BU 8 MART UNUTULMAZ...
Bu '8 Mart
Dünya Emekçi Kadınlar Günü' de el birliği ile memleketin unutulmazları, unutulmayacakları
hanesine yazıldı. Yazık. Yani ilkelce tutum ve barbarca tavır, kadına şiddet
şeklinde resmi makamlarca memleket tarihine yaftalandı. Laf ola beri gele
usulen kadın öven ve ustalıkla kadın döven bir zihniyete tutsak memleket hali
açıkça ortaya çıktı. Anlamak mümkün değil, her şeye herkese müdahale ve şimdi
kadına da...
Teoride 8
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü pratikte gece gündüz gün yüzü göstermeme
girişimleri. Bu neyin kafasıysa artık kadın yok, kadın soyut. Bu öyle bir
küresel boyut ki kadının özgürlüğe can katmasından korku hat safhada. Hangi
aklın ürünü ise Devlet kadına barikat kurdu. Gaz sıktı. Yürüyen kadın
durduruldu.
Açıkçası
sosyal düzenekte erkek burjuvadır, kadın proleteryadır. Devlet erkek egemendir.
Bu gerçek bir kez daha tarihe nakşedildi...
Biber gazlı
müdahale parfüm kokularına karıştı. Yaşasın erkek egemen iradesi ve saltanatı
tarzını gösterdi. Bir bu kalmıştı yapılmadık o da yapıldı. Topyekun tarihe
geçildi. Yabancı haber ajansları bir bir dünyaya geçti manzarayı. Masum ve mağrur
erkek kisvesi dünyaca tescillendi.
Bu vaka da
gösterdi ki ağanın dediği olur. Ancak hayatın akışına yön vermek için hala Emek
harcayan kadınların bu zorbalığı hiç hak etmediği kesin. Ama kati olan bir şey
var, iktidar erkinde kafa tek bir şeye çalışıyor. Kadın çalışmaz. Sadece
yönetenlere akraba olanlar devlette bal kaymak işbaşı yapar. Gerisi çocuk
yapar, kader der analık eder, dizini kırar evinde oturur.
Oysa Emekçi
kadınlar tohum eker, toprağı beller yeşertir. Üretir. İtaat etmesi istenir
etmez. Devinimsizlik dayatılır devrimci kesilir. Gündüz gece doğru bildiğine
yürür. Hak arar haksızlığa kazan kaldırır. Bağnazlığa, aşağılanmaya, zorbalığa
direnir. Ürettiyse yöneten olmayı hak ettiğini yüksek sesle haykırır. Mücadele
çıtasını yükseltir.
Tüm bunlar
elbette iktidarlar için tahammül edilemez şeylerdir. Ama hep unutulur; Kadın
emektir. Sevgidir. Cesarettir ve kavgadır. Kadın yıkılamaz güçtür. Hafife
alınmaya gelmez. Ruhundaki savaşçı felsefe bir anda tüm katmanları etkiler.
Ayrıca kadın
bir memleketin ayakta kalmasında, kurtuluşunda, kuruluşunda ve devamlılığında
en aktif etkendir...
Tarihle
sabit bu gerçeğe kör bilinçle yaklaşanlar ise yeni bir skandal yarattılar.
Dillere pelesenk beka sorunu anında kadınlar oldu. Gözler kadın yürüyüşüne
çevrildi.
Ve
engellemelere, zulme, kıyıma, baskılara karşı kararlılıkla varım, ben hayatım,
hak ettiğimi de alırım dediği için hoyratça gazlandılar...
Kadının
toplumsal hayattaki rolünden dem vuranlar, kadınlar birlik olursa vay halimize
endişesiyle, resmen kadına karşı saf tuttular.
Birden
tarlada bahçede, atölyede fabrikada, ofiste otağda ve dahi evde alın teri
döktükleri görmezden gelindi. Üzerlerine biber gazı boca edildi. Birliktelik
dokusu bir kez daha tek taraflı bozuldu...
Daha nice
neden var ama bu yeter noktası. O yüzden bu '8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'
asla unutulmayacak...
KADIN
DÜNYASI
Belki de
insanlık tarihinde birliktelik dokusu bu denli bozulmamıştır. Kadın ve erkek
bağlamında ise durum bunca feci hale gelmemiştir. Kadın aleyhine bu kadar
kölelik tohumu saçılmamıştır...
Bugün erkek
egemen toplum boyunduruğunda sıkışmış, zehir zıkkım bir dünyayı yaşıyor kadın.
Asla esnemez, iyice kemikleşen normlarda yaşamaya mahkum ediliyor. Kurban
ediliyor. Tarihsel ezilmişliğin çok üzerinde ezik bir serüvene
yolculandırılıyor. Başkaldırı sıfır.
Gerçekte
emperyalizmin kucağında debelenen postmodern bir dünyada kadın olmak zor. Hele
ekonomi ile beraber moral değerler de çökmüş ise. Ahlaksal yıkım söz konusuysa.
Ve her istediğine erişmenin muhafazakar bir sistemde havarileşme ile olacağı
dayatılmış sa.
Maalesef
radikal tutuculuğun gölgesinde silik yaşamların devamı söz konusu...
Değil mi ki;
egemen sermaye palazlandırdığı sistemlerde ilk kadını, kadınlara rağmen
metalaştırır. Bir kulpu bulunup her şey din kisvesinde erozyona uğratılarak
eşitsizlik içgüdüsü beyinlere işlenir. Bu normalleştirilir. Kadın hakları
tırpanlanarak eşitsizlik kadının aklına yerleştirilir. Sonuç kimlik zaafı.
Erkeğe dayalı çıkarcı yaşam modeli. Estetik yoksunu muhafızlara emanet
pasiflik.
Peki bu maya
tuttu mu? Maya tuttu ki kadın kendi özgürlüğünü engeller formatta yenileniyor.
Yeniliyor. Yenilir yutulur olmayan bir bozguna hiç direnmiyor.
Zaten
hedeflenen yaşam bambaşka bir aykırılığa sancılı bir geçiş. O süreci yaşıyor,
yine de bana mısın demiyor. Yani köleci cariyeci sistem meyvelerini topluyor.
Kadın boyun eğiyor...
Sömürüsüz
bir dünya için devlet mekanizması ile keskin mücadele yürütülen dönemlerde
geride kalınca mülkiyeti tekelleştiren bir kadın dünyası oluştu. Mülkiyetsiz
kadın ortamında zalim erkek hakimiyeti yaratıldı. Kadına da cinsel odaklı bir
kayboluş. Tetiklenen işte bu.
Elbette
erkeğe bu denli sınırsız iktidar kudreti tanıyan evrensel pratiğin oluşmasında
kadınlara hepten masum denemez. Çünkü hamurunun ateş ve toprakla yoğurulmuş
olduğunu unutarak, ruhunu yanıltarak dinsel tasvirli imgesel düşler diyarına
mahkumiyete hiç karşı koymuyor. Kadına şiddet ve baskının makul görüldüğü sözde
modern toplumların dinci ve yasakçı zihniyetine gönüllü olunuyor.
Teorik
açıdan bile eşitlenme mümkün görünmezken pratikte hiç olma, daima geri plan
kalmaya rıza gösteriliyor. Hep dinsel rivayet ve fetvalara endeksli model
kadına bürünülüyor. Analık makamı dışında iş göremez bir konuma sürüklenmeye
karşı koyulmuyor. İşte sorun burada başlıyor.
Oysa kosmos
ve kozmosu var ettiğine inanılan büyük güç dünya egemenliğini kadınlara
bahşetmiştir. Yani kadın insansıdan bu yana insanın en prestijlisi olarak
evrimlenmiştir. Ama ne yazık ki bin yıllar içinde kadına sunulan bu kutsiyet
hep reddedilmiştir.
Sonuç
itibariyle binlerce yıldır kadın için yaşam koşulları iyice ağırlaşmıştır.
Kademeli gerileyiş dinlerin kurumsallaşması ve iktidar erkinin dincileşmesiyle
daha katı, ketum ve baskıcı tavrı öne çıkarmıştır. Zulüm kendiliğinden
artmıştır.
Zaten her
devlet ve dinleri, inanç formatına uygun kendine özgü ve sadece kendine ait
olacak kadın tiplerini yaratmıştır. İşte bu yarım yamalak yaratı ortodoks
yaklaşımlarla hiyerarşinin devamında da roller üstlenmiştir. Hem de kendi
özgürlüklerini hiçe sayarak.
İşte kadın
dünyasında değişmesi gereken budur. Çünkü kadın ayni kaldıkça çarpık ve güdük
sistemin değişmesini beklemek hayal olur. O da ayni kalır...
TEK DİNE
KARŞITLIK KAPUSU...
Mitolojik
çağlardan bu yana Tanrı tek dine karşı olduğunu defaatle insanlara dikte etmiştir.
Buna karşılık insanlar kendi din bilimcilerini yaratarak ruhbanların
hakimiyetinde değişik dinler icat etmiştir. Farklı kapılar aralamıştır...
Dinler
tarihi uzun yıllar boyu aynı sürece yığılmıştır. Aynı bölgelere hapsolmuştur.
Her şeyi bilen gören duyan tanrısal güç oralarda insani değerler düzleminde
hataya düşmüş veya düşürülmüştür. Yani dünya ve insanları bu yüzden
tamamlanmamış dinlere uymaya mahkum edilmiştir. Bütün natamam dinlerin değişmez
kuralı ise Tanrının hissettiklerinin asla karşı çıkılamaz ve kıyaslanamaz
doğrular olduğunun kayıtsız şartsız kabullenilişidir. Tüm dinlerde temel şart
budur. Bu sınırsız saygı ve sorgulamasız sayma dinler özelinde makbul ve dine
kabul formülüdür.
Formüldeki
ufak değişikliklerden doğan şaşkınlıklar ise otorite ve dogma çatışmasını
tetiklemiştir. Bedeli ağır bu kargaşa dönemlerinde de dağılan tüm parçaları
yine Tanrı bir araya toplamıştır. Yani hep bir yenisine yeni bir dine mecbur
kılınmıştır. Mecbur kılmıştır.
Diğer bir
deyişle dine ve dinsel dogmalara karşı direniş bir açıdan Tanrı'ya körü körüne
bağlılığı da reddediştir. Belki Tanrı'nın istediği de tamamen budur. Veya
insanların Tanrı odaklı banal düşünceye aldanmaması dinlerin asıl gayesidir. O
yüzden peşpeşe her defasında evrensel ilkelerin gerçekliğinin kabullenilmesi ve
yaşam gereği kılınmasına dönük birbirini tamamlayan ve destekleyen dinler
varolmuştur. Var edilmiştir.
İnanç
bazında tüm bu sunuşların Tanrısal olduğunu kabul etmek Tanrı'nın tek dine
bağlı kalmayacağının veya tek dinin Tanrısı olmadığının tasdik edilmesi
demektir. Tanrı huzurunda veya Tanrı katında bilinen veya bilinmeyen tüm dinler
aslında vicdan özgürlüğü ile ilintilidir. Evrende var olan ve doğabilecek din
ve inançlar yani evrenin tüm dinleri Tanrı'nın tek bir dinle yetinmediğini açıkça
onaylar. Veya Tanrının tüm dinlerin tek Tanrısı olduğunu.
Ancak bu
dünya saltanat gerçeğini her fırsatta evirip çevirdiğinden kurulan bütün din
anlayışları kendi hegemonyasını kurmak ve yerleştirmek üzerine
kurumsallaşmıştır. Bu açık Tanrı emri olmayan harici çaba yüzünden insanlar
doğruyu bir türlü görememişlerdir.
Bu gözü
karalılık yeryüzündeki Tanrısal iradenin zayıflamasını getirir. Güç insanların
eline geçer. Öyle ki beliren dinsel yılgınlık din tanımazlığa ve tanrı
tanımazlığa kadar varan bir özgürleşmeyi haklı çıkarır. Yani inanç özgürlüğüne
engellemeler ve çıkarcı taktikler yersiz takdirler Tanrı inancını da zedeler.
Din bağını da koparır.
İşte bu
nedenle belki de Tanrı'nın öngördüğü dinsel barışa veya dinlerarası hoşgörüye
kaba karşıtlık tekilliğe ulaştırmaz. Çoğulcu yanılgılara zemin hazırlar.
Unutulmamalı
ki ilkel çağlardan bu çağa dinsiz devlet, Tanrısız insan kavmi hiç var
olmamıştır. Mutlaka bir şekilde Tanrı'ya ulaşma yolları aranmış ve bulunmuştur.
İnsandaki bu pusulasız yol bulamaz hali Tanrıyı ve Tanrı da defalarca dinleri
güncellemiştir. Böylece Tanrı tüm dinlerde kutsal, güven verici, yol tayinci
rolüne soyunmuştur.
Ancak Dinler
tarihi bilimsel veriler ışığından uzakta, tarihsel kanıtlar içermeden
yazıldığından pusula her defasında şaşmıştır. Tanrı'nın kendini tekilleştirme
hakkına ve tekniğine bir şekilde hep karışılmıştır. Bu üstünkörü karışmalar ve
karmaşadan çıkar yaratmalar da temelsiz dayatmaları getirmiştir. İç kapılar
yanlışa açılmıştır. Ve bu açmaz dinlere tam karşıtlığı doğurmuştur.
Bu arada tüm
dinlerin bir ve tek Tanrısı olduğu taraflarca hep unutulmuştur...
FİGÜR AN...
Figür başka
figüran başka. Öyle bir an geldi çattı ki tüm figürler artık katıksız
figüran...
Fi
tarihinden beri hatırlı bir figür koleksiyoncusudur hayat. Alır satar. Bu
razılık düzeninde figürlerin en modern halleri bile binbirçeşit formlarda
geriler bazen. Çoğu kez gümler. İşte o zaman gürler yaratıcılık. Sözler çarpıcı
yeniliklerle dökülür dillerden. Figürler ve kalıplar yeniden şekillenir. Yani
fikirler kaçağında en ileri teknoloji ile ulaşılan basma kalıplıktır
figüranlık. İşte o gerçekleşir.
Figür ise
klasik ve karakteristik bir duruşun şıklığıdır. Değerlidir. Evet bugün şıklık
diyerek sunulan herşey ise asla vazgeçilmemesi gereken değerlerden hiç adına
kopuştur.
Aslında
estetik ve gelenek çatışması ile şekillenebilecek fikirler bu tip anlarda
fiyasko sonuçlara denkleniyor maalesef. Figürler arenadan çekilince figüranlar
sayesinde kemikleşiyor evrenin tahtları. Bu arada saflık ve erdemlilik de
kayboluyor. Yani figüranlar en kıymetli diye gösterilerek geri dönüşüm
gerçekleştiriliyor. Kağıttan modeller prim yapıyor. Yaptırılıyor. Altın ve
ziynet ile örtüşen kıyaslanamaz güzellikler bir anda çirkinleşiyor.
Çirkinleştiriliyor.
Oysa
gelişim, bedeli ödenerek alınamaz. Bir kere kaybedildi mi bir daha geri
alınamaz, satın alınamaz. Ama asla alınmaz, satılmaz boyuttaki kimlikler de
binbir dalavere bozuluyor.
Ayrıca
savunulan alternatifsizlik bahanesiyle evrensellikten uzaklaşmak uzun yıllar
ilerlemeye de ket vuruyor. Ömürler bitiyor. Hayatın en mükemmel ve köklü
özellikleri ile dahi yol bulamaz figüranlar başrol kesiliyor. Nesiller boyu
kurtarmak ve yok etmek üzerine şekillendirilen figürler figüranlaşıp
birbirleriyle çatışmaya başlıyor. Çatıştırılıyor.
Zaten figür
dizayncıları asil ve nesil olmaya yakın karakterleri güncel kuruntularla
boğarlar. Bağlarlar. Ayrıca sıradışıları bile sıradan hale dönüştürürler.
Öylesi bir ruh halini figürlere yansıtmak ise mücevher tasarımı gibi incelik
ister.
İşte o
incelik, figürü figür kapsamından çıkaran öylesine bir yalnızlıktır. Yanlıştır.
Geçici yaldız ile kaplanan bir parlaklıktır. Görsel açıdan göz doldursa da o
figüranlar hiçbir zaman yıldızlarla boy ölçüşemezler. Sıcak enerji geçişi
sağlayamazlar. Sadece binbir emek üretilen enerjiyi boş yere harcarlar. Yine de
orjinal halleri ile günlük yaşamın belirleyicisi olurlar. Mistik ve modern bir
yüzleşmenin en yüzlerinden olmayı da huzurdan sayarlar.
Figürler
dururken buyurucuların hayata yön vermesine de daima figüranlar sebep olur.
Neredeyse fan kulüplerine dönüşen keskin sirke küpüne zarar bir ruh yapısıyla
koleksiyona parça olurlar. Zaten istenen de budur.
Bu gerçek
ötesi odaklanışın otağında ise hayat doğumdan ölüme gerileyen formdaki
figürleri modern hayatın dışına iter. Ve bu edilgen hal lafta olan ne varsa bir
bir gerçekleşmesini sağlar.
İşte o vakit
figür başka figüran başka demek de çare olmaz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder