İMAMOĞLU KAZANIR, İKTİDAR DÜŞER...
Haziran seçimine
gelene kadar Ana muhalefet partisi on yıllardır seçim kaybediyor. İktidar
Partisi ise kurulduğu 2001'den bu yana on yedi seçim kazandı. Her seçimi. On
sekiz yıldır ilk kez Haziran seçimini kaybedecek görünüyor. Yani kamuoyunda
İmamoğlu kazanır, mevcut iktidar da düşüş başlar kanısı hakim...
Şu fakir memleket
neredeyse her yıl bir, bazen aynı yıl iki seçime gitti. Götürüldü. Bu kadar sık
seçime rağmen demokratik seçimler yapmayı bir türlü beceremedi. Her yeni seçimle
adaletten biraz daha uzaklaşıldı. Son seçimlere doğru bir sandığa sahip çıkma
durumu güncellendi. Sandıklara yeterince sahip çıkıldı. Bir anda işin rengi
değişiverdi. Ana muhalefet Büyükşehirlerin büyüklerini kazandı.
Mevcut iktidar hiç
beklemediği kayıplara hazırlıksız yakalandı. Hemen daha öncesi olan binbir
türlü seçim hilesi orta yerlere serildi. Kazananlar bu seçim oyunları ile karşı
karşıya kaldı. Sandık kurulları yüzünden bahaneler üretildi. İftiralar havada
uçuştu. Yüksek siyaset resmen pis yedili oynadı. Bazı seçimler iptal edildi.
Öyle ki sadece
İmamoğlu kazandı diye seçim tekrarına gidildi. Tekrar edilmesi gereken bir çok
yerde ise tekrara lüzum görülmedi. Çifte standart uygulandı.
Bir kaç gün sonra
yenilenecek seçim. Haziran. Kim yenilecek, üç aşağı beş yukarı belli. Yine
iktidarın kaybetmesi durumunda ki öyle gözüküyor şimdiden şaibeli ilan
edileceği besbelli. Yani bu seçim sistemi ve bu Yeseka ile sonuç beğenilmediği
takdirde siyaset yapma hakkının bir daha gasp edileceği kesin.
Aslında Partili
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin çoğulculuğu yansıtan bir sistem
olmadığının açık göstergesi tüm yenilenen seçimler. Yanıltan bir pozisyon.
Çözümsüzlük kapıda. Yerel Parlamentoya, yerel demokrasiye bile izin yok.
Hele yerel yönetimi,
yalnız belediye hizmetlerine hapsetmeyen bir Başkana asla izin yok. Yerinde
yönetime, iktisadi, siyasi ve toplumsal sorunların yerinden çözümüne,
kaynağında takibe, özlenen yerel demokrasi inşasına hele de sosyal demokrat
anlayışın iktidarına hiç izin yok...
On yıllardır hep biz
olalım, bizimki olsun, öncelik bizde olsun hırsı. Sanki bu kez öyle olmayacak.
Her şey daha güzel olacak. Tüm varyasyonlar ters tepecek. Sıkıntı bu.
Eğer İmamoğlu
kazanırsa ki kazanacak izlenimi var, mevcut iktidar sallanacak. Dert bu...
O yüzden, mevcut
iktidarın her seçimde önce ayrıştırma, ötekileştirme kurgusunu öne çıkarışı.
Sonra da bu kurgudan beslenen hukuksuzluğu baş tacı edişi. İşi mektup
siyasetine kadar vardırması. Düşman sayılanlardan dahi medet umulması...
Lakin memleket bıktı
yoz politikadan, boş politikacıdan, yıkıcı eleştirilerden, asılsız
dedikodulardan, sallama iftiralardan. Bıktı keskin dilden, kirli kişiliklerden,
sert mizaçlılardan, babacan tavırlılardan. Ağlayanlardan, sızlananlardan,
sızıntılardan bıktı. Tutulmayan vaatlerden ve umutsuzluktan. Bıktı...
Onun için Millet,
insan odaklı politika, umut aşısı, yerine gelen vaatler, kucaklayıcı lider
istiyor. Doğru, dürüst, duygusal, hisleri kuvvetli, sevgili, gülen yüzlü, tatlı
dilli Başkan istiyor.
Açıkça görünen odur ki
artık on yıllardır güdülen yandaş, taraf ve payanda siyaseti çökmek üzere.
Özellikle tabanda bir büyük değişim ve köklü dönüşüm beklentisi ve bu yoldaki
kararlılık psikolojik üstünlüğü ele geçirmiş durumda.
Büyük olasılıkla
İmamoğlu kazanacaktır ve kurumsal pratiğini bireysel çıkış etkinliklerine
bağlayan mevcut iktidar düşüşe geçecektir.
Sanki Haziran seçimini İmamoğlu kazanırsa ki kazanacak, bu kazanım millet
ve memleket için çizilecek yeni yol haritasının da başlangıcı olacak...
DOĞU AKDENİZ, DOĞALGAZI...
İki yılda yapılan üç
seçimin elbette memlekete hatırı sayılır bir seçim maliyeti var. Hele yenilenen
Büyükşehir Başkanı seçiminin hem seçim maliyeti, hem de stratejik maliyeti var.
Bu seçimi fırsat gören Kıbrıslı Rumlar, Doğuakdeniz doğalgaz sondaj çalışmalarını
bir oldu bittiye getirdiler bile...
Enerjide yüzde
yetmişler seviyesinde bir dışa bağımlılık yaşayan memleket inadına seçimlerle
boğulurken, Doğu Akdeniz'de deniz yetki alanları ve doğal gaz arama anlaşmaları
karmakarışık bir hale geldi.
Son yıllarda başlatılan
doğalgaz araştırma ve sondajları neticesinde zengin doğalgaz yataklarının
bulunması, Doğu Akdeniz'i enerji kaynakları bakımından dünyada bir adım öne
çıkarmıştı. Gerçi Doğu Akdeniz doğal gaz rezervleri dünya enerji dengelerini
değiştirecek bir boyutta değil. Ama Akdeniz'e kıyı ülkelerin ekonomisine ve bu
rezervleri işletecek çokuluslu şirketlerin kârına önemli katkısı olacağı
muhakkak.
O yüzden Kıbrıs
çevresinde oluşturulan on iki, on üç bölge için bazı Akdeniz ülkeleri
aralarında kapsamlı ekonomik, siyasi ve stratejik işbirliğine gitti. Amerika da
oluşturulmaya çalışılan bu işbirliğine açık destek vermeye başladı. Açıkça
Kıbrıs çevresindeki doğalgaz rezervleri için Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin
iradesi yok sayılan bir rota izlendi.
Doğu Akdeniz'de de,
aynen Ege'de Komşu'nun karasularını on iki mile genişletme niyeti, Türkiye
kıyılarına yakın bazı adaların, anlaşmaları olmaksızın, fiili durum yaratılarak
işgal edilmesi gibi bir durum söz konusu. Bu işgallerin engellenememesi,
Türkiye’nin ağırlığını yeterince koyamaması şimdi Doğuakdeniz'e de tesir
ediyor. Akdeniz'de Türkiye yalnızlaşıyor, yalnızlaştırılıyor.
Ayrıca Türkiye’nin
izlediği politikalar yüzünden bölgede etkisinin azaldığı da bir gerçek. Başta
Suriye yönetiminin devrilmesi için izlenen politika ve ilişkilerin kesilmesi,
bazı haklı nedenleri bulunsa da prestij kaybına neden oldu. Mısır’da da ayni
durum. Yeni yönetime karşı açık tavır alınması nedenlerden biri. Diğer yandan
İsrail ile bir bozulan bir iyileşen dengesiz ilişkiler, AB ile ABD arasında
kalış Türkiye’nin Doğuakdeniz'de manevra kabiliyetini iyice azalttı.
Oysa; "1960
antlaşmalarıyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Türk ve Rum toplumlarının egemen
eşitliği esasına dayanıyordu. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin tek başına egemenlik
iddiasında bulunması ve son zamanlarda hukuka aykırı fiili durumlar yaratıp
bölgedeki doğalgaz yataklarını araştırma ve işletme yoluna gitmesi"
ciddiye alınması gereken bir krizdir.
Ayrıca Romanya’nın
Sibiu kentinde düzenlenen gayri resmi AB Zirvesi’ne katılan ülke liderlerinin,
Türkiye’nin geç de olsa Doğu Akdeniz’de sondaj faaliyetlerine başlamasını
Kıbrıs’ın egemenlik haklarına saygı duymama olarak nitelendirdiğini de
unutmamak gerekir.
AB Konseyi Başkanı
Tusk'un, Doğu Akdeniz’de yaşanan doğalgaz gerginliğinde Kıbrıs’ın arkasında
olduklarını açıkladığını. Yetinmeyip "Türkiye'nin Kıbrıs Ekonomik Münhasır
Bölgesi etrafında yapacağı sondaj faaliyetlerinin provokatif bir eylem"
olduğu ve durdurulması gerektiği yönünde görüş bildirdiğini de.
Zaten Doğuakdeniz'deki
doğalgazı öncelikli olarak Amerikan ve Katar şirketleri çıkarıyor. Çıkarılan
gaz Girit üzerinden boru hattıyla Avrupa’ya taşınacak gibi görünüyor. Ve bu
sirkilasyon İsrail ve Güney Kıbrıs’tan yönetilecek. İşin garibi hangi ülkeler
Doğuakdeniz doğalgazıyla ilgili olacaklar, kararını ise doğalgazı üreten
şirketler verecek.
Böyle olursa Doğu
Akdeniz’deki gerginlik Kıbrıs ile beraber egemen güçlerin doğalgaz üzerinden
çıkar çatışmasını tetikleyecek. Ve Türkiye dışarıda bırakılacak.
Bu dışarıda kalışla
Memleket ciddi zarar görecek. En azından doğalgaz ithalatı için ucuz kaynak
yaratamadığı gibi, gaz ihracı için transit rota görevi üstlenemeyerek olası
kazanımları da kaybetmiş olacak.
İşte tüm bu ve benzer
işlerle uğraşmak varken devleti yönetenler Büyükşehir Başkanlığı'na kilitlenmiş
durumdalar. Seçimi kazanmak adına tüm kaynaklar seferber edilmiş, kazan kepçe
çalışılıyor.
Kaybettiklerinde ise sadece başkanlığı değil, çok şeyi kaybedecekler. Tıpkı
Doğuakdeniz doğal gazı gibi...
ÖZÜR BAHSİ...
Özür dilemek kelime
anlamıyla bir durumunu, özrünü ileri sürerek, bir işi yapamayacağını bildirip,
bağışlanma dilemektir. Yani özrünü bildirerek bir işi yapmayı istememek, bir
işten bağışlanmayı istemektir.
Bir başka açılımı da
yapılan bir yanlıştan, uygun olmayan bir durumdan dolayı bağışlanmayı
dilemektir. Yani gayriiradi yapılan bir yanlıştan ötürü bağışlanmayı
istemektir...
Vali, vilayette
devleti temsil eden en yetkili yönetim görevlisidir. İsim olarak Arapça bir
kelimedir ve koruyucu, muhafız, vasi anlamlarını ifade eder. Vali görevde
bulunduğu ilin genel idaresini sağlayan ve gidişatını denetleyen devlet
erkanıdır. Vatandaşa göre ilin mülki amiridir. En yetkili insanıdır. Ve devlet
adına millete her türlü imkanı sağlamakla mükelleftir...
Vali, Merkezi yönetim
tarafından atanır. İçişleri Bakanlığının önerisi, Bakanlar Kurulunun kararı,
Cumhurbaşkanı'nın onayı ile göreve başlar. Yani üçlü kararname ile.
Valilerin görevi
kanun, tüzük, yönetmelik ve Hükümet kararlarının neşir ve ilanını ve
uygulanmasını sağlamak ve Bakanlıkların talimat ve emirlerini yürütmektir.
Mevcut işlerin gerçekleştirilmesi için gerekli tüm tedbirleri almaya da
yetkilidir. Yani kanun, tüzük, yönetmelik ve Hükümet kararlarının verdiği
yetkiyi kullanmak ve bunların yüklediği ödevleri yerine getirmek için genel
emirler çıkarabilir ve ilan edebilir...
Diğer yandan bir ilin
Büyükşehir Belediye Başkanı nasıl seçilir ve hangi işleri yükümlenir o da
bellidir. Yetki alanı kanunlarla sabittir. Kutsal bir görevdir. Herkese de
nasip olmaz. ...
Özür dileme mealine
göre işte bu tarafların kabul etseler de etmeseler de açık seçik birbirlerine,
karşılıklı özür borcu doğmuştur. Biri devletin arkasına sığınarak, diğeri
seçilmişliğini savunarak bu sorumluluktan kurtulamazlar...
Özür dilemek uygar bir
tavırdır. Erdemdir. Ancak hem kavramları birbirine karıştıran hem de özür
dilemeyi zor beceren bir toplumda af dilemek sanki henüz olgunlaşmamışlık
duygusunu pekiştiriyor. Genel yargı bu.
Bu nedenle yapılan yanlışı düzeltmek için bile olsa özür dilemek elden gelmiyor, dil söylemeye zorlanıyor.
Bu nedenle yapılan yanlışı düzeltmek için bile olsa özür dilemek elden gelmiyor, dil söylemeye zorlanıyor.
O yüzden yaşanan VIP
krizi, son günlerde her şeyin ötesine geçen, Haziran seçimine ana malzeme
edilen aşamaya sürüklendi. Seçilmiş Belediye Başkanı, Vali ve Cumhurbaşkanı
üçgenine hapsoldu. Başka bir hal aldı.
Devlet adına millete
her türlü imkanı sağlamakla mükellef Vali, Seçilmiş Başkana yasal hakkı olan
bir imkanı kısıtladı. Bu tavır makul karşılandı. Olay büyütüldü. İş geldi özür
dilemeye dayandı. Yeniden kazanılacağı olası makama kilitlendi.
Oysa özür dilemenin
bile incelikli bir tarafı, püf noktaları var. Özür dilemenin lügat anlamında
durum çok açık. Varsa bir şey iki taraflı. Ve karşılıklı. Af dileme de öyle.
Sadece bir tarafın özür dilemesiyle bu iş kapanmaz. Sırf oluşan gerginliği
sonlandırmak için özür dilemek de olmaz. Belki anlık ortam yumuşar ama uzun
vadede haksız yere özür dilendiği için her şeye zarar verebilir. Haksızlığı
yapana başka fırsatlar doğabilir.
Seçilmiş bir Başkan,
Vatandaş İptidai yöntemlere mahkum edilmişken, işlerinin aciliyeti dolayısıyla
VIP'ten geçmek isteyebilir. Bunda bir mahsur yok. Ancak havalimanının birinde
VIP izni var bir diğerinde yasak ise ortada yaman bir çelişki var demektir. Emir
demiri keser babında bir yaklaşım var demektir.
Ayrıca bu basit olay
gündemi bu denli meşgul etmemeliydi. Onca sorun varken bu kriz seçime
endekslenerek baş sorun yapılmamalıydı.
Burada özellikle
medya, meşhur siyaset erbapları ve atanmış bürokratlar isteyerek veya
istemeyerek oldukça basit bir olayı siyasi nema uğruna ayyuka çıkarmışlardır.
Çıkarılmamalıydı.
Aslında olayın taraflarının birbirlerine olduğu kadar, tümünün millete özür
borcu var. Seçimden önce de sonra da...
NOTER, NOT EDER...
Noter, hayatı resmen kayıt altına alır,
tarihe not eder. Her türlü işlemlere ve belgelere yasal geçerlik kazandırır.
Noterlik kendine özgü hukuk statüsü olan kamu görevidir. Noter de kamu
görevlisidir...
Noterler görevlerini genellikle kendi
mekanlarında yerine getirir. Noter gözetiminde yapılacak değişik işler için
değişik ortamlarda da bulunabilirler. Dışarıda genellikle noter katipleri
hizmet verir. Öyle ki özellikle görsel medya programları noter katiplerinin
noterden daha çok tanınmasına vesile olur.
Noter katibi; noterlik kanun ve
yönetmeliğinde yer alan, hukuki işlemlerin usulüne uygun ve düzenli şekilde
yapılmasını sağlar. En az lise mezunudur ve ilgili noterin yanında altı ay aday
olarak çalışmış ve sonrasında katiplik yemini etmiş kişidir.
Yani noterlik bir kamu hizmetidir.
Asliye ve Sulh Hukuk Mahkemesi bulunan yerde, Adalet Bakanlığı’nca kurulur. Bir
bölgede, birden çok noterlik de olabilir...
Diploma, kişinin herhangi bir okulu veya
öğrenim programını tamamladığını, belirtmek için öğretim kurumu tarafından
düzenlenip verilen resmî belgedir. Bu belge kişinin derece, lisans veya unvan
kullanmaya hak kazandığının, yetki elde ettiğinin kanıtıdır.
İşte üst düzey yetki kullanacak bir
makam sahibi unvana hak kazandığını kanıtlamak için diplomasını notere
onaylatıyor. Ancak kendisi gitmiyor. Daha alt makam bir yetkilinin şoförüyle
belgeyi gönderiyor. Şoförde bu işlemi gerçekleştirebilmesi için gerekli
vekâletname yok. Üstelik diplomanın aslı da yok, eldeki bir fotokopi.
Şoför eline verilen diploma fotokopisini
noter katibine veriyor. Katip diplomanın aslını istemeksizin, aslı var mıdır
yok mudur hiç sorgulamaksızın fotokopi diplomayı “aslı gibidir” diye tasdik
ediyor.
Yasa tanınmaz iş açığa düşüp, hukuk dışı
tasdiklenen diploma üzerine tartışmalar çıkınca, Noterler Birliği, üst
yetkilinin işleyen süreç zarfında kamuoyu ile paylaşılan 'aslını görmeden, aslı
gibidir' diye tasdik edilen diplomayı onaylayan noter katibi hakkında;
soruşturma açmayan notere uyarı cezası veriyor.
Noter, uhdesinde çalışan ve diplomanın
'aslını görmeden, aslı gibidir' diye onaylayan noter kâtibine soruşturma
açmadığı için kendisine verilen uyarı cezasına ilişkin artık bizimle çalışmıyor
diyor. Nasıl soruşturma açtırsaydım diye ekliyor.
En üst düzey yetkilinin fotokopi
diplomasını onaylatmak için elde vekalet olmadan notere götüren, sonradan
kurumsal varlığı lav edilmiş zamanın ikinci en yetkili kurumunda çalışan şoför
ise kazazede. Kurumda çalışırken kaza geçirdiğini, geçmişe ilişkin birçok şeyi
hatırlamadığını, noterde diploma onaylatılmasıyla ilgili bir durumu hiç
hatırlamadığını beyan ediyor.
Her gün yeni ayrıntılar ortaya çıkıyor
ama nafile. Fotokopi diplomayı, vekaleti olmadan notere götüren, gerçeğini
göstermeden "aslı gibidir" şeklinde tasdik ettiren şoför dut yemiş
bülbül.
Meşhur diplomanın fotokopisini “aslını
görmeden tasdik eden” noter kâtibi için ise “disiplin soruşturması açılmıyor ve
bu kapsamda cezalandırılmıyor.
Diploma denildi mi suskunluk had
safhada...
Olaya müdahil olabilecek konumda her kim
varsa saklanıyor...
Vatandaşın biri çıkıp da bu derin
suskunluğu bozamıyor; “Noter katibi kişi, 27.06.2014 tarihinde, binyüzonüç
yevmiye nosu ile gerçekleştirdiği örnek verme işlemine ilişkin, noterlik
işleminde, gerek Noterlik Kanunu’nun ve gerekse Noterlik Yönetmeliği’nin ilgili
hükümlerini ihlal ederek, kanun hilafına A4 fotokopi bir kâğıdı ‘sahte resmi
belge’ haline getirerek ‘sahte resmi belge tanzim eden’ duruma düşmüştür. Bu
noter kâtibi hakkında gerekli disiplin cezasının verilerek, iş bu kararın
tarafıma tebliğ edilmesini arz ederim.” babında bir dilekçe yazamıyor.
Tabi böyle bir talep açmak önce cesaret
işi, sonra vicdan...
Noter veya noter katibi tarafından gayrı
kanuni resmi kayıt altına alınmış bu diplomatik ve siyasetik meseleyi tarihe
not düşmek ise tehlikeli denizde yüzmek.
Durduk yerde nota
yemekten ise notaryal mesele deyip geçmek ise en kolayı...
İMAMOĞLU YÜZDE ELLİ'Yİ AŞTI...
Hiç gerekçesiz
yenilenen Haziran seçimine doğru, altı aylık dönemin son hamlesi adayların
canlı ortak yayını da geçti. Dünya ölçeğinde tüm aday karşılaşmaları seçmeni
2-3 puan etkiler görüşüne sığınıldı. Kim daha iyi performans gösterirse seçimi
o kazanır algısı yüksekti. Ama on küsur yıl sonra yapılan oturumda adayların
birbirlerine bariz üstünlüğü yok. Bile isteye berabere tamamladılar
denilebilir.
Rakiplerin birbirine
üstünlük sağlayamamış olması demek, değişik kamuoyu şirketlerinin bir kaç bin
denek ile yapılan ve İmamoğlu lehine gösterilen 2 ila 7 puanlık farkın, varsa
eğer devamı demek...
Yani 10 yıllardan
sonra yapılan canlı oturum her iki taraf için de beklentilerin çok gerisinde
kaldı. Adaylar programı oya endeksleyemedikleri gibi verilen son şansları da
pek iyi kullanamadılar.
Peki bundan sonra, son
haftada ne olur, ne değişir? Hiçbir şey. Alışılan ve bütünleşilen propaganda
çalışmaları olduğu gibi sürdürülür. Ancak seçmenlerin kafasındaki seçim, canlı
performans gecesi itibariyle bitti. Üç aşağı beş yukarı herkes netleşti. Pek de
kararsız kalmadı...
Bu saatten sonra
seçimi, seçime katılım oranı, geçerli geçersiz oy dağılımı, ittifaklar dışında
seçime giren diğer iki partinin alacağı oy, Mart seçimine katılan Haziran'da
İmamoğlu adına çekilen partilerin oyları, Kürt seçmenler ve Karadenizli
seçmenlerin oyları etkiler.
Yani kalan az zamanda
seçimin kazananını olmak için, bir kaç bin kişilik denekle yapılan dengesiz
anketlere güvenmeden bunlara yoğunlaşmak. Ayrıca Mart seçimindeki oyları hiç
dayanaksız alt alta ekleyip çıkarmalarla da seçim geldi gitti denilemez. Mart
seçiminde sandığı protesto edenlerin ikna olup olmadıkları gibi seçimi
etkileyecek başka etkenleri de gözden geçirmek gerek.
Bu arada mevsim
koşulları, seçimlerden bıkkınlık, adaletsiz ve hukuksuz seçim yenileme, bariz
haksızlık, seçmen katılımını epeyce düşürecek. Genel görüntü bu. Büyük
olasılıkla katılım yüzde 80'lerin altına da düşebilir. Toplam 10.570.939 seçmen
olduğu halde katılım 8 ila 8 buçuk milyon arası gerçekleşebilir. Ayrıca Haziranda
da geçersiz oy kullanımının önüne geçilemeyeceği açık. Bunun birçok nedeni var.
Ve en az yüzde üç geçersiz oy çıkabilirliği gözden kaçırılmamalı.
Bu durumda 8 milyon
ile 8 milyon 200 bin arasındaki oy Haziran seçiminin kazananını belirleyecek
demektir...
Yani Mart seçimine
göre 300 ila 500 bin kayıplı bir seçime gidiliyor. Kalan oydan en çok hangi
ittifakın oy kaybedeceğini ise başta, ekonomik olmak üzere diğer ağırlaşan
koşullar netleştirecek. Plan projeler değil.
Ayrıca Mart
seçimlerinde ittifak dışında katılan partilerin toplam aldığı oy ile
bağımsızların aldığı oy da çok önemli. Çünkü makas hala dar. Denildiği gibi
fark açılmadı. Bu partilerin ikisi Haziran seçimlerine yine giriyor. Diğerleri
İmamoğlu'nu destekliyor. Bu destek en çok yüzde 10 kayıpla 90 bin civarında.
seçime katılan iki partinin ise en az %10 kayıpla oyları 100 bin civarında. Tüm
bunların dışında geriye oy devşirme pahasını onurlarıyla oynanan Karadenizliler
ve Kürt seçmenler kalıyor.
Asla değişmez görünen
oylara İşte tüm bu yüzer geçer oylar ittifaklara yakınlık derecesine göre
dağıldığında asıl tablo oluşuyor.
Böylece geçerliliği
muhtemel oylardan İmamoğlu 4.103.145 oyu, rakibi ise 3.958.564 oyu hanelerine
yazdırabilecek gibi. Bu da istatistiki verilerin ışığında; İmamoğlu için %50,86,
oranına, rakibi için %48,68 oranına tekamül ediyor.
İşte farklı oranlarda
benzer istatistiksel değerlendirmelere göre Haziran seçimini de İmamoğlu
kazandı demek yanlış olmaz. Elbette sandığa giren çıkar. Aritmetik çıkarımlar
doğrultusunda seçim garantisi olmaz. Ancak doğrusu da bu. İmamoğlu...
Rakamların diline
göre, yüzdeler eksi artı değişse de İmamoğlu'nun bu yenilenen Haziran seçimini
de kazanacağı yönünde eğilim daha ağır basıyor.
Zaten iyice kötüleyen koşullarda, her şeylerin çok güzel olabilmesi için
bir başka alternatif kalmadığı da kesin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder