ÖRFİ MÖRFİ
KANUNLAR...
Şu fakir
millet oldum olası örfi, örfi idare kanunları ile yönetildi. Yönetildikçe
yönetildi ve sihirli şapkadan bu günler çıktı. İdarei maslahat son yıllarda ise
alenen mörfi kanunlar düzeyinde seyrediyor. Yine de onlar revaçta ve
yürürlükte...
Zaten hayatta
asla başa gelmez ve karşılaşılmaz denilenler birbir gerçekleşince bundan
başkası da başa gelmez. Başka çare de kalmaz. Kalmadı. Hiza kayar. Kaydı. Sonra
bu kaygan zeminde illaki ilan edilecek pratik çözümler seferberliği de hiçbir
işe yaramaz. Yarasa da düzelme çok uzun yıllar alır. Çünkü nedensiz gerekçesiz
ne zaman bir şeylerden vazgeçilir, yerine hemen vazgeçilenden daha beteri
gelir. Getirilir. Maharetli millet. En çetin şartlar, eza, ceza, cefa geri
döner. Döndükçe de kanıksanır. Bir Garip millet.
İşler hepten
ters gittikçe göz göre göre sanki öncesinde mükemmeldi veya bundan ötesi cennet
denilerek ters giden işlere azami hız verilir. Tepe taklak yuvarlanışa tam yol
verilir. İşler arapsaçına döndüğünde de görgüsüzce acı acı gülümsenir. Yani
arsızca ağlanacak hallere gülünür. Bu arada 'kötü gidişin suçu hep başkalarına
yüklenir. Ardı arkasına 'akla suç yüklenecekler geldikçe' tebessümün dozajı ve
söylemin şiddeti bir tık artırılır.
Bu tersoluğa
kimseler çıkıp da böyle gelmiş böyle gitmez, 'çok denenmiş yol hiçbir yere
çıkarmaz' demez. Diyemez. Takdiri ilahi bağlamında tavlanılır, uysal
davranılır. Hele ki yakın gelecekte hiç bir şey söylenemeyecek kıvama
hazırlanılır.
Biteviye dava
denilip durulur ama davalık her konu 'birden çok seçenekle halledilebilecekken,
bu seçeneklerden sadece birinin olumsuz sonuca götüreceği veya faciaya davetiye
çıkaracağı biline biline kesinlikle o kötü seçenek seçilir' ve durum daha da
fecileşir. Yani örfi mörfi derken öyle bir an gelir ki; en akla gelmez
dayatmalar peşpeşe sıralanır.
Oysa sıraya
girmeden, rakamla sayılmadan, safa durulmadan evvel hataları önleme stratejisi
belirlenmelidir. Ve tüm benzer stratejiler ciddi temeller üzerine kurulmalıdır.
İlkeler modern bir teknik ve analitik ölçütler içermelidir. Bunlardan
vazgeçilirse sonuçta kötü olaylar silsilesi kendi kanunlarını da yaratır.
Geleneğe takılanlar güruhu sayesinde bilimsel bir gerçeklik taşımayan
olasılıklara bel bağlanır. Olanların, bitenlerin tamamı da ilahi emirmiş
gibisine koşulsuz şartsız kabul edilir.
Kabullenme
tam tamına yerleşince lokalde totalde tüm 'kesinlik içeren şeyler olumsuz ve
negatif düşünme ile biçimlenir ve bu biçimleniş asla değiştirilemez' gerçekliği
unutulur. Dosdoğrulara uzayan bir gerçekliğe hizmet ve hizmet talebi asla
rağbet görmez.
Böylece
'mümkün görünen kötü koşullar eninde sonunda mutlaka gerçekleşir' özdeyişsel
kanunu haklı çıkar. Kısa zamanda kötünün kötüsü gerçekleşir.
İşte o
saatten sonra beklentiler olumlu veya olumsuz olsa dahi kötü sonuçlara gebedir.
Çünkü hiç yanlışsız anlatımlar bile o ortamda birilerince yanlış anlaşılır.
Yalan yanlış anlatılanlar ise her defasında yarıdan az fazla eğilimle doğru
farz edilir.
Hal böyle
olunca 'kolay yol mayınlıdır' savı yerini bulur. Yollara cehennem taşları
döşenir. Ayrıca öngörülen ne olursa olsun salt kendi görüş ve düşünceleri
doğrultusunda gerçeğe ulaşmaya çalışmak ve benmerkezci ısrarcılık sonuçta acı
gerçeklerle yüzleşmeyi de getirir. Onca perdeler, engeller ve engellemeler
yetmez. Zehir zemberek günler gerçeğin öteki yüzünü ayan beyan gösterir.
Oldum olası o
yüzleşme dönemlerinde ise bütün terslikler, tüm aksilikler gelip şu fakir
milleti bulur. Ve tersliklerin, aksiliklerin suçlusu da hep o olur.
Şimdiye dek
rüzgara karşı, yokuş yukarı koşuların bu garip milleti hiç akıllandırmadığı,
akıllı saydıklarının da milleti hep aynı yere götürdüğü hep unutulur.
Bu balık
hafızalılık denizinde rota hep örfi, örfi idare ve mörfi kanunlarına çıkar.
Yollar kurur, yolcular kurutulur. Bütün bu terslikleri ve aksilikleri yaşayıp
da makul görenlere ise artık gerçekleri göstermek neredeyse imkansızlaşır.
Çünkü onlar görmezler, duymazlar ve söylemezler. Ve dahi hiç düşünmezler.
İşte bu
düşüncesiz düş ortamında kendinden emin olmayanlar en ikna edici konuşanlardır.
Ve kendine güvenmeyenlere acayip inandırıcı olurlar. Ve bu tezgahta inançlar
çatallaştırılır. Bardağın boş ve dolu tarafı ikileminde suya hasretlik artar.
Suya yazı yazanlar azarlanır ve azaltılır. Boşa inananlar çoğaltılır.
Akan zamana
aklı yetenler öyle böyle derken, örfi mörfi idareyi yazgılaştıranlar ise akılda
son kalanları sonlandırır.
Böylelikle
'ilerde kanunda kalmaz düzen de' resimleşir, resmileşir...
ON OCAK...
Her şeye
rağmen On Ocak, On Ocak çalışan gazeteciler günü. Çalışanına çalışamayanına
kutlu olsun...
Nice ocaklar
söndü bu uğurda. Bu yolda, bu yolculukta. Ama bu gün hayata gazeteci olarak
devamın en zor dönemi yaşanıyor. Gazetecilik adına zor günler. En zor. Yerelde
başka, genelde bambaşka zorluk. Yerelde gazeteciyseniz eğer başka bir işi
lokomotif yapmak gerek geçime. Genelde ise asla geçimsizlik çıkarmamak gerek...
Aslında
gazeteci kalmanın tek yolu gazeteciliği yok sayan ve silikleştiren sisteme,
sistemli karşı koyabilmekten geçer. Öyle kimin kayığına binerse onun küreğini
çekenlerin gazeteciliği bir yere kadar. Sınır geçildi, duvar açıldı mı ortada
zaten gazetecilik filan kalmaz. İş başka yerlere kayar.
Gazeteci,
mazeteci olunca bildiğini, düşündüğünü ve gördüklerini açıkça yazmaktan da
kaçınır. Magazinel sansasyon peşinde, sistemin izni ölçüsünde farklı bir görev
icra eder. Oysa yaşam insana bazen bilinen, duyulan ve görünenlerin aslında
doğru değil yanlış, yanlışların da doğru olduğunu yaşatır. İşte bu yüzden
gazeteci bu karanlık girdaba düşmemelidir. Çünkü ileride hesabını veremez.
Eğer dik olmak,
dürüst kalmak için bir bedel ödenecekse, çekinmeden ödenmelidir. Ancak yiğitlik
bir yana yiğitlik gösterisinde bulunmak da artık çok zor. Şartlar güç,
yaptırımlar ağır. Yani yapma süreci süründürüyor. Gazetecilik yapma boyutunda
bir durum egemen. Egemenleşmiş.
Hele evrensel
ilkeler doğrultusunda özgür ve çağdaş bir dünya için, o dünyanın kurulması için
kalem oynatmak gerçekten yürek işi. Onurlu duruş ve kalemi kılıçtan keskin
gazetecilik erbaplığı ise çok eskilerde kaldı. Şimdi gazetecilik korku tünellerine
hapis. Bu tutsaklık vicdan ve adaletten uzaklaşmanın ve gerçek hayattan
kopmanın da birebir göstergesi.
Görünürde
kamuoyunun bilgilenmesi ve aydınlatılması için her türlü şart ve durumda mesai
harcandığı söz konusuysa da artık sözün bittiği yerde gazetecilik. Yılın her
günü on ocak olsa nafile. Gazetecilik resmen ocak tüttürmez bir meslek oldu.
Oluyor. Yani bu mesleğin korkusuzca idamesi şimdilik ufukta görünmüyor.
Elbette
gazete şart, gazeteci şart. Böyle söyleniyor ama şartlar günden güne zorlaşıyor.
Zorlaştırılıyor. Anlamak mümkün değil. Ayrıca çalışılabilir ortamlar da
daralıyor. Yetkiler ve yetkinlik de kısıtlanıyor.
Hal böyle
olunca, görseli göstermiyor. Yazılısı da yazmıyor…
Gazeteciliğin
fıtratında varsa da her hâlükârda söylenene aşırı dikkat, yazılana on dikkat
gerekiyor. Dikkat eksikliğinde olanların ocakları sönme aşamasına geliyor. O
zaman da kalemşörlük modası yaygınlaşıyor. Tek seslilik prim yapıyor.
Dayatılıyor. Çok seslilik tarihe karışıyor.
Yine de bir
On Ocağı daha gökyüzüne bakarak görebilmek ve erişmek güzel. Büyük mutluluk.
Hayata umutla bakabilmek için, umut var göstermek ve yazabilmek için yaşamak
şart. Yaşasın gazetecilik, gazeteciler.
Çünkü
gazeteci kalemi ile her şeye rağmen başta haber alma hürriyeti sonra tüm hakların
teminatıdır. Takipçisidir. Taleplisidir…
Ve her On
Ocak'ta duygu ve temenni bağlamında bol keseden dağıtılan ancak yerelde ve
genelde tüm gazetecilerden esirgenenler bir gün o yöneticilerin karşısına
dikilir.
Duyurulur…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder