UÇAĞI KAÇIRMAK
Uçuk söylemlerinde milli uçak kaçırılınca bir sonu olur.
Olmalı. Hiç bitmez görünen iktidarların da. Hangi yol denenirse denensin, sözde
milli proje kapsamında ne havalandırılırsa sallansın uçak piste iner. Acı
gerçekler orta yere serilir. Buzlanma yoksa hele de akıl tutulması yoksa.
Ayrıca kaçıranlar bilir, modern dünyanın en gıcık şeyidir uçağı kaçırmak...
Emir demiri keser derecede pek değerli sözler de vardır.
Bazen duyulur, bazen dil sürçer veya ağızdan kaçar. Çünkü akıl hangi akıl
olursa olsun hep doğruyu söyler...
Laf budur; " Roketleriniz, uçaklarınız olabilir ama
kiler boş ise hepsi boştur..."
Fena lakırdı sayılmaz, boşu dolusu bir yana bu millet
Cumhur erkanınca yıllarca hep dolduruldu. Donduruldu demek ki. Yaptık ettik
diye hep ayni hizaya çekildi. Son yıllarda milli uçak, insansız jet vesaire
üzerinden uçuk hitaplar yapıldı. Ama hesap kitap derken o hitaplar da dibe
vurdu. Göklerde süzülüyor denilen hava taşıtları meğer toptan hava basmakmış.
Devlet ağzından doğrular döküldü de durum anlaşıldı.
Ayrıca ok yaydan çıkınca kime saplanacağı pek belli
olmaz. Doğal şartlar bazen yön ve yörünge değiştirtir. Ve tir tir titreyenler
oku yeyince kendine gelir. Ve kendine gelenlerde baklayı ağzından çıkarır.
Aynıyla teslimiyet; "Milli uçağımızı 2023'te
hangardan çıkaracağız..."
Lakin milli uçmak öyle pek kolay görünmüyor. Laf ebeliği
ile de olacak iş değil demek uçağı kaldırmak. Zor zanaat. Hangardan çıkanı
göklerde görmek ise şu necip millete 2026'da nasip olacak. Ne demekse anlayan
beri gelsin 2031'de de envantere alınacak...
Yani hangara ne zaman geleceği, hangardan çıkıp
çıkmayacağı ve ne şekilde envantere girecek olduğu hep bir muamma. Uçargargara.
Resmen akıl uçurtan bir mesele oldu şu milli uçak meselesi.
İyi ki de oldu. Bu sebeple her alanda hedeften
şaşıldığının, uzaklaşıldığının da resmen göstergesi oldu milli yerli uçak.
Milletçe her konuya baz tarih 2023'tü. Yıllarca öyle
söylenildi duruldu. Şimdi hedef yavaştan 2031'lere kaydırıldı. Yetinilmeyerek
2050'ler anlatılmaya başlandı. Yani hesaplar tutmadı. Yaşayanlar görecek,
2050'lerden sonra belki. Olmaz sa tarih 2071'lere dayandı. Ne talihsiz boy, ne
kadersiz millet şu millet; bin yılda bir arpa boyu...
Şatafatla geçen 17 yılın sonunda fakir fukara kuru soğana
muhtaç edildi. Hedef sapması ahaliyi patates soğan kuyruğuna sokmak oldu. Fakir
fukara tamam da, memleketin dolar milyarderleri bile kategoriden düştüler.
Uçaklar boşa havalandı boşa indi. Milli uçak havalandı denildi daha parça
püskül montajlanmak üzere hangara bile çekilmemiş. Ah Ankara ah...
Bu arada "İstikbal göklerdedir..." sözünü kim
ne zaman söylemiştir bakmak lazım. Ek olarak ilk yerli uçağın İstanbul'dan
Ankara seferine 75 yıl önce havalanmış olduğunu da hatırlamak gerek. Kıssadan
hisse tam 75 yıl gerideyiz. Geriledik. Gerildik...
Demek ki öyle hava atmakla olmuyor uçak uçurmak. Her
seçim döneminde memleketin dört bir yanına yerli uçak kaldırdık demekle de
olmuyor. Sadece oylar havalandırılıyor o kadar. Sonra proje hangar. Hangara
çekiliyor tüm angaryalar. Ve diğer seçimler dört gözle bekleniyor.
Aslında tarife besbelli ama her seferinde millet milli
yerli derken uçağı kaçırıyor...
İNCE ARMAN...
İnceden inceye hepten fukaralığa bağlanmışken ana yollar
o ince, narin ve güzel adam gece yolculuğuna çıktı. Varını yoğunu derledi
yeryüzüne saçtı. Yetinmedi, vakit tamam dedi ışık şehrine göç eyledi. Anında
eyvanlarda ay taçlandı. Ablasıya da nazlı yarin harı kaldı...
Gerçek ötesi ustaydı. Öyle her işte olmayandı. Olduğunda
da elmas gibi parlayandı. Uzunca zaman radif gözlerde saklı bir damlaydı.
Damlalar göl oldu, devasa döküldü. Erdemli yalazlarla yolculandı. Geride yalımı
çok, ılım ışık bir iz bıraktı. Sol yanımızı ince ince dağladı...
Öyle bir kutup yıldızıydı ki; ar denizinde yakamoz olur
her bahar. Cemrelerde yeniden toprağa tohum, hamura maya. Oğuldur, eştir,
eniştedir, en babadır. Kuşkusuz sürgün verir ilk fırsatta dağ tepe. Tutkuyla
doğar her mevsimde. Asla ölmez. Pamuk yumuşağı ovalarda hararetle turlar her
hasat zamanı. Sektirmez avcı olur her av zamanı. Ve film şeritlerine o
büyüleyici sıcaklığını katar oynamadan.
Utku nutku tutuşturan ince hesaplardan şahlar şahı
alacaklıdır. Kazanç saymaz alır mutlaka muhtaçlara dağıtır. Hiç durmadan kader
çıkmazında karşılaştıklarını da elinden tutar kurtarır. Özlemle kucaklar. Yani
sonsuza dek ışığa döner yüzünü.
Uzanır uzun boyuyla en uzaklara. Yakın çekim yakalar
hayatı. Yakınlaştırır.
Yaktığı gemilerin kadife kaplı seyir defterine ışığı boca
eder. Hüznü hazneler. Yürekler ısıtır. Çünkü gözü kara hayat yolculuğunun
fırtınaları durultan en delikanlısı, en yakışıklısıdır.
Duru mavi göğe uzayan merdivenleri de en korkusuz çıkan
odur. Gün olur tek hamle güneşi kopartır kozmozdan. Sevdaya tapar dünyanın
emrine sunar. Karşılık beklemeden.
Sunaklara yüz sürmez. Çünkü o akrebin yolculuğunu da en
iyi bilendir. Değersizleşen hayatın imgelerine, simgelerine aldırmaz. Yoldaşını
resmeder kare kare. Kozalar. O kadar.
Ve fukara mısralar dökülür yalnızlığa. Çünkü yılgınlığı
götüren gölgeler oyununda hayatın akışından derleyip efil efil deneyimleri
dengeleyendir o. Filmlere doğmak ve en üst perdeden yorumlamaktır kaderi.
Kederi. O yüzden doğruyu bilendir.
Ve bir gün derlenir, toparlanır ve gider. Gitti de. Film
şeritlerinden birer birer silinenlere ismini cismini ekledi...
Demek ki buraya kadarmış. O kartal süzülüşünü
aydınlatmaya bir çift söz, anlatmaya bir çift göz ve anmaya bir şair yüreği
ister. Onlardan bizde ne gezer..
İnceden fakire arka çıkan şairin sol eli gibiydi.
Tutulması, tadılması ve yaklaşılması yakıcı bir seyirdi. Seyrettikçe
dayanılmazdı. Tam şahsına nevi. Filmin son sahnesinde sol yanımıza ince bir
sızı hançerledi. Sonsuzluğa koptu. Kopuşu bile herdem ayakta kalmaya vesile bir
şahlanıştı.
İnce Arman su yeşili gözlerde şifrelenen bir şiirdi. Son
fasılda Şair şiirinden ayrıldı. Acı katmerlendi. Buharlaşan esintilerle dağıldı
manzumeler. Fotoğrafın arka yüzünde ise biten yolculuklar. Şiirin seyrini de
filme yansıttı, şaire gönderilmemiş mektuplar yazdı.
Okumak lazım şimdi ve sonra yine ay kızıla çalınca. Ve
başlayınca bir başka yiğidin gidişi. Sahne de söylenen incelikli anılar
senfonisi ve ayrılığın manifestosu vurunca akıl duvarına. Durmak lazım. Güneşli
bataklıklar bile fesleğen kokar o zaman. Yolculuk ovalara. Dağlara. Perdeye
yansıyan yaprak yaprak savrulmanın çekimsiz filmi nice yıllara. Bambaşka
diyarlara.
Uzun bir geceye tüten bir avuç gökyüzünde ince tasarımlı,
dingin, rötuşsuz, kurgusuz bir senaryonun son sayfası yazıldı. Ve o ince, narin
ve güzel adamın ruhu toz oldu. Tozları beni seni anlatır. Bizi. Kim nereye
kadar diye yaşayan ve asla ve asla yanlış yoldan gitmeyen bir gönül adamını.
Görülmesi gereken bir dünyayı göstereni. Ay taçlandıranını...
Usta, ışıklara yolculuğun filmini çek oralarda. Işık
şehrinin. Geldiğimizde hep birlikte izleriz...
KAR DENİZİNDE YÜZMEK...
Deniz, kar istiyor. Yıllar var yürekten özlemiş. Haklı.
Haklı ya biz yetişkinlerin penceresiz kaldığımızı nereden bilecek. Bildiği kar
denizinde yüzmek istediği. Gök çatının eskidiğini, aktığını düşünmeden. Arap
kızların camdan baktığını da. Herkes kendi derdini bilir sadece. Onun mevsim
itibariyle tek doğrusu var, kar kış kıyamet bir yana kar denizinde yüzmek.
Ancak kar denizinde yüzenler ona bu zevki maalesef yine bırakmayacak...
Deniz, heyecanla doğanın bizim için sonsuz güzellikteki
tabloyu bir an evvel çizmesini bekliyor. Hasretle. Her yanın bembeyaz, tertemiz
olmasını. Kirliliğin arınmasını...
Bizde düşünmüyor değiliz, belki ince ince bir kar yağar
da arsız mikroplar kırılır. Ortalık temizlenir. Beraberce bekliyoruz...
Olur ya en uzun soluklu bekleyişler de bir gün nihayete
erer. Bahar öncesi bir temizlik başlar. Dışlanan perspektifler bedeni dondurur
belki ama yürekleri yakar.
Ve deniz, ince ince yorumlar yaparak al beyaz dalgalanan
göğe methiyeler düzer. Kısa hikayeler yazar. Kara özgü şiirler okur. Düşen kar
tanelerini alır bir bir inceler. Kaç köşegeni var diye hesaplar. Altı, yedi, on
iki, sonsuza dek sayar. Tutkularını tutam tutam avucunun sıcağında eritir.
Ama bu sıralar akıllarda hep bir can, mal pazarı. Mal
canın yongası yangını. Alevler hanelerden içeri. Üstelik umursamazların elinde
olmak bahtsızlığı...
Aslında ince ince yağan ve tutan kar da insan ne zaman
güzelleşir diye bekler. Düşerken sessiz suskun hicveder. Bazen bembeyaz
karanlıkta parlayan anılar iyi gelir insana. Onlardan derler. Ve ürperten soluk
ışığın gölgesinde tüm yarımadayı kuşatır şiirsel armoni. Ve sıcak düşler
sokağını kristalleştirir sulu sepken.
Deniz işte bunu bekliyor...
Sonra Deniz, kar adam ister. Burnu havuçtan olanını.
Attığı yalandan uzayanını. Kömür gözleri hissettiklerini soğuk bakışlarında
saklayanı. Daha nice saklı kent talepleri var, kar desenli sunumları
güncelleyen.
Ama yağma yok. İnceden de olsa bu şehirde uzun ömürlü
olmaz kar. Yağmaz. Yağsa da tutmaz. Hevesi kursakta bırakır, teğet geçer. Ne
tuttu ki beklentiler topağından. Hiç. Kar tutacak. Tavlı toprak bunca betona
rağmen kara ev sahipliği yapacak.
Çocukluk işte. Deniz, başımıza ince ince, pul pul
döküleni gördükçe peşi gelecek sanıyor. Ya da niyeti böyle. Sanmıyor. Gönlü
böyle istiyor. Arzuluyor. Dili söylüyor. Kar beyaza sarsın istiyor kollarını.
Onun için dört koldan yağsın...
İçinde bin bir dert, berbat sağanağın peşine soluk yüzünü
pembeleştirecek kar zerrelerini ev hapsinde bekliyor. Biliyor ki ince ince bir
kar yağacak. Yağışı ağır çekim izleyecek. Kar dört bir yanı tutacak. Ve kendini
hiç kimseden izin istemeksizin kar pamuk boyuta atacak. Bu en doğal çocuk
hakkını alacak. İçindeki ateşi pamuksu tarlaya aktaracak. Kar şerbeti tadacak.
Durulacak. Nabzı yükselecek, elleri soğuktan yanacak. Kar denizinde yüzecek. Ve
bilgeleşecek.
Anında fırsatını bulup kar çocuklarla birlikte bol kar
yağdıracak kar partisi kuracak...
Deniz işte kara dalgalı uslanmaz. Ne hayaller kuruyor boş
yere. Karlı şehir üzerine. Üzerine nazlı nazlı dökülsün istiyor gök kubbe. Ama
nafile...
Gün gelecek Deniz de bizim gibi dar denizinde boğulmanın
ne demek olduğunu öğrenecek. Yaşadıkça daha çok karı görecek. İşte o zaman
keşke büyümeseydim, bilmeseydim diyecek. Ve anlayacak kar denizinde yüzmek
bambaşka bir hikaye.
Ve yıllar sonra gök maviye, "İnce ince bir kar
yağar..." diye yazacak...
MEŞİN YUVARLAĞIN WARI YOĞU...
Meşin yuvarlağın War'ı var ama ne için war bir türlü
anlaşılamadı. Rayına da oturtulamadı. War ile bir başka war başladı. Warı yoğu
toptan birbirine karıştı...
Fikstürün her haftası War neye yarar. War ile ne değişti;
hiçbir şey, elde war sıfır diyenler artıyor.
Artıyor çünkü elin ağzı torba değil ki; Yine buz gibi
goller iptal ediliyor, entrika kokan pozisyonlar, kabak gibi kural dışı
hareketler görmezden geliniyor. Verilmeyecek goller golden sayılıyor, war
ediliyor. Kırmızı kartlar ile sarı kartlar performansı izleyenleri çıldırtıyor.
Penaltıların verileni verilmeyeni war ama kritik mi kritik düdükler. Üstelik
ofsayt çizgisi bir oradan bir buradan çiziliyor. Yani bazı takımlar göz göre
göre çiziliyor.
Tarafkarlıktan birisi kem göze parmak acayip kollanıyor.
Kollandıkça da ayaklanıyor. Kanatsız uçuruluyor. Diğer takımlarca o yüzden
yakalanamıyor. Böyle diyorlar biraz toptan anlayanlar...
Ekliyorlar peşine de; Diğer takımlar da yanlışların
dikalasına ayaklanmıyor. Dimyata giderken eldeki pirinçten olmama hesabıyla
ortalık sus pus. Kuzu kuzu bir ordinaryus ligi oynanıyor. İşbilirlerce
harmanlanıyor puantaj...
Parantez içi aktarıyorlar sonra; Peki şimdiye dek var mı
manipilasyon? War. Oynatıyorlar kare kare varsa da war, yoksa da war. Sahada,
masada hakem olanlar maçlara hakkaniyetle hakim olabiliyorlar mı? Yok. Var da
mı warın içinde yoksa kaygısı. War olabilir. Saha içinde kul hakkı yeniliyor.
Silme tepeleme. Kötü niyet var mı? War sanki, art niyet, denilerek parantez
kapatılıyor...
Tırnaklar açılıyor; Sanki ilahi bir emir varmış gibi
meşin yuvarlağın warı varken yok, yokken war diyor. Yani tam bir fiyasko.
Sessizce söyleniyorlar wara kurban gidenler tırnak arası...
Dişiyle tırnağıyla mücadele edenler; Görüntüde orta ve
yan hakemler kendilerine Wara tabi kılmışlar. Bayrak elde, düdük ağızda varsa
yoksa Wardan bir haber bekleniyor. Serzenişindeler...
Söylentiler var ayrıca; War önce büyüklere oynadı. Biri
kendi hatası da var acayip tökezledi. Diğerleri kadro uyumu ile az biraz
direndi. Pek gerilemediler. Şimdi onları da aleyhte lehte bariz hatalarla war
dengelemesine aldılar. Bir ona bir buna kayırmacalar yapılıyor. Çaresizliğe
çanak tutuluyor. Ligin baştan beri lider vasfına yakıştırılanı ise pek fazla
hırpalanmadı. War war ki hep kollandı. Hala daha kollanıyor gibi...
Diğer yandan aşırı güvenceden dem vuruluyor; Taraflara en
başta hakem hataları kameraya bağlanınca, war olan yanlışlar ve tarafgir durum
ile yanlı tutum düzelecek denildi. Düzeleceği yerde war üzerinden voltaj
yükseldi. futbol arenası yangın yerine döndürüldü. Öyle sıkı bir baraj kuruldu
ki blok halinde bir yerlere çalışılıyor gibi. Gibisi yok aşikar. War var...
Camialar ve canı yananlar ise; Pozisyon pozisyon
bakılıyor yine yanlış kararlara imza atılıyor. Nedense tek taraflı bir war var.
Başka bir sistem icat edilene kadar otorite maalesef bu war. İcraata göre düdük
çalınır veya çalınmaz ama şimdi inisiyatif ve direktif warın. Warın sonunu siz
düşünün. Futbolseverler bu gidişle futbolu protesto edebilir. Warın herkes için
eşit bir şekilde yürümediği açık. En azından iddialar bu yönde. Zaten iddaanın
oranlarını belirleyen ve oynatan şirketin sahibi de futbolun başı. Dolayısıyla
Warın başı.
Başka söze ne hacet deyip kısa kesenler de war; Bu warın
öncesi ve sonrası değerlendirildiğinde yeşil sahalardaki mücadeleye resmen
çomak sokuluyor. Meşin yuvarlağa ihanet ediliyor. War var da Ar bu işin
neresinde diyenler de...
Teknolojiden üst düzey faydalanan, uzman ve eğitimli masa
başı war heyetinden şeffaf kararlar bekleyenler de war. Anında görüntü warken
tüm ekiplerin lehinde aleyhinde değişik kararlara nasıl warıldığına kuşkuyla
bakanlar da.
Hal ve gidiş böyle olunca festival havasında geçecek
maçların önüne geçiyor war. Şölen tadındaki futbolun seyirciye hoş vakit
geçirtmesi engelleniyor. Bu kompleksli yapının özellikle kendilerine emanet
edilen bu hakkı, hizmet kalitesini yükselterek hakkaniyet çerçevesinde
dağıtması gerekirken kendilerini belli standartlara oturtmaya çalışıyorlar.
Diyenler de var.
Tüm savlananların sonunda aidiyet sorgulamasına waran bir
duruma kayıyor war. Oysa kaynaşma ortamı yaratmalıydı. Yoksa meşin yıvarlağın
peşinde koşan en prestijli markalar heba olur. Onların yerlerine geçecek başka
markalar war mı derseniz war ama tutmaz.
Yani meşin yuvarlağın varı yoğu eski ve köklü
markalardır. Diğerleri uzun soluklu olamazlar. Kısa vadede sahalardan
silinirler. Dünyada bunun çok örneği war.
Bu gerçek warcılara ve goygoyculara yüksek sesle
hatırlatılmalı diyenler de var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder