POLİTİKA FAİZİ...
Merkez Bankası, atanan
yeni başkanla beraber politika faizini yüzde 4.25 düşürdü. Yani bir hafta
vadeli repo ihale faiz oranı 19.75'e çekildi. Ama bu faiz o bilinen faiz
değil...
Genelde bu faiz
düşürmeler hep yaz dönemi, turizm mevsimlerinde gerçekleştiriliyor. Çünkü
mevsimlik döviz girişi iç piyasayı bir süreliğine rahatlatıyor. Ve o mevsimlik
ferahlık ve turizm dolayısıyla gözle görülür ahenk hemen faiz düşürmeye
endeksleniyor.
Yıllardır enflasyonun
nedeni yüksek faiz, dövizdeki artışın nedeni de enflasyon denile denile hiç
ekonomiden anlamayanlar bile lafta uzmanlaştırıldı. Millet şimdi o uzmanlıkla
enflasyon ve dövizde düşüş bekliyor. Ancak bu yeni oran düşürme, düşük faizli
piyasalardan borçlanılıp yüksek faizli piyasalarda iş yapmayı kolaylaştırıyor.
Bu da bir nebze kısa vadeli yeni borçlanma ve sıcak para akışı demek. O kadar.
Çünkü memleketin,
toplam milli gelirin yüzde 60’ı oranında ödenecek borcu var. Hükumet bütçe
açığını kapatmak için Merkez Bankası'nın 33 milyar liralık kârını, 21 milyarlık
ihtiyat akçesini, imar affından gelen 19 milyar lirayı hazineye aktardı.
Yetmedi. Ekonomik ve siyasal nedenlerle borç bulmak da zor. Yabancı sermaye
girişi de sınırlı. Yani yeni kaynak şart.
Diğer yandan yüksek
faizin kredi maliyetlerini yükselterek enflasyonun artmasına neden olduğu tam
doğru bir tahlil değil. Çünkü politika faizinin düşürülmesi öncelikle
bankaların kredi çekmesinde rahatlama ve nakit oranlarını koruma kolaylığı
sağlar. Bankaların kredi faizlerini dengede tutar. İhtiyaç dahil tüm kredileri
verirken ellerindeki nakit fon erimeyeceği için bireysel ve kurumsal başvurular
hemen karşılanır. Yani krediler yoluyla piyasadaki para darlığı anlık
çözümlenir. Geçici bir nefes alma gerçekleşir. Durum budur.
Ayrıca Merkez Bankası ve
kamu bankaları sürekli döviz satarak kura müdahale ediyor. Bu müdahale
özellikle doların aşırı yükselmesini şimdiye dek önledi. Piyasanın dövize
gereksinimi ve temini de bu şekilde karşılandı. Ek olarak yabancı
finansmancılar düşük kurdan döviz toplayıp yüksek kurdan piyasaya
sürdüklerinden faiz düşmesi işlerine gelir. Zaten istedikleri de budur.
Faizin düşürülmesinin
bir nedeni de iç ve dış talep azalması. Bu yüzden özellikle bir yıldır yüksek
seyreden enflasyon fiyat artışlarına rağmen belli bir orana kilitlendi. Yerinde
saymaya başladı. Gerilemeye doğru bir gidiş sergiledi. Yani faiz düşürülmese
bile piyasa kendiliğinden dengesiz bir dengeye oturacaktı.
Şimdi hükumet
enflasyonun bu durağanlığını politika faizinin düşürülmesine bağlayacak, resmen
politika yapacak...
Oysa dev boyutta bir
ekonomik kriz yaşanıyor. Ulusal sermaye birikimi yenilmiş. Özel sektör batmış,
kamuya ait sektörel kurumlar satılmış. Teşvikler yetersiz, teknoloji geri.
Yabancı sermaye kaçmış, gelmiyor. Para politikası yabancı finans kurumlarının
eline geçmiş. Kur sabit durmuyor. İhracat ithalatın çok gerisinde kalmış.
Eldeki kaynaklar sorumsuzca tüketilmiş, yeni kaynak yaratılamıyor. Büyüme
derken gittikçe küçülünüyor. Velhasıl istikrar kalmamış.
İşte bu paslı çarkta
diğer etkenlerle katmerlenen kaos en başta üretimi vuruyor. Üretim maliyetleri
arttıkça artıyor. Artış enflasyon olarak piyasalara yansıyor. Döviz tavan
yapıyor. Ahvalin özeti bu.
Böylesi geniş bir
girdap varken, her şeye neden, tek sorumlu faiz gösteriliyor. Yaşanan ekonomik,
hukuksal ve sosyal çöküşün üzeri kapatılmaya çalışılıyor. Olası toplumsal
patlama ötelenmeye çalışılıyor.
O yüzden her sene
Merkez Bankası ve başkanı üzerinden politika faizi düşürme kapışmaları
güncelleniyor. Politika sanatı icra ediliyor. Peşine bir operasyon, öncekinden
daha yüksek faiz oranı kabul ediliyor. Bir aşağı iki yukarı taktiği yıllardır
işliyor.
YÜZ YILLIK SORUN...
Kimseler kızmasın
gücenmesin ama hukuken mülteci olmayan, geçici koruma statüsü ile yıllardır şu
güzel memleketin keyfini süren Suriyeliler sorunu sadece bu günün değil,
geleceğin ve asrın sorunudur. Savaş bitsin gideceklerdi savaş bitti gitmediler.
Gönderileceklerdi oda zor, on yılları alır.
Yani Suriyeliler
sorunu yüz yıl geçse de memleketin çözülemeyecek asli sorunu olma yolunda
ilerliyor...
Suriyeliler ve diğer
yabancılar, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu 91. maddesine göre
'ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen acil ve geçici
koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya geçen
yabancılar geçici koruma altına alınır...' kapsamında yıllardır bakılıyor.
Öyle bir bakılmak ki
özellikle Suriyeliler beş milyonu geçen bir nüfusla vergisiz harçsız, parasız
pulsuz şu bereketli topraklarda bir güzel kalıyor...
Ne zamana kadar hiç belli
değil. Ancak sığınmacı olmayı gerektiren şartlar düzelince vatanlarına
dönmelerini zorunlu. Statü böyle. Geçici. Bayram seyran sılayı rahim yapıp
dönebiliyorlar ise durumları mülteci statüsü veya geçici koruma statüsü ile
açıklanamaz bir durum. Keşmekeş.
Kaçtığı ülkeyi
rahatlıkla ziyaret eden, sonra sığındığı ülkeye ikamet maksatlı dönen
uluslararası hukuk çerçevesinde mülteci sayılmaz, geçici koruma statüsü de
işlemez. Durum hukuki dolmaktan çıkmış, siyasi bir karara dönüşmüş. Ve siyaset
aldığı kararla batmış, güne özel bile çözüm üretmekte çaresiz.
Hesap ortada. Mesele
arap saçına dönmüş. Yine bir bayram öncesi. Yaklaşık elli ila yüz bin civarında
Suriyeli ülkelerine bayramlaşmaya gidecek. Giden dönmese vaya gidene dönüşte
kapılar kapansa ancak yüz bayram sonra eve dönüş tamamen gerçekleşebilir. Eder
en az elli yıl.
Düzenli bir transferle
ayda elli bin sığınmacı ana yurtlarına bir güzel yerleştirilse, ayda on bin
Suriyeli bebek doğumu da hesaba katıldığında eder en az on beş yirmi yıl.
Yani devlet içinde
devlet olmuş durumda Suriyeliler. Dünyada yaklaşık yüz ülke beş milyonun
altında bir nüfusa sahip. Şu garip memlekette sığınmacı sayısı altı milyonun
üstünde. Yüz yılda da çözülemeyecek gittikçe katmerlenen bir sorunlar yumağı.
Madem kademeli çözüm
on yılları alacak, yüz yıla sarkacak ve şimdiye kadar kırk milyar dolar
harcanmış ve daha da harcanacak, ulusal ve uluslararası hukuka aykırı ama topu
vatandaşlığa geçirilsin, sorun kökten sonlandırılsın. Bedavacılık bitsin,
destekler kesilsin. Tosmanya olunsun. Geçmezler ama geçerlerse, dünyanın en
pahalı vatandaşlığına geçmek ne demek görülsün. Eğer kaçıp gitmezlerse, sessiz
çoğunlukla sürünüp gitsinler.
Ancak şu dört tarafı
denizi karası ateş çemberi, bataklık memlekette vatandaş olmak en başta yürek
ister...
Şu garip memleketin
vatandaşı olmak, mangal gibi yürek sonra kanunlara kurallara uymayı gerektirir.
Öyle lafla, lafta olmaz yüksek cesaret ister. Tam sadakat gerektirir. Dil,
kültür birliği ve geleneklere bağlılık ister. Kamu düzenini bozmamayı gerektirir.
Kaçıcı değil kalıcı olmanın gereklerini yerine getirmek ister. Memleketin temel
değerlerini korumak ve sistemi kabullenmek ister. İster de ister. Gerektirir de
gerektirir.
Hangi Suriyeli ister
böylesi ağır bir vatandaşlığı. Kendi savaşından kaçan senin savaşında kurşun
asker olur mu? Olsa nereye kadar.
Diğer yandan köşe
başlarını tutmuş, kendini popülizm tuzağına kaptırmış eli kolu dolu, tuzu
kurular, hangi akla hizmet Suriyeliler kaynak tüketmiyor, bilakis ekonomiye
katkı sağlıyor diyerek demokrasi havarisi kesilir. Kesilseler ne yazar.
Memleketin başına yüz
yıl sorun olacak Suriyeli sorununu diğer yabancılarla harmanlayarak
hassasiyetle gizlemeye çalışanlar, ya çifte vatandaş ya da çoktan bir yerlerden
geçici koruma statüsü talep etmişler olsa gerek.
Yoksa göz göre göre yüz yıllık sorunun oluşmasında bu denli ısrarcı
olmazlar ve yarınların Tosmanya sının kurulması için bunca borazan çalmazlar...
KASAR
Her zaman unvan ve isim dayatması aklı kasar...
Kasar elbet, hele kasrı cennet hevesiyle tutuşanlar çoğalınca kumpas
kuşatması kasırga gibi her tabakadan her cemiyete yayılır. Şol cennetin
ırmakları buz tutar. Kasten çıkarılan eritmelik yangın çok zarar verir ama
duyuları dumura uğratmaz. Kasvet kalır geriye.
Ve kurtuluş meclisleri yanılgıyı da perde arkası olayları da irdeler.
Böylece her kademede her mertebede durum idare edenler unvan isim deşifre
olur...
Şifre şifahen kırılır...
Yani ayyuka çıkarılan, algı eklemeli ve çarpık, etkisi ağır yetkisi sağır
çıkarsamalar açığa düşer. Çıkar hesabına kümelenenler denizin karasına, en
diplere dalar. Yine de bulunur. Çıkarılır. Masallar bitince mutlak mukayeselere
kahraman dayanmaz. Zevahiri kurtaracak zevat kalmaz.
Ve bütün yoz alışkanlıklar, toz akışkanlıklar güya refsiz, kefensiz çıkılan
yolculukta ilk keskin virajda derin uçurumlara savrulur...
Uçurumun dibine yakın sah, sahabet saf değiştirir. Sufleler savunmasız
kalınca, saf kasarlar savanın ve satanın ipine yapışır. Musallada bitecek
musallat olmalar tepe üstü çakılır. Ondan sonrası her şey ayıbın ve kaybın,
bilinen ve beklenen zarardan fazlasını ve de işlenen büyük günahları cümle
aleme ilan etmek samahatlığıdır.
Seyahat ve sefahat çılgınlığı duran kulaklara duyurulunca cümbür cemaat
çılgına döner. Dönmüşlüğü hisseden camdan kavuklar ve camdan dalkavuklar anında
kıvırır. Kıssadan hisse küstüm oynar.
İşte bu esnada kırık saatlerin kırkılları ile üstüne vazife olmayan her işe
karışanlar yeni bir dönemece kadar kendilerini kasarlar. Çünkü stilize edilen
bakışık düzen başka tertiplere kurban gitmiştir...
İşte o kısır döngüde nice unvan ve isim zihnin ateşiyle dağlanır. Tüm ak
yaldızlı isimler ve al yaldızlı unvanlar kara deliğin hışmına uğrar. Ve söner.
İçine çöker ve düşer. Ve de kısırlaşır.
Yani sona yakın her hengamede baş rolü kapanlar, sonsuza kışkırtılanlar kış
güneşine tutulur. Hepsi yerli yerinde donar. Taşa keser...
Kuş bakışı her şey çok güzele yakındır. Bir yandan da zehirli kapan
daralır, kılıç keskinleşir ve daraltıyı ortadan ikiye böler. Darası çıkılmış
ezelden ebede tüm masum hayaller yutulur. Hep aynı kalmak zorlaşır. Yaşananlar
unutulur.
Zordur ama bazen unvan ve isim dayatmasına dayanmak, direnmek aklı
çalıştırır. Aklın yolu birdir, kastı cennet, kasrı cehennem olanların kurduğu
kumpas kuşatması yırtılır. Suskun volkanlar patlar. Kasırga rota değiştirir.
Hiç kasmadan kasten çıkarılan yangınlar söndürülür. Kasvet bulutları çok geride
kalır.
Ve her türden kasarlara karşın, kurtuluş meclisleri isim ünvan takmadan
gelişme kartını günceller. Başlangıç boyutunu her tabakadan her cemiyete
genişletir.
Olası kanırtmalara rağmen genel kanı şimdilik böyle...
YÜZ YILLIK SORUN...
Kimseler kızmasın gücenmesin ama hukuken mülteci olmayan, geçici koruma
statüsü ile yıllardır şu güzel memleketin keyfini süren Suriyeliler sorunu
sadece bu günün değil, geleceğin ve asrın sorunudur. Savaş bitsin gideceklerdi
savaş bitti gitmediler. Gönderileceklerdi oda zor, on yılları alır.
Yani Suriyeliler sorunu yüz yıl geçse de memleketin çözülemeyecek asli
sorunu olma yolunda ilerliyor...
Suriyeliler ve diğer yabancılar, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu
91. maddesine göre 'ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri
dönemeyen acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza
gelen veya geçen yabancılar geçici koruma altına alınır...' kapsamında
yıllardır bakılıyor.
Öyle bir bakılmak ki özellikle Suriyeliler beş milyonu geçen bir nüfusla
vergisiz harçsız, parasız pulsuz şu bereketli topraklarda bir güzel kalıyor...
Ne zamana kadar hiç belli değil. Ancak sığınmacı olmayı gerektiren şartlar
düzelince vatanlarına dönmelerini zorunlu. Statü böyle. Geçici. Bayram seyran
sılayı rahim yapıp dönebiliyorlar ise durumları mülteci statüsü veya geçici
koruma statüsü ile açıklanamaz bir durum. Keşmekeş.
Kaçtığı ülkeyi rahatlıkla ziyaret eden, sonra sığındığı ülkeye ikamet
maksatlı dönen uluslararası hukuk çerçevesinde mülteci sayılmaz, geçici koruma
statüsü de işlemez. Durum hukuki dolmaktan çıkmış, siyasi bir karara dönüşmüş.
Ve siyaset aldığı kararla batmış, güne özel bile çözüm üretmekte çaresiz.
Hesap ortada. Mesele arap saçına dönmüş. Yine bir bayram öncesi. Yaklaşık
elli ila yüz bin civarında Suriyeli ülkelerine bayramlaşmaya gidecek. Giden
dönmese vaya gidene dönüşte kapılar kapansa ancak yüz bayram sonra eve dönüş
tamamen gerçekleşebilir. Eder en az elli yıl.
Düzenli bir transferle ayda elli bin sığınmacı ana yurtlarına bir güzel
yerleştirilse, ayda on bin Suriyeli bebek doğumu da hesaba katıldığında eder en
az on beş yirmi yıl.
Yani devlet içinde devlet olmuş durumda Suriyeliler. Dünyada yaklaşık yüz
ülke beş milyonun altında bir nüfusa sahip. Şu garip memlekette sığınmacı
sayısı altı milyonun üstünde. Yüz yılda da çözülemeyecek gittikçe katmerlenen
bir sorunlar yumağı.
Madem kademeli çözüm on yılları alacak, yüz yıla sarkacak ve şimdiye kadar
kırk milyar dolar harcanmış ve daha da harcanacak, ulusal ve uluslararası hukuka
aykırı ama topu vatandaşlığa geçirilsin, sorun kökten sonlandırılsın.
Bedavacılık bitsin, destekler kesilsin. Tosmanya olunsun. Geçmezler ama
geçerlerse, dünyanın en pahalı vatandaşlığına geçmek ne demek görülsün. Eğer
kaçıp gitmezlerse, sessiz çoğunlukla sürünüp gitsinler.
Ancak şu dört tarafı denizi karası ateş çemberi, bataklık memlekette
vatandaş olmak en başta yürek ister...
Şu garip memleketin vatandaşı olmak, mangal gibi yürek sonra kanunlara
kurallara uymayı gerektirir. Öyle lafla, lafta olmaz yüksek cesaret ister. Tam
sadakat gerektirir. Dil, kültür birliği ve geleneklere bağlılık ister. Kamu
düzenini bozmamayı gerektirir. Kaçıcı değil kalıcı olmanın gereklerini yerine
getirmek ister. Memleketin temel değerlerini korumak ve sistemi kabullenmek
ister. İster de ister. Gerektirir de gerektirir.
Hangi Suriyeli ister böylesi ağır bir vatandaşlığı. Kendi savaşından kaçan
senin savaşında kurşun asker olur mu? Olsa nereye kadar.
Diğer yandan köşe başlarını tutmuş, kendini popülizm tuzağına kaptırmış eli
kolu dolu, tuzu kurular, hangi akla hizmet Suriyeliler kaynak tüketmiyor,
bilakis ekonomiye katkı sağlıyor diyerek demokrasi havarisi kesilir. Kesilseler
ne yazar.
Memleketin başına yüz yıl sorun olacak Suriyeli sorununu diğer yabancılarla
harmanlayarak hassasiyetle gizlemeye çalışanlar, ya çifte vatandaş ya da çoktan
bir yerlerden geçici koruma statüsü talep etmişler olsa gerek.
Yoksa göz göre göre yüz yıllık sorunun oluşmasında bu denli ısrarcı
olmazlar ve yarınların Tosmanya sının kurulması için bunca borazan çalmazlar...
DÜŞÜN DÜŞKÜN ÇATIŞMASI VE SÜRGÜNLER…
Evrende, manasız zamansız bölgesel savaşlar başta, tüm savaşların
neticesinde küçük kıyametler kopmasının tek nedeni, düşün bilirler ile düş düşkünlerine
mahsus derinliksiz kapışmalardır. Gereksiz çatışmalardır. Zaten din iman
bağlayıcılığı önemsenip, düşün dünyasından kopulunca cepheleşmeye zemin
hazırdır.
Zevat zevahiri takmayınca da zehirli bataklığa düşülür…
Diğer yandan gelmişi geçmişi uydu, lafta göbeği sultanlıkla kesilenlerin ve
safta softa sonradan görmelerin günbegün gerçek hayatla bağları kesilir. İşte
bu akıl ötesi kamplaşma kapkara kuyular açar, çelikten mezarlar kazar. Düşmeyegör
düşülür. Kazara da olsa düşülür.
Ve bir kerelik düşülünce, düşüncesizce düşü kurulan ne varsa gelir
düşkünlük duvarına toslar.
Ceremesini ise masum halklar çeker…
Düşkünlük bir kere paçaya yapıştı mı hisler hep yanıltır, gözler gerçeği
hiç görmez. Gizli özneler ve gözdeler daima aldatır. Aldanılır. Batıla kayıldıkça,
doğrudan sapılır. Yoldan çıkılır. Zaman tersine işler. Düşün kaçağı gözdeler maskaraya
döner. Düşün mastarını kader görenler ise neredeyse sürgün sayılır.
Ve düş tüccarları ve düşkünlere has bölgesel savaş panayırları kurulur.
Pan-am düş peşinde koşmaktan merhamet duygusu tekler. Pentagonal denklem tökezleyince
de ilahi mucizelere ümit bağlanır. Geçer gider zaman boşa çıkan düşün ve düşkün
sayılmak pahasına uluorta azmanın faturası illa ki garip bölge halklarına
çıkarılır.
Sonsuz sömürülen halklara hayat hep sarpa sarar. Yığınlar halinde
yeryüzünde öylece kala kalınır. Yersiz yurtsuz. Orada burada horlanan
sığınmacılar pozisyonunda yitik hayatlar.
Düşün sıfır, düşkün hisler dorukta acizliği belirginleştirir.
Sonra yersiz yurtsuz bırakılan bölge halklarından yedi ceddi yaban lar
başka hayatların içine yapıştırma planı yürürlüğe girer. Lafta mağrur ama
hükmen mağlup düş düşkünlerince, hiç düşünmeden yağmacı bir kombine hayat soy
sop birlere dayatılır. Hem de hiç hatırı sayılamaz oranda. Milyonlar düzeyinde.
Kenarda ellerini ovuşturarak bekleyen, evreni sermaye gücüyle kana boyayan
emperyaller ise toplumsal belleği resetler, yaşanan vahşetteki paylarını
akıllarda minimuma indirger. Savaş kaçkınlarına kucak açmayı ise becerili iş
statüsünde günceller.
Hiçbir tutulur tarafı olmayan, bu özensiz düzensiz sığınma işinden, işin içinden
çıkamayan düşün ve düşkün dünyası ise marş mehteran çatışırlar. Kapışırlar…
Düşün ve düşkün âleminde, çatışmalar
zehir zemberek sürerken terslemek ile terslenmek ikileminde terazi kurulur.
Yanlış ürün bozuk kantarlarla tartılır. Kaşla göz arası ikinci hayatlar kurulur.
ve yalandan hayatlar kurtulur.
Ağır kusurlu bu kurgu savaştan ve kıytırık savaşlardan kaçanlar için
hükümetin hükmü baştan beri doğru olmayınca başka nam ve şanlardan dem vurulur.
Düş gücünü bile zorlayan bu düşüncesiz
ev sahipliğine vatan millet vasfı dayanmaz. Alametleri belirgin, uzun süreceği kesin, bu sığınmacı-misafir gerçeğini
kavrayamamak ve ayrıntılarını anlamamak küçük ve büyük günahlara alenen ortaklıktır. Küçük
kıyamet yobazlığıdır.
Zaten evrendeki düş düşkünü gözdelerin bunca bölgesel aç gözlülüğü küçük
kıyametleri kopartır, büyük kıyamete yaklaştırır…
Tüm bu toplumsal hasarı bakar gözler görmeyince, düşün düşkün çatışmaları,
kapışmaları sürgün verir. Ve sürgünle gözdeler gözden de düşer, özden de…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder