7 Eylül 2019 Cumartesi

TEMMUZ-SON


POLİTİKA FAİZİ...
Merkez Bankası, atanan yeni başkanla beraber politika faizini yüzde 4.25 düşürdü. Yani bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı 19.75'e çekildi. Ama bu faiz o bilinen faiz değil...
Genelde bu faiz düşürmeler hep yaz dönemi, turizm mevsimlerinde gerçekleştiriliyor. Çünkü mevsimlik döviz girişi iç piyasayı bir süreliğine rahatlatıyor. Ve o mevsimlik ferahlık ve turizm dolayısıyla gözle görülür ahenk hemen faiz düşürmeye endeksleniyor.
Yıllardır enflasyonun nedeni yüksek faiz, dövizdeki artışın nedeni de enflasyon denile denile hiç ekonomiden anlamayanlar bile lafta uzmanlaştırıldı. Millet şimdi o uzmanlıkla enflasyon ve dövizde düşüş bekliyor. Ancak bu yeni oran düşürme, düşük faizli piyasalardan borçlanılıp yüksek faizli piyasalarda iş yapmayı kolaylaştırıyor. Bu da bir nebze kısa vadeli yeni borçlanma ve sıcak para akışı demek. O kadar.
Çünkü memleketin, toplam milli gelirin yüzde 60’ı oranında ödenecek borcu var. Hükumet bütçe açığını kapatmak için Merkez Bankası'nın 33 milyar liralık kârını, 21 milyarlık ihtiyat akçesini, imar affından gelen 19 milyar lirayı hazineye aktardı. Yetmedi. Ekonomik ve siyasal nedenlerle borç bulmak da zor. Yabancı sermaye girişi de sınırlı. Yani yeni kaynak şart.
Diğer yandan yüksek faizin kredi maliyetlerini yükselterek enflasyonun artmasına neden olduğu tam doğru bir tahlil değil. Çünkü politika faizinin düşürülmesi öncelikle bankaların kredi çekmesinde rahatlama ve nakit oranlarını koruma kolaylığı sağlar. Bankaların kredi faizlerini dengede tutar. İhtiyaç dahil tüm kredileri verirken ellerindeki nakit fon erimeyeceği için bireysel ve kurumsal başvurular hemen karşılanır. Yani krediler yoluyla piyasadaki para darlığı anlık çözümlenir. Geçici bir nefes alma gerçekleşir. Durum budur.
Ayrıca Merkez Bankası ve kamu bankaları sürekli döviz satarak kura müdahale ediyor. Bu müdahale özellikle doların aşırı yükselmesini şimdiye dek önledi. Piyasanın dövize gereksinimi ve temini de bu şekilde karşılandı. Ek olarak yabancı finansmancılar düşük kurdan döviz toplayıp yüksek kurdan piyasaya sürdüklerinden faiz düşmesi işlerine gelir. Zaten istedikleri de budur.
Faizin düşürülmesinin bir nedeni de iç ve dış talep azalması. Bu yüzden özellikle bir yıldır yüksek seyreden enflasyon fiyat artışlarına rağmen belli bir orana kilitlendi. Yerinde saymaya başladı. Gerilemeye doğru bir gidiş sergiledi. Yani faiz düşürülmese bile piyasa kendiliğinden dengesiz bir dengeye oturacaktı.
Şimdi hükumet enflasyonun bu durağanlığını politika faizinin düşürülmesine bağlayacak, resmen politika yapacak...
Oysa dev boyutta bir ekonomik kriz yaşanıyor. Ulusal sermaye birikimi yenilmiş. Özel sektör batmış, kamuya ait sektörel kurumlar satılmış. Teşvikler yetersiz, teknoloji geri. Yabancı sermaye kaçmış, gelmiyor. Para politikası yabancı finans kurumlarının eline geçmiş. Kur sabit durmuyor. İhracat ithalatın çok gerisinde kalmış. Eldeki kaynaklar sorumsuzca tüketilmiş, yeni kaynak yaratılamıyor. Büyüme derken gittikçe küçülünüyor. Velhasıl istikrar kalmamış.
İşte bu paslı çarkta diğer etkenlerle katmerlenen kaos en başta üretimi vuruyor. Üretim maliyetleri arttıkça artıyor. Artış enflasyon olarak piyasalara yansıyor. Döviz tavan yapıyor. Ahvalin özeti bu.
Böylesi geniş bir girdap varken, her şeye neden, tek sorumlu faiz gösteriliyor. Yaşanan ekonomik, hukuksal ve sosyal çöküşün üzeri kapatılmaya çalışılıyor. Olası toplumsal patlama ötelenmeye çalışılıyor.
O yüzden her sene Merkez Bankası ve başkanı üzerinden politika faizi düşürme kapışmaları güncelleniyor. Politika sanatı icra ediliyor. Peşine bir operasyon, öncekinden daha yüksek faiz oranı kabul ediliyor. Bir aşağı iki yukarı taktiği yıllardır işliyor.

YÜZ YILLIK SORUN...
Kimseler kızmasın gücenmesin ama hukuken mülteci olmayan, geçici koruma statüsü ile yıllardır şu güzel memleketin keyfini süren Suriyeliler sorunu sadece bu günün değil, geleceğin ve asrın sorunudur. Savaş bitsin gideceklerdi savaş bitti gitmediler. Gönderileceklerdi oda zor, on yılları alır.
Yani Suriyeliler sorunu yüz yıl geçse de memleketin çözülemeyecek asli sorunu olma yolunda ilerliyor...
Suriyeliler ve diğer yabancılar, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 91. maddesine göre 'ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya geçen yabancılar geçici koruma altına alınır...' kapsamında yıllardır bakılıyor.
Öyle bir bakılmak ki özellikle Suriyeliler beş milyonu geçen bir nüfusla vergisiz harçsız, parasız pulsuz şu bereketli topraklarda bir güzel kalıyor...
Ne zamana kadar hiç belli değil. Ancak sığınmacı olmayı gerektiren şartlar düzelince vatanlarına dönmelerini zorunlu. Statü böyle. Geçici. Bayram seyran sılayı rahim yapıp dönebiliyorlar ise durumları mülteci statüsü veya geçici koruma statüsü ile açıklanamaz bir durum. Keşmekeş.
Kaçtığı ülkeyi rahatlıkla ziyaret eden, sonra sığındığı ülkeye ikamet maksatlı dönen uluslararası hukuk çerçevesinde mülteci sayılmaz, geçici koruma statüsü de işlemez. Durum hukuki dolmaktan çıkmış, siyasi bir karara dönüşmüş. Ve siyaset aldığı kararla batmış, güne özel bile çözüm üretmekte çaresiz.
Hesap ortada. Mesele arap saçına dönmüş. Yine bir bayram öncesi. Yaklaşık elli ila yüz bin civarında Suriyeli ülkelerine bayramlaşmaya gidecek. Giden dönmese vaya gidene dönüşte kapılar kapansa ancak yüz bayram sonra eve dönüş tamamen gerçekleşebilir. Eder en az elli yıl.
Düzenli bir transferle ayda elli bin sığınmacı ana yurtlarına bir güzel yerleştirilse, ayda on bin Suriyeli bebek doğumu da hesaba katıldığında eder en az on beş yirmi yıl.
Yani devlet içinde devlet olmuş durumda Suriyeliler. Dünyada yaklaşık yüz ülke beş milyonun altında bir nüfusa sahip. Şu garip memlekette sığınmacı sayısı altı milyonun üstünde. Yüz yılda da çözülemeyecek gittikçe katmerlenen bir sorunlar yumağı.
Madem kademeli çözüm on yılları alacak, yüz yıla sarkacak ve şimdiye kadar kırk milyar dolar harcanmış ve daha da harcanacak, ulusal ve uluslararası hukuka aykırı ama topu vatandaşlığa geçirilsin, sorun kökten sonlandırılsın. Bedavacılık bitsin, destekler kesilsin. Tosmanya olunsun. Geçmezler ama geçerlerse, dünyanın en pahalı vatandaşlığına geçmek ne demek görülsün. Eğer kaçıp gitmezlerse, sessiz çoğunlukla sürünüp gitsinler.
Ancak şu dört tarafı denizi karası ateş çemberi, bataklık memlekette vatandaş olmak en başta yürek ister...
Şu garip memleketin vatandaşı olmak, mangal gibi yürek sonra kanunlara kurallara uymayı gerektirir. Öyle lafla, lafta olmaz yüksek cesaret ister. Tam sadakat gerektirir. Dil, kültür birliği ve geleneklere bağlılık ister. Kamu düzenini bozmamayı gerektirir. Kaçıcı değil kalıcı olmanın gereklerini yerine getirmek ister. Memleketin temel değerlerini korumak ve sistemi kabullenmek ister. İster de ister. Gerektirir de gerektirir.
Hangi Suriyeli ister böylesi ağır bir vatandaşlığı. Kendi savaşından kaçan senin savaşında kurşun asker olur mu? Olsa nereye kadar.
Diğer yandan köşe başlarını tutmuş, kendini popülizm tuzağına kaptırmış eli kolu dolu, tuzu kurular, hangi akla hizmet Suriyeliler kaynak tüketmiyor, bilakis ekonomiye katkı sağlıyor diyerek demokrasi havarisi kesilir. Kesilseler ne yazar.
Memleketin başına yüz yıl sorun olacak Suriyeli sorununu diğer yabancılarla harmanlayarak hassasiyetle gizlemeye çalışanlar, ya çifte vatandaş ya da çoktan bir yerlerden geçici koruma statüsü talep etmişler olsa gerek.
Yoksa göz göre göre yüz yıllık sorunun oluşmasında bu denli ısrarcı olmazlar ve yarınların Tosmanya sının kurulması için bunca borazan çalmazlar...

KASAR

Her zaman unvan ve isim dayatması aklı kasar...

Kasar elbet, hele kasrı cennet hevesiyle tutuşanlar çoğalınca kumpas kuşatması kasırga gibi her tabakadan her cemiyete yayılır. Şol cennetin ırmakları buz tutar. Kasten çıkarılan eritmelik yangın çok zarar verir ama duyuları dumura uğratmaz. Kasvet kalır geriye.

Ve kurtuluş meclisleri yanılgıyı da perde arkası olayları da irdeler. Böylece her kademede her mertebede durum idare edenler unvan isim deşifre olur...

Şifre şifahen kırılır...

Yani ayyuka çıkarılan, algı eklemeli ve çarpık, etkisi ağır yetkisi sağır çıkarsamalar açığa düşer. Çıkar hesabına kümelenenler denizin karasına, en diplere dalar. Yine de bulunur. Çıkarılır. Masallar bitince mutlak mukayeselere kahraman dayanmaz. Zevahiri kurtaracak zevat kalmaz.

Ve bütün yoz alışkanlıklar, toz akışkanlıklar güya refsiz, kefensiz çıkılan yolculukta ilk keskin virajda derin uçurumlara savrulur...

Uçurumun dibine yakın sah, sahabet saf değiştirir. Sufleler savunmasız kalınca, saf kasarlar savanın ve satanın ipine yapışır. Musallada bitecek musallat olmalar tepe üstü çakılır. Ondan sonrası her şey ayıbın ve kaybın, bilinen ve beklenen zarardan fazlasını ve de işlenen büyük günahları cümle aleme ilan etmek samahatlığıdır.

Seyahat ve sefahat çılgınlığı duran kulaklara duyurulunca cümbür cemaat çılgına döner. Dönmüşlüğü hisseden camdan kavuklar ve camdan dalkavuklar anında kıvırır. Kıssadan hisse küstüm oynar.

İşte bu esnada kırık saatlerin kırkılları ile üstüne vazife olmayan her işe karışanlar yeni bir dönemece kadar kendilerini kasarlar. Çünkü stilize edilen bakışık düzen başka tertiplere kurban gitmiştir...

İşte o kısır döngüde nice unvan ve isim zihnin ateşiyle dağlanır. Tüm ak yaldızlı isimler ve al yaldızlı unvanlar kara deliğin hışmına uğrar. Ve söner. İçine çöker ve düşer. Ve de kısırlaşır.

Yani sona yakın her hengamede baş rolü kapanlar, sonsuza kışkırtılanlar kış güneşine tutulur. Hepsi yerli yerinde donar. Taşa keser...

Kuş bakışı her şey çok güzele yakındır. Bir yandan da zehirli kapan daralır, kılıç keskinleşir ve daraltıyı ortadan ikiye böler. Darası çıkılmış ezelden ebede tüm masum hayaller yutulur. Hep aynı kalmak zorlaşır. Yaşananlar unutulur.

Zordur ama bazen unvan ve isim dayatmasına dayanmak, direnmek aklı çalıştırır. Aklın yolu birdir, kastı cennet, kasrı cehennem olanların kurduğu kumpas kuşatması yırtılır. Suskun volkanlar patlar. Kasırga rota değiştirir. Hiç kasmadan kasten çıkarılan yangınlar söndürülür. Kasvet bulutları çok geride kalır.

Ve her türden kasarlara karşın, kurtuluş meclisleri isim ünvan takmadan gelişme kartını günceller. Başlangıç boyutunu her tabakadan her cemiyete genişletir.

Olası kanırtmalara rağmen genel kanı şimdilik böyle...

YÜZ YILLIK SORUN...

Kimseler kızmasın gücenmesin ama hukuken mülteci olmayan, geçici koruma statüsü ile yıllardır şu güzel memleketin keyfini süren Suriyeliler sorunu sadece bu günün değil, geleceğin ve asrın sorunudur. Savaş bitsin gideceklerdi savaş bitti gitmediler. Gönderileceklerdi oda zor, on yılları alır.

Yani Suriyeliler sorunu yüz yıl geçse de memleketin çözülemeyecek asli sorunu olma yolunda ilerliyor...

Suriyeliler ve diğer yabancılar, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 91. maddesine göre 'ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya geçen yabancılar geçici koruma altına alınır...' kapsamında yıllardır bakılıyor.

Öyle bir bakılmak ki özellikle Suriyeliler beş milyonu geçen bir nüfusla vergisiz harçsız, parasız pulsuz şu bereketli topraklarda bir güzel kalıyor...

Ne zamana kadar hiç belli değil. Ancak sığınmacı olmayı gerektiren şartlar düzelince vatanlarına dönmelerini zorunlu. Statü böyle. Geçici. Bayram seyran sılayı rahim yapıp dönebiliyorlar ise durumları mülteci statüsü veya geçici koruma statüsü ile açıklanamaz bir durum. Keşmekeş.

Kaçtığı ülkeyi rahatlıkla ziyaret eden, sonra sığındığı ülkeye ikamet maksatlı dönen uluslararası hukuk çerçevesinde mülteci sayılmaz, geçici koruma statüsü de işlemez. Durum hukuki dolmaktan çıkmış, siyasi bir karara dönüşmüş. Ve siyaset aldığı kararla batmış, güne özel bile çözüm üretmekte çaresiz.

Hesap ortada. Mesele arap saçına dönmüş. Yine bir bayram öncesi. Yaklaşık elli ila yüz bin civarında Suriyeli ülkelerine bayramlaşmaya gidecek. Giden dönmese vaya gidene dönüşte kapılar kapansa ancak yüz bayram sonra eve dönüş tamamen gerçekleşebilir. Eder en az elli yıl.

Düzenli bir transferle ayda elli bin sığınmacı ana yurtlarına bir güzel yerleştirilse, ayda on bin Suriyeli bebek doğumu da hesaba katıldığında eder en az on beş yirmi yıl.

Yani devlet içinde devlet olmuş durumda Suriyeliler. Dünyada yaklaşık yüz ülke beş milyonun altında bir nüfusa sahip. Şu garip memlekette sığınmacı sayısı altı milyonun üstünde. Yüz yılda da çözülemeyecek gittikçe katmerlenen bir sorunlar yumağı.

Madem kademeli çözüm on yılları alacak, yüz yıla sarkacak ve şimdiye kadar kırk milyar dolar harcanmış ve daha da harcanacak, ulusal ve uluslararası hukuka aykırı ama topu vatandaşlığa geçirilsin, sorun kökten sonlandırılsın. Bedavacılık bitsin, destekler kesilsin. Tosmanya olunsun. Geçmezler ama geçerlerse, dünyanın en pahalı vatandaşlığına geçmek ne demek görülsün. Eğer kaçıp gitmezlerse, sessiz çoğunlukla sürünüp gitsinler.

Ancak şu dört tarafı denizi karası ateş çemberi, bataklık memlekette vatandaş olmak en başta yürek ister...

Şu garip memleketin vatandaşı olmak, mangal gibi yürek sonra kanunlara kurallara uymayı gerektirir. Öyle lafla, lafta olmaz yüksek cesaret ister. Tam sadakat gerektirir. Dil, kültür birliği ve geleneklere bağlılık ister. Kamu düzenini bozmamayı gerektirir. Kaçıcı değil kalıcı olmanın gereklerini yerine getirmek ister. Memleketin temel değerlerini korumak ve sistemi kabullenmek ister. İster de ister. Gerektirir de gerektirir.

Hangi Suriyeli ister böylesi ağır bir vatandaşlığı. Kendi savaşından kaçan senin savaşında kurşun asker olur mu? Olsa nereye kadar.

Diğer yandan köşe başlarını tutmuş, kendini popülizm tuzağına kaptırmış eli kolu dolu, tuzu kurular, hangi akla hizmet Suriyeliler kaynak tüketmiyor, bilakis ekonomiye katkı sağlıyor diyerek demokrasi havarisi kesilir. Kesilseler ne yazar.

Memleketin başına yüz yıl sorun olacak Suriyeli sorununu diğer yabancılarla harmanlayarak hassasiyetle gizlemeye çalışanlar, ya çifte vatandaş ya da çoktan bir yerlerden geçici koruma statüsü talep etmişler olsa gerek.

Yoksa göz göre göre yüz yıllık sorunun oluşmasında bu denli ısrarcı olmazlar ve yarınların Tosmanya sının kurulması için bunca borazan çalmazlar...

DÜŞÜN DÜŞKÜN ÇATIŞMASI VE SÜRGÜNLER…


Evrende, manasız zamansız bölgesel savaşlar başta, tüm savaşların neticesinde küçük kıyametler kopmasının tek nedeni, düşün bilirler ile düş düşkünlerine mahsus derinliksiz kapışmalardır. Gereksiz çatışmalardır. Zaten din iman bağlayıcılığı önemsenip, düşün dünyasından kopulunca cepheleşmeye zemin hazırdır.

Zevat zevahiri takmayınca da zehirli bataklığa düşülür…

Diğer yandan gelmişi geçmişi uydu, lafta göbeği sultanlıkla kesilenlerin ve safta softa sonradan görmelerin günbegün gerçek hayatla bağları kesilir. İşte bu akıl ötesi kamplaşma kapkara kuyular açar, çelikten mezarlar kazar. Düşmeyegör düşülür. Kazara da olsa düşülür.

Ve bir kerelik düşülünce, düşüncesizce düşü kurulan ne varsa gelir düşkünlük duvarına toslar.

Ceremesini ise masum halklar çeker…


Düşkünlük bir kere paçaya yapıştı mı hisler hep yanıltır, gözler gerçeği hiç görmez. Gizli özneler ve gözdeler daima aldatır. Aldanılır. Batıla kayıldıkça, doğrudan sapılır. Yoldan çıkılır. Zaman tersine işler. Düşün kaçağı gözdeler maskaraya döner. Düşün mastarını kader görenler ise neredeyse sürgün sayılır.


Ve düş tüccarları ve düşkünlere has bölgesel savaş panayırları kurulur. Pan-am düş peşinde koşmaktan merhamet duygusu tekler. Pentagonal denklem tökezleyince de ilahi mucizelere ümit bağlanır. Geçer gider zaman boşa çıkan düşün ve düşkün sayılmak pahasına uluorta azmanın faturası illa ki garip bölge halklarına çıkarılır.

Sonsuz sömürülen halklara hayat hep sarpa sarar. Yığınlar halinde yeryüzünde öylece kala kalınır. Yersiz yurtsuz. Orada burada horlanan sığınmacılar pozisyonunda yitik hayatlar.  Düşün sıfır, düşkün hisler dorukta acizliği belirginleştirir.



Sonra yersiz yurtsuz bırakılan bölge halklarından yedi ceddi yaban lar başka hayatların içine yapıştırma planı yürürlüğe girer. Lafta mağrur ama hükmen mağlup düş düşkünlerince, hiç düşünmeden yağmacı bir kombine hayat soy sop birlere dayatılır. Hem de hiç hatırı sayılamaz oranda. Milyonlar düzeyinde.

Kenarda ellerini ovuşturarak bekleyen, evreni sermaye gücüyle kana boyayan emperyaller ise toplumsal belleği resetler, yaşanan vahşetteki paylarını akıllarda minimuma indirger. Savaş kaçkınlarına kucak açmayı ise becerili iş statüsünde günceller.


Hiçbir tutulur tarafı olmayan, bu özensiz düzensiz sığınma işinden, işin içinden çıkamayan düşün ve düşkün dünyası ise marş mehteran çatışırlar. Kapışırlar…


Düşün ve düşkün âleminde,  çatışmalar zehir zemberek sürerken terslemek ile terslenmek ikileminde terazi kurulur. Yanlış ürün bozuk kantarlarla tartılır. Kaşla göz arası ikinci hayatlar kurulur. ve yalandan hayatlar kurtulur.


Ağır kusurlu bu kurgu savaştan ve kıytırık savaşlardan kaçanlar için hükümetin hükmü baştan beri doğru olmayınca başka nam ve şanlardan dem vurulur.  Düş gücünü bile zorlayan bu düşüncesiz ev sahipliğine vatan millet vasfı dayanmaz.  Alametleri belirgin,  uzun süreceği kesin, bu sığınmacı-misafir gerçeğini kavrayamamak ve ayrıntılarını anlamamak  küçük ve büyük günahlara alenen ortaklıktır. Küçük kıyamet yobazlığıdır.

Zaten evrendeki düş düşkünü gözdelerin bunca bölgesel aç gözlülüğü küçük kıyametleri kopartır, büyük kıyamete yaklaştırır…

Tüm bu toplumsal hasarı bakar gözler görmeyince, düşün düşkün çatışmaları, kapışmaları sürgün verir. Ve sürgünle gözdeler gözden de düşer, özden de…

Hiç yorum yok: