ESENLER, SAĞ SELAMET...
Solun evrensel değerlerini gözetmeyip,
şuurdan gerçek siyaset çıkarılınca durum elbette bu olur. Parti olarak resmen
yok sayılmak...
Böylece siyasetteki gerçek adresler de
yol yordam şaşırır. Şimdi şaşırdığı gibi. Siyaset sahiciliğini de yitirir.
Yavanlaşır. Biter...
Şu Garip ilçede sol adına maalesef
yıllardır gevrek tutum ve gevşek siyaset temelinde nice günler heba edildi.
Yapıcı eleştirilere bile hiç aldırmadan, kısırlaştırılan ve eylemsizleştirilen
güdümlü işgüzarlık siyaset sayıldı. Ada ve nama siyasette hep ısrarcı olundu.
Nihai sonuç 'Esenler Sağ selamet...' İlçe toptan sağa teslim edildi...
Bu müşterek mutabakat aslında alternatif
olmayı beceremeyen, kolektivizmi defterinden çıkaran solun temsilcilerini bir
nevi cezalandırdı. Belki de kendi içinden aday bile çıkaramayan, ithal aday
peşinde koşturanları bir nebze mükafatlandırdı. Kurtardı. Şimdi ne yapalım
Genel Merkez böyle buyurdu, tarzında kaçamak söylemler geliştirilebilir. Ama bu
nasıl bir sınıfta kalmaktır, bu nasıl bir ilçe yöneticiliği ve başkanlığıdır er
geç mutlaka tartışılır. Eğer bu son gelişme de yönetsel yapının hiçbir dahli
yoksa veya fikri dahi sorulmamış ise hepten kötü. Yani iki yönden bakılsa da
iyi bunun neresinde. Eğer sorulduysa ortak müşterek bu kararsa tek bir söz
kalıyor geriye; yazık.
Siyaset kurnazlığında bunca maharet,
siyaset kurgusunu da gettolaştırır. Sağcılaşmayı da seçenekler. İşte yıllardır
bu unutuldu. Gelinen sonuç ortada.
Şimdi sade üyeler tarafından, bu
büsbütün gerçek dışı durum ve bedavaya yarış pek önemsenmez. Üyeler Genel
Merkez kararıdır der geçer. Ve yerel seçimlerde gereğini yapar. Ancak ilçe
yönetimi, ilçe başkanı, il ve kurultay delegeleri ile mevcut yapıyı
destekleyenler bu işten kurtulamaz. Bu kahredici sonuçtan bizzat sorumludurlar.
Gereğini de yapmalıdırlar. En makul tavır da istifadır.
Parapolitik rüzgar esti ve apolet
siyasetinin Esenler soluna layık gördüğü bu oldu. Ancak yerli yersiz apolet
takanların hedef kitleye borcu vardır. Çünkü şu fakir ilçede birlik yaşanacak
yerde ayrışmalar doğabilir. Yerelde ve genelde yıllarca kazanamayacağını bile
bile kazanmak doğrultusunda emek verenler yok sayıldılar. Bu yok sayılmaya
karşın, yüzeysel tercih ve derinsel duyarlık bakalım sağa nasıl kilitlenecek.
Sağ gösterip sol vuranlar belki bu
dayatmacı yarışı ve detaylarını önemsemeyebilirler. Ancak asla katalizör görevi
görmeyecekler bu siyaset biçimine ve biçilen elbiseye nasıl bir yanıt verir
orası muamma. Bu sıradanlaştırma elbette bir iç çatışmayı şimdiden
kemikleştirir. Zaten dayanışma ruhu ziyan edildiğinden örgütsel dinamik anında
başı boş kalacaktır.
Varsayımlarla düşünüldüğünde bile durum
vahimdir. Olur ya seçim kazanılabilir belki. Kazanılsa da bu kazanım dışarlıklı
bir yöntem kazanımı olacaktır. Kazanımın kaybedişten bir farkı kalmayacaktır.
Ayrıca eskisiyle fark bulmak da zorlaşacaktır. Beklenildiği üzere sağdan sola
siyaset bir siyaset konforu da sunulmayacaktır.
Bu karar yapay programlı çalışmaları,
politik açmazın güncellenmesini de bertaraf edemeyecektir. Düzenleme, belirleme
ve yürütme öngörüleri hepten can sıkacaktır. Aslında birbirinden hiç farkı
olmayanların müşterek kazanmışlığına davetiye çıkarılmış olacaktır.
Her halükarda yüksek siyaset, millet
yararını düşünerek, hedefe ulaşmak için bu yolu tercih etmiş olabilir. Böyle
olsa da değişik katmanların top yekun desteğini nasıl alabileceklerini de
muhakkak düşünmüş olmaları gerekir. Aksi halde bu siyasi prodüksiyona imza
atanlar ve rıza gösterenler oluşacak reaksiyonlara da katlanmalıdırlar.
Şimdilik ilk reaksiyon; Esenler sağ
selamet, Sağa teslim edildi reaksiyonudur. Soru solcular bu işin neresinde
sorusudur...
24 OCAK...
Bilimum 24 Ocaklarda çok şey yaşatıldı
bu garip memlekete. Ocaklar söndürüldü. Bu güne kaydı düşülen; kendiliğinden
ölenler, acımasızca katledilenler, canına kıyılanlar ve asortik ekonomik
tedbirler...
Hele de alel acele hazırlanan 24 ocak
ekonomik kararları peşine tetiklenen bir faşist darbe. Resmen yıkımın
başlangıcı...
24 Ocak, dardaki küresel sermayenin
memleket ekonomisine seksenler ve sonrası için dayattığı vahşi kapitalizmin
mihenk taşı ve aşılamaz faşizm duvarının ilk harcı. 24 ocak, gözüaç doyumsuz emperyal
talanın ve pentagonvari askeri darbenin ekonomik ve hukuksal alt yapısının bir
tık öncesi.
Faşist diktaya, siyasilerin ve
teknokratların aymazca geçit vermesi...
Gizli amaç; zorla yutturulan acı reçete
'24 Ocak Kararları'ndan itibaren kırk yıl zarfında inceden inceye bu günlerin
hazırlanması. Açıkça memleketin işgali. Buraya gelişin müsebbiplerinde günah
çok, suç ağır...
Hem de öyle bir ekonomik işgal ki can
dayanmaz. 24 Ocak peşine, gerçekleştirilen 12 Eylül faşist darbesinden sonra
yıllar yılı değişik ama zihniyeti aynı iktidarlarca tarım ve sanayi üretimi
geriletildi. Memleketin doğusunda ve güney doğusunda terör hortlatıldı.
Hayvancılık yok edildi. Planlı ekonomi ve karma üretim yerine dış borçla
finanse edilen ekonomi yerleştirildi. Tüketim ekonomisi yeğlendi. Memleket ve
memleket insanı yüklü ve derin borç batağına saplandı. Sıfır tasarruf
neticesinde kamu iktisadi teşekkülleri özelleştirme başlığında soyguna
uğratıldı. Göz yumuldu. Memleket kazanımları peşisıra yerli işbirlikçiler ve
yabancılara peşkeş çekildi. Memleket karşılanamaz zarara uğratıldı.
Yetmezmiş gibi yeraltı yer üstü
kaynakları yağmalatıldı. Taşeron sistemi palazlandırıldı.
Sendikalar sarı sendikalara döndürüldü.
Köklü siyasi partilerin demokratik
yapıları zedelendi. Demokratik kitle örgütleri ve meslek örgütlenmeleri
işlevsizleştirildi. Yüz binlerce kişi gözaltına alındı. On binlercesi
işkenceden geçirildi. İdam edildi. Böylece aktif ve dirençli muhalefet
tırpanlandı. Zaman ve mekan sistematik programlar dahilinde gerici ve dini
odaklara bırakıldı.
Ve kırk yılda memleketin tüm kurum ve
kuruluşları alt üst edildi. Memleket içinden çıkamaz girdaplara sürüklendi.
Tüm bunların üstüne şimdi gel de 24
Ocakları sev, sevebilirsen...
YEREL’DE YENİLENİŞ VAKTİ…
Yerelde; belediye başta olmak üzere,
muhalefet-iktidar, tüm kurum ve kuruluşları ile toptan bir yenileniş vakti
geldi. Geldi de geçiyor…
Geneli de öyle, yenileniş vakti ama
zamanı var...
Bu koca memlekette yerelde; İktidar
yanlıları ve Belediye Başkanı hoşnutları on yıldır “Büyükşehir çalışıyor,
belediye çalışıyor, çehre değişiyor, hayat değişecek, hiç kesintisiz hizmet
alıyoruz, almaya devam” dedikçe ve oy üstüne oy verdikçe pusula şaştı.
Kimilerine göre de şaşmadı. Ama toplu şaşkınlık arasında şu fakir belde de bile
iki faaliyet dönemi hızla geride kaldı. Çıraklık, kalfalık geçti, ustalık anı
üçe yasladı. Beşe de katlar bu gidişle. Bunca yıl amaçlanan misyon, vizyon ve
kalite ise maalesef gerçekçi biçimde halka yansıtılamadı.
Ancak profesyonel tavır, payandalı
performans ve sistematik stratejik planlar doğrultusunda iş her seferinde
olacağına vardı. Baş baştan bağlandı.
Ve bu bölgede kader asla değişmez
yargısı beyinlere iyice yerleşti. Yerleştirildi...
Şimdi muhalefetinden bağımsızına, tüm
adaylaşmalara dikkatle bakıldığında peşin hüküm sanılmasın ama gelecek dönemde
de bir kez daha mevcut belediye reisinin monoloğu dinlenecek görüntüsü hakim.
Zaten birleşemeden, baştan savma ve aceleye çekilmiş başkan adaylaşmaları ile
bu filmin gösterimi yediden yetmişe daha çok devam eder. Değişmez. Bunca
kargaşaya rağmen bırakın sonuç almayı kıpırdanma yok vitrinde.
Öyle içeriği bomboş aleyhte ve lehte
konuşmalarla halka dayatılan disiplinler bir çırpıda değiştirilemez. İktidar,
birbirine muhalefet eder seviyeye çekilmiş bir mecliste yıllarca at oynatmış.
Ciddi manada bir muhalefet eksikliği işine gelmiş. Neredeyse kendi kendine
muhalefet etmiş. Baştan aşağı benmerkezci eğilim ağır bir hastalık biçiminde
her kademeye nüfuz etmiş. İçsel çatışmalar artarak sevgiye alerjiyi doğurmuş.
Bu ortamda gel de değiştir, kolayca değişmez elbet.
Diğer yandan yenileşme vakti gelmiş
neyime havasında ahali. Toptan al gülüm ver gülümcülüğü egemen. Ayrıca dostlar
alışverişte görsün siyaseti ve belediye memnuniyetsizliği de artık prim
yapmıyor. Kaç trilyonluk borçtan, kaç trilyonluk bütçe deliğinden, kaç
trilyonluk faiz ödemeye mahkum edilişten kime ne. Çoğunluk bi haber zaten.
Aslolan ise açıktan açığa parti kayırmacılığı. Bu günler de böyle geçer,
marttan itibaren umutlanmalar güme gitti, gider...
Sonra yanlışların üzerinde pek durulmaz.
Eski tas eski hemam. Çam fidanı dikilir, incir ağacı sökülür, sokaklar
süpürülür. Ve sosyolojik-felsefik amfi-tiyatral ders vermeler devam eder. İş
çığırından çıktıkça çıkar.
Koca bir beş yıl daha ahlar vahlar
arasında geçer gider...
Başarısızlıkta yine başa dönülür.
Parmakla gösterilen belediye yatırımları orada burada konuşulur. Atılan imzalar
tartışılır. Yerel perspektifte dünden daha güzel oldu, yarın da olacak
edebiyatı yapılır. Daha proje aşamasına gelmemiş renkli fotoğraflı karton
tablolara sığınılır. Yerelde belediyeciliğin geldiği uç nokta böyle gösterilir.
Resmedilir. Üst bakış açısının felsefi temelleri çatışma tezahürüne eklenir. Ve
şehrin idrakı, inşası, ihra ve teberrüzü ilkesel ve eylemsel manada kurumlaşır.
Çoğunluk onlarda ne ola ki ayrımına
girmeden, hiç kafa yormadan her şeyi yine kabullenir...
Bu depolitik ve deformatik düzende
belediyecilik on yıllardır işlediği gibi; bir istirhamımız var sayın bakanım,
emrin olur sayın başkan minval üzere işler. Sürer. İşte yerel ve genel durum
böyle göründüğünden iktidar erki eskisi gibi hiç değişmeden devam eder; Demek
ki bu yol doğru, iyi yoldayız! kanaati baskılayarak.
Yerelden genele toptan yenileniş vakti
geldi de geçiyor vesselam. Ama şimdilik hisseden yok…
VAR YOK...
Süper maraton başlayalı beri var yok,
var var derken meşin top bu hafta sonu hepten patladı. Zengin konaklarında
merdiven tırabzanından kayan afacan çocuk misali işin gücün tüm heyecanı çıplak
zemine çakıldı. Hazıra dağ dayanmaz hesabı ile tutulan çeteleye bir kara çentik
daha atıldı. Ve dağ fare doğurdu...
Filmin ikinci yarısında fikstürün ilk
derbisinde kurguya çare var görülürken, yeşil çimenler tam bir bataklığa
dönüştü. İlanı reklamı yarım ağızlarda mahsur kaldı. Mahsusçular mahallinde
varın imali yamuldu. Huzursuzca günebakanlar ateşten gömleği ister istemez
sırtlarına geçirdiler ama nafile. Fiyasko fiskoslandı. Acı gerçek itiş, kakış,
tarak ve üç direk arası ortaya çıktı. Var edilen bu facia gücünü kimlerden aldı
veya kimlere teslim etti alenen tescillendi.
On yıllarını memlekette topun
gelişmesine adayanlar, toptancı misyon gereği auta çıktılar. Çıkarıldılar...
Velveleyle var görüş seçeneği, dar görüş
geleneğinin değişmez dayatmasına kurban edildi. Çita düştü. Bu var mar
alevlendirmesiyle top oyununu önceden beğendirip, sonra kalkındırmak hayali de
acımasızca toprağa gömüldü. Gayretkeş açılımın boş olduğu, boşa çıkarıldığı
cümle aleme beyan edildi.
Topta şeffaflık, toptan kalite, artistik
dağıtılan puanlar eşliğinde vardan darlığa, oradan yok oluşa doğru endekslendi.
Eşitsiz güç taslayanlar var yok arasında aniden duvara tosladı. Verimlilik
düştü. Liyakat mükafat olarak sportif yemin içeriğine gizlendi.
Var, varı vara yoğa varı öven burnu Kaf
Dağı'ndaları da mahcup etti. Var denilen Adalet mekanizması, bizzat var
sayesinde atalet enkazında dönüştü...
Vara mahkumsunuz yoksulluğu da toptan
hezimete uğradı. Varsıl değişim sırtta kambur, file de yük oldu. Haybeden
koltuk makam edinenler edi ile büdüyü oynadı. Oynadıkça delikanlıca yapılan
mücadelelerden vazgeçilecek günlerin eşiğine gelindi. Hayret, gayret hiçe
sayıldı.
Tüm başa gelenlerin geleceklerin
defaatle anlatılmışlığı da yok değil, var. Varken katı realiteyi anlamazdan
gelenler yüzünden bu süslü tablo şekillendirildi.
Dokunulmazlığın uyuşmazlığı ilk sıraya
sıçradı. Ama haki çekirge bir sıçrar iki sıçrar. Hakikat belirince, hele de
lider hatırına katlanılan sistemin ve her şeyin bozulduğu var güncellemesiyle
desteklenince zihniyetlerde bozuldu. Bozulur.
Bu bozuk düzen değişir mi değişir. Ve bu
var olan gidişatın daha fazla devam edemeyeceği de yakın zamanda ayan beyan görülür...
Görülür çünkü vardan en görkemli
görüntülerle toptancılığın pazarlanması, yakında toptan biter. Çimden çimenden
var edilen zemin betonlanır.
Bu bet ortamda; Kale düşer, orta
yuvarlak ketumlaşır, aralarında iki ileri bir geri paslaşır. İleri uç ise sağı
solu merkezi hiç fark etmez topu da göremez.
Hele ki meşin top patlayınca var yok, ne
varsa tribünlerden yeşil çimenlere bir güzel yayılır.
İşte o yaygarayla başlayan atmosferde
var mantığı yokları oynamaya başlar. Başladı bile...
İŞGAL...
İşgal bu coğrafyanın değişmez kaderidir.
Dünyada güvenli bölgeler kalmayınca başlatılır. Ve konjonktür gereği birileri
işgaller vasıtasıyla kendini güvende hisseder. Bölge insanlarını da yanına alan
görüntüde kazanır. Ama güven kalmaz...
Güvensizlik baş gösterince toprak
bütünlüğü yok edilir. Bin türlü politikalarla işgal süreci devam eder. Kuşatma
çekiç güç gölgesinde daha başka bölgelere kayar. Egemen güçler envai çeşit
oyunlarla tampon bölgeler oluşturur. Tamponlar komşularına tehdit olur, çaresiz
insanları yağdırır.
Temel uzlaşı tümden biter. Güvenli bölge
paralel meridyen hesabına göre her zaman bataklığın tam göbeği olur. İşgalin
adresi olur. Ateş önce oraya düşer. Sonra kara koridorlar açılır ve işgal
ilerler. Ve bop, top derken, tank palet desteğiyle kontrol altına alınmayan
toprak kalmaz.
Bu çağda bu paylaşıma acı bir çığlık
duyulur ama inanılmaz. Önemsenmez; 'Ülkelerimiz işgal ediliyor...' Böyle
öngörenlerin feveranı azınlıkta kalır. Duymazdan gelinir. Ülkeler tek tek
alınana kadar da sinsi işgal sürer.
Bunun için bölgede daima sorun olması
istenir. Olur. Bu kimsenin çıkarına değildir diyenlere aldırılmaz. Proje resmen
kitle imhasıdır düşünülmez. Toptan dünyayı yok etme üzerine kurulu bir
sistemdir, benimsenir. Ve yabancı güçler direnişe karşı her fırsatta ittifak
oluşturur. İşbirlikçilerini ileri sürer.
Tarihin her döneminde bu çarpık oluşum
bu topraklardan başlar yarın başka yerlere sıçrar. Ve oturup oyunun dışında
kalamaz hiç kimse. İstese de direnemez. Değişim denir adına gerileyişin.
Kabullenilir. Çağcıl düşünemez. Böylece tutsaklık genişler.
Koca coğrafyada özgürlük politikaları
konuşulmaz. Anlaşmazlıklar giderilmez. Ortak paydada hiç buluşulamaz. Gidişat
sorgulanamaz. Bile bile damlar yıkılır, idamlar geri gelir, adamlar adamsılaşır.
Ademin yüzü hiç gülmez.
Sonra sıra size gelir. Anında bütün
dostluklar biter. Dostlara güven kalmaz. En yakınlar başa bela olur. Savunma
sistemleri felç edilir. Ekonomi dondurulur. Sıkı arkadaşlıklar bir kalemde
düşman kardeşliğe dönüşür. Sonun başlangıcı bedelsiz satışla gelir.
Gelir ama büyük bedeller ödenir. Siz biz
kalmaz. Gün gelir öyle mahşeri bir gün olur ki; 'akılların işgali toprakların
işgalini de' getirir. Herkese nefret ve herkes kandırmacalara bulaşır. Yıkımın
eşiğine gelinir. Uzaktan yakına tek düşünce ortaklaşır; oh olsun...
Başa gelmez denilse de gelenlere 'Oh
olsun' denir ama kontrol içten dışa zayıflar. Dıştan içe merkezi istihbaratlı
etkileşim artar. Milli duyarlıklar zayıflar. Dostlar, dostluklar kaybolur. Ve
düşmana sertlikte biter, alenen yumuşanır.
Gerçeklerin farkına varıldığında ise
işgal çoktan başlamıştır. Başlasın. Bu milletin değişmez kaderidir; 'işgale
karşı koymak'.
Ve her hal ve şartta cesaretle karşı
koyar...
BUHRAN VE SAVAŞ YILLARI
Dünyayı ekonomik açıdan resmen batıran
ve dünyanın savaşa yönlenmesine neden olan '1929 Büyük Buhran' öncesi ve
sonrasına bakmadan şu fakir memleketin siyasal ve ekonomik tarihi doğru
yazılamaz. Ama ciddi veriler doğrultusunda dönemlere objektif bakılmalıdır. En
ince nüanslar dahi doğru değerlendirilmelidir. Aksi tutumla sadece taban tutan
seviyede siyaset yapılmış olur. O kadar...
Yeni kurulmuş devletin buhran yılındaki
bütçesi 224 milyon liraydı. Uygulanan bir dizi önleme karşın bütçe 1933 yılında
205 milyon liraya, ihracat ise 155 milyon liradan 96 milyon liraya kadar
geriledi. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türk Lirası doların üzerinde işlem
görmüşken 1929 yılında 1.95 seviyesine "büyük kriz"de 2,12'ye
yükseldi. Bu ani yükselişten sonra 1929'dan 1935'e kadar dolar yeniden düşüş
gösterdi. Hatta 1935'te 1,25'e kadar geriledi. Savaş sonrasına kadar bu seviye
korundu ve Dolar 1,31 lirada sabitlendi.
Yine bilinen ilk fiyat listesi ve en
kapsamlısı 1930’dan bu günlere erişmiştir. ATB tespitleriyle biçimlenen bu listeye
göre 1930 yılında; "1 kilo koyun eti 50 kuruş, 1 kilo dana eti 32 kuruş,
beyaz peynir 47 kuruş, kaşar peyniri 91 kuruş, tereyağı 116 kuruş, kahve 90
kuruş, bulgur 18 kuruş, fasulye 13 kuruş, mercimek ve nohut 9 kuruş, zeytinyağı
43 kuruş, zeytin 23.5 kuruş, sabun 33.5 kuruş, pirinç 27.5 kuru, makarna 24
kuruş, tuz ve bir adet ekmek 8 kuruş, 1 kg. kömür 2.5 kuruş... " fiyata
satılıyordu.
Tekel Ürünleri ise: "Kulüp Rakısı
140 kuruş, Altınbaş Rakısı 210 kuruş, Yeni Rakı 105 kuruş, Kanyak 140 kuruş,
Votka 126 kuruş, Marmara Şarabı 50 kuruş..." fiyata idi.
Ayrıca Buhranla birlikte ekonomide
devletçilik ilkesi uygulanmaya başladığında 1929 yılı milli hasılasında sanayi
kesiminin payı % 9,9’du. Bu pay 1933 yılından itibaren % 18,3’e çıktı.
İşte salt bu oran göz önüne alınsa bile
Büyük Buhran ve 2. Dünya Savaşı'na rağmen bu dönem şu fakir memleket için
açıkça yeniden sanayileşme dönemidir. Memleketi idare edenlerin ekonomik
buhrandan ve savaştan devletin ekonomiye müdahalesi ile çıkılabileceği
öngörüsünün doğruluğu, tuttuğu ve haklılığın tescilidir.
Ancak İkinci Dünya Savaşı paylaşımında
kenarda kalmasına karşın memleket içte ekonomik hasara uğramadı değil. Bu
hasarı gidermek için Halk Partisi iktidarı on beş yıl belli seviyede tuttuğu
doları hemen savaş sonrası 1946'da %100 artışla 2,80 liraya devalüe etti..
Kuruluştan 1946'ya yapılan her şey bir
anda unutularak bu dolar artışına başka suni nedenler de eklenerek ilk genel
seçimlerde fatura CHP'ye kesildi. Ve ilk seçim 1950'de Demokrat Parti iktidarı
aldı..
Memleket için kimilerine göre kötü,
birilerine göre iyi gelen dönüm noktası işte bu oldu. Yeni dünya düzeninde DP
tercihini Amerika'dan yana kullandı. Sınır ötesine Uzak Asya'ya asker gönderdi.
Marshall yardımı başta yığınla sözde yardımı kabul etti. Elbette karşılıksız
olmayan bu yardımlarla dışa bağımlılık arttı. Memleket popülist politikalar ve
enflasyonla yönetilmeye başladı. DP iktidarı biriken sorunlar yüzünden 1958'de
%321 oranında devalüasyonla doları 2,80 liradan 9,00 liraya yükseltti.
Ve bu devalüasyon sonun başlangıcı
oldu...
Büyük Buhran ve Dünya savaşı
dönemlerinden, faizleri yükseltmeden, dövizi Merkez Bankası’nın çabaları ile
sabit tutarak, işsizliği artırmadan, her yıl geçmişten kalan dış borcu
ödeyerek, Tam Bağımsız kalarak, Savaşa girmeden, borç batağına düşmeden,
şartlar gereği ekonomik küçülme göstererek ama sanayisi büyüyerek çıkan
memleket bir on yılda dağıldı.
İşte o dağınıklık hala devam ediyor. Şu
garip memleket nedense hala buhran ve konu komşu savaşlarından beslenen bir
rolü benimsiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder