rekoltesi yüksek fındık pınarı. Bilinçaltında sonsuz yolculuk. Sabahsız, selamsız, duasız kaygan yollar. Bulanık gözeler. Çamlı mezarlık. Mermer taşta, Ustanın oğlu. Ümit kırılması, umut kargaşası. Kıyasıya sahiplenme. Ve serkeş tapınma.

Öte yandan bando mızıka fakirlik. Öfkeli kelimeler harmanında ebem kuşağı. Cümleten kuşatılmışlık. Paslı çark. Çarka direnmeyenin çarkına felek. Keşfe kaşif emri yarım yamalak...

Orada kuzeyde yenilgidir hayat. Doğuştan ölüme iyi niyet. Diklenişin son perdesi iyimserliğin dibi. Dört mevsim elli yıl aynı nakarat. Yazı, yazgı. Tayın faslında müsamere.

Orada hayat, tolerans, türbülans, girdap. Girmeye gör. Kopar kıyamet, akar toprak. Sadece köy kalır. Güneş el değirmeninde un ufak.

Ve fındık kabuğundan gemiler anında batar...

 

Sİ..

 

On yıllardır böyle...

Övünülen sistem yürek paralayıcı, pazar ayarlayıcı bir panayır. Tüm rezervleri tüketecek denli gevşek, adaletsiz ve trajik sona son sürat. Tapınılan toptan kaybedişe hazırlıksız manzara...

İtirafı zor bir hayal kırıklığı içinde siyaset. Ana malzemesi de. Yine de acı gerçekleri hiç hesaba katmadan çeker, çekimser havada devam. Oysa asla unutulmayacak uzun bir dönem, bu kontrolden çıkmışlık...

O yüzden yarımada ıssız...

O yüzden yarımada tam bir cehennem...

O yüzden yüzsüzlük tabandan tavana, dipten pike ivmelenmekte...

Siyasetin Si bemol günleri,  Si bemol major günleri...

Ancak özellikle iktidara yakın siyaset ve siyasetçilerinin bastırdığı si diyez. Ne diyersek o cakalanması...

Diyecek o ki; Siyasette kontrolü kontrolde tutma çabası da, kontrolden çıkmış durumda. Yani si bemol, si diyez maraza sesler. Ve resmen kontrolsüzlüğü işliyor. Tüm sesler arızalı sesler kıvamında. Yani si bemol Adam ol çağrısı yaparken, si diyez diyeceklerim var vurgusuyla müzikali ayakta tutma eğiliminde. Ayrıca siyasetin müzikal aralığı da kromatik semi tonda...

Siyasetten semirenler, dramatik ve trajik gidişata akıllarını kilitlerken, siyaseten sömürülenler yardım konvoyu gözlemekte...

O yüzden yarımadada trafik karışık...

O yüzden yarımadada cehennemvari bir yaşam söz konusu...

O yüzden yüzsüzlük koronavirüsden beter bulaşıcı...

Siyaset öyle bir dönem gelir ki, kendinden neslinden vazgeçer. Yani kontrolü kontrolde tutma çabası da, kontrolden çıkışı engelleyemez. Engelleyemeyince oto kontrolden de kopulur. Kontrol tamamıyla kontrol dışıları tekelinde tutanların eline geçer...

Böylece asla akılla bağdaşmayan günler gelir kapıya dayanır. Siyasetik diplomatik notalar müzikalin ahengi de kaybettirir. Müzikalite değerini de düşürür. Yanlış notalara basılarak ruhlara mıhlanmak istenenler her neyse, diyatonik uyumu da etkiler. Ve tam gaz, yerelden genele gam basar...

Si bemol benzeri, si diyez örneği silkelenen siyaset, sağlaklarca sol anahtarına aralıklı dizilir. Ve belli zaman sonra belli kurallar çerçevesinde sibemol-sidiyez porteden kaldırılır...

Zaten siyaset, ruh halini yansıtmayan portrelerle mayalandıkça, kontrolü kontrolde tutma eğilimi çatlar. Endişe ağır basar. Öyle ki cehalet akılları kör ettiğinden, kontrol dışına taşmak kolaylaşır veya zorlaşır. Doğan çatışma ve kamplaşma ile kontrol hepten Emperyalist tekellerin insiyatifine geçer...

O yüzden yarımada hepten çaresiz...

O yüzden yarımada destek bekleyenler, yardım dilenenler cehennemi...

O yüzden eksik etik, kiloş etek arasındaki yüzsüzlük enflasyonu yüzlü basamaklarda ve bulaşkan...

O yüzden topuna Si, topuna sin. Başkan daha ne yapsın...

Siyasetin siyini eken biçen sirlerine öyle bir an gelir ki, kontrollü sinkafta para etmez. Kontrolsü kelebek etkisi dört koldan hemen marjinalleştirme perspektifinde hafifletilir. Si diyez notası kelepçe gibi vurulur. Bütün suç sol anahtarına atılır. Porteden adam gibi adam portreler, siya siya silinir...

Ve öyle bir zaman gelir ki siyaset, muhtaç insan trafiğini idare eden polisiye görevinden başka görev yüklenemez...

Oysa çoğu metropolis her şeyin farkında...